HAMİDEDDÎN-İ AKSARAYÎ

HAMİDEDDÎN-İ AKSARAYÎ (K.S.)Hamideddîn-i Aksarayî diğer nâmı ile Somuncu Baba, Konya Aksaray’­da doğmuş, Milâdî 1300 – 1400 yılları arasında yaşamıştır. Hicrî 815 – Milâdî 1402 yılında, Malatya’nın kazâsı Dârende’de, fani dünyayı terk edip cemâl âlemine ulaşmıştır. Tohma suyunun kenarında, yeşillikler içinde, kendi adını taşıyan caminin yanıbaşında bulunan türbesi, el’ân ziyâretgâhdır. Bundan başka yerlerde-Bursa ve Konya Aksaray’da-türbeleri varsa da bunlar ruhunu tâziz, adını yâdetmek için hürmeten yapılmış makamlardır.1936 yılında yıktırılmış olan sandukasının üzerinde şu kitâbe bulunmuş­tur:Zâire edeb ile gir Koyma gönlünde keder Kabr-i pâkini ziyaret Etmek istersen eğerSâlih hicretTam sekiz yüz on beşindeydi hemân Kutb-u âlâm Şeyh Hâmid Eyledi adne seferBaba adı Musa olan Şeyh Hamideddîn on beş yaşında iken, Şam’a, Tebriz’e ve Azerbeycan’ın Hoy şehrine gitmiş; orada zamanın en büyük mürşidi Alâeddin Erdebilî hz.’nin taht-ı terbiyesine girmiştir. İlim tahsil etmiş, bütün endişelerinden arınmış ve o büyük insanın bahşetmiş olduğu lûtf-u ilâhî sayesinde, Şeyh Hamid “Somuncu Baba” olmuştur. Muhterem şeyhi Azerbey­can’m en büyük insanı Hoca Alâeddin Erdebilî, seyr-i sülûkunu tamamlayan Somuncu Baba’ya:- “Oldun oğlum, haydi git Rûm diyârına (Anadolu’ya)” emrini vermiş­tir.Aşk imiş her ne var âlemde İlim bir kıyl-ü kâl imiş ancak!İşte bu sırra eren Somuncu Baba, hocası Alâeddin Erdebilî’nin hasretiyle yanarak, onun yanından ayrıldı ve Anadolu’nun yolunu tuttu. Bursa’ya yerleştifÜÜ HAMİDEDDÎN-İ AKSARAY? (K.S.l ve orada kırk yıldan fazla kaldı. Bursa’da, kırk yıl- bu gün el’ân somun kürekleri ile mevcut – iki fırında, aşk ateşi ile pişirdiği ekmekleri, “Mü’minler, somun­lar” diye satardı. Bu tatlı sesi duyan Bursa’lılar birbirlerine girer, somunlarını kapışırlardı. Bazı nadânlar, çakmak taşı, teneke parçası, cam parçası gibi şeyler verirlerdi. O onları da boş çevirmez, birer somun ikrâm ederdi.Bursa’da Somuncu Baba’nın fırınları, evi ve evindeki çilehânesi, ismine izâfeten yapılmış bir cami, onun yanında da bir makamı vardır. Mamurdur, el’ân ziyaret edilmektedir.Zamanın büyük velîsi, Resulü Ekrem’in (s.a.v) ahfadı, Yıldırım Baye-zid’in damadı Emir Sultan hz., Şeyh Hamideddîn’e daima hayrân olmuş, bunu açığa vurmaktan da çekinmemiştir. Şöyle ki:’ ‘Milâdî 1399 yılında Ulu camiyi yaptıran Yıldırım Beyazid, bu mübârek mabedin açılış merasiminin, şânına lâyık olmasını istemiş ve ilk cuma namazı­nın Şeyhislâm Molla Fenârî hz. tarafından kıldırılması için, bir nâme çıkart­tırmış ve kendisine yollamıştı. Molla Fenârî hz., “Emir Sultan Bursa’da iken, bu vazifeyi kendisinin yapmasının doğru olmayacağını” bildirerek, nâmenin, Emir Sultan hz.’ne gönderilmesini rica etmişti. Nâmeyi alan Emir Sultan hz. ise:Burada bizden büyük biri var. Hutbeyi onun vermesi daha uygundur diyerek, emâneti, Şeyh Hamideddîni Aksarayî hz.’ne vermiş ve onun hakikî hüviyetini, Bursa’lılara ilân etmişti. Bunun üzerine o büyük velî:Ne yaptın? Bizi ele verdin Yâ Emir, burayı bize çok mu gördün? diye sitem etmiş ama vazifeyi de kabul etmiştir.Cuma saatinde camiye gelen Molla Fenârî minberin önünde, Emir Sultan hz.’nin yerine Somuncu Baba’yı görünce şaşırmış ve telâşlanmıştı. Hutbede, Somuncu Baba kendisini görünce heyecanlanarak yanlışlık yapar düşüncesi ile, mûtad yerine oturmamış ve bir direk arkasında hutbeyi dinlemişti. Zira devrin en büyük bilim adamı olan Molla Fenârî, daha önceden Somuncu Baba’ya, Bursa pazarlarında ekmek satarken rastlamış ve onun gerçek hâlini anlaya­mamıştı. Somuncu Baba hûtbede, Fatihâ-i Şerif i yedi türlü tefsîr ederek, Molla Fenârî de dahil olmak üzere, herkesi hayrân bırakmıştı. Dördüncü tefsîre geldiğinde: “Bunun mânâsını ancak, direğin arkasındaki Molla Fenârî anlar” diyerek, bir de iltifatta bulunmuş; onlar için gizli bir şeyin olmadığını da anlatmak istemişti. Molla Fenârî:- “Vallahi, bundan ötesini anlamamıza ve bilmemize bizim ilmimiz kâfideğildir” diyerek, “Ledün” ilminin çok daha başka bir ilim olduğuna işaretetmiştir. İlminin yüceliğine rağmen Molla Fenârî, “Ledün” ilminin sırrını veululuğunu, bu Fatihâ sûresinin tefsîrinden sonra anlamıştır.HZ. MUHAMMED (S.A.S.)İN VARİSLERİ381O gün, Bursa tarihî günlerinden birini yaşadı; Padişahı, vekil vükelâsı ile bütün halk, mânâ’dan nasiplerini aldılar, memnun ve mesrur oldular, caminin dört kapısı önünde “Ah! bizim kapıdan çıksa da, mübarek elini öpebilsek” iştiyâkıyla beklediler. Somuncu Baba o gün, caminin bütün kapılarından çıkarak, herkese elini öptürdü ve hayır duâda bulundu. (*)Bu olaydan sonra “Şöhret en büyük afattır” Kibâr-ı Kelâmını kendine düstûr edinmiş olan Şeyh Hamideddîn hz., “Bursa’da rahatı kaçacak, huzuru bozulacak, hizmetlerini yapamayacak bir şekilde şöhreti yayılacak” diye kaçmak istedi ve merkebini alarak yola koyuldu.Padişah, Somuncu Baba’nın anî olarak Bursa’dan ayrılmasından endişe­lenip arkasından Şeyhislâm Molla Fenârî’yi bir kese ihsân-ı şahâne ile birlikte gönderdi ve:- “Bursa hakkında hayır duâda bulunursa, bu keseyi verirsin; gönlüncenereye isterse gitsin” dedi.Somuncu Baba Bursa’nın doğusunda bulunan “Duâ Çınarı” mevkîne geldiğinde orada bulunan çınar ağacına arkasını dayayıp, yüzünü Bursa’ya çevirerek:”Ey Yeşil Bursa! Ne kadar yeşil isen, daha o kadar yeşillen” duâsını yaptı. Bu arada Molla Fenârî, Padişah’ın hediyesini kendisine takdim edip himmet talebinde bulundu. Somuncu Baba parayı almadı. Molla Fenârî’ye de:”Size bir Fatihâ tefsîri verdik. Yazın da bütün Türk, Arap ulemâsı parmak ısırsın” dedi ve yoluna devam etti.O gece, Bursa’nın en yakın köyü Fetiye Kızık köyüne gelerek, bir kenarda sabahlamaya niyet etti; lâkin köylüler ısrarla misafir etmek istediler. Kendisinden çok hoşlandıkları için, köyün kaçıp giden çobanının yerine sığır çobanlığı yapmasını da teklif ettiler. Somuncu Baba, bu teklifi kabul etti. Ertesi gün, köyün sığır sürüsünü önüne katıp otlağa götürdü. Akşam dönüşte köylüler, ineklerinin sütünün iki misline çıktığını görünce hayret ettiler. Sevinçlerinden ve memnuniyetlerinden, Somuncu Baba’ya izzet, ikrâm ve iltifatta bulundular. Babayı elden kaçırmamak için, bir iki ay sonra, evlendirmeye kalkıştılar.(*) Üstâz Mehmed Necati hz., bu husus kendisine sorulduğunda: “Dört kapısı olduğu için dördünden çıkmış; şayet kırk kapısı olsaydı, kırkından da çıkardı” buyurarak, Cenâb-ı Hakk’ın bazı velilerine bu hâli bahşettiğine işaret etmiştir.382HAMIDEDDIN-I AKSARA Yi (K.S.)Somuncu Baba, buna da “Peki!” dedi. Bir cuma günü, yaylımdan gelince duâsını yapıp, güvey koydular. Az bir zaman sonra kapı çalındı. Komşunun biri, ineğinin gelmediğini söyledi. Somuncu Baba, kayıp ineği aramaya gitti. Köyün alt tarafında, ineği buldu. Sahibine:- Bunu son damlasına kadar sağmayın! Yavrusuna da biraz süt bırakın.Bu gece gelmeyişinin sebebi bu imiş, dedi.Burada da adının çıkacağını anlayan Somuncu Baba gerdeğe girmeden hanımının nikâhını verip Aksaray’ın yolunu tuttu.Bugün Ankara’nın sembolü olan Hacı Bayram-ı Velî, o sıralarda “Müderris Nûman” nâmıyla, Ankara’da bulunmakta idi. Şeyh Hamideddîn’in daveti üzerine Aksaray’a – bir rivâyete göre de Kayseri’ye – gitti. Somuncu Baba, Müderris Nûman’la bir bayram günü karşılaştı. Mânevî irşâdını da “Bayram” kabul ederek, her iki bayramı tâzizen, ona “Bayram” adını verdi. Onun için bugün “Nûman” adı hatırlanmaz, gönüllerde “Hacı Bayram-ı Velî” adı yer etmiştir.Somuncu Baba, Bayram-ı Velî ile birlikte hacca gitti. İrşâd vazifesini tamamladıktan sonra da:- Ya Hacı Bayram! Sen Ankara’ya git ve orada yerleş, dedi.Kendisi de Darende’ye giderek Hıdırlık mahallesi olarak tanınan yerdeyerleşti. Son günlerini orada tamamladı.Somuncu Baba, en çok kendisini belli etmemek hususuna önem vermiş, şöhretten kaçınmış; halka gösterişi değil, Hak için ibâdeti hedef tutmuştur. “Evliyâ-i tahte kubabi lâ yağrifuhum gayri – Evliyâlar yeryüzünün kubbe-cikleri gibidir; onları ancak ben bilirim” hadis-i kudsîsinin de anlamı bu olmalı ki; Cenâb-ı Hak sevmiş olduğu bu kullarını, dünya âleminde rahat ettirmek için halktan gizlemiş, halkın da rahat edebilmesi için, onları tanıma fırsatı verme­miştir.Somuncu Baba’nın, kendisini gizlemek gayesiyle, ağzından hiç düşür­mediği bir ağızlığı varmış. Vefâtında ağızlığı tetkîk edenler, deliğinin olmadı­ğını görmüşler.Biz ol uşşâk-ı serbâzüz Diriyüz dâim ölmeyüzAkıl rüşd bize yâr olmaz Karanularda kalmayızMey-i ışk ile sermestüz Çürüyüp toprak olmayızBize her giz humâr olmaz Bize leyl-ü nehâr olmazBizim gülşendeki güller Dururlar taze solmazlar Hazân olup dökülmezler Zemistân-ü bahâr olmazİrelden şems nuruna Vücudum zerreden katre Ne katre ayn-i bahr oldu Ana ka’r-ü kenâr olmazBizim illerde ây-ü gün Sebât üzre durur dâim Televvün irişüp ana Gehi bedr-ü hilâl olmazŞerâb-ı ışk içün içtük Ferâgat milkine göçtük Yanup ışkınla tutuştuk Bize tahrik-ü târ olmazBırak ey Hamidâ vârı Görem dirsen sen o yâri Göricek ol tecellâyı Ândan özge kemâl olmazİşte Somuncu Baba, halka sevgi ile karışmak fakat daima hakkı gözetmek ve Hak’la olmak yolunun adamı idi. Menkîbesine şu güzel ikilisi ile son verelim:Ayinedir bu âlem, her şey Hak ile kaim Mir’ât-ı Muhammed’den Allah görünür daimRahmetullahi aleyh rahmeten vâsia.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*