NAKŞİBENDİYYE

NAKŞİBENDİ TARİKATI,TARİKATIN USUL VE ADABLARI

Nakşibendi tarikatı, Bahaeddin Nakşibend Muhammed bin Muhammed el- Buhari tarafından kurulmuştur ve İslam dünyasında çok yaygındır. “Nakşibendi” Farsça bir kelimedir. Ve “nakış yapan” demektir. Kalbi işlediği, kalbin üzerine süsler yaptığı için bu adı almıştır.

Nakşibendi tarikatında temel esaslar şunlardır;

  • Ehl-i Sünnet akidesine sıkı sıkıya bağlı olmak,

  • Ruhsatı bırakıp azimetli olmak,

  • Murakabeye devam ederek daima Hakk’a yönelmek,

  • Dünya tuzaklarından uzak kalmak,

  • Allah’tan başka her şeyden kaçınmak,

  • Huzur alışkanlığı kazanmak,

  • Çoklukta vahdeti bulmak,

  • Allah’ı zikretmeye gizli olarak devam etmek,

  • Zikir esnasında Kerim olan Allah’tan bir nefes bile gafil olmamak için alış verişte kendini kontrol etmek,

  • En büyük ahlakın sahibi olan Resul-ü Ekrem’in (s.a.v.)güzel ve kamil ahlakı ile ahlaklanmak.

Tarikatın temeli altıdır.

  1. Tövbe

  2. Uzlet

  3. Züht

  4. Takva

  5. Kanaat

  6. Teslimiyet.

Nakşiliğin usulü, şartları şunlardır:

  • Ehli sünnet itikadına sahip olmak

  • Sadık bir tövbe etmiş olmak

  • Her türlü hak sahibiyle helalleşmek

  • Kimseye zulmetmemek, zalime yardım ve meyletmemek

  • Hısım akrabanın gönlünü almak ve onları memnun etmek

  • Bütün işlerde Sünneti Seniyye’nin  gerektirdiği edebi devam ettirmek

  • Her hususta dikkatli olmak

  • Kulluk adına yapılan amellerin şeriata uygun olup olmadığını araştırıp, batıl ve hurafe olan şeyleri ibadet namına yapmamak. Evvelden böyle hataları varsa, acilen terk etmek

  • Resul-ü Ekrem Efendimizin işlememiş olduğu meseleleri, sanki  sünnetmiş gibi göstermemek.

  • Dinimizin yasak kabul ettiği şeyleri terk edip, haram olan şeylerin az veya çok olduğunu düşünmeden; azından, çoğundan, büyüğünden ve küçüğünden sakınmak

  • Heva ve heves ile İslamiyet’in çirkin saydığı kötü şeylerin cümlesinden şiddetle sakınmak.

Salik kimselerin vazifeleri şunlardır:

  1. İfrat ve tefrite sapmadan, hüküm ne ise onu yaşamaya gayret etmek.

  2. Emirleri usulü üzerine yerine getirmek ve takva ehli olmaya çalışmak.

  3. Takva derecesinin tamamına ve nefsin temizlenmesine esas olan sebeplere göre, ibadet ve diğer görevlerine devam etmek.

  4. Eşyanın geliş ve doğuş yollarına dikkat etmek ve yaratılan her şeyin hikmetini düşünerek ibret almaya çalışmak.

  5. İnsanı noksan ve ayıpları ile görebilen ve öylece Allah’a götürmeye çalışan ilim ve marifet ehli kimselerin sohbetlerine devam etmek.

  6. Haramdan korunduğu için haline şükretmek ve karşısına kaderin çıkardığı şeylere rıza göstermek.  Güçlüklere  karşı elinden geldiğince sabretmek.

  7. Gururlu ve kendini beğenmiş kimselerin yakınlığından sakınmak.

  8. Edepli olmaya dikkat etmek.

  9. Vakitlerin  hakkını vermek.

Tarikatın vacipleri altı maddedir.

  1. Yüce Allah’ı anmak

  2. Arzularını bırakmak

  3. Dünyayı terk etmek

  4. Dinin emirlerine uymak

  5. Allah’ın bütün yarattıklarına karşı iyilik yapmak

  6. Dosdoğru olmak

Nakşibendi Tarikatı, bütün tarikatların en kolayıdır ve insanları en kısa yoldan Allah’a ulaştırır. Bu tarikatta müridin çalışmasından çok mürşit çalışır. Bu sebeple şeyhin çok kamil olması lazımdır. Gavs Hazretleri buyuruyor ki,

“Bir şeyh, müridinin geceden sabaha kadar yatağında sağdan sola döndüğünü en az 40 defa bilmezse, o mürşitliği bıraksın ve çıksın dağda eşkiyalık yapsın!”

Tarikatımızın önderi ve Şahı, Hz. Ebu Bekir (r.a.) Hazretleridir. Efendimiz(s.a.v.) buyuruyor ki;

“Yüce Allah benim kalbime neyi aktarıyorsa, ben de onu Ebu Bekir Sıddık’a aktarıyorum.”

Öncelikle itikat ve akait meselelerinde varsa yanlışlar düzeltilmelidir.

Bu yolda yürüyenler; kötü ve çirkin sıfatlardan arınmalı, güzel huylu ve ahlak sahibi olmalıdır.

Bu tarikatta cezbe hali her şeyden önce gelir. Cezbeden sonra salik; esrar perdelerini, muhabbet perdelerini, hak ve hakikat perdelerini aralamaya ve oralardaki gizli aleme vasıl olmaya başlar.

Meczupluk hali iki şekilde olur:

  1. Tarikata girip de Allah yolunda ilerlemeye başladığın zaman meydana gelir,

  2. Bütün makamları aştıktan sonra zuhur eder.

Büyüklerin bildirdiğine göre 200 çeşit cezbe mevcuttur ki, bunlar herkesin haline ve ahvaline göre tecelli eder.

Bu yolun erkanı üç husustur ki bunlar;

  1. Az yemek

  2. Az uyumak

  3. Az konuşmaktır.

Az yemek, az uyumaya; az uyumak, az konuşmaya; az konuşmak da kalp zikri ile tam bir teveccühe yardımcı ve güç vericidir. Bunlardan murat, ancak gönül ve ruhla yüksek bir huzura varmaktır. Böyle olunca yemekte, uykuda ve konuşmada orta bir yolu takip etmek gerekli olur.

Nakşi tarikatının üstün özelliklerini hiç kimse tam olarak vasıflandıramaz. Bu yolun üstün vasıflarını ancak tadan ve yaşayan  bilir. Yolumuzun hiçbir kaidesi, şeriata aykırı değildir. Büyüklerimiz diyorlar ki;

“Eğer bir insan bu yola girip de Allah’a vasıl olamamışsa, velayet derecesine erememişse; bilsin ki akaidinin düzgün olmayışından, itikadının bozuk oluşundan, amelinin yanlış oluşundan dolayı, edebe riayet etmeyişinden dolayı ulaşamamıştır.”

“Nakşibendi Tarikatının uzunluk ve kısalığı, diğer tarikatların ve ayakla yürünen yolların mesafelerine benzemez. Bu tarikat, ruh ayağı ile yürünen bir tarikattır. Tefekkürlerine ve düşüncelerine çok önem verilen, iman lezzetlerini esas kabul eden bir tarikattır. İlahi nurlara mazhar olan bir mürit, bu tarikatta daha tez ermektedir. Kimi bir saatte, kimi bir haftada, kimi bir ayda, kimi bir yılda, kimi altmış yılda ermektedir. Samimiyet ve ihlas her işin başında gelmektedir.

Nakşibendi tarikatı, keşif ve kerametler tarikatıdır. Keşif ve kalp ilmi, öğretmek ve öğrenmekle elde edilmez. Keşif, keramet ve kalp ilmi ancak yaşanarak, çalışarak elde edilir. Bu kalp ilmi değil hal ilmidir.

NAKŞİBENDİ TARİKATINDA RÜYA VE CEZBE

Tarikat-ı Nakşibendi’ye giren her kardeşimizde, etmiş olduğu tövbenin bereketi tecelli eder. Kendi gayretine göre makamlar ve mertebeler elde etmeye başlar. İşi sıkı tuttuğu müddetçe, tarikatın ikramına mazhar olur. Hal ve hareketlerinde güzel değişiklikler meydana gelir. Kendisine verilen ilk ikramlar, rüya halinde başlar. Muhabbet hasıl ve vasıl oldukça sofi ilerler ve Allah’ın dilediği yere kadar varır. Tarikatta rüyalar birer müjdedir, ışıktır,yol tutucudur ve Hakk’ı göstericidir. Rüyalar yoluyla, hatalar yapanlara hataları bildirilir. Doğru işler yapanlara, daha güzelleri ihsan edilir. Rüyaları ehil insanlara anlatmak gerekir. Peygamberimiz(s.a.v.)  buyuruyor ki;

“Rüyalar Allah’tandır. Hulüm, sıkıntı, yeis, korku ise şeytandandır. Sizden biriniz sevmediğiniz korkulu, sıkıntılı, beğenmediğiniz bir rüya görürse; hemen sol tarafına dönsün, üç defa Euzü Besmele çeksin ve üç defa tükürsün. Eğer böyle yaparsa, görmüş olduğu kötü rüyanın tecellisi ona dokunmaz, o rüyadan hiçbir zarar görmez. Şeytanın şerrinden Allah’a sığınsın, bunu yaptığı takdirde ona hiçbir zarar ilişmez.”

“Beni rüyada görenle, hayatta görmüş gibidir.” Çünkü iblis, Peygamberimizin(s.a.v.) şekline giremez.

Sadık bir rüya, manevi ir keramettir. Rüyanın hakikatı ise kalbe gelen duyguların hayalidir.

Buna rağmen rüya ile amel edilmez. Şeriat-ı  Muhammediye uymalı, şeyhimizle istişare etmeli ve onun tavsiyesine uymalıyız. Şeytan Peygamberimizin suretine giremez dedik ama peygamberimizi görmediğimiz ve tanımadığımız için, şeytan iyi bir surete bürünüp bizi  ben peygamberim diye kandırabilir. Fakat şeyhimiz Peygamber Efendimizi tanıdığı için mukayese eder ve gördüğümüzün hakikaten peygamber olup olmadığını bize haber verir. İlle de istişare  yapılmalıdır.

Cezbe; Hz. Allah’ın kulunu kendisine çekmesinden hasıl olan istiğrak,derin şaşkınlık ve hayret suretlerinde görülen manevi bir haldir. Cezbe, kulun Rabbine külfetsiz yaklaşması ve ilahi inayetler ve lütuflar gereği hareket etmesidir. Aynı zamanda o, riyazet ve ibadete devamla duyguların yok edilmesidir.

Cezbe iki türlü olur:

  1. Hafi, yani gizli cezbe; Kulun Hz. Allah’ı sevmesi.

  2. Cehri, yani açık cezbe; Mevlanın kulu sevmesi.

Cezbeye tutulanlara meczub denilir. Meczub; Allah’ın rızasını kazanan, Hz. Allah tarafından yakınlığa layık görülen, her türlü hava ve heves lekesinden temizlenen ve bu sayede  süluk makam ve mertebelerine çalışmadan ve yorulmadan erişen ergin kimsedir.

Cezbede şart olan, istidattır. Bu istidat, Allah vergisidir veya Rabbimizin bir tür lütfudur. Kazanmakla elde edilmez.

“Cezbe-i aşk olmayınca neylesin şeyhim beni,

Hak’tan elçi gelmeyince neylesin şeyhim beni?”

Demiş Aşık Yunus.

Cezbe kulda bir muhabbet ve aşk ateşi meydana getirir. Bu aşk ateşi sayesinde insan, Allah’tan gayrı her şeyi unutur.

Bizim yolumuz cezbe ve sohbet yoludur. Biz müritleri cezbe ile terbiye ederiz. Yolumuzun evveli cezbe, ahiri ise kalp huzuru, sekinet ve vakardır.

Peygamber efendimizin hayatına baktığımızda ,kendilerine ilk vahiy geldiğinde Cebrail(a.s.)ile aralarında bir etkileşim olmuş ve bu etkileşimden  titremeye başladıkları haberleri gelmiştir.

Sevgili Peygamberimiz Kur’an-ı  Kerim okurken, bazen kendilerinden geçer ve vecde gelirlerdi.

Bir anlık gerçek cezbe, yeryüzündeki bütün insanların ve cinlerin ibadetinden üstündür. Yine bir anlık olsun, riya gayesi ile yapılan cezbe de bütün insanların ve cinlerin yapmış olduğu ibadetin tamamını yakar, götürür.

TEVECCÜH VE RABITA

Rabıta, tasavvufi bir terimdir ve tarikatta mürid olanlar için öngörülen bir eğitim şeklidir.

Bu eğitim şekline göre zikirden önce veya günün uygun zamanlarında müridin, şeyhini hatırlamasıdır. Uzun tartışmalara konu olan rabıta esasında bir ibadet değil, tasavvufta bir eğitim tekniğidir.

Amacın dışına çıkarılır ve şirke vardırılmasından korkulur. Amacının içinde kalırsa( yani şeyhi hatırda tutarak ondan meşru ölçüler içinde istifade etmeye; O’nun halini kendine örnek ve ilham alarak hocasının ilminden, ahlakından, güzel hallerinden yararlanmaya, onu özümsemeye yönelik bir teknik olursa) faydalı olur. İbadetten sayılır. Çünkü burada niyet ilim ve ahlak öğrenmektir. Buna rağmen rabıtaya fıkıh kitaplarında yer verilmemiştir. Rabıta tamamen ehli tarik kimselerin tasavvufta derece elde etmeye matuf fiilleridir.

Buna göre tasavvufta rabıta nasıl yapılır?

  1. Mürid, şeyhinin huzurunda olduğunu düşünerek, diz dize oturur gibi kıbleye yönelir. Kendi kalbini bir tekneye veya kaba, şeyhinin kalbini ise engin bir denize benzetir. Muhayyel ortamda kalbini alta tutarak, endin bir deniz misali olan mürşid-i azamın kalbinden ilahi feyzi kendi kalbine doldurmaya çalışır. Bu hal en az çeyrek saat, ortalama yarım saat, en çok bir veya iki saat devam eder.

  2. Şeyhini bir çadıra benzetir ve kendini de o çadırın altında oturur farz eder. Dört bir yanından o çadıra doğru ilahi feyzin aktığını düşünür.

  3. Şeyhinin ruhaniyetini engin bir denize, kendisini ise bir damla misali o denize karışmış olarak farz eder.

Sofi, bu üç şekilden hangisi kendisine kolay gelirse, o halde rabıtaya devam eder. Tabiri caizse, gezip oturduğu her yerde şeyhi ile beraber olduğunu düşünmelidir. Şeyhinin ruhaniyetinin bir cüppe, bir hırka veya başka bir şey olarak; başka bir elbise misali, aynı üstüne giyinmiş gibi ve sanki kendi hareketleri şeyhinin hareketleri içerisine girmiş de onun içinde hareket edermiş gibi düşünmelidir.

Bu usuller üzere giden salik Allah yolcusu uykuya niyet edince, sanki başını şeyhin mübarek ayaklarına koymuş da o hal üzere uyuyormuş gibi yatmalıdır. Bu şekilde yatmalı ki kendisine feyiz  gelsin. Tasavvufi  terbiyede böyle nefsi terbiyeler öngörülmektedir.

ŞAH’I NAKŞİBEND HACE MUHAMMMED BAHAUDDİN (K.S.)

Nakşibendi tarikatının imamı, seyyid külal hz.’nin en büyük halifesi,hakikatın piri,

şeriatın rehberi,ehl-i sünnetin önderi,muhammed hace bahaüddin nakşibend üveysi-ül buhari(k.s.)

hicri 718  –  miladi 1318 yılı,Muharrem-ül Haram ayının on dördüncü pazartesi  gecesi sabaha

karşı-buhara’ya bir saatlik mesafede bulunan-kasr-ı arifan kasabasında dünyaya teşrif  etmişlerdir.

Yine aynı yerde,Hicri 791-Miladi 1389 yılı,Rebiülevvel ayının üçüncü pazartesi gecesi rüh-i paki akdesi,a’la-i illiyine urüc etmiştir.Yetmiş üç yıl muammer olmuştur.kabr-i şerifi bu köyde olup ,

el’an ziyaretgahtır.

şah-ı nakşibend(k.s.)küçük yaştan itibaren zahir ve batın ilimleri ile mücehhez yetiştirilmiştir.Yalnız islam alemine değil,bütün insanlık alemine faideli olmuş büyük şahsiyetlerdendir.Bunun için Silsile-i saadatta yerini bulmuş,kendisine bu sebepten “Hace Şah-ı Nakşibend”denilmiştir.Şah-ı Nakşibend(k.s.)Cenab-ı Hakk’ın hiç şüphesiz,yüz senede bir,insanlık alemine bir ataya-yi ilahiyye olarak gönderdiği bir Müceddid-i Din’dir.

Silsile-i Saadatın on altıncı halkası ve nakşibend yolunun Pir’i olan bu zatın,boyu çok uzun-kendi zamanında bulunanlardan bir karış uzun-rengibuğday beyazı,sakalı şerifi geniş ve uzun,gözleri iri ve siyah,sesi çok yüksek idi.

Daha çoçukken velilik belirtileri görülmüş,pek çok kerametler göstermiştir.Hace Bahauddin’in muhterem pederi bu olayları şöyle naklediyor:

Oğlum Bahauddin ‘in doğumundan üç gün sonra Hace Muhammed semasi hz.,bulunduğumuz Kasr-ı Arifan’a bir çok arkadaşları ile teşrif etttiler. Ben onları çok severdim. “oğlum Bahaüddin’i alayım o büyük velilerin huzuruna götüreyim,onların ilahi bakışlarına mazhar olsun,nazarlarını alsında sayelerinde,Taraf-ı ilahi’den bir feyze mazhar olsun”kasdı ile huzurlarına götürdüm.Hace Baba Semasi hz.yavrumu görür görmez elimden alıp,göğüslerine bastırdılar  ve:

Bu çoçuk benim oğlumdur;ben bunu evlatlığa kabul ettim!buyurdular.Emir Külal dahi orada hazır idi.Ona dönüp dedi ki:

çok kere size, “Bu beldeden bana,Hakk’ın kokusu geliyor”demiş ve “Bu kokuyu bu eve yaklaştığımda,daha iyi duyuyorum”diyerek işaret etmiştim.işte bu güzel koku,bu mübarek çoçuktan çıkmaktadır.Bu yavru,büyük bir insan olacaktır.

Oğlum Bahaüddin henüz dört yaşına basmıştı ki,bir gün:”Baba,aşağıdaki ineğimiz yakında beyaz bir buzağı dünyaya getirecek!”dedi.Hakikaten de,bir kaç ay geçti;inek,alnı beyaz bir buzağı dünyaya getirdi.Biz buna çok hayret ettik!”

Bütün kainata fikirleri ile ışık tutan bu büyük insan,yetiştiği ve çoçukluğunun geçtiği bölgede,az zamanda dikkati çekti.Zamanı yazmak,aramak ve düşünmekle geçti.Bu düşünce ona az bir zamanda,eşyanın mahiyeti,insan ve Allah(c.c)hakkında yeni bir ufuk açtı.Artık okuduğu kitap ilahi konuyu içine almadıkça,onun için önem ifade etmiyordu.Tasavvufve hikemi sorular,bu düşünme süresinin başlıca konularını teşkil etmekteydi.Bunun çaresinin,ancak canlı bir kitaba sahip olmak ve onun taht-ı terbiyesine girmek olduğuna kanaat getirmişti.Böylece manevi müzayakadan kurtulmak mümkün olacaktı.Bir çok bilginler ile tanıştı.Sohbetlerinde bulundu,fikir teatisi yaptı.

Riyazat,zühd ve takva hayatına girdikten sonra büyük bir tekamül geçirdi.Bu sırada kendisinde,harikuladelikler görüldü.Kendinden önceki devir velileriyle hem-dem oldu.Kendisi üveysi,yani özel ve kişisel istidat sahibi olmakla beraber,büyük bir mutasavvıf olan Hace Abdülhalik Gucduvani ‘nin ruhaniyyetinden feyiz almış;doğumundan üç gün sonra,Muhammed Baba Semasi’nin nazarlarına erişmiş;Seyyid Emir Külal’den tarikat adabı öğrenmiş ve seyr-i sülük görmüştür.Bu hususu Muhammed Bahaüddin hz.şöyle anlatıyor:

Hallerimin başlangıcında-cezbelerimin büyüdüğü bir sırada-buhara mezarlığından üç büyük mezara eriştim.Her mezarda bir meş’ale gördüm.Meş’alenin içinde yağ ve fitil vardı.fitil kolayca bir hareketle yağından çıkıp,yeni bir mum daha yakmak ister gibiydi.Mezarda kıbleye karşı oturdum.  yönelişe alem-igayb açıldı.Kıble duvarının ikiye ayrıldığını,bizzat müşahade etttim.Önüme,yeşil perde örtülmüş bir taht çıktı.O büyük tahtın etrafında bir camaat vardı.Onların içinde Hce Muhammed Baba Semasi ‘yi gördüm.Bildim ki:bunlar geçmiş Hacegan Hazeratı’dır.Cemaatten birisi bana,tahtın üzerindeki zatın Hace Abdulhalik Gucduvani hazretleri olduğunu,bu cemaatin onun halifeleri olduğunu söyledi.Ayrı ayrı,her birini gösterdi:Hace Ahmedsıddik,Hace Evliyay-ı Kilan,Hace Mahmud Fağnevi,Hace Arif’i Rivgirevi,Hace Ali Ramiytini ve Hace  Muhammed Baba Semasi.Delilim,Baba Muhammed’i göstererek:

Bu zata hayatlarında erişirsin;seninşeyh’indir.Sana o keramet verildi ki;nazil olan bela,senin bereketinle gidecek,dedi.Bundan sonra o cemaat dediler ki:

Kulak ver ve iyi dinle!Büyük hace sana,Hak yolunda ve senin için önemli olan sözler söylese gerektir!

O cemaatten izin istedim;”Hazreti Hace’ye selam verip,mübarek cemaliyle müşerref olayım!”dedim.Önündeki perdeyi kaldırdılar.Nürani bir Pir gördüm.Selam verdim;selamımı aldı.Bundan sonra,tarikatın başlangıcında,ortasında ve nihayetinde bilinmesi gerekli olan sözleri bana izah eylediler ve buyurdularki:

Sana gösterdikleri o meş’aleler,işaret ve müjdeden ibarettir.demek ki bu tarikatte,istidadın vardır.Ama bu istidat fitilini harekete getirmek gerekir.Ta ki parlak olsun:sırlar meydana çıksın!ve yine ısrarla şu tavsiyeyi yaptılar:

Bütün zamanlarda ayaklarını,emr ü nehy seccadesi üzerine koyasın;

azimet ve sünnet ile ameli yerine getiresin;ruhsatlardan ve bid’atlardan sakınasın;daima Resulullah’ın hadislerini önder edinesin;Sahabe-i Kiram’ın (Rıdvanullahi teala  aleyhim ecmain) sözlerini ve eserlerini araştırasın!

Bu sözlerden sonra o cemaat bana ,dediler ki:

-senin halinin doğruluğuna şahit şudur ki ;yarın falan yere varasın ve falan işi yapasın!(Bu,onların ululuğunun bir işareti olarak gösterilmiştir.) ondan sonraNesef’e gidp,Emir Seyyid Külal hazretlerine varasın!

Onların emri mücibince,Nesef’e gittim ve Emir Külal hazretlerinin hizmetine eriştim. Emir hazretleri lütuf gösterdiler,iltifat buyurdular.Bana zikir telkininde bulundular.Nef-i isbat yoluna gizli (hafi) zikirle çalıştılar. Olaylarda azimetle memur idim.Açık zikirle amel etmedim.”

Şah-ı Nakşıbend hz. kemale erdiğinde,Seyyid Emir Külal hz. kendisine şöyle hitap ederek,postnişin olduğunu bildirmiştir:

-içi aydın Pirimiz Hace Muhammed Baba Semasi ‘nin sizin yetiştirilmeniz  hakkındaki emrini,yerine getirdim.Şimdi sizin himmet kuşunuz,yükseklere uçabilir. Nereye isterseniz gidebilirsiniz;tarafımızdan size izin çıkmıştır.Bizde olan ahval ve hakikatlerle sizi feyizlendirdik.

Şah-ı Naakşıbend hz.,Emir Külal hz. ‘nin vasiyeti üzerine,buhara’da post üzerine oturarak,halkı uyarmakla meşgul oldu.

Hace Muhammed Bahaüddin ks.,Seyyid Külal’in vefatından sonra,Seyyid Külal’in diğer halifesi olan Mevlana Arif Dikkerani hazretlerinin de hizmet ve sohbetlerinde bulunmuştur.Bunun sebebi,Mevlana Arif’in seyr-i sülükta daha kıdemli oluşu,yani Muhammed Bahauddin’den önce Emir Külal ‘in hizmetine girmesi ve uzun yıllar onun taht-ı terbiyesinde bulunmasıdır.

Eğer kıl kadar masiva tutarsan,hicabın odur

Pirin bir nazarı,Hz.Süleyman’ın mülkünden iyidir

Mevlana Arif’in irtihalinden sonra-Türk meşayihi’nden ve Hace Ahmed Yesevi hanedanından-Kasem Şeyh’e giderek üç ay kadar hizmet etmiştir.Şeyh Kasem:

-“Sende gördüğüm bu talepkarlık sıfatını ve talep şiddetini,bildiğim talib ve sadıkların hiç birinde bulamadım”demiştir.

Kasem Şeyhten sonra “Sen Türk Şeyh’lerinden birine mülaki ol!” manevi işareti üzerine -tasavvufa ilk girişinde ,rüyasında gördüğü ve seneler sonra tanıştığı-Derviş Halil Ata’ya intisab etmiş ve on iki sene hizmetinde kalmıştır.Halil Ata varisi bulunduğu Maveraünnehir Emirliğine getirildiğinde,Muhammed Bahauddin hz. de beraberinde giderek,onun izinden ayrılmamıştır.

Bir gün o saltanatın yerinde yeller esip,Şeyhinide kaybedince,inzivaya çekilmiştir.Buhara’ya giderek kendisini,daha derinden ilahiyata vermiştir.Bu ara ,kendisinden yüz altmış sene evvel cemale göçen ve irtihallerinden önce”Bizden yüz altmış sene sonra dünyaya teşrif buyuracak Bahauddin hz.’ne verin” diyerek,kendi tac-ı mübarekelerinin Bahauddin hz.’ne verilmesini vasiyet eden-bu suretle Bahauddin hz.’nin ali makamına da işaret buyuran Seyyid Abdulkadir -i Geylani (k.s.)ile yani onun ruhaniyeti ile sık sık beraber olmuş ve konuşmuştur.Bu konuşmanın ilkinde Hace Bahauddin hz.:

Ya alamlerin elini tutucu,benim elimi tut.

Ki,sana el tutucu desinler”buyurmuş;

Abdulkadiri Geylani hz. de mübarek elini, Hace Bahauddin’nin göğsü üzerine koyarak:

-“Ya Nakşibend!Elimin nakşı kalbinizde yazıldı,

Bundan sonra size “Nakşibend” diyeceklerdir” mukabelesinde bulunmuştur.

Bundan sonra büyük Velinin Yoluna,Hace Bahauddin Nakşibend hz.’nin ismine izafeten “Nakşibend” denilmiş;Seyyid Abdülkadir-i Geylani ‘nin (k.s.)sözü,yerini bulmuştur.

Hace Muhammed Bahaüddin hz.’nin,Piri olduğu Tarikat-ı Aliyye ,Zaman-ı Saadet’ten bu yana değişik isimler almıştır:

Hz. Ebu Bekir-is Sıddık’tan(r.a)Bayezid-i Bistami’ye kadar “Sıddıkiye”;O’ndan Abdülhalik-ül Gucduvani’ye  kadar -Bayezid-i bistami’nin ismine izafeten-“Tayfuriyye”;Şah-ı Nakşıbend zamanına kadar “havacegan”;O’ndan sonra da “Nakşibendiye” denmiştir.Bu isim günümüze kadar gelmekle beraber,yanına zamanın büyük mürşidlerinin isim veya lakapları da eklenmiştir. Şöyle ki;Ahmed Faruk hz. zamanında ,”Nakşibendi Ahrariyye “; Muhammed Dehlevi hz.’den Halid-i Bağdadi hz.’ne kadar “Nakşibendi Müceddidiyye”; ve sonra “Nakşibendiyye Halidiyye” isimlerini almıştır.

Rivayet olunurki: Bir gün Hace Berzek hz. Muhammed Bahauddin hz.’ ne:

-silsileniz ne canibe erişiyor?diye sordu.

Muhammed Bahaüddin hz. şöyle buyurdu:

-silsile ile kimse bir yere varamaz.Fakat şunu belirtelim ki:tarikatımızın

“Nakşibendiye”

isminin,her harfinin bir manası vardır:

Nun:Hatıratı masivadan çekip,Cenab-ı Haak’ı anmaya,

Kaf:Fani olan alemde,alim ve ilimle amil olmaya,

Şın:Cenab-ı Haak’ın cemal nurunun,bitip tükenmek bilmeyen şualarını (çok parlak ışıklarını)görmeye ve o nüru müşahade etmeye,

Be:Bekabillaha,

İkinci Nun:Cenab-ı Hak’kın vahdet nürunun gece ve gündüz,gayet bol ve cömertçe iyilik ihsanını beyana,

Dal:Her canlının bu dünyada fani ve ahirette baki olacağına,

Ye:Cenab-ı Hakk’ın birliğine ve her canlının istiğrakına,

He:Cenab-ı Hakk’ın hakikatında kişinin,O’na muhabbetinden kendisini tüketmesine işaretttir.

Nakşibendi büyüklerinin çoğu yani Hacegan hazeratı,İran ve türkistan taraflarında yaşadıklarında,nakşi temrinleride;”hüş der dem”,”Nazar ber kadem”,”Halvet derencümen”…gibi,o dil üzerene ad almışlardır.

Bil tariki nakşibendin resmi on bir kelimat

Ben idem tahkik beyanın kalbine versin hayata

Nakşibendilik:riyazat,muhabbet ve zikir ile her koldan ayrı bir disipline dayanır.Nakşibendilik şu esaslar üzerine kurulmuştur:

Sünnete uymak;bid’atten sakınmak;kulluğa devam etmek;Cenab-ı Hakk’ı sevmek ve O’nun muhabbeti cezbesiyle,kendini olgunlaştırmak;kurtuluş yolu olan Cenab-ı Hakk’ın yolunda yürBunlardan başka bu yolun temrinlerinden olan; Salikin ilahi tecelliyi murakabe,kendi hal ve gidişi hakkında tedbir,zikirde uzunluk ve kısalık,kalbi zikre alıştırmak gibi esaslar vardır.

Nakşilikve temrinleri,Türk illerinde çok yayılmışlardır.Nakşiler vücüdu,bazı manevi terimler ile çeşitli merkezlere ayırmışlardır.”letaif”adı altında belirtilen bu merkezler genel olarak şunlardır:Kalp,Ruh,Sır,Hafi,Ahfa,Nefs-i natıkave letaif-i kül.Bunlar rühun mertebelerinin,geçirdikleri safhalara göretarifi sayıla bilir;bir salikin seyr-i sülük esnasında vardığı seviye ve derecelerin,birer remzi ifadesidir.Şurası muhakkaktırki;Tasavvuf,bir kalb ve istifa yolu olmakla beraber önce ahlak  ve halisane ibadete dayanır.Kul,kalbini bütün kötülüklerden temizler,sonra takvanın çeşitliderecelerine yükselirse;ilahi aşk cezbesi içinde bir çok gerçek tecellilere mazhar olur.Bu yol kal yolu değil,halyoludur;kelam yolu değil,kemal yoludur.Bu menzile ,söz ile değil;hizmet,gayret ve azimet ile ulaşılır.

Şah-ı Nakşıbend hz.!nin seyr-i sülük silsilesi:Seyyid Emir Külal(k.s),Muhammed Baba Semasi (k.s),Ali Ramiytini(k.s)Mahmüd Fagnevi (k.s),Arif Rivgirevi (k.s),Abdülhalik Gucduvani (k.s),Yusüf -ül Hemedani (k.s),Aliyy-ül Fermedi (k.s), Hasan-ül Harkani (k.s), Bayezid-i Bistami (k.s), Cafer-üs Sadık (k.s), Kasım bin Muhammed (r.a.),Selman-i Farisi (r.a.), Ebu Bekir-is Sıddık’dan (r.a.) geçerek Minnebiyyina Muhammedin Efendimize (s.a.v.)ulaşır

Diğer taraftan rühaniyyetleri:Abdülhalik Gucduvani (k.s) Ebu Aliyy-ül Fermedi (k.s.) Ebu Kasım-ı Karkani (k.s.), Ebu Osman -il Magribi (k.s.),Eşşeyhi Ali Katip (k.s.), Ebu Kasım Cüneyd-il Bağdadi (k.s.),Maruf-ul Kerhi (k.s.),İmam-ı Ali Rıza (r.a.),İmam-ı Musa Kazım (r.a.), İmam-ı Cafer-is Sadık (r.a.), İmam-ı Muhammed Bakır (r.a.), İmam-ı Zeynel Abidin (r.a.), İmam-ı Hüseyin (r.a.), İmam-ı Ali den (r.a.) geçerek,Seyyid-ül Kevneyn Resül-üs Sakaleyn Muhammed Mustafa Efendimize (s.a.v.) erişir.

Tariki Nakşibendi ehlinin feyzi Hüda’dandır

Onların nisbeti cümle Resülü Mücdeba’dandır

Ebu Bekir ve Ali’ dir,bu tarikin şah-ı serdarı

Şüyühu Haceganın hep Kibar-ı Evliyadandır

Bu yolda ittiba-ı sünnet oldu baisi vuslat

Cem’i bid’atı terk itme,bunda ihtidadandır

Azimetle ameller işleyip,ruhsattan el çekmek

Bu yolda salike böyle sülük etmek devadandır

Tariki cezbedir,bunda iriz tiz menzile salik

Ki bunda salikin seyri tariki ihtifadandır

Devamı zikr ile sohbet olup, Nakşilerin karı

Anın için bunların feyzi,hemen kalb-i ciladandır

Tariki Nakşibendin cümlesi,asan durur sanma

Bu yolda can feda etmek şurütu ibtidadandır

Hazer bil,kim anlara tan edenler eşkiyadandır

Hz. Pir:

-” Tarikatüna tarikul muhabbeti vel hayri fil cemiyyeh-Bizim tarikatımız toplu olarak muhabbet ve hayır yoludur” buyurmuştur.

Şah-ı Nakşıben hz. ‘ ne şöyle sorarlar

-Sizin tarikatınızda,bir kenara çekilme ve açık zikir yoktur. Tarikatınız ne üzere kurulmuştur?

O büyük insan ,şöyle cevap verir:

– Bizim tarikatımız dış görünüşü ile halkla, iç görünüşü ile hak’la bulunmak üzere kurulmuştur.

Başka birisinin:

-Sizler ne tarik ile bulunursunuz? sorusuna da, Şah-ı Nakşibend hz.: şöyle cevap vermişlerdir:

-Ariflerin istifade edip, gayrilerin istifade edemediği tarik üzere bulunuruz ki;bu da Murakebe, Müşahede,Muhasebe olmak üzere üçtür. Mürakebe:mahlukü görmez olmak,Halik’i ise devamlı görür olmaktır. Müşahede:Gaybdan varidattır ki;kalbe nazil olur. Muhasebe:Eriştiğimiz halleri,erişemediğimiz makamlara perde yapmamaktır.

Mümkün olur mu vüsül maksüda

Kılavuzu olmasa inayet-i yar

Şah-ı Nakşiben hz.’ ni dostlarından, Horosan’lı Şeyh Kudbeddin ismindeki bir Pir anlatıyor:

– Ben küçüktüm.Hz .Hace buyurdu ki: “Falan kümese git, bir kaç güvercin al, getir!” Gittim ve bir kaç güvercin aldım. Gelirken birisini pencereye saklayıp, Hace’nin huzuruna girdim. Hace, güvercinleri pişirdi;orada bulununlara taksim etti. Bana vermedi,”Nasibini pencereye sakladın” dedi.

Pir’ e bir gün, evlatlarından biri, bir sepet yeni toplanmış elma getirdi.Hazret,oradakilere elmaları taksim etti ve bir süre sonra yemelerini, zira elmaların tesbih ettiğini söyledi. Orada seçkin cemaat:”Gerçekten de elmaların ” Subhanallah” dediğini cümlemiz duyduk” dediler.

Yine Hz. P ir’in bir evladı anlatıyor:

– Bir gün Hazret,fakirhaneme geldi. Pek çok sevindim,bayram ettim. Pazara gidip, bir miktar un  aldım. Hocam unu elimde görünce:” Sen bunu, çoluk çoçuğunla ye  ve sırrını kimseye söyleme!” dedi. Hocam yanında bulunan bir kaç evladı ile, iki ay kadar evimde kaldılar. Evde çoluk çoçuktan başka, daha pek çok misafirlerimde vardı. Uzun zaman onu kullandık, epeycede arttı. Fakat bir gün, bu sırrı ağzımdan kaçırıp, aileme söyledim. O bereket kesildi, unda bitti.

Ekabirden birinin çocuğuna zikir telkin etmişlerdi. Bir zaman sonra, Hace’ ye dediler ki:

– Zikir dersi vermiş olduğun bu çocuk, dersiyle az meşgul oldu.

Şah-ı Nakşıbend hz.:

– Endişe etmeyiniz! dedi ve çocuğa sordu:

-Hiç bizi rüyada gördünmü?

– Gördüm,  deyince buyurdular ki:

-İşte bu sana yeter!

Bu sözden anlaşılıyor ki; her kimin bu büyüklerle bir bağlantısı varsa sonunda, insanların en şereflilerinden olması ümid edilir.

Kibar Ulema’ dan birisi:

– Seyr-i sülük’ dan maksat nedir? diye sordu.

Hace Hazretleri:

-Tafsil-i marifettir, buyurdular.

Allame:

-Bu nedir? deyince,

Bu büyük insan şöyle buyurdu:

– İnanılan şeyler vardırki;Muhbir-i sadık icmalen haber vermiştir. bunları bürhandan, keşif mertebesine eriştirmek ” tafsil-i marifettir.

Bir gün sordular:

– Sofiyyün-un, ” Fakir Allah’ a muhtaç değildir” sözünden murat nedir?”

Bu mübarek zat şöyle cevap verdi:

-Maksat, hakiki fakr’dır; bu ” külli istiğna” makamıdır”

“fakr2 ın kemali Allah’ dır ” hadisi hakında da:

– Fakr,fena-i tamdır ki husülünde;ehline ” tecelli-i zat ” vaki olur buyurmuşlardır.

Şöyle anlatıyordu:

– ” Bir gün Seyyid Emir Külal’ i görmek için, Buhara’ dan  Nesef ‘ e giderken bir atlıya rast geldim. Beni israr ile sohbetine davet etti, kabul eylemedim. Seyyid Külal’ e vardığımda:

-Hz. Hızır idi: neden iltifat etmedin? dediler.

Ben de:

-Cenab-ı Hazretinize niyetli idim! Size intisabım, Hızır’ ın sohbetinden beni müstağni kılmıştır, diye cevap verdim. “

Cenazenizde hangi ayeti okuyalım diyen bir kimseye:

-Ayet, ölüye okunur. Şu beyitleri okuyunuz! buyurdu:

Bundan böyle varmıdır, cümle cihan içre kar

Birlik ide, iki dost ile ulaşa yar ile yar

Bu gün müflisleriz köyünde ey Şah

Cemalinden kılarız şey-en Lillah

Bu varis-i Resül , vefatından önce iki elini havaya kaldırıp, kendi tarikatına mensup olanlar ve olacaklar hakkında dua etti, sonra ellerini yüzüne sürdü ve teslim -i rüh etti. Halifesi ve damadı olan ve Bursa Pınarbaşı kabristanlığında medfün bulunan Alaüddin Attar hz.’ leri şöyle anlatıyor:

-” Hazretimin yanında Yasin süresini okuyorduk. Yarısına geldiğimizde, nürlar görünmeye başladı.Tevhid kelimesi ile meşgül olarak irtihal ettiler.”

Gitti Şah-ı Nakşıbend ol hace-i dünya ve din

Ülke  oldu, Şah-ı dini devlet milleti

Oldu çün me’va vü menzil A’ na Kasr-ı Arifan

Bu sebepten ol sal-ı rıhlatı

Şah-ı Nakşibend hz. yüksek ve asil bir türk ailesinin evladı idi.Nakşibendi tarikatını kurup mana yolundan irşada başladıklarından kısa bir zaman sonra namı, Hint, Afganistan, Endonezya, İran, Azerbeycan ve bütün dünyaya yayıldı. Eşine ender rastlanan bir mütefekkir, kitap yazmış bir alim, uzun yıllar kürsülerden insanlara ilim ve irfan tahsdili yaptırmış bir hatib, fikrini nazma sokmuş kuvvetli bir şairdir. Bu büyük insan hakkında ne söylende azdır. Hakkında yazılmış bütün eserleri okunmasını tavsiye ederiz.

” Bak! Bu durakta sana mürşid  ne der:

Kendini aradan çıkar, gaybına ver!”

Şah-ı Nakşıbend hz.’ nin hikmetli sözleri

– Kendi nefislerinize töhmet eyleyiniz! Her kim ki;kendi nefsini yaramazlıkla anarsa, onun noksanlıklarını bilmiş olur. Böylece çare bulmak kolaylaşır. Bu tarikatin çok kimseleri olmuştur ki, başkalarının kitabını kendilerine isnad eder ve onun yükünü çekerler.

-Masivaya sarılmak, bu yolun saliklerine büyük  bir perdedir. Hakikat ehli imanı, şöyle tarif  etmişlerdir:” iman, fayda ve zarardan kalbe doğacak bütün fikirleri silmek ve kalbi ancak Allah’a bağlamaktır. Gönüller sadece Allah’a aşık ve hayrandır.”

-Bizim tarikimiz “Ürvet-ül vüska ” dır.Hz. Resulullah Efendimizin (s.a.v.)eteğine yapşmak ve sahabe-i kiram’ın (r.a.) eserlerine iktida etmektir. Bu tarikatte az amel ile çok fetihler olur ama, sünnete riayet etmek büyük iştir. Her kimse ki , bizim tarikatimizden yüz çeviri;dininde batar. ( Tehlike vardır )

– ” Lailahe ” tabi olunan ilahları silmektir. ” illellah ” Mabud’ u , yani bi hakkın Allah’ ı isbattır. ” muhammed Resülullah ” kendisine uyanı, makamına yükseltmektir.

-Zikirden maksat, Kelime-i Tevhid ‘ in hakikatına erişmektir;çok söylemek şart değildir.

-Biz iki kimse, bu yola gitmiştik. Benim maksudum, cümleden geçmek idi. Allah’ ın inayeti erişti ve beni herşeyden geçirdi, maksuda eriştirdi.-Şeyhim derdiki: Gerçek namaz, oruç, riyazet ve mücahede, Hak Teala Hazretlerine erişme yoludur. ” Ama benim indimde ” nefy-i vücüd “; yolların en kısasıdır.

-Salik eğer ömr-ü ebedi ile muammer olsa, şeyhinin terbiyesi nimetinin ve lütf-u himmetinin şükrünü eda edemez.

-Biz hakikat devletine erişmeye ancak vasıtayız.Bizden kesilip, hakiki maksüda erişmek gerektir. salik fena mertebesine gelip, Hak Teala’ nın bekasına arif olduktan sonra, cümleden kesilmek gerektir.Bu makam, kamiller ve mükemmiller ” mürşidler ” makamıdır.

-( Kendi vücudunu işaret ve ima ederek ) ” Eğer bu vucüddan daha harab bir vucüd olsaydı;bu fakir, hazinesini o harebede gizlerdi. ( Yani mesele bedende değil, cevherdedir!)

-Kalb dedikleri, hakikat-i cami’ insaniyyeden ibarettir;ulvi ve süfli mecmü kainat, bunun tafsilidir.Fakat o hakikat, ecsama hulülden münezzehdir.Gözü,fikri,hayali yani cem’ i kuvveyi, buna müteveccih bulundurmalıdır. Muhakkak ki; bu halde gaybbet ve bihodluk keyfiyeti zahir olmaya başlar. ( Yani Hak’ la Hak olmak demektir )

– Bizim tarikimiz sohbettir. Halvette şöhret vardır;şöhrette afat vardır.

-Hayır cemiyettedir.Bu tarikatın talibleri cemaat sohbetinde, çok hayır ve bereket bulurlar.

-Tevhid sırrına erişmek müyesser değildir. Marifet sırrına ermek mümkündür ama güçtür.

-Biz kolay kabul etmeyiz.Eğer kabul edersek, geç kabul ederiz.Zira kabul şartlarını gereği gibi bulmak zordur.

-Kah istidatlı mürid bulunur, sahib-i kabul Pir bulunmaz;kah Pir bulunur, müstaib talib bulunmaz.

-İlim ikidir:Biri kalb ilmidir ki; faideli bilgidir.Bunu Peygamberler, resüller öğrettiler. Biri de lisan ilmidir ki; Hak Teala’ nın Adem evladına hüccetidir.

-Sülükumun başında halim öyle idi ki; her nerede iki kimse sohbet eder görsem, kulak verirdim.Eğer sohbetleri Allah ( c.c ) bahsinde ise şad olurdum. Masiva bahsinde ise gam-nak ve dil- hün olurdum.

-Gençlikte niyaz ettim:Ya Rab! bu yolun yükünü çekmeye bana kudret ver;ta ki, ne kadar riyazet ve mücahede var ise yapayım! ” Bu duam kabul buyuruldu da şimdi pirlik vaktinde, riyazet külfetinden, ve mücahededen azad oldum.

-Eyyam- sülükumda Hace Baba Semasi ‘nin vasiyetleri gereğince, çok hadis ve ulema sohbeti dinledim. Lakin, bana bu yolda en ziyade yardım zilletten oldu. Bizi bu kapıdan içeri aldılar ;her ne bulduksa, bu sıfattan bulduk.

-Nefy-i vücud, yokluk, azim, işdir. Bu sıfatlar bu yolda vuslat devletinin ipucudur. Bizi fena ve niyaz kapısından kabul ettiler; her nereye eriştim ise buradan eriştim.

-Yirmi iki senedir ki; Hace Muhammed Tirmizi’ nin rühaniyyetine mutabakatla , bi-sıfat ve bi-rengim. Eğer bir kimse beni bilmek isterse , hala bi reng ve bi-sıfatım.

-Bir gün Zivertün yahut Rivten köyü mescidinde, direğe dayanıp kıbleye karşı oturdum. Bende ani bir gaybet hali zuhür etti ve bütün vucüduma yayıldı. Bu hal bende beni, külliyen mahvetti. “Bil ki maksuduna erdin ” hitabını işittim.

-Bize kibr atfetmişler. Bizim kibrimiz kibr değildir, kibriyadır.

-Bizler her ne bulduk ise, ” fakr ” sıfatı ile bulduk.

-Bir kimse Hakk’ ın uluhiyyetini tam marifetle bi-hakkın bilse; o kimse sair eşyayıda keşif yoluyla bilir. Hiç bir mahiyyet kendisinden gizli kalmaz. Zira cem’ i eşya ve malumat, Hak Teala’ nın sıfat ve esamasının zahirde görünmesidir.

-Arifin kalbi kadar vasi, başka hiç bir şey yoktur.Yerler ve gökler arifin kalbine nisbetle, bir nokta gibidir. Bu yüzdendirki  Cenab-ı Bari: ” Yerime göğüme sığmadım; öü2 min kulumun kalbine sığdım ”  buyurmuştur.

-Kalblerin vüs’ati birdir. Lakin kalblerdeki marifetin vüs’ati bir değildir.

-Eğer yaranımın ayıplarına bakarsam, yarsız kalırım.Zira ayıpsız dost yoktur.İyileri herkes sever.Hüner kötülerle dostluk oyununu kazanmadadır.

-Veli olan kimse Hakk’ ın inayeti ile, her türlü beşeri afetlerden masundur..Nefsi kendisine galebe çalamaz.Hasbel-beşer vel-kader bir kusur işlese ve hemen arkasından tövbe etse, Hak Teala kabul eder ve bağişlar.

-Veliden zühur eden keşif ve kerametlere iltifat edilmez;ancak itimat edilir.

-İstikamet, bin kerametten hayırlıdır.

-Yatırların rühuna hediye edilen dua ve niyazlarda büyük ecir ve iltifat vardır. Zira evliya ervahı,daima medetkardır.

-Seyr-i sülük’ dan maksat, marifet-i  ilahiyye ve rızaullahdır. Rıza ve takva ile Mevlaya varmaktır.

-Veli şu kimsedirki;mahviyyette ola, yüzü görülünce sevgi telkin ede, söz ve sohbetinde meziyetlerinden bahsetmeye! Özet olarak veli, bütün güzel iyi şeylerin sembolü ola!

-” Ey iman edenler! Allah! a iman ediniz!” mealindeki ayetle, her göz açıp kapamada bu tabii vucüdun inkarına işaret ediyoruz.  Sen  o ibadete gerçekten layık olan Allah’ ı isbat et! ( Yani biz yokuz Allah var, demektir. )

-Kalb balık, zikirde sudur.Kalbi, daima zikirle yaşatmalıdır.

-Velilerin isteği,Allah’ ın istediğinden başka bir şey değildir.

-İbadet on kısımdır;dokuzu helal rızıktır. Bu zamanda ekincilik ile bağbanlık, ticaretten sonra helale en yakın rızıktır.

Kaddesallahü sırrahül aziz. Allahü Teala taklitlerimizi tahkik buyurup, bu sevgili dostunun sırrı ile sırlarımızı yoldaş eylesin ( Amin )

Rahmetullahi aleyh rahmeten vasia.

 

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*