İlmi, ihsanı, mağfireti ve merhameti her şeyi kuşatan Vâsi’ olan
Allah (c.c.) her zaman “Veren el alan elden üstündür.” demiştir.
İşte yaşanmış bir öykü ile bunun izahı:
HER CUMA KAZANCINI
ÖLMÜŞLERİNE BAĞIŞLIYORDU
Çok parası yoktu. Bunun için ölmüşlerine hayır yapamıyor,
sevap bağışlayamıyordu. Hâlbuki ölen akrabalarının kendisinden
hediye beklediklerini biliyordu. Ölmüşler dirilerden mutlaka sevap
hediyesi beklerdi. Düşündü, taşındı, nihayet kararını verdi:
Bundan sonra cuma günlerimin kazancını ölmüşlerime tahsis
edeceğim. Ne elime geçerse onunla hayır işleyip sevabını geçmişlerime
bağışlayacağım.Gariptir ki kararından sonra cuma günkü işleri açıldı, alıp sattığı
şeylerden iyi kazanç elde etti. Akşamlan yoksulların evleri önünden
geçiyor, rastladığı çocuklara parayı veriyor, bazen de aldığı
giyim eşyasını gönderiyordu.
Yine bir cuma günü, sabahın erken saatinde iş yerini açmış,
müşteri beklemeye başlamıştı. Saatler geçti, gelip giden olmadı.
Öğleyin cumayı kılıp tekrar iş yerine geldi, yine müşterinin geldiği
görülmedi. O gün eline tek kuruş geçmemiş, ölmüşlerine bir
sevap bağışlayamamıştı. İkindi namazını kıldığı caminin imamına
üzüntü ile sordu: “Muhterem hocam, ben bu cuma hiçbir şey ka
zanamadım, geçmişlerime hiçbir hediyem olmadı. Şimdi dükkânı
kapayıp evime gidiyorum. Ölmüşlerim de böylece bu cuma mahzun
bekliyorlar. Ne yapayım?”
Hoca Efendi, önce düşündü, sonra şu tavsiyeyi yaptı: “Şimdi
yaz mevsimidir, şurada burada kavun karpuz kabukları atılmış vaziyette
görünmektedir. Sen bunları topla, hiç olmazsa aç kalmış
hayvanlara ver, onların karınlarını doyur. Bu saatten sonra yapacak
başka hayır bilmiyorum.”
Genç, Hoca Efendinin tavsiyesine uydu, topladığı kavun, karpuz
kabuklanın sokaklarda, boş arsalarda gezerek karnını doyuramayan
hayvanlara verdi, evine bundan sonra gitti.
O gece rüyasında vefat etmiş akraba ve dostlarını gördü. Her
biri kendisine sevgi ve hürmetle baktıkları hâlde, kendisi onlara
utancından bakamıyor ve şöyle diyordu: “Kusuruma bakmayın,
bu cuma sizlere hediye gönderemedim!”
Hepsi birden cevap verdiler: “Biz senin hediyeni aldık. Hem de
en çok ihtiyacımız olan hediyeydi gönderdiğin!”
Şaşırdı: “Nasıl bir hediye aldınız ki?” Kavun, karpuz göndermişsin.
Sıcaktan bunaldığımız bir zamanda, dilimiz, damağımız
kurumuş hâlde iken bize kavunlar, karpuzlar verdiler. Biz de iştiha
ile yedik, hem serinledik, hem de susuzluğumuz gitti. Sağ ol. Anlaşılan,
kavun, karpuz kabukları, kavun, karpuzun kendisini vermiş
gibi sevaba vesile olmuş, makbûliyet kazanmıştı