SAVİ (Ahmed bin Muhammed)

SAVİ (Ahmed bin Muhammed): Mâliki mezhebi fıkıh âlimlerinden, ismi, Ahmed bin Muhammed el- Halvetî’dir. Sâvî nisbesiyle meşhûr olmuştur. 1175 (m. 1761) senesinde Mısır’da Nil nehrinin batı tarafında, “Sâ-ül-Hacer” denilen yerde doğdu. 1241 (m. 1825) senesinde Medîne-i münevverede vefât etti.

Fıkıh, tefsir, kelâm ve tasavvuf ilimlerinde derin âlim olup, yazdığı kıymetli eserlerinin ba’zılan şunlardır: I-Hâşiyetün alâ Tefisîr-il-Celâleyn: Celâ- leyn tefsiri üzerine yazmış olduğu hâşi- yesidir. Dört cild hâlinde basılmıştır. 2- Ferâid-üs-Seniyye, 3- Şerhu Hemziyyet-il-Bûsiriyye, 4- Belâgat-üs- sâlik li-akrab-il-mesâlik: Mâliki mezhebi fıkhının fürû’una dâir iki cild hâlinde yazdığı eseridir. 5- Hâşiyetü alâ Cevheret-it-tevhîd lil-Lakânî, 6- Hâşiyetün alâ şerh-id-Derdîr alâ risâleti fî ilm-il-beyân, 7- Esrâr-ür-Rabbâniyye vel-füyûzât-ir-Rahmâniyye: Salevât- üd-Derdîriyye adlı öserin şerhidir. 8- Hâşiyettin alâ Envâr-üt-tenzîl lil-Beydâvî, 9- Hâşiyetün alel Harîdet-i behiyye lid-Derdîr fil-kelâm, 10- Hâşi- yetüıı alâ Şerh-id-Derdîr li-Muhtasarihî, II- Şerh-ül-manzûmeti Esmâillahilhllsnâ lid-Derdîr.

Celâleyn Tefsiri üzerine yazdığı dört ciltlik hâşiyesinden ba’zı kısımlar Lokman sûresi onikinci âyetinin; “Zût-ı ulûhiyyetime yemin ederim ki, biz Lokman9a hikmet verdik ve Allaha şükret dedik99 meâlindeki âyet-i kerîmenin tefsirinde buyuruyor ki: Lokman aleyhisselâm, Târuh bin Nâhur bin Fahûr’un oğludur. îbrâhim aleyhisselâmm kardeşinin oğlunun oğludur. Eyyûb aleyhisselâmm kızkardeşinin oğlu olduğu da rivâyet edilir. Eyyûb aley- hisselâmın halasımn oğlu olduğu, bin sene kadar yaşadığı ve Dâvûd aleyhisselâma ulaştığı söylenir. Tefsir âlimleri onun hakîm (hikmet sâhibi, va’z edici) olduğu, peygamber olmadığı husûsunda ittifak ettiler. Ancak Ikrime ve Şa’bî peygamber olduğunu bildirdiler. Lokman aleyhisselâmm peygamberlikle, hakimlik arasında serbest bırakıldığı ve hakimliği tercih ettiği de rivâyet edilir. Rivâyet edilir ki: Lokman (a.s.) gün ortasında uyuduğu sırada kendisine bir nidâ gelip; “Yâ Lokman! Seni yeryüzüne halîfe kılmamızı, insanlar arasında hak ve adâ- letle , hükmetmeyi ister misin?” Lokman aleyhisselâm o sese cevap verdi ve dedi ki: “Eğer Rabbim beni serbest bırakırsa, âfiyet ve sıhhat isterim. Belâ ve musibetten de muhâfaza etmesini dilerim. Eğer sıkıntı ve belâ da verirse, seve seve kabûl ederim. Çünkü biliyorum ki, Allahü teâlâ bana belâ ve musibet verirse, bana yardım eder ve beni onlardan korur.” Bunun üzerine melekler, nereden geldiğini bilmediği bir sesle; “Niçin yâ Lokman” dediler. Lokman aleyhisselâm buyurdu ki: “Hakimlik, rütbelerin en sıkıntılısı ve en yükseğidir. Her tarafta mazlum kimseler olsa da, âdil olursan rahat ederler ve kurtulurlar. Eğer yoldan saparsan Cennet yolundan saparsın. Bir kimsenin dünyâda zelil ve sıkıntılı olması, şerefli ve sıkıntısız olmasından hayırlıdır. Kim âhıret üzerine dünyâyı tercih ederse, dünyâ ona fitne olur ve âhıret üstünlüklerine kavuşamaz*” Bu sözlerine melekler şaştılar. Lokman aleyhisselâm, tekrar uyuyup uyandığı zaman, kendisine hikmet verildiğini anladı. Hikmetli sözler konuşmağa başladı.
Bundan sonra Dâvûd aleyhisselâma hikmetli sözleriyle yardımcı oldu. Lokman aleyhisselâmın terzilik yaptığı veya koyun çobanı olduğu da nakledilir. şirk, büyük günahtır.

Rivâyet olunur ki: Lokman aleyhisselâm yolda giderken bir kimseyle karşılaşü. Lokman (a.s.) hikmetli sözler’ konuşuyordu. O kimse; “Sen filan çoban değil misin” deyince, Lokman aleyhisselâm; “Evet” dedi. O kimse; “Bu dereceye nasıl ulaştın?” diye sorunca; “Doğru söz söylemek, emânete riâyet etmek ve mâlâya’nî’yi (lüzümsuz işleri ve sözleri) terk etmekle ulaştım” buyurdu.

Hikmet: İlim ve ameldir. Bu ikisini birleştirmedikten sonra bir kimseye hakîm denilmez. Hikmet Emânete riâyet etmek, ma’rifet ma’nâlanna da gelir. Hikmet; “insanın gözüyle gördüğü gibi, eşyâyı idrâk etmesini sağlayan ve kalbde bulunan bir nûrdur” da denildi. Lokman aleyhisselâmın onikibin tâne hikmetli söz konuştuğu ve insanların o sözleri kendi sözleri arasına aldıkları söylenir.

Lokman aleyhisselâm, Dâvûd aleyhisselâmın peygamber olmasından önce, insanlar arasında hikmetli sözleriyle va’z eder, fetvâ verirdi. Dâvûd aleyhisselâm peygamber olarak gönderilince fetvâyı terk edip, ona ümmt eoldu ve ondan ilim öğrendi.

Allahü teâlâ; “Lokman aleyhisselûma hikmet verdik ve hikmetten ihsan ettiğimiz şeye şükretmesini emr ettik. Kim Allahü teâlâmn verdiği nimete  şükrederse şükrünün faydası kendinedir” buyurdu. Zîrâ şükürle, nâil olduğu nimetin hakkını edâ ettiği gibi şükür, nimetinin devâmına, ve artmasına sebep olur. Çünkü şükürden istifâde edecek kimse şükr eden kimsedir. Eğer bir kimse küfrân-ı nimetle Rabbine küfr eder, verdiği nimetin hakkını edâ etmezse, küfrân-ı  nimetin zaran da kendinedir. Çünkü Allahü teâlâmn hiç kimsenin şükrüne ihtiyâcı yoktur. Kullarından hiçbir kimse şükretmese, zât-ı ulûhiyyetine hiçbir zarar gelmez.

Allahü teâlâ, Lokman’a (a.s.) hikmet verdiğini buyurduktan sonra, Lokman’ın (a.s.) hikmetlerinden bazılannı şöyle beyân etti:

“Habibim zikret şol zam&ru ki;o zaman Lokman oğluna nasihat ederek şöyle demişti: “Ey oğulcuğum! Allah’a şirk koşma! Zîrâ  şirk, büyük günahtır.”

Lokman’m (a.s.) oğlunun ismi “En’ âm”, “Meşkem” veya “Saran” olduğu söylenir. Denildi ki: Oğlu ve hanımı küfürde idi. Uzun müddet va’z ve nasîhatten sonra müslüman oldular.

Rivâyet edilir ki: Lokman aleyhisselâm, bir torba içine bir miktar hardal tânesi koydu ve yanma aldı. Oğluna mev’ize mev’ize (konu konu) nasihat etmeye başladı. Her bir nasîhatından sonra bir hardal tânesini torbadan çıkardı. Nihâyet torbadaki hardal tâneleri bitti. Bunun üzerine oğluna dedi ki: “Ey oğulcuğum! Sana uzun müddettir va’z-ü nasihat ettim. Eğer bu va’z-ü nasihati dağa etseydim dağ parçalanırdı.” Oğlu, nasihatleri üzerine şirkten vaz geçip, onun dînine döndü ve müslüman olduktan sonra öldü.Lokman aleyhisselâmın hikmetli  nasihatlerdrn bazıları:

“Ey oğlum! Takvâyı kendin içi âhıret sermâyesi edin. Çünkü takvâ,mal ve mülk üe olmayan bir ticârettir.”

“Ey oğlum! Cenâzede hazır bulun,düğüne gitme. Çünkü cenâze sana âhreti hatırlatır. Düğün ise senin dünyâya karşı meylini arttırır.”

“Ey oğlum! Horoz senden daha akıllı olmasın. O her sabah zikr ve tebih ediyor .Sen ise uyuyorsun  oğlum! Tövbeyi geciktirme,çünkü, ölüm ansızın gelip yakalar”

”Ey oğlum! Cahil kimselerin sevgısine rağbet etme. Çünkü o, yaptığı kötü işlerine senin râzı olduğunu zanneder”

“Ey oğlum! Câhili bir yere elçi olarak gönderme. Eğer akıllı ve hikmet sâhibi birini bulamazsan kendin git.”

“Ey oğlum! Allahü teâlâyı anan (hatırlayan) insanlar görürsen onlarla otur. Âlim olsan da, ilminin faydasıru görürsün ve ilmin artar, ilmin yok ise sana öğretirler. Allahü teâlâ onlara olan rahmetinden seni de faydalandırır.”

“Ey oğlum! Allahü teâlâmn isminin zikredilmediği meclise rastlarsan orada oturma. Sen âlim olsan da, ilmin sana fayda vermez. Eğer ilmin yok ise câhilliğin fazlalaşır. Onlarla bulunman sebebiyle Allahü teâlâmn gazâbı sana isâbet eder.”

“Ey oğlum! Dünyâ derin deniz gibidir. Çok insanlar onda boğulmuştur. Takvâ gemin, îmân yükün, tevekkül hâlin olsun. Umulur ki kurtulursun.”

“Ey oğlum! Ben nice ağır yükler taşıdım. Kötü komşudan ağınnı görmedim. Nice acılar tattım, fakat fakirlik kadar acı birşey tatmadım.”

“Ey oğlum! Bilmediğin şeyi tam öğren. Bir kişiyle kardeşlik (dostluk) kurmak istediğin zaman önce onu gazaplandır. Eğer kızgınlığı ânında sana adâletle davranırsa ona yaklaş, yoksa ondan sakın.”

“Ey oğlum! Dilini “Allahümmagfirlî” demeğe alıştır. Çünkü, Allahü teâlânın reddetmeyeceği saatler vardır.”

“Ey oğlum! Borçlu olmaktan sakın. Çünkü, gündüz zillet içinde, gece gam ve keder içinde olursun.”

“Ey oğlum! Allahü teâlâ ma’ siyerimden dolayı beni cezâlandırmaz diye ümitli olmadığın gibi, rahmetinden de ümidini kesici olma.”

“Ey oğlum! Âlimlere karşı öğün- mek, akılsızlarla inatlaşmak, meclislerde ve toplantılarda gösteriş yapmak için ilim öğrenme, ihtiyâcım yok diyerek ilmi de terk etme.”

“Ey oğlum! Yalandan çok sakın. Çünkü dînini bozar ve insanlar yanında mürüvvetini azaltır. Bununla hayâm, değerini ve makâ- mını kaybedersin.”

“Ey oğlum! Kötü huylardan, gönül dağınıklığından sakın. Sabırsız olma,yoksa arkadaş bulamazsın, işini severek yap. Sıkıntılara katlan. Bütün insanlara karşı iyi huylu ol.”

“Ey oğlum! Hep üzüntülü olma, kalbini dertli kılma, insanlann elinde olana tamâ’ etmekten sakın. Kazâya râzı ol ve Allahü teâlâmn sana verdiği nzka kanâat et.”

“Ey oğlum! Helâl lokma ye ve işlerinde âlimlere danış, işlerini nasıl yapacağını onlara sor.”

“Ey oğlum! Bir hatâ işlediğinde hemen tövbe et ve sadaka ver.”

“Ey oğlum! Ölümden şüphe ediyorsan uyku uyuma. Uyuduğun ve uyumak mecbûriyetinde olduğun gibi ölüme de mahkûmsun. Dirilmekten de şüphe ediyorsan uykudan uyanma. Uykudan uyandığın gibi öldükten sonra da dirileceksin.”

“Ey oğlum! Helâl kazanç ile fakirlikten korun. Fakir düşen kimse şu üç musibetle karşılaşır. Din zayıflığı, akıl zayıflığı ve mürüvvetin yok olması.”

“Ey oğlum! Merhamet eden merhamet bulur. Sükût eden selâmete erer. Hayır söyleyen kâr eder. Kötü konuşan günahkâr olur. Diline hâkim olmayan pişmân olur.” Lokman Sûresi 16. âyet-i kerîmesinde buyurulduğu üzere, Lokman (a.s.) oğluna vasiyete devâm ederek dedi ki:

“Ey oğlum! yapılan iyi veya kötü iş bir hardal tanesi hazlar olsa da, bir kaya içinde yâhut göklerde veya yerin dibinde gizlense Allahü teâlâ o işi huzûruna getirir ve onu senden suâl eder. Zîrâ Allahü teâlâ, gizli, aşikâr her şeye muttali% latif ve kabirdir.”
“Ey oğlum! Namazı dosdoğru kıl. Şartlarına, rükünlerine, edeblerine riâyet ederek kıl. Çünkü namaz, dinin direğidir ve Allahü teâlâya münâcaattır.”

“Dînin hayır ve iyilik olarak bildirdiği bütün hususları emret. El ile, dil ile ve kalb ile gücün yettiği kadar insanları kötülükten sakındır. İbâdetlerinde ve insanlara nasihatin esnâsmda karşılaşacağın güçlük ve musibetlere sabret. İnsanlara iyilikleri emr ve nasihat edip kendini unutma. Yoksa mum gibi olursun. Mum insanlan aydınlatır. Fakat kendini yakıp eritir.”

“Ey oğlum! Sen insanlardan yüz çevirme. Onlara karşı kibirlenerek hakîr ve küçük görme. İnsanlara karşı öğünme. Onlar sana konuştuklan zaman onlardan yüz çevirme. Tevâzu ile sözlerini dinle. Onlar konuşurken lemmiyet vermeyerek başka şeyle meşgûl olma. Çünkü insanlara karşı hüsn-ü muâmele gereklidir.”

“Ey oğlum! Yeryüzünde insanlara karşı kibirlenerek yürüme. Allahü teâlâmn verdiği nimetin sâdece sana âit olduğunu zannederek insanlara mağrur olma.”

Ahmed bin Muhammed Sâvî, Celâle yn Tefsiri hâşiyesinde, Kevser sûresinin tefsirinde şöyle buyuruyor: Bu sûreye Nahr sûresi ismi de verilir. Bu sûre As bin Vâil ile ilgili olarak nâzil olmuştur. Çünkü Âs bin Vâil, birgün mescidin kapısından girerken, Resûlullah efendimiz (s.a.v.) çıkıyordu. O esnâda karşılıklı konuştular. Âs daha sonra çıkınca, Kureyş’in ileri gelenleri ne konuştuklarını ve kiminle konuştuklarını sordular. Âs bin Vâil de; “Şu ebterle konuştum” deyince bu sûre nâzil oldu.

“Ey Muhammed! Biz sana K evser’i ihsân ettik.” Kevser, birçok sûretlerde tefsîr edilmiştir. Birincisi; Kevser, Cennette bulunan bir nehrin ismidir. Resûlullah (s.a.v.) efendimizin şu hadîs-i şerifi bunu bildirmektedir.

Buyurdu ki: “Kevser; Cennette bir nehirdir. Onun iki tarafı altındandır. Mecrâsı (aktığı yer) inci ve yâkuttandır. Toprağı misk kokusundan daha güzeldir. Şerbeti baldan tatlı ve kardan beyazdır.” Enes bin Mâlik (r.a.) şöyle rivâyet eder: Birgün Resûlullah (s.a.v.) aramızdaydı. Hafif uykudan sonra başım gülerek kaldırdı. Biz; “Yâ Resûlallah sizi güldüren nedir?” diye sorduk. “Biraz önce Kevser sûresi inzal oldu .” buyurdu ve sûreyi okudu. Sonra, “ Kevser nedir biliyor musunuz?” buyurdu. Biz de; “Allah ve Resûlü daha iyi bilir” dedik. Buyurdu ki: “Kevser bir nehirdir. Rabbim bana pekçok hayr ve iyilikler vafdetti. Ümmetim kıyâmet günü o nehire getirilir. O nehirin kaplan (bardakları) gökteki yıldızlar adedincedir. Ümmetimden birisi o nehirden men edilir. Ben; “Yâ Rabbî! O benim ümmetimdendir derim. Allahü teâlâ; “Onun senden sonra ne yaptığım (dinde ne bid’atler ihdâs ettiğini) biliyor musun?” buyurur.”

İkincisi; Cennetteki bir havuzun ismidir. Birçok hadîs-i şeriflerde Kevser havzımn sıfatlan açıklanmıştır. Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Havuzumun uzunluğu bir aylık mesâfedir. Suyu sütten beyaz, kokusu miskden daha güzel, bardaklarının sayısı gökteki yıldızlar adedincedir. Kim o havuzdan içerse, ebedî olarak susamaz.” Daha birçok rivâyetler vardır.

Üçüncüsü; peygamberlik, dördüncüsü; Kur’ân-ı kerîm, beşincisi; Islâm dîni, altıncısı; Kur’ân-ı kerîmin kolay okunup ezberlenmesi ve Islâm dîninin kolaylığı, yedincisi; peygamber efendimizin Eshâ binin ve ümmetinin çokluğu, sekizincisi; Peygamber efendimizin zikrinin ve makâmmın yüksekliği, dokuzuncusu; kalbindeki nûr ve mâsivâdan kesilmek, onuncusu; şefaat, onbirincisi; mu’cizeler, onikincisi; Kelime-i tevhîd, onüçüncüsü; dindeki derin ilmi, ondördüncüsü; beş vakit namaz, onbeşincisi; büyük işler, onaltmcısı; dünyevî ve uhrevi pekçok hayırlardır. Bu hususlann her birisi Resûlullah (s.a.v.) efendimizde mevcuttur.

 

Aynı sûrenin tefsirinde buyuruyor ki: “Havz, sırattan önce midir yoksa sonra mıdır veya mîzândan sonra mıdır, önce midir husûsunda âlimler ihtilâf ettiler. Doğru olanı, Havz-ı Kevser sırattan ve mîzândan önce olmasıdır. Çünkü insanlar, kabirlerinden susuz olarak çıkacaklar, o Kevser hav- zından ebedî olarak bir daha susamamak üzere içeceklerdir.

Ibn-i Abbâs (r.a.), Peygamber efendimizden (s.a.v.); “Kıyâmet gününde Allahü teâlânın huzûrunda durduğumuz zaman orada su var mıdır?” diye sordu. Peygamber efendimiz (s.a.v.); “Evet, nefsim yed-i kudretinde olan Allahü teâlâya yemin olsun ki, orada su vardır. Allahü teâlanın sevgili kulları peygamberlerin havuzlan başına getirilir. Allahü teâlû ellerinde ateşten değnekler bulurum yetmiş bin melek gönderir. O melekler kâfirleri o havuzlardan uzaklaştınrlar” buyurdu. Bu uzaklaştırma sırattan sonra değildir. Çünkü sırattan, müslümanlardan başkası geçemeyecektir. Kâfirlerin sırattan sonra olması mümkün değildir. Bu sebeple havuz, sırattan öncedir.
Sâvî hazretleri, aynı sûrenin tefsirine devâm ederek buyurdu ki: “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes!” meâlindeki âyet-i kerîmedeki namaz kıl lafzından. Kurban bayramı namazı anlaşıldığını; îkrime, Atâ ve Katâde bildiriyorlar. Sûrenin Medîne-i münevverede nâzil olması bunu kuvvetlendiriyor.

Kurban kes lafzından; deve, sığır ve koyun hayvanlarının boğazlanması anlaşılıyor. Peygamber efendimiz (s.a.v.) vedâ haccında, malının en iyisinden yüz tâne dişi deve kurban etti. Bunlardan yetmiş tânesini kendi eliyle kesti. Otuz tânesini de Ali (r.a.) kesti. Namaz ve kurban kesmek birlikte zikredildi. Çünkü, namazda bütün ibâdetler toplanmıştır ve dînin direğidir. Kurban kesmekte ise, fakir ve ihtiyâçhlara yemek yedirmek ve kul hakkına riâyet etmek vardır. Bu iki haslet Allahü teâlâya karşı ibâdet etmektir.

Kevser sûresindeki; “Ey Muhammedi Muhakkak ki sana buğzeden kimse, ancak ebterd ir (nesli kesiktir)” meâlindeki âyet-i kerîmenin tefsirinde de şöyle buyuruyor:

Resûlullah efendimize (s.a.v.) buğzeden kimseler, oğlu Hz. Kâsım vefât edince ebter dedikleri zaman, Allahü teâlâ teselli ve müjdelemek için, bu âyet-i kerîmeyi indirdi. Hz. Kâsım, Peygamber efendimizin (s.a.v.) ilk evlâdıdır. iki sene veya 17 ay yaşadı. Peygamberlik bildirilmeden önce vefât etti. Peygamberlik gönderildikten sonra da vefât ettiği rivâyet edilir. Ancak ilk vefât eden evlâdıdır. Yedi tâne evlâdı vardır. Bunlar; Kâsım, Abdullah (Tayyib ve Tâhir diye de bilinir), Ibrâhim, Zeyneb, Rukıvye, Ümm-ü Gülsüm ve Fâüma’dır. ıbrâ- him, Mısırlı Mâriye validemizden olup, diğerlerinin hepsi Hz. Hadîce’dendir (r.anhâ). Hz. Fâüma hâricinde diğerleri Peygamber efendimizin (s.a.v.)sağlığında vefât ettiler. Hz. Fâüma da Peygamber efendimizin vefâtmdan altı ay sonra vefât etmiştir. Peygamber efendimizin (s.a.v.), zürriyeti, Hz. Fâüma’nın neslinden kıyâmete kadar devâm edecektir.
ihlâs sûresinin faziletiyle ilgili birçok hadîs-i şerifler vardır. Bunlardan bazılan:

Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki birkimse, uyumak istediği zaman sağ tarafı üzerine yatsın. Sonra yüz defâ; “Kul hü vallahü ahad” sûresini okusun Kıyâmet günü o kimseye Allahü teâlâ; “Ey kulum sağ tarafın ile Cennete gir” buyurur ”
ve “Kim; “Kul hü vallahü ahad”sûresini elli defâ okursa, elli senelik günâhı bağışlanır” ve “Kim; “Kul hü vallahü ahad” sûresini on defâ okursa, onun için Cennette bir köşk bind olunur, yirmi defâ okursa? iki köşk, otuz defâ okursa üç tâne köşk binâ olunur ”ve “Kim; “Kul hü vallahü ahad”sûresini ölüm hastalığında okursa kabir fitnesinden kurtulur ve kabir sıkmasından emin olur. Kıyâmet günü melekler onu Sırattan kurtulup Cennetle mükâfat landınlıncaya kadar taşırlar ” ve “Bir kimse evine girdiği zaman “Kul hü vallahü ahad” sûresini okursa, bu evin halkından ve komşularından fakirlik gider” ve “Kim; “Kul hü vallahü ahad” sûresini bir defâ okursa onun bereketine kavuşur, iki defâ okursa kendisi ve âilesi bereketine kavuşur, üç defâ okursa kendisi ve bütün komşuları bereketine kavuşur. Oniki defâ okursa, Allahü teâlâ onun için Cennette oniki tâne köşk binâ eder. Yüz defâ okursa? Allahü teâlâ onun adam öldürme ve kul hakları hâricinde olan elli senelik günâhım bağışlar. İkiyüz defâ okursa, Allahü teâlâ yüz senelik günâhını bağışlar. Bin defâ okursa? vefât etmeden önce Cennetteki makâmını görür veyâ gösterilir.”

Bir kimse, Resûlullah (s.a.v.) efendimize fakirlikten ve geçim sıkıntısından şikâyet etti. Resûlullah (s.a.v.) efendimiz; “Eve girdiğin zaman evde bir kimse olsun veya olmasın selâm ver ve; “Kul hü vallahü ehad” sûresini bir defa oku” buyurdu. O kimse bu şekilde, yaptı. Allahü teâlâ ona o kadar mal verdi ki, komşularına bile dağıttı.

 

 

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*