UYARI
Sünel Hanım, kaç gündür yattığı bu hastane odasında kimseyle
konuşmuyor, lafa söze karışmıyordu. Battaniyesini kafasına
çekiyor ve geçmişe dalıyordu sık sık… Artık çok gerilerde kalan
günlere gidiyordu. Bazen çocukluğu bazen genç kızlığı geliyordu
aklına. Annesi çok yaramaz bir kız olduğunu söylerdi hep. Kendisi
de ele avuca sığmaz bir çocuk olduğunu hatırlıyordu. Hatta mahallede
topluca yapılan yaramazlıklarda çoğunlukla elebaşlık ona
düşerdi. Yaşı ilerleyip, genç kızlığa adım attıkça yavaş yavaş durulmuş
sakinlemişti. Yapmak istediği birçok şey vardı ama çevresindeki
büyükler: “-Sen artık çocuk değilsin. Genç kız oldun
davranışlarına dikkat et!” diyorlardı. İlk başlarda hiç hoşuna gitmiyordu
bu uyarılar. Ama zaman geçtikçe kendisi de büyüdüğünü
düşünüp davranışlarına çekidüzen verme gayreti içine girmişti.
Fırtınalı bir çocukluk ve gittikçe sakinleşen, durulan bir genç kızlık
döneminin arkasından mutlu bir evlilik hayatı gelmişti. Eşi güzel
ahlaklı, kibar ve duygulu bir insandı. Görücü usulüyle evlenmiş
ama daha sonra birbirlerini çok sevmişlerdi. O üzülmesin, kırılmasın,
incinmesin diye tetikteydi hep. Beyi de kendisini incitmemeye
çok dikkat eder, gönül almayı çok iyi bilirdi. Aynı zamanda
ibadetine de çok düşkün bir insandı. İslâm’ı öğrenme ve yaşama
azmiyle doluydu Birlikte kitap okumaktan ve okudukları üzerinde
konuşmaktan zevk alıyor, haz duyuyorlardı. Bu huzurlu yuva daha
sonra çocuklarla da zenginleşmişti. İlk oğlu Ömer’in ardından
Büşra ve Zehra doğmuşlardı. Yıllar onları yetiştirmek ve büyütmek
uğraşıyla geçmişti, onlar okusunlar, eğitim görsünler diye anne
ve baba olarak ellerinden gelen tüm fedakârlıkları göstermişlerdi.
Oğlu üniversiteyi bitirip askere gitmiş, kızları ise evlenmişlerdi. Bu
yuvanın başında olduğu gibi sonunda da beyiyle kendisi kalmışlardı
baş başa. Yaşanan onca yıldan, çekilen onca zahmetten
sonra bile birbirlerine olan sevgi ve saygılarını kaybetmemişlerdi.
Yine birlikte yürümekten, birlikte gezmekten ve sohbet etmekten
tat alıyor, mutlu bir birlikteliği sürdürüyorlardı. Ancak bu defa da
ecel girmişti araya. Akşam yemekten sonra karşılıklı oturmuş çaylarını
içiyorlarken birden fenalaşmış ve yere düşmüştü beyi. Ne
oldu, ne oluyor diyemeden ani bir kalp krizi ile hayata veda etmişti.
Koskoca evde yapayalnızdı artık. Eşi dostu, arkadaşları onu
yalnız bırakmamak için gayret gösteriyor ve sık sık arıyorlardı. Ama
yine de bir burukluk, bir gariplik duygusu daima geziniyordu yüreğinde
“Hayat bu, imtihan dünyası.” deyip, bulunduğu duruma
alışmaya çalışırken düşmüş ve bir bel rahatsızlığı geçirmişti. Kastamonu’daki
doktorlar ameliyat için onu Ankara’daki İbni Sina hastanesine
sevk etmişlerdi. Acilen gidip ameliyat olması
gerekiyordu. Ancak oğlu askerdeydi. Kızının biri doğum yapmak
üzereydi, diğeri ise ev taşıyordu. Kendisiyle birlikte Ankara’ya hastaneye
gelecek ve yanında kalabilecek kimse yoktu. Kısacası eşini
kaybetmiş olmanın acısını bir kez daha şiddetle hissetmişti yüreğinde.
Celâl hayatta olsaydı onu asla yalnız bırakmaz, tatlı sözlerle
teselli eder, ümit verirdi. Zaten onun yokluğuna dayanmak son
derece zorken bir de bu yapayalnız kalmışlığı yaşamak yarasına
tuz biber oluyordu. Öyle çaresiz, öyle bitkin, öyle perişandı ki. En
iyisi hiç kimseye haber vermeden Ankara’ya gidip, bıçak altına
yatmak diye düşünmüş ve öyle de yapmıştı. Birkaç gündür hastanedeydi
ve ne kimseyle konuşmak ve ne de kimsenin yüzüne
bakmak geliyordu içinden. Hayata ve insanlara kahretmiş, küsmüştü
adeta. Battaniyesini başına çekiyor, herkesten ve her şeyden
uzak öylece yatıyordu. Kendisiyle konuşmak isteyenler onun sessizliği
karsısında pes etmek, onu kendi hâline bırakmak zorunda
kalıyorlardı. Düşüncelerinden “Merhabalar teyzeciğim!” sözü
ayırdı onu. Dün gelip başında dakikalarca dil döken küçük kız yine
gelmişti anlaşılan. Bir yandan minik elleriyle, başına çektiği battaniyeyi
çekmeye çalışırken bir yandan da o masum gülümsemesiyle,
“Geçmiş olsun teyzeciğim!” diyordu. Bugün nasılsınız?
Çocuğa dikkatle baktı sekiz-on yaşlarında olmalıydı. Öyle içten,
öyle sevimli bir hâli vardı ki… Bu defa cevap vermeden edemedi.
Görüyorsun işte, hastayım, yatıyorum. Çocuğun kara gözleri sevinçle
parladı. Geçmiş olsun teyzeciğim. Annem bana her zaman
“Derdi veren Allah (c.c.) dermanını da verir.” der. Doğru söylemiş.
Peki, sen ne arıyorsun burada? Ben beynimden ameliyat olacağım,
ur alacaklar. Sünel hanımın gözleri hayretle açıldı. Kaç yaşındasın
sen? On yaşındayım. Üzüntüyle başını salladı. Ufacık
çocuk, sanki normal bir şeyden söz eder gibi beyin ameliyatı olacağım
söylüyordu. Karşıdaki çocuk onun duygularını anlamış gibi
“Ben Allah (c.c.) ‘a dua ediyorum teyzeciğim. O bana şifa verecek.
Sen de dua et, O’ndan şifa iste!” diyordu. Birden şimşekler çaktı
Sünel hanımın beyninde. Kendisi imanlı bir insandı. Ama bu âni
hastalık ve yalnızlık sinirlerini öylesine yıpratmıştı ki normal düşünemez
olmuştu. Değilse kendisini böylesine kapıp koyuvermez,
hayata ve insanlara böylesine kahretmezdi. Darlıkta ve bollukta
her zaman Allah (c.c.) ‘a sığınır, daima O’ndan yardım isterdi. Ama
bu defa ümitsizliğe kapılmış, kaderine küsmüştü. Şimdi ise sonsuz
merhamet sahibi Rabbi onu bir çocuğun diliyle uyarıyor
adeta… “Ey kulum kendine gel, her zamanki gibi bana dua et,
benden yardım iste!” diyordu “Affet beni güzel Allah’ım! Nasıl bu
kadar cahilce hareket ettim.” diye düşünürken sordu: İsmin ne
senin tatlı kız? Tuba.
Ne güzel isim. Teşekkür ederim teyzeciğim. Sizin gülümsediğinizi
görmek beni çok sevindirdi. Sünel hanımın gözleri yaşardı.
“Sağol yavrum!” dedi “Yüce Allah’ım! iki cihanda daima yü
zünü güldürsün senin!” Teşekkür ederim teyzeciğim. Bu arada
yanlarında otuz-otuz beş yaşlarında genç bir hanım belirdi. Ben
de seni arıyordum Tuba, diye seslendi. Teyzeyle konuşuyorduk
anneciğim.
Bu genç, kibar kadın Tuba’nın annesiydi demek. Başörtüsünün
çevrelediği yüzü ne kadar temiz ve ne kadar sevimliydi.
Sünel hanım “Böyle bir çocuğu ancak böyle bir anne yetiştirebilir.”
diye geçirdi içinden.
Bu arada Tuba’nın annesinin “Geçmiş olsun” diyen sesini
duydu. Sağolun. Çok tatlı bir kızınız var. Teşekkür ederiz teyzesi,
biz de yan odada kalıyoruz. Allah (c.c.) kısmet ederse Tuba yarın
ameliyat olacak. Allah (c.c.) şifa versin. Âmin, cümlemize.
Onlar gidince Sünel Hanım bir kendisini bir de yarın beyin ameliyatı
geçirecek olan on yaşındaki bu kız çocuğunu düşündü.
Kendisinin göstermesi gereken sabır o çocukta, o çocuktan
beklenebilecek olan sabırsızlık ve hırçınlık ise kendisindeydi.
Yüzünü mahcubiyet gözyaşları ıslatırken, “Yüceler Yücesi
Allah’ım! beni affet.” diye inledi. Ben ne kadar cahilce hareket
ettim. Oysa hastalığı da veren sensin, şifayı da. Derdi de veren
sensin dermanı da. Sana sığınanları, sana dua edenleri Sen yardımsız
bırakmazsın. Sana sığındım yâ Rabbî!
Akşam yemeğinden sonra Tuba yine geldi yanına “Teyzeciğim!”
dedi. “Siz benim ismimi sordunuz ama ben sizinkini sormadım.
Benim ismim Sünel yavrum.” Efendim? Sünel. Çok değişik bir
isim. Herkes öyle der.
Bu arada Tuba’nın elinde bir kâğıt tuttuğunu gördü ve sordu:
O kâğıtta ne var? Bir şiir. Demek sen şiir de okuyorsun? Evet.
Elindeki şiiri bana okumak ister misin? “Tabii” dedi ve başladı
okumaya…
ANNE VE ÇOCUK
Ben bir kuzuyum
Çobanım ise annem
Beni güzel otlatır mı?
Kurda kaptırır mı bilmem.
Ben bir çiçeğim,
Bahçıvanım ise annem.
Beni ilim ve İslâm suyuyla sular mı?
Yoksa kurutur mu bilmem.
Ben bir gemiyim,
Kaptanım ise annem.
Beni karşı sahile ulaştırır mı,
Yoksa batırır mı bilmem.
Şiiri bitirince güzel kara gözlerini Sünel hanımın gözlerine dikti.
Onun ne diyeceğini bekler gibiydi. Şiirin çok güzelmiş yavrum. Sen
de çok güzel okudun, aferin. Teşekkür ederim teyzeciğim, siz de
şiir seviyorsunuz galiba. Evet, çok severim. Sizden bir şey isteyebilir
miyim? Tabii yavrum, yapabileceğim bir şeyse memnuniyetle.
Benim hatıra defterime bir hatıra yazar mısınız? Senin hatıra defterin
de mi var? Evet, babam aldı. Oldu, yazarım.
Tuba’nın yüzü mutlu bir tebessümle aydınlandı ve şimdi getiririm
hatıra defterimi diyerek odasına koştu. Sünel hanım bu sevimli
kızın kendisi gibi sevimli defterine su satırları karalarken bir
eliyle de gözlerinden akmasına engel olamadığı gözyaşlarını siliyordu:
“Aklı büyük, kendi küçük minik Tuba! Bu günler İnşallah
geçecek. Hastanede yanıma gelip, ‘teyze üzülme, dua et!’ deyişini
hiç unutmayacağım. Bana büyük destek verdin. İnşallah seni sağlığına
kavuşmuş olarak arkadaşlarının içinde cıvıl cıvıl oynarken
de görürüm. Bu küçücük yaşındaki sabrın ve Allah (c.c.) ‘a olan
bağlılığın beni hayretler içinde bıraktığı kadar da sevindirdi. Tuba’cığım,
daima Kur’an olsun önderin, her zaman izinde ol Hazreti
Peygamberin. Yüce Allah (c.c.) ‘dan sana dünya ve ahirette mutluluklar
vermesini bütün gönlümle niyaz ediyor, en içten sevgilerimi
sunuyorum. Hastahane arkadaşın Sünel.”
Ertesi gün Tuba ameliyat olmaya giderken dudakları kıpır kıpırdı.
Ta gönlünden gelen dualar sunuyordu Rabbine. O ameliyattayken
annesi, babası, bütün sevenleri ve Sünel hanım da
içtenlikle dua ettiler. Altı saat sonra doktor ameliyathanenin kapısında
görününce herkes onun yanına koştu. Tuba’nın babası
heyecandan titreyen bir sesle sordu, “Ameliyat nasıl geçti doktor
bey?” Başarılı geçti, gözünüz aydın.
Bu sözleri duyan hasta yakınları çok sevinmişlerdi. Çok şükür
Allah’ım! sözleri ortalığı kaplamıştı. Tuba’nın babası doktora minnetle
bakıyordu “-Sağolun doktor bey, elinize sağlık,” diyerek teşekkür
etti. Sonra da en çok Allah (c.c.) ‘a teşekkür etmesi
gerektiğini düşündü. Çünkü doktora bu ameliyatı başarıyla tamamlayacak
aklı, gücü ve kuvveti veren O’ydu. Hastaya şifa veren
O’ydu. Kendisine edilen duaları işiten ve kendisinden yardım isteyenlerin
dilediklerini veren O’ydu. Tuba’nın babasının dudaklarından.
“Sana sonsuz, sayısız şükürler olsun Allah’ım!” sözleri
döküldü.
Yüce Allah’ın en güzel isimlerinden biri de El- Mucîb ismidir.
Anlamı, “kendisine yalvaranların isteklerini veren” demektir.
Allah (c.c.) kendisine dua edenleri duyar. İçtenlikle kendisine
el açıp, dua eden insanları sever. Dua dinimizde en değerli ibadetlerden
birisidir.
Yüce Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerîm’de Sevgili Peygamberimize hitaben,
(Ey Peygamber!) Kullarım sana beni sorarlarsa (bilsinler ki)
şüphesiz ben onlara çok yakınım. Bana dua edenlerin duasını
kabul ederim, buyurmaktadır.
O hâlde hepimiz, her zaman Allah (c.c.) ‘a dua etmeli, O’ndan
yardım istemeliyiz. Ne mutlu bize ki son derece merhametli, şefkatli,
kullarının dualarını işiten ve kabul eden bir Rabbimiz var!
El aç Yüce Allah (c.c.) ‘a bütün dertlerin biter!
Dua eden kulunu çok sever, yardım eder!
DİNİ HİKÂYE El-Mucîb olan Allah (c.c.), Allah (c.c.) diyen kulunu bunaltmaz ve yalnız bırakmaz.
09
Tem