AHISKALI ALİ HAYDAR EFENDİ

AHISKALI ALİ HAYDAR EFENDİ

Muhterem pederim Hafız Mehmed Hulusi Efendi’nin Üstâz-ı Ekrem’i, bizlerin ilk bulduğu ve bağlandığı kapı, zamanın mânâ yönünde ulu’su Ali Haydar Efendi, “Bismillâh” nâmı ile meşhur Mehmed Şerif Efendi’nin oğludur. Doğum tarihi pek kesin olmamakla beraber, 1870 olduğu tahmin edilmektedir. Ahıska’da dünyaya gelmiştir.Çarşamba’lı Hacı Ahmed Efendi’den icazet almış, senelerce ders-i âm olarak bulunmuştur. Uzun seneler, Bandırma ilçesine vaaza gitmiş ve tasavvu­fun aleyhinde olarak tarikatı taşlamış, mânâ büyüklerine atmış tutmuştur. Cemaatın içinde bulunan, zamanın büyüklerinden Bandırmalı Bezzaz Hacı Ali Rıza Efendinin sâdık mürîdlerinden pek çokları, bu vaazları dinler; iş sataşmaya gelince, canları sıkılırmış. Ali Rıza Efendiye giderler; Hoca Efendiyi ikâz etmek, dinlemezse te’dip etmek için kendisinden müsaade isterlermiş. Üstâz Ali Rıza Efendi:- “Çocuklar, taşlayan bizdendir; taşlatan bizden değil!” diyerek, hikmet hâmiz bir cevap verir ve bu işe müsaade etmez; neticede bu zâtın, kendi halifesi olacağını imâ edermiş.Günün birinde görülen bir mânâ, işin mâhiyyetini birden değiştirmiş: Üstâzın kapısında soluğu alan bu büyük âlim Ali Haydar Efendi, içeriye girmek için izin istediğinde; kendisine İstanbul’da bulunan bir meczubun adresi verilmiş. “Oraya kabul edilirse, buraya da kabul edileceği” ifâde edilmiş.O büyük âlimin içi bir kere ateş almış; artık nereye dense oraya gidecek, ne denilirse yapacak hale gelmiş. Denilen adrese gitmiş, fakat geri çevrilmiş ve içeriye alınmamış; tekrar gitmiş, yine aynı muamele! Üçüncüde, o meczûb olan zât kapıya kadar gelerek kabul olunduğunu, yalnız hemen Bandırmaya gitme­sini ve Üstâzı olacak olan Bezzaz Hacı Ali Rıza Efendiyi nerede görürse, ayağına kapanmasını tembih etmiş.Ali Haydar Efendi doğru, Bandırmaya hareket etmiş. Vapurdan iner inmez, o kalabalık ve izdihâm içinde, Hacı Ali Efendi’yi görmüş. İskelenin416AfflSKALI ALI HAYDAR EFENDİüzerinde ayaklarına kapanmış; sarığı bir yerde, cübbesi yerdeki tozlara karışa­rak, denilen ve istenilen hâl-i teslimi, kül hâli ile gösterince, muhterem üstâz yerden kaldırmış ve hâne-i saadetlerine götürerek, Nakşibendî yoluna büyük hizmetleri dokunacak olan bu büyük âlime vazifesini tevcih etmiş ve daha sonra da icazetini takdim etmiş.Fatih Çarşamba’da, İsmet Efendi dergâhında, uzun müddet Nakşı tari­katını yaymıştır. Abdülhamid Han ve Sultan Reşad Han zamanlarında, huzur hocalığında bulunduğu medreset-ül Kuzat’ta fıkıh okutmuştur. Meşihâtta, Fetvâhanede, Telîf ve Tercüme Komisyonu Riyâsetinde bulunmuştur. Mecel­leyi, Asr-ı Hâzır’in ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir şekle sokmak için çalışa­rak, iki sene zarfında, Kitâb-ül Bûyu’u ve Kitâb-ül İcâre’yi tetkik ve mütalaa edip, müsveddesini hazırlamıştır. Fakat bilâhare, diğer kitapların ikmâline mahâl bırakmaksızın, komisyon feshedilmiştir.1 Ağustos 1960 tarihinde irtihâl-i dâri beka eylemiştir. Fatih türbesi önündeki makbereye defnine dâir, sâbık hükümetin vekiller heyetinin kararı olduğu halde ve kabri de kazılmış bulunduğu halde, maalesef, buna izin verilmemiş ve Edirnekapı haricindeki Sakız Ağası (Şehitlik) mezarlığına defnedilmiştir.Rahmetullahi aleyh rahmeten vâsia

 

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*