Genel

Türkiye’nin Tarkovsky’si olacak mı?

Özcan Alper’in son filmi “Gelecek Uzun Sürer”in ilk eleştirisi HABERTURK.COM’da! Kerem Akça, dünya prömiyerinde izledi…

 2008’de Hayata Dönüş Operasyonu’nun kurbanlarından birinin Karadeniz köyündeki ‘yabancılaşma’sını ses ile görüntülerin öne çıktığı ruhsal-öznel bir yapıya oturtmuştu Özcan Alper. Böylece “Sonbahar”, Türk sinemasının yeni jenerasyonunun ‘usta yönetmenlerden etkilenme’ duruşunda Tarkovsky ayağını oluşturuyordu. “Gelecek Uzun Sürer” de yönetmenin aynı sevdasını sergilerken bu sefer Güneydoğu’ya Kürt meselesini ‘araştırmak’ için giden ve bunu soyut bir örgü ile yapan bir öğrencinin hikayesine uzanmış. Birçok sahnesini izleyip ‘Türk sinemasına sınıf atlatacak’ diye düşünebileceğimiz film, maalesef JİTEM meselesinden başlayıp süregelen ‘haksız kıyım-yargısız infaz’ meselesini ‘didaktik’ ve ‘diyalog odaklı’ bir dramatik damarla desteklemiş. Bu da Alper’in okyanusu geçip denizde boğulmasını sağlamış. 36. Toronto Film Festivali’nde dünya prömiyerinde izlediğim “Gelecek Uzun Sürer”i bu önemli günde yönetmen Özcan Alper ve başrol oyuncusu Gaye Gürsel temsil etti. Film önümüzdeki hafta Adana Film Festivali’nde Altın Koza Ödülü için yarışacak. <div></div> <div>Barışın yok olduğunu, iletişimin ve sukunetin tehlikeye girdiğini anlatan açılış sekansı, akla Tarkovsky’nin filmlerini getiriyor. Bu da şaşırtıcı değil. Zira Özcan Alper iki filmdir bu etkiyi saklamıyor. “Sonbahar”da (2008) bu durumu belli edip Karadeniz doğasından politik bir damar belirleyen yönetmenin, burada Kürt sorunu üzerinden ‘kayboluş’ ve ‘ruhsal yolculuk’ dokularını harekete geçirdiği söylenebilir.</div> <div></div> <div>Hepimiz özgür müyüz?</div> <div></div> <div>Bunu yaparken Güneydoğu coğrafyasından aldığı soyut görüntülerin ‘resim tablosu’ kıvamında hallerini 2.35:1 formatında sinemaya şiirsel ve çok boyutlu bir şekilde yansıtmış hiç şüphesiz Alper. Filmin bir doktora öğrencisinin Kürt sorununa uzanan projesine odaklanırken; öznel bakış açısının gerçek anlamda ‘ses elde etme’, ‘sinefil öğeler kullanma’, ‘Kürt sevgiliyi kaybetme’, ‘soyut bir arkadaş bulma’ gibi yan öğelerle sarılması tesadüf değil.</div> <div></div> <div>Alper, kuşkusuz Kürt’ü ile Türk’ü arasındaki ‘zorunlu düşmanlık’a dikkat çeken JİTEM operasyonlarından soyut bir dil üretmiş. Kıyıma uğrayan masum insanların bu durumunu sinema fetişi üzerinden canlandırmış. Bu da ilk karede trende kaybolan sevgilinin yerine başka bir Kürt karakterin geçmesiyle yerine daha iyi ulaşmış. Böylelikle ‘arayış peşindeki serbest Türk’ ile ‘özgür olmayan Kürtler’ arasındaki mücadeleyi ve farkı gözler önüne seriyor.</div> <div></div> <div>Belgeci gerçekçilik yapma arzusu ana yapıyı sarsmış</div> <div></div> <div>Bu bağlamda bu karakterin ‘kadın’ olması ve onun öznel dünyasına girmemiz Türk sineması için dikkat çekici. Zira birkaç kadın yönetmen dışında böylesi bir yaklaşımda bulunmadan, karakterleri de öyle bir çerçeveden incelemeyen bir ulusal sinemaya sahibiz. Neyse ki Gaye Gürsel’in bu konudaki ‘oyunculuk’ desteği yerine ulaşmış.</div> <div></div> <div>Yönetmenin bu dokuyu yakalarken belgeci gerçekçiliği devreye sokup ‘yargısız infaz’a uğrama durumunu röportajlarla vermeyi seçmesi veya Kürt karakterine belli bölümlerde replikleri okutması bir bakıma ‘konuyu bilmeyen diğer ülke vatandaşları için’ düzenlenmiş bir dramatik yapı getiriyor beraberinde. Bu da sonlarda karla kaplı dağlardaki doğal yolculuğun mistik,soyut ve görünmez haline zarar vermiş. Böylece nice metaforik, Tarkovskyesk ve Wenderesk öğe ister istemez bir anda yerle bir olmuş.</div> <div></div> <div>Sürenin kısalmasıyla sinematografi daha çarpıcı hale gelebilirmiş</div> <div></div> <div>Belli ki yönetmen konu ile ilgili duygusallık taşıdığını kabullenmek yerine seyircinin gözüne gözüne soktuğu mesajları tercih etmiş. Bu da “Sonbahar”ın duygusal arka plandan güç alan halini burada da bir ‘hatalar silsilesi’ ile sonuçlandırmış. 108 dakika yerine 85-90 dakikada Tarkovskyesk gerçek bir soyut ruh hali filmine dönüşebilecek eser bunlar sayesinde bütün yaratma ya da uçlara gitme konusunda sıkıntılar çekmiş.</div> <div></div> <div>Güneydoğu’yu kullanma ve coğrafi güzellikleri anlamsal dokuya kavuşturma konusunda Feza Çaldıran’ın ustalıklı, pastoral ve şiirsel dokusunu içermesi evrensel bir çok boyutluluk getiriyor getirmesine. Ancak bunları yörenin müzikleriyle de dengeleyen yönetmenin; kilit bölümlerde diyalogların baskınlığıyla yan anlamı düz anlama çevirerek köşeye sıkıştığı söylenebilir.</div> <div></div> <div>Yeni bölge hangisi olacak?</div> <div></div> <div>Bu da bir çuval incirin berbat olmasına yol açıyor kuşkusuz. “Gelecek Uzun Sürer”, soyut ilişkilerden ‘ses’, ‘sinema’, ‘Kürtlük meselesi’, ‘ölüm’ gibi kavramlarla ilgili derinlikli metinler açıyor açmasına. Ancak Alper, bunlardan hala Aleksandr Sokurov veya Lynne Ramsay kıvamında fazlasıyla özgün bir model çıkartma konusunda başarısız. Zira duygusallığa hapsolmuş bazı politik olayları böylesi bir bakışla sergilemesi izleyici ile bağ kurmak isteyen bir yönetmenin ideolojisini ortaya koymaya yarıyor.</div> <div></div> <div>Her şeye rağmen uluslar arası alanda adından söz ettirmesi ‘doğal’ olan bir sinemacının işinin içindeyiz. Ancak beyaz tablolar karanlık diyaloglardan çelme yemiş. Bu da Selim Güneş’in “Kar Beyaz”ı (2010) kadar iddialı bir formül getirmemiş. Ancak Alper sinemasının, Karadeniz’den sonra Güneydoğu’dan da kendi modeline uygun bir şeyler çıkarması takdir edilesi. Bundan sonrası için diğer bölgelerden de kaydırma hareketleriyle yürüyen, hipnotize edici, ruhsal ve öznel dokuyu canlandıran, politik arka planı dolu projeler bekliyoruz. </div> <div></div> <div>Zira burada hikaye Durukan Ordu’nun inandırıcı durmaya performansından hasar görse de Türkiye’nin gerçeklerine ve özünde yatan taraflı yaklaşıma, hem de önemli bir dönemde keskin bir cümleyle karşılık vermiş. O da Hollywood’da çokça gördüğümüz ‘bizim de birçok aşkımız, dostluğumuz veya aile bütünlüğümüz, etnik meseleler sebebiyle yarıda kesildi veya sona erdirildi’ söylemi.</div> <div></div>

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir