SIRRI SAKATÎ

SIRRI SAKATÎ (K.S.)Sırrı Sakatı Abdülkasım bin Mugleş (k.s.) Hicrî 153 – Milâdî 767 yılında dünyaya teşrif etmiş; doksan sekiz yıl muammer olduktan sonra, Hicrî 251 -Milâdî 865 yılında Bağdat’ta irtihâl-i dâri beka etmiştir. Kabr-i şerifi Şevniye’-dedir. Bağdat’ta olan bu kabristanlık, daha çok, evliyâ ve sâlih kimselerin medfun bulunduğu meşhur bir kabristanlıktır. Yeri bellidir ve daima ziyarete açıktır.Sırrı Sakatî hz., Mâruf-u Kerhî ve Cüneyd-i Bağdadî’nin dayısıdır. Bu zevât, tarikat ve ilimde üç sacayağı gibidir. Daima birbirlerini tamamlamışlar, birbirlerine feyz vermişlerdir.Devrinin sevilen şeyhlerinden olup; Irak’ın bir çok şeyhleri, onun mürîdi idiler. Sakatî denmesine sebep; Bağdat’ta hurda satarak, geçimini sağlama-sındandır. Çarşı içinde herkes hararetli, hararetli alış veriş yaparken o, perdesini çeker ve günde en az bin rekât namaz kılardı. Alış verişte, yüzde beşden fazla kâr istemezdi. Bir keresinde, altmış altınlık badem içi satın almıştı. Badem fıatı ansızın yükseldi. Komisyoncu bademi satmak için gelmişti. O, altmış üç altına satmasını söyledi. Komisyoncu:Bu gün bu kadar bademi, doksan altına alıyorlar, deyince, Sırrı Sakatî:Ben yüzde beşten fazla kâr almamaya karar verdim. Kararımı değişti-remem, dedi. Bunun üzerine komisyoncu:Ben de senin malını aşağı fiatla satmam, dedi ve satmadı.Yetmiş yıl kimse onu-bir kere bile-yanı veya arkası üzerine yatmış olarak görmedi. Ömür boyu herhangi bir gaflet anında, ayaklarını uzattığı veya bulunduğu yere yayıldığı görülmedi. Uzanmış olarak ancak, ölüm döşeğinde gördüler. Her an huzurda ve her an edepli idi. Vera’ sahibiydi; güzel hâllerde ona erişen yoktu. Hele tevhîd ilminde zamanın bir tanesiydi. O sıralarda Bağdat ve havalisi tevhide dâir bilgiyi, onun dilinden alıyorlardı.Ali bin Hüseyin hz. anlatıyor:”Sırrı Sakatî hz. bir aralık, ağır bir öksürüğe yakalandı. Babamın verdiği ilâcı ona götürdüm.Bunun değeri ne kadar? diye sordu.Bilmiyorum. Babam bana bir şey söylemedi, deyince,280SIRRI SAKATI (K.S.)Sırrı sakatî hz.:- Git, ona söyle! Biz elli yıldan beri büyük insanlar arasındayız. Onlarınhâlini biliriz. Onlar, dinlerini âlet edip dünyalık toplamadılar. Dinleri sayesindemaddî şeyleri alıp yemediler. Şimdi beni dinim sayesinde birşeyler alıp, yerkenmi görmek istiyor? Değerini vermeden bu ilâcı almam.”Bu büyük insan:Bir defa sevinçle,’ ‘Elhamdülillah” dedim. Otuz senedir onun günahını affettirmek için, üzüntü ile istiğfar ediyorum, dedi. Yakınları:Nasıl olur, ya İmâm? İnsan Allah’a hamdettiği için günaha mı girer ki, otuz senedir bunun affı için tövbe ediyorsunuz? diye sordular.Şöyle anlattı:- “Bağdat mescidinde “Müslümanların dertleri ile dertlenmiyenler,bizden değildir”’ hadîs-i şerifini okuttuğum sırada, dışarıdan bir adam geldi.Nefes nefese yanıma gelen şahıs, Bağdat çarşısında büyük bir yangının çıktı­ğını, her tarafı yakıp yıktığını ve bütün müslümanların servetlerini kül edipgöğe savurduğunu söyledi. Ben de: “Çok şükür, dünya malından kurtuldum”dedim. Ancak gelen kimse bir anlık tevakkûfdan sonra sözüne şöyle devam etti,”Senin dükkânına hiç bir şey olmadı” dedi. Ben de boş bulunup, “Elhamdü­lillâh” deyiverdim. İşte bu ateş otuz yıldır, içimden çıkmadı. Hatırladıkçautandığım ve affettirmeye uğraştığım, “Elhamdülillâh” budur. Çünkü o andabütün müslümanların başına gelen bu felâketi hiçe sayarak, sadece nefsimidüşünmüş oldum. Hâlâ bu hareketimin verdiği pişmanlık için istiğfâr ediyorumve Cenâb-ı Hak’dan, beni sadece nefsini düşünen müslümanlardan eylememesiiçin, duâ ve niyâzda bulunuyorum.”Oysa, Sırrı Sakatî hz. yangından hemen sonra, “Herkesin malı yandı benimki kaldı” diyerek, dükkândaki malları Allah rızası için, fakirlere dağıt­mıştı.Cüneyd-i Bağdadî hz. yedi yaşında iken bir gün, mektepten evine geldiğinde, babasını ağlarken buldu ve hikmetini sordu. Babası şöyle dedi:Bu gün zekât olarak dayın Sırrı Sakatî’ye bir kaç gümüş göndermiştim, almamış. Kıymetli ömrümü, Allah adamlarının beğenip almadığı gümüşler için geçirmiş olduğuma, ağlıyorum dedi. Cüneyd:Babacığım! O parayı ver ben götüreyim deyip, dayısına gitti ve kapıyı çaldı. Sırrı Sakatî:Kim o? deyince,Ben Cüneyd’im. Dayıcığım, kapıyı aç ve babamın zekâtı olan bu gümüşleri al, dedi. Sırrı Sakatî:Almam, deyince, Cüneyd:HZ. MUHAMMED (S.A.S.)’IN VARİSLERİ281Adl edip, babama emreden ve ihsan edip, seni serbest bırakan Allahü Teâlâ için al, dedi. Dayısı:Babana ne emretti ve bana ne ihsân etti? diye sordu. Cüneyd:Babamı zengin yapıp, zekât vermesini emretmekle adalet eyledi. Seni de fakir yapıp zekâtı kabul etmekle, etmemek arasında serbest bırakmakla ihsân eyledi, diye cevap verdi.Bu söz Sırrı Sakatî’nin hoşuna gitti ve sevgili yeğenine:- Oğlum! Gümüşleri kabul etmeden önce seni kabul ettim, dedi ve parayıaldı.Sırrı Sakatî, yeğeni Cüneyd-i Bağdadî’nin olgunluğunu daha pek küçük­ken keşfettiğinden hacca giderken, onu da beraberinde götürmüştür.Birgün Mâruf-u Kerhî, yetim bir çocuğa elbise alıyordu. Sakatî hz. de bir şeyler verdi. Kerhî hz. onun için duâ etti ve şöyle dedi:- Cenâb-ı Hak senin gönlünde, dünyayı mesrur etsin ve dünya gâilelerin­den ferâgat versin.Çocuk da duâ etti. Sırrı Sakatî hz.:- Bu duâların berekâtı ile, Cenâb-ı Hakk’ın pek çok nimetlerine nâiloldum, buyurmuştur.Şeyh Sırrı Sakatî bir gün, sabır hakkında vaaz veriyordu. Bir akrep gelip, üç kere ayağını soktu. Vaazı dinliyenler, akrebin canını yakmasına niçin izin verdiğini sordular. Şöyle cevap verdi:- Sabır hakkında konuşuyordum. Buna aykırı hareket etmeye utandım.Sevgili yeğeni Cüneyd-i Bağdadî hz. anlatıyor: “Bir gün evine gittim. Bana buyurdular ki:- Gece ve gündüzüm âh ile vâh ile inleyip, sızlamakla geçiyor. Bunun içingece ve gündüz hâ uzun olmuş, hâ kısa; benim için ne fark eder ki? Acı vekederden sonra bir sevinç gelmedi ki; sevinmedim ki!.”Ruhumda ne gündüz ne de gece ferâh var. Geceler uzun veya kısa olmuş, ne önemi var? Ümitsiz hastayım gece boyunca, Gamım çok, düşünmem var gün boyuncaCenâb-ı Hakk’a şöyle niyâz ederdi:”İlâhî! Azametin sana niyâzda bulunmaktan beni alıkoymuştur, ama hakkındaki mârifetim seninle üns hâlinde olmamı temin etmiştir!Allah’ ım, bana neyle azâb edersen et, yeter ki, perde zilletiyle azâb etme!Şayet “Beni dille zikret”, demeseydin seni zikretmezdim, yâ Rab! Sen benim dilime sığmazsın, lüzumsuz ve boş şeylere bulaşan bir dili seni zikretmek için nasıl kullanabilirim?”282SIRRI SAKATI (K.S.)Sırrı Sakatî hz.’nin hikmetli sözleriKuvvetlerin kuvveti, nefsi mağlûp edebilmektir.Bir kimse nefsini terbiyeden âciz ise, başkasına edep öğretmek için daha âcizdir.Bir kimsede istidrâc alâmeti; kendi ayıbını bırakıp, başkasının ayıbıyla meşgul olmasıdır.Halkın “Şu bir velîdir; Allah’ın sevgili kuludur!” demesinden hoşla­nan kimse bilsin ki, nefsine esirdir.
Evimde oturup kalmayı mescide gitmekten daha faziletli bilsem, kat’iyyen halk arasına karışmazdım.Şu üç huy, Allah’ın dargınlığını celbeder: Çokça oyun oynayıp, vakti boşa harcamak; onunla bununla alay etmek; gıybet etmek.Dünya âlimlerin kalbine giren, dişi bir yılandır. Âbidlerin ve sahte sofuların da sihirbazıdır. Çocukların topla oynadığı gibi bunlarla oynar.İki huy vardır ki kulu Allah’a yaklaştırmaz, uzaklaştırır: Farz ibâdetle­rin vaktini geçirip, nâfilelerle uğraşmak; Kalbin uymadığı duygularla yapılan amel.Bir kimse karanlık gecelerde Râbb’iyle ünsiyet ederse, yarın onun üstüne bayraklar açılır.İnsanın nefsini bilmemesi ve halkın ayıbını görmesi kadar; amelleri boşa çıkaran, kalpleri bozan, kulu en seri şekilde helâka götüren, devamlı hüzne boğan, cezayı çabuklaştıran, riyâyı sevdiren, baş olma hevesine kaptıran ve ucba götüren şey görmedim. O nefsini bilmeyen ve halkın ayıbıyla uğraşan kimse, bir de ibâdetle mârufsa ve bu hususta ünü duyulmuşsa; bu felâketler bir kaç kat artar. Ya bir de beklenilmeyen övgülere kapılırsa, en gizli yerde dahi nefsini büyük görmeye başlar. Kendisini boş arzulara kaptırır. Bu durumuyla, halkın övmesinin kalbine açtığı yaradan daha fazlasıyla kalbi kararır.Şu dört şeyin dışında olan bütün dünya varlığı fazladır: Ölmeyecek kadar ekmek; harâreti giderecek kadar su; gerekli yerleri kapatmak için elbise; oturabilecek bir ev.Halkla konuşma; daima Allah’ı zikretmekle meşgul ol!Bir kimse dinini selâmete erdirmeyi, bedenini rahata kavuşturmayı, kendisine üzüntü verecek şeylerden kurtulmayı arzu ediyorsa; halk arasından çekilsin ve kendisine bir uzlet köşesi bulsun.”Şerirlerin sohbetinden kesilin, Allah’dan konuşanlarla olun. Mârifet, bir kuş gibi yukarıdan aşağıya doğru iner ve daima utanç ve hayâ sahibi gönülleri arar, onlara konar.İstidrâcın alâmeti, nefsin kusurları karşısındaki körlüktür.Edeb, kalbin tercümanıdır.HZ. MUHAMMED (S.A.S.)’İN VÂRİSLERİ283Şehvet ve nefsânî arzu sebebiyle işlenen her günahın affedilmesi ümit edilir. Sebebi kibir ve gurur olan bir günahın affolunması ise asla ümit edilemez. İblis’in günahı kibirden, Âdem’in hatâsı şehvetten kaynaklanmıştı; bu, ona delildir.Dil, kalbin tercümanı; yüz, gönlün aynasıdır. O yüzden, kalbinde gizlediklerin, yüzünden belli olur.Bir kimse sahip olduğu nimetin kadrini bilmezse, o nimet hiç farkında olmadan zevâle erer.Beş şey vardır ki, onlarla beraber başka bir şey kalbte karar kılmaz: Sırf Allahü Teâlâ’dan korkmak; sadece Allah’tan ümitvâr olmak; sadece Allah için sevmek; sadece Allah’tan hayâ etmek; sadece Allah’la üns hâlinde olmak.Üç türlü kalb vardır: Kalb vardır dağ gibi sabittir, hiçbir şey onu yerinden kımıldatamaz. Kalb vardır ağaç gibidir, kökü muhkemdir ama zaman zaman rüzgâr onu sallar. Kalb vardır tüy gibidir, rüzgâr esince her tarafa gider.Allah’tan korkandan, her şey korkar.Sence doğruluğu açık olan işi yap. Yanlışlığı âşikâr olan işten kaçın. Sana şüpheli gelen iş için dur; ve onu Allah’a havâle et. Delilin Allah olsun! Kendini daima Allah’a muhtaç bil! “Hiç bir şeye gücü yetmeyen mülkiyet altındaki bir kul (nasıl olur?)” (16: 75)Arifte güneşin vasfı vardır, bütün âlemi ışıklandırır; yeryüzünün şekli vardır, bütün varlıkların yükünü çeker; suyun tabiatı vardır, bütün gönüller onunla hayat bulur; ateşin rengi vardır, âlem onunla aydınlanır.Halkın en sabırlısı, hak üzerine sabredebilendir.Bir kimsenin Allah katındaki değeri, Allah’ın onun kalbi katındaki değeri kadardır.Kendisinde bulunmayan hususları halka, varmış gibi gösterip onların gözüne hoş görünen Allah’ın gözünden düşer.Güzel ahlâk, kin gütmeden ve karşılık beklemeden herkesin eziyetine katlanmak ve hiç kimseyi incitmemektir.Günahı terketmenin üç yolu vardır: Cehennem korkusu, cennet arzusu, Allahü Teâlâ’dan hayâ duygusu.Kul, dinini hevâ ve hevesine tercih etmedikçe kâmil olamaz.Halkla sohbet, seni Hak’la sohbetten asla alıkoymasın!Şu üç şey bir kimsede bulunursa, o kimsenin imânı kâmil olur: Kızınca, öfkesi onu Hakk’ın haricine çıkarmaz; memnun olunca, rızâsı onu bâtıla sürüklemez; gücü yettiğinde haddini aşmaz.Rahmetullahi aleyh rahmeten vâsia.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*