FERİDEDDİN ATTÂR

FERİDEDDİN ATTÂR (K.S.)Şeyh Ferideddin Attâr Muhammed bin İbrahim’in (k.s.) doğum ve ölüm tarihleri kat’iyetle malûm değildir. Hicrî 540-618 yılları arasında yaşadığı tahmin edilebilir. Nişabur civarında eski bir köy olan Kedken’de doğmuştur. “Attâr” nâmını, attârlık yaptığı için almıştır. (*)Câmî’nin Nefahât’ta anlattığına göre:”Bir gün dükkânına bir derviş geldi ve Ferideddin Attâr’a:Allah için bir şey ver, dedi. İşine iyice dalan Attâr hz., fakire iltifat etmedi. Derviş sordu:Sen nasıl öleceksin?Sen nasıl öleceksen, öyle.Sen benim gibi ölebilir misin?Tabii.Bundan sonra derviş elindeki tahtadan çanağı başının altına koyup uzandı ve “Allah” diyerek ruhunu teslim etti. İşte bu olaydan sonra Ferideddin Attâr hz.’nin hâli değişti. Dükkânını ve dolayısı ile ticaret hayatını bıraktı. Kendisini tasavvufa vererek, Mecdeddini Bağdadî’den feyz aldı ve sadık mensûblarından oldu.”Attâr hz., çok zengin, derunî ve mânevî bir tecrübeye sahipti. Belli bir şeyhe bağlanmamış ve bu yüzden de “üveysi” sayılmıştı. Yani Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) rûhâniyyeti ve kendisinden önce yaşamış velîlilerin rûhâ-niyyet ve mâneviyatı ile terbiye edilmiştir. Hallac ve Ebû Said Ebul-Hayr’in rûhâniyyeti ile yetiştirildiği söylenmektedir.Yazdığı en ünlü eserlerinden biri olan “Tezkiretü’l Evliyâ”, hemen bütün İslâm ülkelerinin dillerine çevrilmiştir. Bizim olduğu kadar, pek çok yazarın eserlerine kaynak olmuştur. Bundan başka; Esrarnâme, kırk bin bey itlik Divânı,On iki bin Rubâîsi, Musibetnâme, Cevâhirnâme, Gül ve Hürmüz, Şuturnâme, Muhtarnâme, Vasiyetname, İlâhînâme, Pentnâme, Şeyhnâme ve Bülbülnâme gibi eserler veren Ferideddin Attâr hz., büyük mutasavvıflardandır.Attâr hz., cehalete, taassuba, taklide, ham ruhlu, çiğ tabiatlı olmaya şiddetle karşıdır. Zâlimleri ve zorbaları şiddetle tenkît ederek, mazlum ve mağdurları savunur. Dindarlığın gerisinde saklanan münâfıklığı, ihtirâsın ardında gizlenen riyakârlığı, fedakârlık görüntüsünün ötesinde pusuya yatırılan ihtirâsı ve tamahı apaçık bir şekilde gözler önüne serer. Gösterişe ve iki yüzlülüğe dayanan dindarlığa, günahkâr olmayı tercih eder. İnsana duyduğu sevgi ve saygıyı her fırsatta dile getirir.Mevlânâ Celâleddin-i Rumî hz. ile ihtiyarlığı zamanında buluşmuş, ara­larında bir hayli sohbet geçmiştir. Mevlânâ Hz., Attâr hz.’nin kendisine hediye olarak verdiği “Esranâme” adlı eserini, daima yanında bulundurmuş; bu eserin inceliklerini bildirerek, Ferideddin Attâr hz.’den sitâyişle bahsetmiştir.Ferideddin Attâr hz., “Tezkiretü’l Evliyâ” isimli eserinde, şöyle garib bir hikâye nakletmektedir:”ibrahim Edhem hz.’ne:- Falanca yerde bir genç var. Gece gündüz ibâdet ediyor. Vecde gelip,kendinden geçiyor, dediler.O gencin yanına gidip, üç gün misafir kaldı. Dikkat etti, söylediklerinden daha çok şey gördü. Kendisinin soğuk, hâlsiz ve habersiz; gencin ise, böyle uykusuz ve gayretli hâline şaşırıp kaldı. “Bu genci şeytan mı aldatmıştır, yoksa hâli, hâlis ve doğru mudur?” diyerek, anlamak istedi. Yediğine dikkat etti. Lokması helâlden değildi.- Allahü Ekber! Bu hâller hep şeytandandır, deyip genci evine davet etti.Kendi lokmasından yedirdi. Gencin hâli değişti; o aşkı, o arzusu ve gayretikalmadı. Genç, İmâm-üz Zühedâ’ya suâl etti:- Allah için söyle! Bana ne yaptın, bana ne oldu?O Şeyh-i Kâmil:- Oğlum! Lokmaların helâl olmadığından, yemek yerken şeytan damidene giriyordu ve o hâller, şeytandan oluyordu. Helâl yiyince, şeytangiremedi; asıl doğru hâlin meydana çıktı, dedi.”Ferideddin Attâr hz., yirmi dokuz yılını, doğduğu şehir olan Nişabur’da geçirdikten sonra, Sadibah şehrinde ikâmet etti. Cengiz Han’ın Moğol istilâ­sında, bir askere esir düştü. Bir kimse bu Pîr-i Fâni ihtiyara, bedelini ödemek şartı ile bin altın verip, hürriyetini iâde etmek istedi. Ona ve askere: “Hayır!HZ. MUHAMMED (S.A.S.)’İN VARİSLERİ321Ben daha fazla yaparım. Sakın beni satma!” dedi. Bir başkası bir torba samana satın almak isteyince, “İşte benim değerim budur” demesi üzerine öfkelenen asker, kendisini bin altından mahrum bırakan Ferideddin Attâr hz.’ni şehit etti.Ferideddin Attâr hz., “Tezkiretü’l Evliyâ” isimli eserinde şöyle buyur­maktadır:Âyet ve hadîsler hariç, şeyhlerin sözlerinden daha değerli hiçbir söz yoktur. Çünkü sözleri, ezberin ve “kâle”nin (yani dedim ki – dediki’nin) neticesi değil, amelin ve hâlin semeresidir. Tekrardan değil esrârdandır; kesbî ilimden değil, ledünnî ilimdendir; dinlemekten değil, coşmaktandır; “Babam öğretti” âleminden değil, “Beni Rabb’im en güzel bir biçimde terbiye etti” âlemindendir. Zira velîler, Nebîlerin vârisleridir.Az ve öz konuşma yolunu tutmak, sünnettir. Resûlullah (s.a.v.): “Bana veciz konuşma ve maksadı kısa yoldan anlatma hususiyeti bahşolundu” demek suretiyle, bu hususla övünmüştür.Velîler, yekdiğerinden farklıdır. Kimi mârifet ehli, kimi muâmele ehli, kimi muhabbet ehli, kimi tevhid ehli, kimi de bunların hepsidir. Bazıları sıfatladır, diğer bazıları sıfatsızdır.Şeyh Ebu Dekkâk’a: “Erlerin sözlerini dinlemede, hiç fayda var mı?” diye sormuşlar. O da şöyle demiş: “Tabii ki var. Bunda iki fayda var: Birincisi; şayet dinleyen şahıs tâlib ise, himmeti kuvvetlenip talebi ziyâdeleşir. İkincisi; şayet bir kimse kendinde benlik görüyorsa, bu onun benliğini ve gururunu kırar. İyi ve kötü şeyin ne olduğunu ona gösterir. Şayet kişi kör değilse, bu sayede kendini müşâhede eder.
Cüneyd’e (r.a.) sordular: “Bu hikâye ve rivâyetlerde, yani kıssa ve menkîbelerde, mürîd için ne fayda var?” Şöyle cevap verdi: “Bunların sözleri, Azız ve Celîl olan Allah’ın ordusundan birer askerdir. (Feth, 48:4,7 – Müddesir, 74:41) Şayet müridin kalbi kırılır ve ümitsizliğe düşerse, onunla kuvvetlenir ve o askerden medet bulur. Hak Teâlâ’nın, “Biz Resullerin haberlerinden, kalbine sebât verecek olanları sana hikâye ediyoruz” (Hûd, 11:120) Yani “Yâ Muham-med, kalbin huzur ve kuvvet bulsun, diye evvelkilerin kıssa ve menkîbelerini sana hikâye ediyoruz” buyurmuş olması da bunun delilidir.Peygamberlerin Efendisi (s.a.v.): “İyiler anılınca, gökten rahmet iner” buyurmuşlardır. Şimdi bir kimse, üzerine rahmet yağan bir sofra kurarsa, mümkündür ki ona bir fayda temin etmeden, eli boş geri çevirmezler.Kur’ân ve hadîsten sonra, sözlerin eniyisi olarak onlarınkini gördüm. Sözleri, tümüyle Kur’ân ve hadîslerin şerhinden ibarettir. “Her ne kadar onlardan değilsem de, hiç değilse onlara benzemiş olayım” diye, bu kitabı322FERİDEDDİN ATTÂR (K.S.)derledim. Çünkü bir hadîste, “Bir zümreye benzeyen, onlardan sayılır” buyrul-muştur.- Zâhir itibariyle görüyoruz ki; birisi, aleyhinde aslı olmayan bir söz söylese, o kimsenin kanına girmek için var gücünle çabalar, o bir sözden ötürü yıllarca içinde kin tutarsın. Bâtıl bir söz, sende bu kadar çok tesir meydana getirince, âşikârdır ki, hak söz -farkına varmasan da- bunun bin misli fazla bir tesir vücûda getirecektir. Nitekim İmâm Abdurrahman Ekkâf a (r.a.) sordular: “Kur’ân okuyan, ama okuduğunu anlamayan bir kimsenin okuduğu şey, hiç onda tesir husule getirir mi?” Şöyle dedi: “Bir kimse bir ilâç yahut zehir alsa, ama aldığı şeyin ne olduğunu bilmese, bu ona tesir etmez mi? Açıkçası Kur’ân’ın tesiri bundan çok daha fazla olur. Nitekim en hayırlı söz Allah’ın sözüdür; O, şefaat eden ve edilen, tasdik eden ve edilen, tasdik eden ve şâhit olan bir sözdür.”Rahmetullahi aleyh rahmeten vâsia.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*