HASANI BASRİ

HASANI BASRİ (K.S.)Hasan-ı Basri Ebu Said bin Cafer (k.s.) Hicrî 22 – Milâdî 642 yılında Medine-i Tâhire’de, dünyaya teşrif etmiş; Hicrî 110 – Milâdî 728 yılında Basra’da, irtihâl-i dâri beka eylemiştir. Kabr-i şerifinin bulunduğu yer, el’ân ziyâretgâhdır.Bu zâtın babası Misan (*) halkından idi. Gazâların birinde esir düştü ve ensârdan birisine köle oldu. O ne güzel bir esirliktir ki; Resûlullah’a (s.a.v.) akraba olup, böyle bir zâtın dünyaya gelmesine vesile oldu:Peygamberimizin (s.a.v.) zevcesi Ümmü Seleme hem süt annesi, hem de teyzesidir. Hasan-ı Basri memede çocuk iken bir gün, annesi bir yere gitmiş, Hasan da ağlamaya başlamıştı. Ümmü Seleme göğsünü açarak, çocuğu oyala­mak istedi; bu esnada göğsünde peydâ olan bir damla süt, yavrunun dudakla­rından içeri girdi. Böylece Hasan-ı Basri, Peygamberimizin süt oğlu olmak şerefine ermiştir.Hasan-ı Basri daha küçük yaşlarında, sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) pek çok duasını almıştır. Bir gün, Ümmü Seleme’nin odasına teşriflerinde Hasan’ı, Seleme’nin dizlerinde buldular. Kendileri de dizlerine alıp, duâ ettiler. O duâdan sonradır ki, Hasan kerâmet buldu.Naklederler ki, Ümmü Seleme’nin evinde iken, susamış ve yanında bulunan bir bardak suyu alıp kana kana içmişti. O sırada Resulü Ekrem Efendimiz (s.a.v.) de su içmek ihtiyacı duymuşlardı. Baktılar ki, bardaktaki su içilmiş.Benim bardağımdaki suyu kim içti? diye sordular.Hasan içti ya Resûlullah, dediler. Bunun üzerine sevgili Peygamberi­miz (s.a.v.):Hasan ne kadar su içtiyse, tamamı ilim olsun, buyurdular.(*) Irak’ın güney bölgesine düşen bir belde.272HASAN-I BASRI (K.S.)Hazret-i Ömer (r.a.):- Buna Hasan ismini verin, zira yüzü pek güzel! buyurdu.Bu sebeple kendisine, güzel anlamına gelen Hasan ismi verildi. Bunun için Hz.Ömer (r.a.) isim babası sayılır.Hasan-ı Basri bir süre, inci ticareti ile meşgul oldu. Sonra anî bir kararla bu işi bıraktı. Kendi iç âlemindeki sonsuzluk deryâsına dalarak, mânâ incilerini devşirmeye ve Resulü Ekrem Efendimizden (s.a.v.) gelen verâseti aktarmaya, taksim etmeye, ehillerine vermeye başladı.Bir gün sevdikleriyle sohbet ederken, kendisine şöyle dediler:- Siz zamanımızda, Allah Resulü’nün sahâbelerine eşsiniz.Şöyle cevap verdi:- Hasan-ı Basri, nasıl Allah Resûlü’nün sahâbelerine eş olabilir? Siz buhâlinizle onları görmüş olsaydınız, “deli” derdiniz. Onlar da sizi görselerdi,”müslüman” demezlerdi.Hasan-ı Basri hz. anlatıyor:- Ben bir takım has kullara eriştim ki; sayılı nefeslerine ve mahdutvakitlerine, insanların sahip olduğu altın ve gümüşlerinden ziyade rağbetederler ve kıymet verirlerdi. İnsanlar nasıl kendilerine menfaat gelmeyecek biryere para sarfetmezlerse; onlar da feyz getirmeyecek bir şey için, nefeslerini veömürlerini sarfetmezlerdi.Bir gün mecliste konuşuyordu. O sırada, kan dökücülüğü ve gaddarlığı ile ün yapan Haccâc-ı Zalim, ellerinde sıyrılmış kılıçlar bulunan çok sayıda askerle birlikte içeri girdi. “Bugün Hasan’ı imtihan edelim, zira tam tecrübe edilecek zamandır” dedi. Ancak Hasan-ı Basri hiç tınmadı ve asla Haccac’a bakmadı, anlatmakta olduğu meseleden geri dönmedi, böylece konuşmasını tamamladı. Bir süre dinledikten sonra Haccac-ı Zalim, söyleyecek bir söz bu­lamayıp:- “Dünyada er isterseniz, Hasan’ı görün” demekten kendisini alamadı.Bir cenazenin namazı kılınıp kabire konulduktan sonra, Hasan-ı Basri hz. o kadar çok ağladı ki, kabir ıslandı. Bunun sebebini soranlara:- Ey müslümanlar! Kabir, âhiret menzilinin öncesi, dünya menzilininsonudur. Madem ki, hepimiz sonunda bu yere gideceğiz; dünyada nasıl olur daşâd olup, gezeriz? diye cevap verdi.Bir gün ona:- Filânca can çekişiyor, dediler.HZ. MUHAMMED (S.A.S.)’İN VARİSLERİ273Şöyle cevap verdi:- O yetmiş yıldır, can çekişiyor. Bu halinden şimdi kurtulmak istiyor.Ama kurtuluş nerede?Hasan-ı Basri hz. anlatıyor:- “Bir gün Basra çarşısında, âbid bir genç arkadaşımla geziniyorduk. Birkürsünün üzerine oturmuş, etrafına kadın, erkek ve çocuklar toplanmış birtabibe rastladık. Herkes dertleri için, tabibten almış oldukları şişenin içindekidevâyı övüyorlardı. Genç arkadaşım, tabibin yanına yaklaşarak:Ey tabib! Sende günahları giderecek ve manevî hastalık bulunan kalblere şifa verecek bir ilâç var mı? diye sordu. Tabib:Evet vardır, dedi.Getir, bakayım! Tabib:Benden on şey tavsiye alacaksın: Tevâzûun damarını, fakirliğin damarı ile beraber al;, onlara tövbeyi kat; rızâ havanına koy; kanaat tokmağı ile döv; takvâ güvecine koy; hayâ suyunu üzerine dök; muhabbet ateşi ile kaynat; şükür kadehine koy; recâ kokusu ile kokulandır; hamd kaşığı ile iç; eğer bu tavsiyemi yapar isen, dünya ve âhiret hastalıklarına ve belâlarına çok fayda verir, dedi.Dediler ki:- Bazı kimseler diyorlar ki, önce kendiniz olgunlaşmadan halkı olgunlaş­maya çağırmayınız. Evvelâ kendinizi ıslâh ediniz!Şöyle cevap verdi:- Şeytanın en çok sevdiği söz budur işte! Şeytan bu sözü size, çok süslügösterir. Zira bunda dinimizin her müslümanı vazifelendirdiği “emr-i bilmâruf, neyh-i anil münker”i terkettirmek vardır. İslâm âlimleri karar vermiş­lerdir ki, “İnsan kendisi hakkı yaşayamasa da, tavsiyeden geri kalmamalıdır.”Hasan-ı Basri hz.’ne:- Biz bir insan tanıyoruz: yirmi senedir cemâatin içine katılmaz, kimseyledüşüp kalkmaz, bir kenarda oturup durur, dediler.Hasan-ı Basri:- Bu kimseyi göreyim, dedi. Götürdüler. O kimseye sordu:- Ey insan! Niçin cemâati bırakıp yalnızlığa çekildin, halkla düşüpkalkmaz oldun?O insan şöyle cevap verdi:Bir uğraşma içindeyim. Lütfen beni mâzur tut!Neyle uğraşıyorsun? dedi:Aldığım hiç bir nefes yok ki; o an içinde, bana Hak’tan bir nimet erişmesin. Yine hiç bir nefesim yok ki; o an içinde, benden O’na bir günah274HASAN-I BASRI (K.S.)erişmesin. İşte o nimetlerin şükrünü, edâya uğraşıyorum. Sonra vakit bulursam, günahlarımın istiğfarıyle uğraşmaya başlayacağım. Hasan-ı Basri hz.:- Ne güzel halin var. Bu hal üzere kal! Halk içinde sen, en iyilerdensin,buyurdular.Sâbir Bin Câbir’e şu öğütleri verdi:- Şu üç şeyi yapma: Beyler arasına girme; kadınlarla sohbet etme; çalgıyakulak verme! Bunları yaparsan, velîlerden dahi olsan, afâttan kurtulamazsın.Hasan-ı Basrî, çocuk iken bile düğüne, derneğe gitmezdi. Daima bir kenara çekilir, ibâdet ederdi. Allahü Teâlâ’dan çok korkardı. Hâlini gören, cehennem yalnız onun için yaratılmış sanırdı. Bir yerde oturduğu zaman görülse, esir sanılırdı. Konuşurken de ateşe atılma emri çıkmış bir kimseye benzerdi. İhvânından birisi evine girmek için izin istese, eğer yenecek bir şeyi varsa, içeri girmesine izin verirdi. Yoksa, kendisi dışarı çıkardı. Mevcutla yetinir, fazlası için kendisini zora sokmazdı. Daima abdestli gezerdi. Yetmiş yıl, bu âdâbı terk etmedi. Zamanın en büyük âlimi idi. Herkes onun ilmine muhtaçtı.Bir gün, büyük bir mecliste:- Hasan-ı Basri neden, bizim en büyüğümüzdür? diye sordular. Meclistebulunan bir ulu kişi cevâben:- Bu zamanda cümle âlem, onun ilmine muhtaçtır. Dünyaya harisdeğildir. Arpa kadar olsun, halka ihtiyacını bildirmez. Onun için kadri yücedir.Hasan-ı Basri hz.’nin ateşe tapan, yetmiş yaşlarında, Şemun adında bir komşusu vardı. Hastalanıp ağırlaşınca, komşuluk hakkı için, kendisine dinin telkin edilmesini istedi. Gidip hastaya, ateşe tapmaktan vazgeçmesini ve imâna gelmesini söyledi. Şemun:Ya Hasan! Ben üç şeyden dolayı imân edemiyorum: Dünyayı kötüler, fakat ondan vazgeçemezsiniz. Ölüm haktır der, bu yolculuğa hazırlanmazsınız. Hakk’ın didârını görelim der, yine de O’nun rızası hilâfına gidersiniz.Hasan-ı Basri hz. elini ateşe sokarak:Bu sözlerde müslümanlık kokusu var, dedi. Şemun:Beni Cenâb-ı Hakk’ın, cennete koyacağına dâir bir kâğıt yaz ver! dedi. Kâğıt yazıldı. Ateşe tapan komşu imâna gelip can verdi. Fakat Hasan-ı Basri hz.’nin içine bir şüphe düştü:”Ben ne yaptım da eline kâğıt verdim. Cenâb-ı Allah’a karşı küstahlık eyledim. Ben kendimi kurtarabildim mi ki?” diye ağladı ve uykuya daldı.HZ. MUHAMMED (S.A.S.)’IN VARİSLERİ275Rüyasında, Şemun’u başına taç giymiş, yüzü ay gibi parlamış olduğu halde gördü. Cennet nimetleri arasında yüzüyordu. Hasan-ı Basri:- Ya Şemun, nasılsın? dedi.Şemun cevâben:- Elhamdülillâh, Cenâb-ı Hak bana rahmet eyledi. Verdiğin senedi gerial, gam çekme! dedi.Uyandığı zaman o kâğıt, Hasan-ı Basri’nin elinde idi.Hasan-ı Basri hz.’ne dediler ki:- Ey Üstâz! Bizim gönlümüze ne oldu ki; sözünüz, bize hiç tesir etmiyor,içimizde hiç bir eser bırakmıyor? Gönlümüz uyuyor. Uyarsanız ya!Hasan-ı Basri hz. dedi ki:- Keşke sizin gönlünüz uyuyor olsaydı; uyandırmak imkânı vardı. Sizingönlünüz ölüdür. Ne zamandır, hakikat kelâmları ile sarsıyorum da hiç hareketegelmiyor. Eyvah! Eyvah!Bir gün Hasan-ı Basri hz. Dicle kenarında bekliyordu. Yanına Habîb-i Acemî çıkageldi, ve:Ne bekliyorsun? dedi.Gemiye bineceğim onu bekliyorum deyince, Habîb:
Gemiye ne hâcet? Sen “yakîn” mertebesine varmamışsın, dedi. Hasan-ı Basri hz:Sen de “ilm-el yakîn” derecesine ermemişsin, dedi.Habîb gemiyi beklemeyip, su üzerinde yürüyerek karşıya geçti. Hasan-ı Basri ise gemiyi bekledi. Çünkü sebepler âlemine inmiş, farkta nasıl davranı-lacağını bilmiş; yani “ayn-el yakîn ile “ilm-el yakîn”i birleştirmiş ve Habîb’in derecesinin çok çok üstüne çıkmıştı.Bir gün kendisine:Halin nicedir? dediler. Şöyle cevap verdi:Nice olsun o zavallının hali ki, denizde gemisi parçaparça olup batmış. Kendisi de bir tahta parçasına sarılmış çırpınmaktadır.Hasan-ı Basri, İmâm-ı Ali’nin (r.a.) talebesi ve tabiîn’in en yükseklerin-dendir. Nakillere göre, yüz otuz kadar sahâbeyi görmüş, bir çoklarının da duasını almıştır. Kazandığı ilmiyle amel etmekte Örnek dereceye yükselmiş, takva ve zühdüne hemen herkes şâhit olmuş, ders almıştır. Maddî imkânı, dünyevî serveti yoktu ama, bunların hepsine sahipmiş gibi şükür ve hamd276 HASANI BASRİ (K.S.)duyguları içinde yaşar, hatta pek çok serveti varmış gibi mahcubiyet içinde Cenâb-ı Hakk’a ilticâ eder ve şöyle yalvarırdı:- “Allah’ım! Bana nimetler verdin, şükredemedim. Musibetler verdin,sabredemedim. Şükredemediğim için nimetlerini geri almadın. Sabredemedi-ğim için musibetini daimî kılmadın. Senden hep lütuf geliyor, benden ise heptakdirsizlik!”Kendisini gıybet edenlere karşı şöyle bir tavır takınırdı: “Falan kimse senin aleyhinde konuştu” deseler, hemen bir tabağa hurma doldurur, ona gönderir ve şöyle derdi:- Aleyhimde konuşmakla benim günahımı almış, sevabınızı da banavermişsiniz. Teşekkür ediyor, bu iyiliğinize bu hurmayla mukabele etmekistiyorum. Lütfen kabul buyurun.Bir gün sormuşlar:Bir âlimin en büyük cezası nedir? Şöyle demiş:Kalbinin ölmesi, inkişâfının durmasıdır.Kalbinin ölmesi ne ile olur? deyince de şöyle cevap vermiş:Mal ve mülk hırsının kaplamasıyla!Hasan-ı Basri hz., bu duygularla ömür boyu mücâdele etmiş bir İslâm büyüğüdür. Bu sebeple Cenâb-ı Hak ona inkişâf vermiş, güzel hâller nasip eylemiştir. Nitekim “Tezkire” de şöyle anlatılıyor:- “Seher vakti Hasan’ın mescidine gitmiştim. Henüz açık değildi, amaiçeriden Hasan’ın sesi geliyor, bir cemâatle konuştuğu anlaşılıyordu. Şafakvakti kapıyı zorladım, açıldı. Bir de baktım ki, kimsecikler yok.- Allah için beni bundan haberdar et, kim vardı içeride? Kimlerlekonuşuyordun? dedim.Çevresine bakındı, kimsenin olmadığını görünce, kulağıma fısıldadı:- Cuma geceleri bana ruhaniler gelir, birlikte sohbet ederiz. Onlaraimândan, İslâm’dan anlatırım, dinlerler. Suâller sorarlar, cevaplar alırlar.Sonunda ben duâ yaparım, onlar da “âmin” derler. Sen bunları duydun.”Bir gün ona, fakîhleri anlattılar.- Şöyle, şöyle diyorlar, dediler.Şu karşılığı verdi:- Siz şimdiye kadar, hiç fakîh gördünüz mü acaba? Fakîh odur ki;dünyaya karşı hırslı olmaya, zâhid ola, günahlarını idrâk basireti kendisindebuluna ve Rabb’ine ibâdette devamlı ola!Bir gün kendisine:- Basra’da münâfık var mı? diye sordular.Şöyle buyurdu:- Eğer münafıklar buradan ayrılacak olsalar, yalnız kalır ve vahşetduyarım.Şöyle bir şiir söylerdi:Hiç kimse bulamaz rahatı ölmekte Asıl mârifet, diri diri ölmekteHasan-ı Basri hz.’nin hikmetli sözlerimoğhı dünyadan üç hasretle gider: Evvelâ, yaptıklarından hiç birine doymaz. Sonra, umduklarından hiçbirini bulamaz. Daha sonra, inandığı son­suzluk yolculuğu için, hiç bir azık ve nevâle tertiplemeyi düşünmez.Basra ahâlisinin hepsi benim çocuğum olsa ve bir buğday tanesi bir dinar olsa, hiç bir sıkıntı çekmem.Zerre kadar vera’ sahibi olmak, bin nâfile oruç ve namazdan daha hayırlıdır.Kendimi, cennet-i âlâ’ya ve Hakk’a yakın olmaya tamah eyler, görürüm. Halkın dilinden kurtulmaya tamah eylemem. Zira, halkı yaratan bile, halkın dilinden sâlim olmadı.Mârifet hali gitti; inkâr halleri kaldı. Kalan müslüman da gamla dolu.Kalbe gelen her vesvese şeytandan gelir. Bir şey için içten ısrarlı arzu doğuyorsa, onu nefis veriyor demektir. Bu gibi hâllerden kurtulmak için; oruç, namaz ve riyâzet yolunu tutmalı!Allah bir kul için hayır diliyorsa, onu çocukları ve ehli ile meşgul etmez.Tevâzûun bir şartı da şudur: evden çıktığı zaman-kim olursa olsun-gördüğü her şahsı, kendinden faziletli bilecek.Kul bir hata işler sonra tövbe ederse, Allah’a yakınlığı artar. İkinci defa hata işlerse, yine yakınlığı artar. Biri rahmet, öbürü azâb tarafına.Bir ölen için insanların en şerlisi, ardından ağlıyan yakınıdır; bıraktığı borçları ödemeyen ehlidir.Sevgilerin devam etmesi için, din kardeşlerine ikrâmda bulun!Sofi elbisesi giyen, tevazu için giyiyorsa, Allah onun basiret nurunu arttırır; kalbini aydın kılar. “Desinler” diye, büyüklenmek kasdı ile giyiyorsa, mancınıkla ateşe atılır.İnsanlar kıyâmet günü, hudutsuz bir şekilde, Cenâb-ı Hakk’a diledikle­ri gibi bakarlar.- Dünya senin bineğindir. Binebilirsen seni taşır; o sana yüklenecekolursa öldürür.278HASAN-I BASRI (K.S.)Âlimlerin şüphelilere dâir sakınması, dünya ve dünya mallarından olmalıdır.Çocuğunda sevmediğin bir hâl görüyorsan, o hâl senin arzu ettiğindir. Kendini düzelt!Bir kimse Allah’a itaat ediyorsa onu, sevmek zorundasın! İyi kimseyi seven, Allahü Tealâ’yı sevmiş olur.Dünyayı arayıp, âhireti bulanı hiç görmedik. Ama âhireti arayıp, dünyayı bulanı gördük.
Seven sarhoştur. Mahbûbuna kavuşuncaya kadar ayılamaz; O’nun yanına varınca ayılır.Biz öyle bir cemâate yetiştik ki; onların helâle karşı gösterdiği titizliği, siz harama dahi gösteremiyorsunuz.Bir kişinin düşmanlığına karşılık, bin kişinin dostluğu verilse dahi alma!Tamah, ilim sahibine züldür.İnsanın cemâat içinde nefsini kötülemesi, övmek sayılır.Allahü Teâlâ bir takım cemâat yaratır; ilmi, sırf Allah için öğrenmeye başlarlar. Başka bir niyetleri de yoktur. Sonra bir hal olur; ilmi zay’i olmasın diye öğrenmeye kalkarlar. İşte o zaman kendilerine, ilmin yalnız dış kabuğu kalır.- İslâm olmak, kalbi Allah’a teslim etmektir; bütün müslümanlarınsenden emin olmasıdır.Allah adına and içti ve şöyle dedi: “Kim parayı azîz bilirse, Allah onu zelîl eder.”Eğer abdâllar olmasaydı, yer ve yeryüzündekiler batardı.Eğer salihler olmasaydı, âsîler helâk olurdu.Eğer âlimler olmasaydı, bütün insanlar hayvan gibi olurdu.Eğer hükümet-i mülkü idare edenler olmasaydı, insanlar birbirlerini yok ederlerdi.Eğer ahmaklar olmasaydı, dünya harap olurdu.Eğer rüzgâr olmasaydı, her şey kokardı.Edebi olmayanın, ilmi; sabrı olmayanın, dini; korku ve iffeti olma­yanın, Hakk’a yakınlığı yoktur.Başkalarının sözlerini size taşıyan, sizinkini de başkalarına taşır.Sakın kötülerle oturup kalkma! Zira kötülerle oturan, iyilere hüsn-ü zanda bulunamaz.Ben amel etmesem bile, siz beni dinleyiniz! Zira sözümün faydası size, amelsizliğimin zararı banadır.Rahmetullahi aleyh rahmeten vâsia.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*