Bu Kurban Bayramı’nda Çevrenizdeki Ethem Dede’leri Fark Edin
Eskiden ne kadar da güzel olurdu bayramlar. Hele ki Kurban Bayramları.
Kurbanını kesenler yiyecekleri kadarını alır, gerisini de ihtiyaç sahiplerine dağıtırlardı.
Fakat artık Kurban Bayramı birçokları için, derin dondurucunun etle dolması anlamına geliyor…
Gelin bu sefer nefsinizin size hakim gelmesine izin vermeyin.
Gelin bu sefer kemikliler bir leğene, kemiksizler bizim eve yapmayın.
Gelin bu sefer Ethem Dede gibi ihtiyaç sahiplerinin mutlu olmasına izin verin.
– Sosyal medyada denk geldiğim bu hikaye, olduğu gibi alıntıdır.
Kaldırımda oturur vaziyette el etti ihtiyar.
İki büklüm beli, elinde asası. Yüzünde derin çizgiler.
Durup, arabaya aldım.
– Nereye gidiyorsun dede?
– Az ilerideki kurban kesilen yere bırakır mısın oğlum? (Kapalı Semt Pazarı)
– Ne yapacaksın orada dede?
– Belki biraz et verirler.
– Evin nerede?
– Zafer mahallesinde.
– E nasıl gideceksin uzak oralar.
– Biraz et bulalım da Allah kerim.
Kısa yol boyu, bir kamyon dua etti.
Dedeyi bıraktıktan sonra aklıma takıldı. Gideceğim yerdeki işimi acele bir şekilde halledip pazara geri döndüm.
Ethem dede, pazarın sütunlarından birinin dibine koyduğu çuvala bir poşet koyup, boş başka bir poşetle elinde asa ağır aksak tekrar pazarı turluyor.
Öbek öbek insanlar karınca misali etleri kesip biçip tasnif ediyor. İyiler çil çil leğenlerde. Kemikliler ayrı bir yere yığılmış. Kantarlar ortada, belli ki işler sona yaklaşmış. Birazdan ne var ne yok paylaşılacak…
Yanına yaklaştığı yerlerde kaçamak bir göz teması kuruyor Ethem Dede.
Bu çok kısa tedirgin ”Bana verecek bir şeyiniz var mı? ” sorusu.
Bu göz temasına çok yerde karşılık alamayıp ürkek adımlarla çekilip bir diğerine gidiyor…
Bu naif sorunun cevabı hiç o çil çil etler olmadı kaç yere gittiyse.
Kimi göz ucuyla iç yağları işaret etti, bonkör olan bir ikisi bol kemikli birkaç parçayı.
Eliyle lütfedip veren olmadı.
En son yerde herkesten uzak sahipsiz olduğu belli olan bir işkembeyi, cebinden çıkardığı çakı ile kabaca temizleyip poşete koydu.
Bense yarım saate yakın onu fark ettirmeden izledim.
Serde işgüzarlık var ya… Bir iki yere ”Şu amca yardıma bakınıyor galiba” dedim.
Pek kimse oralı olmadı.
Sana ne? Senin menfaatin ne türünden bakışlar attılar sadece.
Birkaç kare de fotoğraf çektim…
Bunun dışında hiç müdahil olmadım.
Onun ve çevresindekilerin yaşadığı sessiz diyaloğu, olup bitenleri bir mimik bile kaçırmadan gözlemeye çalıştım.
Epey sonra, dolaşmaktan yorgun olarak güz güneşine nazır bir kaldırıma oturunca yanına gidip oturdum.
– Ne yaptın dede?
Beni tanıdı. Tekrar gördüğüne mi sevindi, haline mi hüzünlendi bilmem, ağlamaya başladı!
– Çok şükür toparladık bir şeyler, dedi.
– Hadi o zaman seni evine bırakayım dedim.
Yol boyu bir tır daha dua etti.
Hikayenin ana fikri ben ne iyi bir insanım değil. Nefsimiz işin içine bulaşık ettiyse, affola.
Bu yaşadığımı paylaşıp paylaşmama konusunda çok tereddüt ettim.
Ana fikir şu ki, bu bayram biz bol et yiyelim diye emredilmemiş. Kurban kesme imkanı bulanların büyük bir kısmı zaten normal zamanda da evine et alıp götürme imkanına sahip.
O dedeye parça kalıntı etleri göz ucuyla işaret edenlerin boğazından kendilerine ayırdıkları löp etler nasıl geçecek bilmiyorum.
İbadet şuuruyla kurbanlarını kesenler nizami olarak emredildiği gibi üçe tasnif edecekler mi?
Hassas dijital tartı ile etleri aralarında paylaşanlar aynı hassasiyetle ondan ihtiyaç sahiplerinin hakkını ayırmalı değil mi?