CÜNEYD-İ BAĞDADÎ

CÜNEYD-İ BAĞDADÎ (K.S.)Cüneyd-i Bağdâdî Ebul Kâsım (k.s.) Hicrî 207 yılında Nihavent’de dünyaya gelmiştir. Hicrî 298 yılında, doksan bir yaşında iken, Bağdat’ta irtihâl-i dâri beka eylemiştir. Kabr-i şerifi Bağdat’ta, el’ân ziyaretgâhdır.Kumaş ve gömlek ticareti yapardı. Lakâbı Ebul Kâsım’dır. Evliya zümresinin efendisi anlamına gelen “Seyyid-üd Tâife” ünvânıyla anılmıştır. Babasının adı Muhammed’tir. Meşâyih’den Sırrı Sakatî hz., dayısı idi; onun sohbet ve ilminden faydalanmıştır. İmâm-ı Şâfiî’nin talebesi Ebu Savir İbrahim bin Hâlid’ten fıkıh okudu. Yirmi yaşında fetva verdi. Zâhirî ilimlerden sonra, tasavvuf ilmini de dayısı Sırrî-i Sakatî ve Ebû Cafer El Haddad’dan aldı. Muhammed Ali Kassab’ın sohbetlerinde de bulundu. Devrinde, evliyalar arasında üstünlüğü ve imâmlığı kabul edilmiştir.Sırrı Sakatî hz.’ne sormuşlar:- Bir mürîdin derecesi, mürşîdinin derecesinden yüksek olabilir mi?Sırrı Sakatî hz. şöyle buyurmuş:- Elbette! Nitekim, Cüneyd’in mertebesi benden yüksektir diyerek,Cüneyd-i Bağdadî’nin manevî mertebesinin yüceliğine işaret etmiştir.Mânâ yolunun büyüklerinden Harraz, Nuri, Rûyem, Şiblî gibi zevâtın yolu ona çıkar.Zamanın halifesi bir gün, Rûyem’e:Be hey, edeb yoksulu! diye hitap edince, Rûyem:Ben nasıl edeb yoksulu olabilirim ki, Cüneyd gibi bir insanla sohbetim var, cevabını vererek, gerek halifeye ve gerekse bize Cüneyd-i Bağdâdî’nin kim olduğunu bildirmiştir.Cüneyd-i Bağdâdî henüz yedi yaşında idi. Harem-i şerifte dört yüz yaşlı kişi oturmuş ve “şükür” hakkında sohbet edip tartışıyorlardı. Herkes bir şeyler söyledi. Bu arada Sakatî hz., yeğenine:- Sen bu hususta ne dersin, a gözümün nuru? dedi.Cüneyd şu cevabı verdi:- Nimetle, Allah’a (c.c) karşı gelmeyesin ve ilâhî nimeti, kendine günahsermayesi yapmayasın!HZ. MUHAMMED (S.A.S.)’IN VARİSLERİ299Asrının kutbu olan bu zât, binlerce öğrenci yetiştirdi. Yetmiş kere hacca gitti; otuz defa yaya olarak hac yaptı. Daima oruçlu idi. Namazda iken, aklına dünya düşüncesi düşse kazâ ederdi; âhirete dâir bir düşünce gelse, sehv-i secde yapardı. Otuz yıl uyku uyumayıp, ayakta zikretti. Bu müddet zarfında, yatsı namazının abdesti ile sabah namazını kıldı.Cüneyd-i Bağdâdî hz. hakkında yazılan fârisî bir kasidede, yüce şânı şöyle tebcil edilmektedir:”O asrın velîsi ve cihânın kutbu, insan kaynağı ve sâdıkların nuru idi. Yıllarca gönül adamlarına sırdaşlık etti. Makamı da kendisi de yüksekti. Onun adı olan Ebu Kasım, ne güzel bir ad’tır. O tarikat mensuplarının canlarına irfan yazdı. Onların gönüllerine, ruhlarına âriflik aşıladı. O bir din büyüğü ve dün­yanın insan adamıydı. Tarikatının ve gittiği yolun sırlarını biliyordu. Onu dinleyenler ve görenler hayran oluyordu. Onun çevresinde halka olanlar, onun feyzinden yararlanıyorlardı. Kendileri daima hırka giymeyip, âlim elbisesi ile dolaşırlardı:Şöyle derdi:- “Eğer hırka giymekle iş hâsıl olsa, demirden kaftan giyerdim. LâkinHak Teâlâ katında itibar hırkaya değil, belki gönül şevkine ve derdinedir.”Cüneyd-i Bağdâdî hz., mürşîdi Sırrı Sakatî hz.’den utandığından ve ona saygısından yıllarca vaaz vermedi. Rüyasında sevgili Peygamberimizi (s.a.v) gördü. Vaaz vermesi emrolundu. Yine vermedi. Şeyhi de aynı rüyayı gördü ve kendisine “Cenâbı Allah da senin va’z edip, halkı aydınlatmanı istiyor” dediğinde, bu görevi üzerine aldı.Öyle ilâhî vaazlar verir, öyle sırlar zuhur ederdi ki; vaazlarında bulunan­lar cezbeye gelir ve hatta can verenler olurdu. Kerâmetle hiç bir suretle iştigâl etmeyip, istikâmet üzere bulunurdu. Hayatı boyunca belki kendisinden, on kerâmet bile zuhur etmemiştir.- “Biz tasavvufu; açlık, uykusuzluk, dünyadan ilişkimizi kesmek vesevdiklerimizden ayrı olmakta bulduk. Her kim; Allah kelâmını sağ elinde,Peygamber’in (s.a.v) hadîsini sol elinde tutar ve yolunda bu ışıkla yürürse,şüphe âfetine ve bid’at karanlığına düşmez” derdi.Cüneydi Bağdadî hz. vaaz verirken, dışı müslüman gibi olup içi kâfir olan bir genç:- Ya Şeyh! Allah’ın Resulü “Mü’minin ferâsetinden sakınınız. Zira o,Allah ‘in nuru ile bakar” buyurmuştur. Bunun mânâsı nedir? diye sordu.Cüneyd hz. bir miktar tevakkuftan sonra:- Ey genç! İslâma gel ki, vaktin erişmiş bulunuyor dedi.300CÜNEYD-İ BAĞDADİ (K.S.)Cüneyd’in ellerine sarılan genç derhal müslüman oldu. Böylelikle mü’min nazarındaki nura ait olan hadîs; bütün sırrıyla zuhur edip, misâllenmiş oldu.Kendisine:Bu ilmi nereden söylüyorsun? dediler. Şöyle cevap verdi:Eğer bir yerden olsaydı, o yere siz de erişirdiniz, dedi ve ilâve etti:
İlmin vecd içinde erimesindense, vecd’in ilim içinde erimesi hayırlıdır. Meclislerin en şereflisi ve en yükseği, tevhîd meydanında fikirle yer almaktır.Tasavvuf nedir? diye sordular.Bilmiyorum, dedi ve sonra ilâve etti:Keremli bir kavim içinde, keremli bir zamanda, keremli bir kişiden, keremimin izhâr ettiği kerem ahlâkıdır.Başka bir zaman aynı suâli yine sordular. Şöyle cevap verdi:Allah’ın seni, senden öldürmesi ve kendisi ile ihyâ etmesi, dedi.Nihayet nedir? diye suâl edildiğinde:Bidâyettir buyurarak, nihayete varmanın, başlangıca dönmek olduğunu duyurmak istemiştir.Yine bir gün, kendisine:- Hicâb yani perde; halk hicâbı, dünya hicâbı, nefis hicâbı olarak üçtür,dediler.Cevâben buyurdu ki:- Bunlar, aşağı insanlara göre hicâb! Yüksek insanların hicâbı birdir:Amellerini ve iyi hareketlerini görmek; onlardan sevap ummak, mükâfatbeklemek!Sordular:- Hiç amelsiz, ibâdetsiz ve karşılıksız Allah’ın lütfü olur mu?Buyurdular ki:- Her iş ve her şey yalnız O’nun lûtfuyla olur, karşılıkla değil! O’nunlûtfuna karşılık düşünülebilir mi?Tasavvuf ehli çekildi âlemden Göz açılıp kapamadan, din çerçevesi bozuldu Zühd, riâyet, ahlâk ve teslimiyet, buydu din Şimdi kuru kavga ve boş çığlıklar, bu oldu Nerede maksat ve fesat ehli varsa mürşîd kesildi Gitti zühd, öldü takvâ, irfân hezeyân olduCüneyd-i Bağdâdî’nin açıklamasını verdiğimiz bu mısraları için, ilmin serdârı Muhyiddin-i Arabî hz. dedi ki:- “Allah merhamet etsin! Bu tâifenin büyüğü Cüneyd ki, zamanınfesadını görüp, bu mısraları söylemiştir.”Cüneyd-i Bağdadî hz.’ne âlimler gelmiş ve:- Bizi irşâd et! demişler.O, her birisini bir odaya yerleştirmiş. Zikir ve ibâdetle bir hafta uğraş­mışlar. Sonra yanına çağırmış ve:Kalbinizde ne buldunuz? diye sormuş.Dünya sevgisi, demişler.Bir hafta daha devam ettirmiş. Yine sormuş:Âhiret sevgisi, demişler.Bunu da atın ve devam edin, demiş.Bir hafta daha devam etmişler, yine sormuş:- Enâniyet (benlik) sevgisi, demişler.- Varlığınızı da terk ederek, devam edin, demiş.Bir hafta sonra tekrar sormuş:Allah sevgisinden başka bir şey yok, cevabını vermişler. Cüneyd-i Bağdâdî hz.:Muradınıza erdiniz! Böyle devam edin, demiş ve onları yolcu etmiş.Cüneydi Bağdadî hz., Şeyh Sırrı Sakatî’ye sormuş:- Dün gece nasıl sabahladın?Hazret:- Allah’ın yanında, sabah ve akşam diye bir şey yoktur, diye cevapvermiş.Bir gün birisine şöyle nasihat etti:- Yetmiş yıllık ibâdetini ayağının altına al; zira bu, hakikatle arana perdeoluyor.Şeyh Şiblî hz. bir gün vecd hâlinde iken, şeyhi Cüneyd-i Bağdâdî hz.’ni ziyarete gider. Hanımı, Şiblî’yi görünce kalkıp gitmek ister. Cüneydi Bağdadî hz. elinden tutar ve:- Gitme, yerinde rahat otur ve yemeğini ye! Çünkü Şiblî şu anda ne senigörebilir, ne de beni! der.Sonra Şiblî ile bir saat kadar sohbet ederler. Şiblî’nin aklı başına gelip ağlamaya başlayınca, Cüneyd-i Bağdâdî hz. hanımına:- Şimdi örtün! Çünkü Şiblî mânevî sarhoşluktan uyanıp, dünya âleminegeldi. Artık, yüzleri ve şahısları görür ve ayırabilir. Onun bu hâllerine, kendi gözleri ve sözleri delâlet eder, der.Bir gün Cüneyd’in vaaz meclisinde bulunan bir zât, onu uzun uzadıya övdü. Bunun üzerine Cüneyd-i Bağdâdî hz. şöyle buyurdu:- Söylediklerinin hiçbiri bende yok, sen Allah’tan bahsedip, O’nu meth-ü senâ ediyorsun!Bu mübârek zâtın vefatları yaklaşınca, “Bana abdest aldırın” dedi. Abdest aldırdılar. Parmaklarını hilâllemediler. “Tahlili yerine getirin” dedi. Secdeye vardı. “Allah” deyip, tesbihe başladı. Beş parmağını yumdu, Besme-le-i şerifi okudu. İki gözünü yumdu ve ruhunu teslim etti. Gasil eden imam efendi, uğraştığı halde parmaklarını açamadı. Kulağına bir ses geldi, “Parmak­larını açmayın, açılmaz.” Gözlerini açmaya çalıştı, yine bir ses işitti: “Elini Cüneyd’in gözlerinden çek. O gözlerini, bizim didârımızı görmeyince açmaz!” dedi. Cenâzesi götürülürken, bir ak güvercin gelip tabuta girdi ve kayboldu. İhvânından bir zât, onu rüyasında gördü ve “Münker ve Nekir’e ne cevap verdin, Ey Üstâz?” diye sordu. Cevâben buyurdu ki:- İki melek dergâh-ı İzzet’ten, benim katıma geldiler. “Men Rabbüke”dediler. Güldüm. Benim canımı Rabb’im yarattı. “Elestü bi rabbüküm”hitâbında, “Beli” cevabını vermiştim. Şimdi siz tekrar sorarsınız. Sultan okişiye sormuş, kul yine sorar mı? Bari size Sultan sözüyle cevap vereyim, dedimve Şuarâ sûresinin 77 – 81. âyetlerini okudum. O âyet-i celîlelerin meâlişöyledir:’ ‘Ancak âlemlerin Rabbi benim dostumdur; Ki O beni yaratan vebana doğru yolu gösterendir; Beni yediren içirendir; Hastalandığımzaman bana şifa verendir; Benim canımı alacak, sonra diriltecek olandır.”Melâikeler: “Bu, muhabbet eseri mülkünden ayrılmayanındır” deyip, gittiler.Cüneyd-i Bağdâdî hz.’nin her cümlesi bir kaziye gibiydi. Nüfuzlu konuşmaları vardı. Hikmetli sözleri, daima dikkati üzerine çekerdi. İşte bunlar­dan bazıları:Cüneyd-i Bağdâdî hz.’nin hikmetli sözleri- Allahü Teâlâ’nın kalblere vereceği ihsânlardan biri olan ihlâs duygusu,kalblerin onun zikrinde takınacağı hulûs tavrı kadardır. Durum bu olunca,kendini kontrol et! Kalbindeki karışıklığı ayıkla ki, ihlâs sahibi olmaya hakkazanasın!- Ah, gafletin ne olduğu bir bilinse! Gaflet içinde yaşamak, ateşeatılmaktan daha zordur.- Tasavvuf, Allah için yapılan işlerin saf, temiz ve pâk olmasıdır. Bunuyapmak için temel kâide ise, kalbi dünyadan beri almaktır. Bu sözüm, Harise’-nin şu cümlesiyle doğruluk kazanır: “Nefsimi dünyadan aldım. Artık gecem uykusuz, günüm susuz geçer oldu. Ama üzüntü duymuyorum.”Tasavvuf, Allah’ın Zât’ından gayri hiç bir şeye ilgi duymadan, O’nun yolunda ve O’nda yok olmaktır.”Fakirin gönlü kırıktır” dedi. Sonra da: “Onu gördüğün yerde arzusu olmadan, ilmî bir konuya girme. Önce ona şevkât kucağını aç.” Hikmetini de şöyle açıklıyordu: “Çünkü ilim, onu korkutur. Şevkât ise, ünsiyet hâlini aşılar; Hak yola ısındırır.”Peygamberin kelâmı, daldığı ilâhî huzur âleminden gelir. Evliyânın kelâmı ise, o âleme sadece bir işarettir. Evliyâ zümresinin işareti, ciddî ve tam bir müşâhedeye dayanır.Tevhîd, kulun sonunun evveline benzemesidir. Bu kalıba girmeden evvel ne şekilde idiyse, yine öyle olabilmesidir. Tevhîd, sofinin yalnız kaldığı bir makamdır. Tevhid, vatandan ayrılma ve sonradan yaratılma diye bir şeyin, bahis konusu olmadığı bir makamdır. Tevhîd, harplerin ve cenklerin olmadığı bir makamdır. Tevhîd, bilginin ve cehlin geride bırakılıp, çıkıldığı bir derece­dir. Ve nihayet tevhîd, cümle mekânın Hak varlığında yok olduğu bir yüce makamdır.
Allah kuluna çok şey sormaz! “Ey kulum! Ben seninleydim, sen kiminleydin?” der.Zâhirî ilimler zâyi oldu, batınî ilimler fenâ buldu.Bize ancak, gecenin boşluğunda kıldığımız bir kaç rekât namaz fayda verebilir.Bakanlar bana gövdemi görürler Ben başka yerdeyim Gömenler benim gövdemi gömerler Ben başka yerdeyimAç cübbeni Cüneyd, ne görüyorsun? Altında görünmeyeniCüneyd nerede, Cüneyd ne oldu?Sana bana olan, ona da olduKendi cübbesi altında Cüneyd yok oldu.Biz tevhîd ilmini, içimizde sakladık. Sen halka söyledin ve onların fitnelerini uyandırdın; şer niyetlerini canlandırdın.Muhdes yani sonradan varolan şey, kadîm’e yani ezelî varlığa yakla­şınca, ondan bir eser kalmaz.Sakın bu yolun yolcuları, varlıksızlarla buluşmasın! Bir kimse bu evliyâ zümresi ile oturur ve onlar, özüne erdikleri bir şeyi anlatırken karşı gelirse, Allah ondan imân nurunu çıkarır. Tıpkı; bir mü’minin zinâ işlerken, imânın geçici olarak çıktığı gibi! Evliyâullaha gerçek saygı şarttır.Sadık mürîd, yirmi yıl günah meleğinin yazacak bir şey bulamadığıdır.Ömrümün bir kısmını öyle geçirdim ki, yer ve gök ehli hâlime bakıp ağladı. Sonra öyle oldu ki, ben onların kusuruna ağladım. Şimdi o hâle geldim ki, ne onlardan haberim var, ne de kendimden!Allahü Teâlâ otuz sene, Cüneyd’in diliyle, halkla konuşmuştur. Bu süre içinde Cüneyd ortada yoktu ve halk da bu durumdan haberdar değildi.Havf beni kabz, recâ ise bast hâline getirmektedir. Havfla kabz hâline geldiğim zaman, fâni oluyorum. Recâ ile bast hâline geldiğim vakit, beni bana iâde ediyorlar.Sözün kalpte olduğunu bildiğim zamandan beri, otuz senelik namazımı kazâ ettim. İlk tedbiri kaçırmayalı, yirmi yıl oldu. Bu süre içinde ‘Allahü Ekber”in mânâsını şuuruma yerleştirdim, hafızama nakşettim. Şöyle ki, eğer bir namazda dünya düşüncesi hatırımdan geçse, kazâ eder; âhiret ve cennet düşüncesi geçse, ona da sehiv secdesi yapardım.Nefis, hevâ ve hevesine muhâlefet etti mi; onun illeti, şifası olur.Uykusuz kalmamız, Hakk’ın yolundaki muamelemizdir; uyumamız ise, bilâkis Hakk’ın üzerimizdeki fiilidir. Şimdi, irâdemizde olmaksızın Hak’­tan bize gelen birşey, irâdemizle bizden Hakk’a giden şeyden daha iyidir. Uyku, sevenler üzerindeki Allah’ın bir lûtfudur. (Cüneyd-i Bağdâdî sehv sahibi olduğu halde, bu mektupta sekr hâlini kayırmaktadır. Bu hâl, “Âlimin uykusu ibâdettir” hadîsi veya “Gözlerim uyur ama gönlüm uyumaz” hadîsine işaret-tir.)
Hak Teâlâ ile kulu arasında dört deniz vardır. Bir kul bu denizleri katetmeden, Hakk’a eremez: Biri dünyadır; gemisi zühd’dür. Dünya denizin­den zühd’le geçilir. Biri insanlardır; gemisi, onlardan ayrılıp, inzivâya çekil­mektir. Biri iblistir; gemisi kendisinden nefret etmektir. Biri nefistir; onun gemisi de hevâ ve hevesine muhalefet etmektir.Nefsin tahriki ile şeytanın vesvesesi arasındaki fark şudur: Nefs birşeyi isteyince, onda ısrar eder; onu bundan men edince, bir süre sonra yine aynı isteğe döner ve murâdına nâil olana kadar buna devam eder. Şeytan seni birşeye davet ederse, sen bunun zıddı olan bir şeyi yaptın mı, ondan vazgeçer; başka birşeye tahrik eder. Zira İblis’in maksadı sana belli bir günahı değil, herhangi bir günahı yaptırmaktır.Rahmetullahi aleyh rahmeten vâsiaHZ. MUHAMMED (S.A.S.)’IN VARİSLERİ

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*