TAHTÂVİ (Seyyid Ahmed bin Muhammed)

TAHTÂVİ (Seyyid Ahmed bin Muhammed): Hanefî mezhebi fıkıh âlimi. İsmi, Ahmed bin Muhammed bin îsmâil Tahtâvî’dir. Seyyid Muhammed Tokâdî’nin Boyundandır. Mısır’da Sa’îd-i Ednâ yakınındaki Tahtâ nâhiyesinde doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 1231 (m. 1816)senesi Receb-i şerîf ayının onbe- şinde Cum’a gecesi Mısır’da vefât etti, önceden bizzat kazdırıp hazırlattığı Karâfe kabristanındaki Şeyh Ebî Ca’ fer Tahâvî kabri yakınındaki yere defnedildi. Babası Muhammed bin Îsmâil Efendi, Anadolu’dan Mısır’a gelmiş ve Sa’îd beldesi yakınındaki Tahtâ nâhi- yesine yerleşmişti. Orasını vatan edinip, sâliha ve şerife bir hanımla evlendi. Mes’ûd bir ömür sürdükten sonra, vefâtında geriye, îsmâil ve Ahmed isminde iki oğul ile bir kız çocuğu bıraktı. Bu çocuklardan Seyyid Ahmed, “Tahtâvî” diye meşhûr oldu. Seyyid Ahmed Tahtâvî, babasımn terbiye ve himâyesinde yetişip, küçük yaşta Kur’ân-ı kerimi ezberledi. 1181 (m. 1767) senesinde tahsîl için Kâhire’ ye gitti. Bir müddet nahv (gramer) okudu. Sonra Ezher Medresesi’ne girdi. Orada Şeyh Ahmed Hamâkî, Harîrî, Şeyh Mustafa Tâî, Şeyh Abdürrahmân Arişî ve başkalarından fikıh ilmini öğrendi, Arişî’nin derslerine devamla, Dürr-ül-Muhtâr isimli fikıh kitabının başından, Kitâb-ül-Büyû’ bahsine kadar okudu. Geri kalan bölümünü de Hasen Cebertî’nin yamnda tamamladı. Hasen Cebertî, talebelerinin arzusu ile, Dürr-ül-Muhtâr’m tamâmını okuttu. Bu esnâda Ahmed Tahtâvî de, diğer talebelerle birlikte Cebertî’nin evindeki derslerine devâm etti. Acâib-ül-âsâr müellifi Abdürrahmân Cebertî diyor ki: “Ahmet Tahtâvî ile birlikte babamın derslerine devâm eder, diğer talebeler dağıldıktan sonra ondan Nûr-ül-îzâh metnini okurduk. Ahmed Tahtâvî’nin mîzâa hoşuma gidiyordu. Gerek medresede gerek evimizde, ondan aynlmayıp, vakitlerimi onunla birlikte geçiriyordum. Yaş olarak aramızda pek fazla fark yoktu. Babam bu hâlimizi iyi bildiğinden, ba’ zan ondan ayn kaldığımda; “Sa’îdli arkadaşın nerede?” diye sorardı. Ahmed Tahtâvî ile birlikte çalışırdık. Zor gelen ve anlayamadığım mes’ eleleri bana açıklardı.”

Ahmed Tahtâvî, ilim öğrenmek içinçok çalıştı. Keskin bir zekâ ve kuvvetli bir hâfizası vardı. Fıkıh ilmi yamnda hadîs ilminde de üstün bir dereceye yükseldi. Şeyh Hasen Cüdâvî, Şeyh Muhammed Emîr, Şeyh Abdülalîm Feyyûmî’nin hadîs-i şerif derslerini dinledi ve kendilerinden icâzet (diploma) aldı. Ahmed Tahtâvî, Salîbe nâhiye- sinde ikâmet ederdi. Şeyhûniyye ve Sargatmışıyye medreselerinde ders verirdi. İlimdeki şöhreti her yere yayıldı. Oturduğu beldenin ileri gelenleri ve halk, onun etrâfinda pervâne oldular. O beldedeki insanlar, ona izzet ve ikrâmda kusur etmediler. Zamanla o yer, her bakımdan ma’mur bir hâle geldi. Şeyhûneteyn isimli iki medresenin vakıf başkanlığını yaptı. îlim yuvalanm ta’mir ve yemden yapma işin de büyük hizmetler gördü. Daha sonra çoluk-çocuğu ile birlikte Derb-ül- meydâ denilen nâhiyeye gidip oradaki mescidin meşrûtası olan Dâr-ül- Müleyhâ denilen eve yerleşti. Ahmed Tahtâvî, bu sırada hiç ara vermeden, Ezher Câmii’ndeki derslerine devâm etti. Dersleri büyük bir kalabalık tarafindan ta’kib edildi. Sonra Ezher yakınında Vidinli Ahmed Efendi’nin ta’mir ettirdiği Ayniyye Medresesi’nde ders okuttu. Hergün ikindi namazından sonra hadîs dersleri verirdi. Şeyh îbrâhim Hariri vefât edince, yerine Hanefi müftîliği makâmına ta’yin edildi. Ezher rektörü Şeyh Şinvânî’den makam cübbesini giydi. Alimler ve ileri gelenler, yapılan merâsimde hazır bulundular. Ahmed Tahtâvî, ömrünü ilim, ibâdet, talebe yetiştirmek ve eser yazmakla geçirdi. Seyyid Ahmed Tahtâvî eserlerinin muhtelif yerlerinde şöyle demektedir “Müslümanlann, birbiri ile karşılaştıktan zaman, müsâfeha etmeleri sünnetdir. Niteldm Süleymân Ebû Dâvûd Sicistânî’nin bildirdiği Hadîs-i şerîfde, Ebû Zer Gıfârî (r.a.) buyuruyor ki: “Resûlullah (s.a.v.) ile her karşılaş- dığımda, benimle müsâfeha ederdi.” Müsâfeha; iki kişinin, sağ elin avuç içleri birbirine yapıştınp, iki baş parmağın yanlanm birbirine değdirmesidir. Şimdi moda olan, parmaklan tutarak, avucuna koyarak yapılan tokalaşma, müsâfeha değildir. Sünnet olan ise, karşılaşınca, selâm söyleşirken, sağ el dört parmak içlerini, çıplak olarak (eldivensiz, örtüsüz, karşısındakinin sağ eli dışına baş parmağı tarafına) yapıştırmaktır. Baş parmakda bulunan damardan muhabbet yayılır. Müsâfeha ederken, birbirine muhabbet geçer.” “Bugün her müslümamn dört mez- hebden birinde bulunması vâcibdir. Dört mezhebden birinde bulunmayan kimse, Ehl-i sünnetten ayrılmış olur. Ehl-i sünnet olmayan da sapık veya îmânsız olur.”

“Misvâkın otuzdan çok fâidesi vardır. Birincisi, son nefeste îmân ile gitmeğe sebep olur. Erkeklerin, oruçsuz iken de, özürsüz sakız çiğnemeleri mekrûhdur. Kadınlar, misvâk yerine, orucsuz iken, sünnete niyet ederek sakız kullanmalıdır.” “Tutulmamış oruçların fidye vererek iskât edilmesi için nass vardır. Namaz, oruçtan daha mühim olduğundan, şer’î bir özür ile kılınamamış ve kazâ etmek istediği hâlde, ölüm hastalığına yakalanmış bir kimsenin, kazâ edemediği namazlan için de, oruçta yaptığı gibi iskât yapılması için, bütün âlimlerin sözbirliği vardır. Namazın iskâtı olmaz diyen kimse câhildir. Çünkü, mezheblerin sözbirliğine karşı gelmektedir. Hadîs-i şerîfde; “Bir kimse, başkası yerine oruç tutamaz ve namaz kılamaz. Fakat, onun orucu ve namazı için fakiri doyurur” buyuruldu.”

“Nezr yapmanın câiz olduğu âyet-i kerîmeden ve hadîs-i şerîfdeıı anlaşılmaktadır. Nezr yapmak, istenilen bir- şeyin hâsıl olmasına talik edilirse (bağlanırsa), şart etdiği şey hâsıl olunca, nezr etdiği şeyi yapmak lâzım olur. Hâsıl olmasım istemediği bir şeyi şart ederse istemediği şey hâsıl olunca, hac, oruç, sadaka, nâfile namaz gibi nezrlerini, isterse yapar. İstemezse, yapmayıp, yemîn keffâreti verir. Meselâ; “Ali ile konuşursam, Allah için yüz lira sadaka nezrim olsun” deyip, Ali ile konuşursa, isterse, sadakayı verir, isterse vermeyip, yemîn keffâreti verir. Fakat, zevcem boş olsun dedi ise, Ali ile konuşunca zevcesi boş olur. Yemîn keffâreti vermesi câiz olmaz. Şarta bağlı olan nezri, şart hâsıl olmadan önce yapmak câiz değildir. Meselâ, hastam iyi olursa, Allah için şu kadar sadaka vermek ve sevâ- bım Seyyid Ahmed Bedevi hazretlerine bağışlamak nezrim olsun deyip, hasta y iyi olmadan önce nezrini yapması câiz z olmaz. Hasta iyi olduktan sonra yapması lâzım olur. Şarta bağlı olan nezri yaparken de, yeri, fakirin şahsını ve fakirlerin adedlerini ve paranın cinsini de söylediği gibi yapmak lâzım değildir. Şarta mu’allak olan nezr, şart edilen şeye karşılık olarak yapılmamalıdır. Allahü teâlâya şükür olarak yapılmalıdır. Şükür secdesi yapmak gibidir.” “Başta ve gövdedeki yaraya konulan ilâcın, sıvı olsun, katı olsun, beyne ve hazm yoluna gitdiği bilinirse, oruç bozulur. İçeri gitdiği iyi bilinmezse, ilâç sıvı ise, İmâm-ı a’zam bozulur dedi. İki imâm ise, içeri gitdiği iyi bilinmeyince bozulmaz dedi. İçeri Bızdığı iyi bilinmeyen ilâç katı ise, üç imâm da, bozulmaz dedi.”

“ Sabah namazının farzından sonra, güneş doğuncaya kadar nâfile namaz kılmak, tahrîmen mekrûhtur. Sabah namazımn sünnetini önceden kılmamış ise, bunu kılmak da bu yasağın içindedir. Çünkü bu vakit, yalnız farz kılmak için aynlmışdır. Ya’nî farzdan sonra güneş doğuncaya kadar, namaz kılmayan, hep farz kılmış sayılmaktadır. Bu ise, sabah sünneti bile olsa, nâfile kılmakdan daha efdaldir. Fakat, bu zaman içinde kazâ kılmak mekrûh olmaz. Çünkü hükmen farz kılmış sayılmak, sünnetden efdaldir. Kazâ kılmak ise, hakîki farz kılmak olup, bundan daha çok efdaldir.” Tahtâvî’nin yazmış olduğu eserlerinden ba’zılan şunlardır 1- Hâşiye ale’d-Dürr-ül-Muhtâr şerhu Tenvîr-ul- ebsân Dört cild hâlindedir. Hâşiyeyi, Ayntablı Abdürrahîm Efendi, Arabî- den Türkçeye tercüme etmiş ve basılmıştır. 2- Hâşiye alâ Merâk-ıl-Felâh şerhu Nûr-ül-îzâh.

İslam
258

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*