HACI ZEHRA HANIMEFENDİ

HACI ZEHRA HANIMEFENDİ (RAH.)Hacı Zehra Albayrak Rahmetullahi aleyh (Hû Zehra Anne), Rumeli’nin Selânik vilâyeti, Tikveş kazâsında Hicrî 1318 – Milâdî 1898 yılında dünyaya teşrif etti. 1992 yılında İstanbul’da vefat etti; kabr-i şerifi Ankara’da, Gölbaşı Hacı Hasan köyü kabristanındadır.Asil bir aile içinde dünyaya gelen, mazbut bir hayat yaşayan Zehra Anne’nin pederi Hasan Efendi, kırk beş yaşında iken Bulgar’lar tarafından şehit edilmiştir. Bu olay, o güzel ailenin çetin günlere hazırlanması için bir işaret sayılmıştır. Muhterem vâlidesi Hafıze hanım ve yedi kardeşi ile hicret ederek İstanbul’a geldiklerinde, yedi kardeşin en büyüğü Zehra Hanım on beş yaşında idi.Bu güzel şehrin muhtelif semtlerinde kira ile oturan ailenin mâişetini Zehra Anne, uzun yıllar askeriyeye dikiş dikmek suretiyle, temin etmeye çalışmış; Allah’ın inâyetiyle, gül gibi de geçinmişlerdir.Hu Zehra Anne’nin memlekette müftü olan dedesi, babaannesi ve anne­annesi mânevî yollardan feyiz almış; maddî ve mânevî yönlerden hayatlarını değerlendirmesini bilen, parmakla gösterilecek kadar nezih, asil, herkesin iyiliğine koşan, vefakâr ve fazîletli kimseler imiş. Böyle bir hayat içinde büyüyen Zehra Anne de onların kopyası idi: Ne iş olursa olsun, her işi yapmaya gayret eden, boş durmasını sevmeyen, maddeten ve mânen gayet faâl bir hanım sultan idi. Hayatın acı, tatlı türlü cilvelerini görmüş, büyük tecrübeler geçirmiş; lâkin varlığından hiçbir şey kaybetmemiş, fakirlik zenginlik ona tesir etmemiş, bunların hepsinin Allahü Teâlâ’dan olduğunu bilmiş, bir an Rabb’ine şükürden gâfil kalmamış bir insandı. Bunun semeresini de her zaman görmüş idi. Allahü Teâlâ, hiçbir lûtfunu ondan esirgememiş; gerek ahlâken, gerek annelerine sevgi ve muhabbetleri yönünden birbirinden güzel iki kız, iki erkek evlât vermişti.Eşi Adil Efendi, doğru ve dürüst, yalan nedir bilmeyen, ismi gibi âdil, herkese iyilik ederek hayırlı nasihatlarda bulunduğundan arkadaşları arasında pek sevilen ve sayılan bir insan imiş. Kendisine bu yüksek meziyyetlerinden432HACI ZEHRA HANIMEFENDİ (RAH.)dolayı * ‘Baba Âdil” denilirmiş. Henüz on sekiz yaşında iken, bir öğle sıcağında denize girerken, birden, denizin üzerinde halka olmuş dervişlerin, zikrederek döndüklerini görmüş. Heyecanlı bir halde arkadaşlarının yanma koşmuş, bu hâli onlara söyleyerek, yerlerini göstermiş. Ancak, arkadaşları bir şey göreme­mişler. Tekrar denize giren Âdil Efendi, yine aynı şeyi görmüş. Oralarda sözüne itimât edilen bir pîr-i fâniye, bunun hikmetini sormuş. O zât:- Oğlum, orada bir Mevlevi dergâhı vardır. Bu dergâhın etrafı, Hakerenleri ile doludur. Allahü Teâlâ sana onları göstermiş olsa gerektir, demiş.Zehra Anne, İzmir’de bulunduğu sıralarda, mânâ yolu için bazı davetler almıştı. Lâkin, yapmış olduğu istihârelerden bir netice alamamış; Rabb’ine tevekkül ederek, hayırlısını Yaradan’ından gece gündüz niyaz etmiş; bu duâ­sının karşılığını da bulmuştur. Cenâb-ı Hak, zâtına giden yolların en ulusunu kendisine göstermiş, ebedî saadete eriştirmiştir:1943 yılında bir Mi’râc kandili sabahı, rüyasında, Üstâz Şerâfeddin hz.’ni deve tüyü rengi bir elbise içinde, elinde aynı renk bir tesbih ile huzurda olarak görmüş. Üstâz, hafifçe başını kaldırıp, Zehra hanıma: “Tevhîd, Tevhîd, Tevhîd!” hitâbında bulunmuş. Sevinçle uyanan Zehra Anne, geceyi ihyâ ettiği için, uykusunu alamadığından tekrar yatmış. İkinci defa rüyasında, aynı şekilde ve aynı emirleri tekrar ederek, kendisine tebessüm eden Hz. Üstâz’ı tekrar görünce mest olmuş ve bir daha uyuyamamış.Büyük oğlunun, Ankara Sanat Okuluna öğretmen tayin edilmesi sebe­biyle Ankara’da bulunan Zehra Anne, o güne kadar hiç görmediği, ismini dahi işitmediği Üstâzını araştırmaya başlamış. Çok kısa bir zamanda aradığını bulmuş; Şeyh Şerâfeddin hz.’nin halifesi, Hacı Hamdullah hz.’nin nazar ve teveccühlerine mazhâr olmuştur.Zehra Anne bir velîyye Olgunlaşmış her hâliyle İçi dışı hep “Hu” diye Gezerek benzer HuriyeZehra Hanım, beyi Âdil Efendinin de vazifelenmesini istemiş ve kendi­sine bu vazifenin ehemmiyetini, dili döndüğü kadar, anlatmaya çalışmıştı. Âdil Efendi:- Zehra, üzerimde kazâ namazları var, onları tamamlamaya çalışıyorum.İnşaallah zaman gelir, o da olur, demiş.HZ. MUHAMMED (S.A.S.)’IN VARİSLERİ433Zehrâ Anne bir gün mânâ âleminde; eşi ile birlikte Hamdullah hz.’nin hânesine gitmiş. Kabul odasında otururlarken, Hamdullah hz.’leri içeri girmiş ve “Âdil Efendi ders mi alacaksın?” demiş. Âdil Efendi, “Hazırlanmadım” cevâbı ile mukâbele edince, Efendi Hazretleri bu cevabı duymamış gibi “Al!” diyerek, vazife kâğıdını eline vermiş. Bu güzel rüya üzerine Zehra Anne, Âdil Efendi ile birlikte Kayaş’a gitmişler, bu rüyayı Hamdullah Efendi hz.’ne nakletmişler ve vazife almışlar.Âdil Efendi, Zehra Anne’ye nazaran bir hayli yaşlı, emekli ve hizmete muhtaç bir insan olduğundan Zehra Anne, Hacı Hamdullah hz.’ne tam mânâsı ile hizmet edemediğini, gönlünün istediğini yapamadığını teessürle, Cenâb-ı Hakk’a arz eder, dururmuş.Efendisinin ve Hazret’inin irtihâllerinden sonra, “Vaktim genişledi Yâ Rabbi, bana çok hizmet edebileceğim, yolumuzun büyüklerinden birisini hâlket!” diye tekrar niyaz etmeye başlamış. 1959 yılı, Ber’ât kandilinden bir gün önce, gördüğü bir rüya, bu duâsına cevap teşkil etmiş ve dileği yerine gelmiş. Rüyasında; “Nakşibendî Meşâyihinden, Şeyh Şerâfeddin Zeynel Âbidin hz.’nin hulefâsmdan, Muhammed Necati hz.’nin seçkin talebelerinden bir zâtı görmüş. Bu zât, güzel bir bohça içindeki, iki yeşil başörtünün birini kendi başına, birini de Zehra Anne’nin başına örtmüş.”Ber’ât kandili münasebetiyle, ertesi gün Bursa’ya giden Zehra Anne, rüyasında gördüğü Şeyh Efendiye rastlayıp ziyaret ettikten sonra, rüyasını ve dileğini anlatmış. O sıralar, Şeyh Efendinin de eşinin rahatsızlığı dolayısıyla, böyle bir hizmet ehline, tarife sığmaz derecede ihtiyacı olduğundan, dileği kabul edilmiş. O günden sonra, Zehra Anne Şeyh Efendinin ve ailesinin hizmetine girmiş; mâneviyât merdivenlerini de hızla tırmanmaya başlamıştır.Zehra Anne, bu mutlu günlerinde, Bursa’dan oğluna gönderdiği mektup­ta şöyle söylemektedir: “Oğlum, biz bu velîler diyârı Bursa’da Allah’ın sevgili kullarını, türbeleri, camileri ziyaret ediyor, hoşça vakitler geçiriyoruz.” Bunun üzerine, Şeyh Efendinin muhterem eşi: “Anne hangi türbeye, hangi evliyâya gittin ki böyle yazıyorsun?” deyince, Zehra Anne:- “Kızım, bizim camimiz, türbemiz burası; evliyâmız da akşama gele­cek” diyerek, ârifane bir cevap vermiş.Zehra Anne, yakınları ve dostları arasında, ‘Hu Zehra Anne” diye tanınırdı. Bunun sebebi de sık sık yüksek sesle “Hu” demesindendi. Onun bu hâline özenip te kendilerinde de böyle bir hâl olmasını isteyenlere, Şeyh Efendi: “Bir camide bir müezzin olur” lâtifesi ile cevap verirdi.434 HACI ZEHRA HANIMEFENDİ (RAH.)Hu Zehra Anne, eşine ender rastlanan bir hanımefendi, bir kibarlık numunesi idi. Misafirperver, yaşından umulmayacak derecede faâl, gelen ziyaretçilere-en gencinden en yaşlısına-hürmet ederek, örnek bir ev sahipliği gösterirdi. Bunu yaparken de öncelikle, şeyhinin istirahatını her şeyin üstünde tutar; onun incinmemesi ve rahatsız olmaması için içi titrer, zerre kadar bir kusur yapmamak için, elinden gelen gayreti gösterirdi. Şeyhine hizmeti, bağl­ılığı ve hürmetinde eşine ender rastlanacak bir teslimiyeti vardı. Bu hâlindeki ihlâs duygusuyla, örnek ve sâdık bir mürîd idi; kendi güzel ve edebli hâlleriyle, bir mürşide hizmetin ve teslimiyetin nasıl olması gerektiğini gösterirdi.Bazen, şeyhinin aşkı, Resûlullah’ın aşkı (s.a.v.), Cenâb-ı Hakk’ın aşkı ile coşar; söyledikçe söylerdi. Cenâb-ı Hakk’a giden yolun, şeyhine hizmetten, onun kalbine girmekten ve ona teslimiyetten geçtiğini çok iyi bilen ve kavrayan bu değerli insan; bazen içine daldığı o aşk deryâsının sarhoşluğu ile sesli olarak, “Hu, Hu!” diyerek dolanırdı. Ama sırlar âleminden bir sır vermez, sadece şeriat üzere hareket eder; dili döndüğü kadar talihlere öğütler verir, menâkıblar, meseller anlatırdı. İhvânlar üzerinde anlatmakla bitmeyecek kadar hakkı vardır; Cenâb-ı Hak’tan rahmet diler, şefaâtini niyaz ederiz.Rahmetullahi aleyh rahmeten vâsia.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*