SENÂULLAH-I SEBNEHLİ

S E N Â U L L A H -I SEBNEHLİ: Hindistan’da yetişen büyük âlim ve velîlerden. Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerinin önde gelen talebelerinden. İsmi, Senâullah, nisbesi Sebnehlî’dir. Mevlevî Senâullah-i Sebnehlî diye tammr. Din ilimlerinde mütehassıs idi. Kaynak eserlerde, doğum ve vefât târihleri ile hâl tercümesi hakkında ma’lûmât bulunmamakta ise de, onüçüncü asnn ortalarına doğru vefât ettiği bilinmektedir. Kırâat, hadîs ve diğer naklî ilimleri, Şâh Veliyyullah Ahmed Sâhib-i Dehlevî’den okuyan Senâullah-i Sebnehlî, evliyâlık yolunda Mazhar-ı Cân-ı  Cânân hazretlerinden çok istifâde etti. İlk zamanlarında hocasının emriyle, Hâce Mûsâ Hân’dan feyz aldı. Onun sohbetlerinde bulunarak çok ilerledi. Hâce Mûsâ Hân da, Mazhar-ı Cân-ı Cânân’ın halîfelerinden idi. Mûsâ Hân hazretlerinin bâtınî kemâ- lâtmdan çok istifâde etti. Evliyâlık yolunun son makamlarına kadar yükseldi. Ondan ve dolayısıyla Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerinden icâzet alıp, Sebnehl beldesinde talebe yetiştirmeye başladı. O beldenin insanlarına, İslâm ilimlerini, tasavvufî ma’rifetleri öğretti. Çok talebe yetiştirdi.

Senâullah-i Sebnehlî hazretleri devamlı olarak ibâdetle meşgûl olur, vakitlerini hiç zâyi etmezdi. Yüksek ilim sâhibi olmakta, ilimle amel etmekte, her hâlinde istikâmet sâhibi olmakta, (hareketlerinin tam doğru olmasında) sabır ve güzel ahlâkta fevkalâde idi. Hep Allahü teâlâyı düşünür, O’ndan gâfil olmazdı. Devamlı murâkabe hâlinde idi. Hep Allahü teâlâmn ihsân ettiği sayısız ni’metleri, bunlara karşılık olarak O’na hakkıyla ibâdet edemediğini düşünür, kendini kusurlu ve kabahatli görürdü. Şüpheli şeylerden çok sakınırdı. Buyurdu ki: “Bir defâsında, dünyâya düşkün olan devlet adamlarından birinin yemeğini yemiştim. Kalbim ve rûhum sıkıldı. Ma’ neviyâtım bulandı. Ne kadar tövbe istigfâr ettiysem de, eski iyi hâlime gelemedim. Gerçi doğru yoldan hiç ayrılmadım ama, ma’nevî lezzetimi kaybettim. Demek İti yediğim o yemek şüpheli imiş.”

Nefehât kitabının sâhibi Abdürrahmân Câmî hazretleri buyuruyor ki: “Bu yolun bağlılarından biri diyor ki: Bir defâsında çok susamıştım. Bir askerin suyundan içtim. Hemen o anda ma’nevî hâllerim bozuldu. Kalbim bulandı. Tam otuz yıl o bulanıklığın izi içimden gitmedi.”

Senâullah-i Sebnehlî, bir gece rü’ yâsmda Peygamber efendimizi (s.a.v.) gördü. Peygamber efendimiz (s.av.) ona, günlük olarak bir rub’iyye (Hind lirası) ta’yin buyurdu ve ona çok iltifât eyledi. Bu rü’yâdan birkaç gün sonra, zenginlerden birisi Senâullah hazretlerine gelip, ihtiyâçlarım karşılamak üzere kendisine hergün bir rub’iyye vereceğini söyledi. Zâhirî ve bâtın! ilimlerdeki tahsilini tamamlayıp, icâzet ve hilâfet aldıktan sonra, talebe yetiştirmek üzere memleketi olan Sebnehl’e gitti. Orada vazifeye başladığı sırada, hocası Mazhar-ı Cân-ı Cânân (k.s.), ona bir mektup yazarak buyurdu ki: “Her nerede bulunursanız bulununuz, Allahü teâlâ sizinle berâberdir. Oraya gittiniz. Mübârek olsun! Bu fakire olan bağlılığınızın harâreti eksilmesin. Ya’ni her hâlinizle bizi temsil edin ki, bu yolun kıymeti oralarda da anlaşılsın. Dervişlik demek, sâdece birine bağlanmak demek değildir. Dervişlik, gönlünü toparlayıp, kul olduğunu düşünmek ve kulluğu ile meşgûl olmak, kalbe dağınıklık getirmemek, vakitlerini hep hâlis niyet ile, Allahü teâlâmn dînine hizmetle geçirmektir. Allahü teâlâ size büyük bir saâdet vermiştir. Bunun şükrünü yapmak ancak şöyle olabilir ki, Cüııeyd-i Bağdâdî hazretleri; “Şükür, Allahü teâlâmn verdiği ni’metleri, O’nun râzı olduğu şeye sarfetmektir,, buyurmuştur

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*