ŞÂBAN-I VELÎ

ŞÂBAN-I VELÎ (K.S.)Şeyh Hacı Şâban-ı Velî (k.s.) Kastamonu’ya yakın Taşköprü kazâsında dünyaya gelmiştir. Doğum tarihi belli olmamakla beraber, emsâlleri gibi uzunca bir ömür sürdükten sonra, Milâdî 1569 yılında Hakk’ın râhmetine kavuşmuştur. Kastamonu’da yapmış olduğu dergâhına defnolmuştur.Hâlvetiye tarikatının Şâbaniyye koluna adını veren Hacı Şâban-ı Velî hz., Kastamonu’da Kur’ân ve hadîs ilimlerini tahsil ettikten sonra, kuvvetli bir imâna sahip coşkun bir hâl-i garîb hâlde İstanbul’a giderek, ilmini derinleştir­meye çalıştı. Fakat okuyup öğrendikçe, her akl-ı selîm sahibinde olduğu gibi, maksadın ne olduğunu çıkarma arzusu ile bir türlü huzur ve sükûna eremiyordu. Nihayet ehl-i hâl kimselerle yapmış olduğu meşveret neticesinde, ona şu tavsiyede bulunuldu:- “Kendine kâmil bir mürşîd bul! O zaman ruh bütünlüğüne ve huzuraerersin.”Zâhirde yapılan bu istişâreyi takviye eden bir olay da o gece Şâban-ı Velî’nin başına geldi. Bir hâl-i istiğrâkta, ona sesleniliyordu: “Sılaya git! Senin derdine dermân, o tarafta!”Sabahleyin, Şâban-ı Velî hz. sıla hazırlığına başladı. Bunu gören bir kaç genç hemşehrisi de yanına katılarak, birlikte yola çıktılar. Bolu’ya geldiklerin­de, bir hana yerleştiler. Methini duydukları Hayreddin-i Tokâdî hz.’ni ziyaret etmek istediler. Yerleşmiş oldukları han, Tokâdî dergâhının hemen yanındaydı. Yatsı namazından sonra dergâhtan taşan ilâhî ve zikir sesleri Şâban-ı Velî’yi adetâ büyülemiş, bambaşka bir âleme sürüklemişti. Kendisini hiçbir zaman böyle duygularla dolu hissetmemişti. Bu havayı, arkadaşlarının sesi değiştirdi:- Haydi durmayalım, gidelim! Dervişlerin zikrine biz de iştirâk edelim!Bir kaç sefer bu İsrarı dinleyen âlim ve fâdıl genç Şâban, tereddüt içinde düşünüyordu. Nihayet arkadaşlarına şu cevabı verdi:400 ŞÂBAN-I VELÎ (K.S.)- Onların yanına gidebiliriz. Ancak onların cezbeleri galiptir. Kalplerin­de, nûr ve imân ve aşk-ı ilâhî ziyâde olanlara cezbe verirler. Onlar bir zincir-itâifedir. Âşıkları, kendi taraflarına ve silsilelerine çekerler, dedi.Leylâ-ü mecnûn vakfıdır Zencir-i âşk divâneden divâneyeŞâban-ı Velî’nin bu sözünden, arkadaşları hiçbir şey anlayamadılar. Sözlerinde tekrar israr edince:- Sonra işiniz müşkül olmasın, onun için söylüyorum diyerek, onlarlaberaber dergâhın yolunu tuttu.Tokâdî dergâhından “Lâilâhe illâllah!” sesleri, perde perde yükseliyor­du. Gelen misafirler de bir köşeye çekilip kendilerinden geçmişler, dünyayı unutmuşlardı. Zikir bittiği zaman, Kastamonu’lu Âşık Şâban’da tâkat kal­mamıştı. Arkadaşlarına dönüp:- Beni zincirlediler; artık buradan bir yere gidemem, dedi.Arkadaşları her ne kadar:- Yolcu yolunda gerek, etme eyleme! dedilerse de bu sözleri, Şâban-ı Velîduymadı bile!Böylece, Tokâdî dergâhının dervişleri arasına katılan genç Şâban-ı Velî, hizmet kuşağını kuşandı ve on iki yıl Hayreddin Tokâdî hz. ‘nin bir dediğini iki ettirmeden tatbik ederek, seyr-i sülûkunu tamamladı.Nihayet irşâd zamanı gelmişti. Dergâhtan ayrılma, sevgiliden maddeten uzak kalma ateşi, Şâban-ı Velî’nin içine düştü ve bu sızı ile Kastomonu’nun yolunu tuttu. Yol boyunca konuşacak hâli kalmamıştı; suâl soranlara kısa cevaplar verip, kendi hâliyle hemdem oluyordu. Kastamonu’ya yaklaştığında bir kimse:- Selâmün aleyküm! nereden gelip, nereye gidiyorsun? dedi.- Aleyküm selâm! Hak’tan geldik, Hakk’a gideriz diye cevap verdi.Bu ayrılık ateşini ancak, namaz hafifletiyordu. Vücûdunun sikleti, ancako zaman zâil oluyordu. Kastomonu’ya yakın bir yerde, büyücek bir çınar kovuğunu, bir zaman için mesken edindi. Kastamonu’da yolunu gözleyenler, sabırsızlanıyorlardı. Nâmını duyanlar, bekleyenler pek çoktu. Çınarın dibine gelerek, şehre teşrîfı için yalvarıp yakaranlar oluyordu. Bu İsrarlara daha fazla tahammül edemeyen o büyük Velî, gelenlerle beraber yola koyuldu. İşte o anda fevkalâde bir hâdise vuku buldu. O kocaman çınar, günlerce bağrında barın­dırdığı İnsân-ı Kâmil’in ayrılığına tâkat getiremiyerek, birden ardınca yola koyuluverdi. Herkes tarifsiz bir heyecan ve şaşkınlık içindeydi. Şâban-ı Velî döndü ve sırrı âşikâr olanların tessürü ile ağaca hitâbetti:- “Olur mu, sırlarımı ele vermek olur mu?”Ağaç durmuş; hasret acısıyla, olduğu yerde kalmıştı.Medine-i Tâhire’de Mescid-i Nebî’de, Hz. Peygamberin (s.a.v.) da­yanıp, vaaz verdiği hurma kütüğü de, minber yapıldıktan sonra-Resûlullah’ın o kütüğe dayanmayı terk etmesi üzerine-inlememiş miydi? Burası yakînen bilinmelidir ki, Allah ve Resulüne ve onun vârislerine, cemadât ve nebadât dahi âşıktır.Şâban-ı Velî hz. de bir insân-ı kâmil, bir vasf-ı mükemmildir. Kastamo­nu’da Seyyîd Sünnet’i mescidinde vaz’ı nasihatte bulunur, orada da zikir ile meşgul olurlardı. Bir gün şevkâtli, merhametli, saf ve temiz bir köylü, Hacı Şâban-ı Velî’yi mescid’den çıkarken gördü. Eski elbiselerine baktı, acıdı ve dayanamıyarak:- Efendi, sen emin bir kişiye benziyorsun. Bizim köyün hayvanlarınıgütmeye çoban lâzım! Onları güdersen, sana bakar harçlık veririz, razı mısın?dedi.Hacı Şâban-ı Velî tebessüm ederek:Ben zaten çobanım, dedi. Köylü:Yâ! dedi, kimin çobanısın?Hakk’ın çobanıyım. Rabb’im bana Kastamonu’luları gütme vazifesini verdi.O saf köylü dayısı, bu sözlerdeki derin mânâyı anladı mı, anlamadı mı bilemeyiz. Fakat bildiğimiz bir şey var ki, söylemeden geçemiyoruz:Velîlerin himmet eli, daima inanan ve seven insanların üzerindedir. Yeter ki inkârda olunmasın, yeter ki gönüller uyanık ve ateşli olsun, yeter ki velîlerin Hakk’ın sevgilileri olduğu bilinsin. Bazı nâkıs düşünceli kimselerin görüp, baş çevirdiği hatta tân’ettiği evliyâyı sevenler, bu dünyada eksik değildir.Bu sebeple, Hacı Şâban-ı Velî için âşığın söylediği şu iki satır ile, bu menkîbemize son verelim:Sarıl gel dâmen-i ihsânına sen Şeyh Şâban’ın Harâbîden geçip, mâmûre olmak istersenRahmetullahi aleyh rahmeten vâsia.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*