Hz. Peygamber’in Benî Amr ve Benî Muharib Kabilelerini İslâm’a Davet Etmesi
– Rasûl-ü Ekrem peygamber olduktan sonra üç sene gizli çalıştı, ortaya çıkmadı. Dördüncü senede dâvâsını ilan etti. On sene durmadan davasını Mekke’de neşrediyordu. Hac mevsiminde hacıların konaklarını ziyaret ediyor, Ukkâz, Mecenne ve Zu’l-Mecaz panayırlarında rabbinin risaletini tebliğ edebilmesi için onları kendisine yardımcı olmaya davet ediyordu. Bunun karşılığında onlara cennet vardı. Fakat onlardan hiç kimsenin ona yardım ettiği görülmedi. Hatta Rasûl-ü Ekrem kabileleri soruyor, kabile kabile konakladıkları yerleri araştırıyordu. Böylece Benî Âmir b. Sa’sa’a kabilesine vardı. Benî Âmir’den gördüğü eziyeti hiç kimseden görmemişti. Onların yanından ayrıldı. Onu taş yağmuruna tuttular. Bu taş yağmuru arasında Rasûl-ü Ekrem Benî Muharib b. Hasefe kabilesine geldi. Aralarında yüzyirmi yaşında bir ihtiyar gördü. Rasûlullah onunla konuştu, kendisini İslâm’a davet etti.
“Rabbimin risaletini tebliğ etmem için bana yardımcı ol” dedi. İhtiyar
“Ey kişi (Rasûlullah’ı kastediyor)! Kavmin senin haberini daha iyi bilirler. Allah’a yemin ederim, seni kabul eden bir kişi ailesinin yanına şuraya gelenlerin en şerlisi olarak dönmüş olur (Kureyş’in kahrına uğrar). Kendini bizden uzak tut, başka yardımcı ara” dedi. Bu sırada Rasûlullah’ın baş düşmanı ve amcası Ebu Leheb de ayakta bekliyordu. O Muharibî’nin konuşmasını dinledikten sonra Muharibî’nin yanına gitti ve
“Eğer hacıların tamamı senin gibi olsa, bu adam (Rasûl-ü Ekrem’i kastediyor) üzerinde bulunduğu dinini terk eder. Bu adam sapıtmıştır ve bir yalancıdır!” dedi. Muharibî (120 yaşındaki ihtiyar)
“Vallahi sen onu daha iyi bilirsin; zira o kardeşinin oğludur ve senin bir parçandır ve çok yalancıdır” dedikten sonra şöyle devam etti:
“Ey Ebu Utbe! (Ebu Leheb’in künyesidir) Bu adamı cinler çarpmış olabilir. Bizimle beraber, kabilemizden bir kimse bulunmaktadır ki cin çarpanları tedavi eder (yani yeğenini götür de tedavi etsin)”. Fakat Ebu Leheb bu söze hiçbir cevap vermedi. Fakat yine de Rasûlullah’ı takib edip, o bir Arap kabilesine gittiğinde, arkasından
“Bu adam sapıtmıştır” diye bağırmaktan da geri durmadı.[1]
[1] Ebu Nuaym, Delail, s. 101 (Senedinde Vakidi vardır)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/77.
Hz Peygamber’in Benî Kâ’b’
ı İslâm’a Davet Etmesi
– Abdurrahman el-Âmiri kavminin yaşlılarından naklen şöyle anlatıyor:
“Rasûlullah bize geldi. Ukkaz panayırındaydık.
“Sizler kimlerdensiniz?”
diye sordu. Biz de Benî Âmir b. Sa’sa’a’dan olduğumuzu söyledik. Bunun üzerine
“Siz hangi Benî Âmir’densiniz?”
dedi. Biz de
“Benî Kâb b. Rebia’danız” dedik. Rasûl-ü Ekrem
“Sizin içinizde, size sığınan bir kimseyi koruyabilir misiniz?”
diye sordu. Cevap olarak dedik ki:
“Bir kuvvetliyiz, koruruz. Hiç kimse bizim ateşimizde ısınmaz (hiç kimse bize yaklaşamaz)”. Rasûl-ü Ekrem, bunun üzerine
“Ben Allah’ın Rasûlü’yüm. Eğer size gelirsem Rabbimin risaletini tebliğ etmem için bana yardımcı olur musunuz? Beni korur musunuz? Herhangi birinize hoşuna gitmeyeceği bir teklifte bulunmayacağım”
dedi. Onlar da Hz. Peygamber’e
“Sen Kureyş’in hangi kabilesindensin?” diye sordular. Rasûl-ü Ekrem
“Benî Abdulmuttalib’tenim”
dedi. Onlar
“Benî Abdimenaf seni nasıl karşılar?” dediler. Rasûl-ü Ekrem
“Beni ilk yalanlayan ve kovan onlar oldu”
dedi. Bunun üzerine Benî Âmir kabilesi
“Biz seni kovmayız, lâkin iman da etmeyiz. Sen Rabbinin risaletini tebliğ edinceye kadar seni koruruz” dediler.
Rasûl-ü Ekrem onların yanında konakladı. Onlarla alış-veriş yaptı. Bu esnada Bucre b. Kays el-Kuşeyrî adlı kişi onlara geldi ve
“Şu yanınızda gördüğüm ve tanımadığım kişi kimdir?” diye sordu. Onlar da
“Bu, Kureyş’ten Muhammed b. Abdullah’tır” dediler. Bucre
“Onunla sizin ne işiniz var?” diye sordu. Onlar
“Bu zat iddia ettiğine göre peygamberdir. Rabbinin emrini tebliğe fırsat bulmak için bizim kendisini korumamızı istiyor” dediler. Bucre
“Siz ona ne cevab verdiniz?” diye sordu. Onlar
“Ona hoş geldin, safa geldin, seni memleketimize götürürüz. Kendimizi hangi şeylerden korursak seni de onlardan koruruz” dedik. Bucre
“Bu panayır ehlinden hiçbir kimseyi bilmem ki buradan sizin götürdüğünüzden daha şerli bir şeyi memleketine götürmüş olsun” dedi ve ilave etti:
“Siz insanların hepsiyle savaşmaya başladınız bile! Arapların hepsi bir yaydan size ok atacaktır. Bu zatın kavmi kendisini daha iyi tanır. Eğer ondan bir hayr görseydiler onunla diğer insanlarla nasılsalar öyle olurlardı. Siz bir kavmin sefihini, kavminin kovduğunu, yalanladığı birini mi götürmek istiyor, onu bağrınıza basıyor, ona yardım ediyorsunuz? Sizin görüşünüz ne de kötüdür?” Sonra Rasûlullah’a yönelip şunları söyledi:
“Kalk, kavmine git! Andolsun eğer kavmimin yanında olmasaydın senin boynunu vururdum”. Rasûlullah devesine doğru gitti ve deveye bindi. Bucre denilen habis, Rasûlullah’ın devesinin böğrüne vurdu. Deve sıçradı ve Rasûl-ü Ekrem’i düşürdü. O anda Benî Âmir’in yanında Dubâa binti Âmir b. Kurt adlı bir hanım vardı. Rasûlullah’a Mekke’de iman eden hanımlardan biriydi. O sırada kavmini ziyarete gelmişti. O kadın
“Ey Âmir oğulları! Aranızda Allah’ın Rasûlü’ne bir hakaret reva görülürken içinizde peygamberi bundan koruyacak kimse yok mu?” dedi. Böylece amcazadelerinden üç kişi kalktı, Bucre’ye küfrettiler. İki kişi de ona yardım etti. Hz. Peygamber’in taraftarı kişilerin her biri ötekilerden bir kişiyi yere yıktı. Göğüslerinin üzerine oturup yüzlerine yumruklar indirdiler. Bunun üzerine Rasûl-ü Ekrem
“Ey Allah’ım! Şu bana yardım eden üç kişiye bereket ver ve şu karşı gelen kişilere de lânet et!”
diye dua etti. O üç kişi müslüman oldular ve şehid olarak rablerine kavuştular. diğer kişiler de helâk oldular. Bucre’ye yardım edenlerin adları Hüzn b. Abdullah, Muaviye b. Ubade idi. Rasûlullah’a yardım eden üç kişinin isimleri de şöyle idi: Sehl’in iki oğlu Gıtrif ile kardeşi Gatafan ve Urve b. Abdullah![1]
– Rasûl-ü Ekrem Benî Amr b. Sa’sa’a’ya vardı. Kendisini onlara arzetti (beni koruyun ki ben de Allah’
ın emrini tebliğ edeyim dedi). İçlerinden biri (ismi Bahîra b. Firas idi) şöyle dedi:
“Andolsun eğer Kureyş’ten olan bu kişiyi tutarsam onunla Arapları yenmiş olurum” dedi ve sonra
“Eğer biz sana tâbi olursak, sonra sen, sana muhalefet edenlere galib gelirsen, senden sonra biz tâbilerimizin başına geçebilir miyiz?” diye sordu. Rasûl-ü Ekrem
“Emir Allah’a aittir, dilediğine verir onu”
dedi. O şahıs
“Biz göğüslerimizi senin için Araplara hedef kılacağız da, Allah seni galib getirdiğinde emir bizden başkasının mı olacak? O halde senin durumun bizi ilgilendirmez” dedi ve böylece Rasûl-ü Ekrem’e tâbi olmaktan kaçındılar. Halk geri geldiğinde Benî Âmir’de yaşlı bir yakınlarının yanına vardılar. Kişi o kadar yaşlı idi ki kendileriyle beraber hacca dahi gelemiyordu. Onlar onun yanına geldiklerinde o mevsimde olan hadiseleri kendisine anlatıyorlardı. Yanına geldiklerinde neler olup olmadığını kendilerine sordu. Onlar da
“Bize Kureyş’ten bir genç geldi. Benî Abdulmuttalib’dendi. Kendisinin peygamber olduğunu söyledi ve bizi de kendisini korumaya davet etti. Onunla beraber olmamızı teklif edip, kendisini memleketimize götürmemizi istedi (biz de getirmedik)” dediler. O ihtiyar, elini başının üzerine koyduktan sonra şunları söyledi:
“Ey Âmir oğulları! Acaba bunu telafi etmek mümkün mü? Acaba elinizden kaçırdığınızı bir daha yakalayabilir misiniz? Nefsimi elinde tutan Allah’a yemin ederim ki İsmailoğulları’ndan hiç kimse yalandan peygamberlik iddiasında bulunmamıştır. Bu bir gerçektir. Siz nasıl oldu da bu fırsatı kaçırdınız?”[2]
[1] Ebu Nuaym, Delail, s. 200; Bidaye, II/141, (Said b. Yahya b. Said el-Emevi Meğazi’sinde babasından)
[2] İbn İshak, (Zühri’den); Bidaye, III/139; Ebu Nuaym, Delail, s. 100, (Zühri, Hz. Peygamber’in Kinde kabilesinin reisi Müleyh’e başvurduğunu, onları Allah’a davet edip, kendisini korumalarını istediyse de, teklifinin kabul edilmediğini söylemektedir)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/80-82.
Hz. Peygamber’in Benî Kelb’i İslâm’a Davet Etmesi
– Rasûlü Ekrem Kelb kabilesinin konaklarına geldi. Benî Abdullah isimli soylarına vardı. Onları Allah’a çağırdı ve “Beni rabbimin emirlerini tebliğ etmem için koruyun” dedi. Hatta onlara şunları söyledi: “Ey Abdullah’ın oğulları! Kesinlikle Rabbim sizin dedenizin ismini hoş kılmıştır!” Fakat onlar Rasûlü Ekrem’in arzettiklerini kabul etmediler.[1]
[1] Muhammed b. Abdurrahman b. Husayn’dan
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/82.
Hz. Peygamber’in Benî Hanife’yi İslâm’a Davet Etmesi
– Rasûlü Ekrem Benî Hanife’ye geldi, konakladıkları yerlere vardı. Onları Allah’a çağırdı, onlara kendisini arzetti. Araplar içerisinde onlardan daha pis, daha çirkin bir cevap veren olmadı.[1] (Benî Hanife Yemen halkındandır ve Museylemet’ul-Kezzab’ın kabilesidir).[2]
[1] Muhammed b. Ka’b b. Malik’ten; Bidaye, III/139
[2] Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/82.
Hz. Peygamber’in Bekr Kabilesini İslâm’a Davet Etmesi
– Hz. Peygamber’in amcası Abbas der ki: “Allah’ın Rasûlü bana şunları söyledi:
“Kendim için ne senin yanında ne de kardeşinin (Ebu Leheb’i kastediyor) koruma yok! Sen yarın beni panayıra götürür müsün ki, orada bazı kabilelerin konakladıkları yerlere gideyim?” Arapların toplandığı yerlere geldik. Biz panayıra gittik. Rasûlü Ekrem’e şurasının Yemen’den hacca gelen kabilelerin en üstünü Kinde kabilesinin, bunun Bekir b. Vail’in, şunun Benî Âmir b. Sa’sa’a’nın konakları olduğunu, kendisi için birini seçmesini söyledik. Rasûlü Ekrem Kinde’den başladı. Kindelilerin kimlerden olduklarını sordu. Onlar da Yemen ehlinden olduklarını söylediler. Rasûlü Ekrem
“Yemen’in hangi kabilesindensiniz?”
dedi.
“Biz Kinde kabilesindeniz” dediler. Rasûlü Ekrem
“Hangi Kindedensiniz?”
deyince, onlar
“Benî Âmir b. Muaviye’deniz” dediler. Rasûlü Ekrem
“Kendiniz için bir iyilik ister misiniz?”
diye sordu. Onlar
“O hayır nedir?” dediler. Hz. Peygamber
“Allah’tan başka mabud olmadığına şahidlik edeceksiniz, namazı kılacaksınız. Allah katından gelen vahye iman edeceksiniz”
buyurdu.
Abdullah b. Eclah der ki: “Babam, kavminin ileri gelenlerinden bana rivayet ettiğine göre Kinde kabilesi Rasûlü Ekrem’e şöyle bir teklifte bulundu:
“Eğer sana tâbi olursak, sen galib gelirsen, öldükten sonra bu işin başının bizde olacağına dair söz veriyor musun?” Rasûlü Ekrem
”Mülk Allah’ındır, dilediğine verir! (ben kimseye bu sözü vermem)”
dedi. Bunun üzerine
“O halde senin getirdiklerine ihtiyacımız yok” diyerek Rasûlullah’ın teklifini reddettiler.
Kelbî der ki: Onlar Rasûlullah’a şöyle bir cevap verdiler:
“Bizi mabudlarımızın ibadetinden menetmeye ve Araplara karşı savaş açmamız için mi geldin? Git, kavmine ilhak et! Bizim sana bir ihtiyacımız yok!”
Rasûlü Ekrem onların yanından ayrılıp Bekir b. Vail’e geldi. Kavminin kimlerden olduğunu sordu. Onlar da Bekir b. Vail’den olduklarını söylediler Rasûlü Ekrem
‘‘Hangi Bekir b. Vail’den?”
diye sorunca, onlar
“Benî Kays b. Sa’lebe kabilesindeniz” dediler Rasûlü Ekrem
‘‘Sizin sayınız ne kadar”
diye sordu. Onlar
“Çoktur, toprak kadar!” dediler.
“Sizin korunmanız nasıl?”
diye sordu.
“Bizim için korunma yok! Biz Farsların komşusuyuz. Biz Farsların düşmanlık yaptığı bir kimseyi koruyamayız ve onlara bizim himayemizde olduğunu söyleyemeyiz” dediler. Hz. Peygamber
“Eğer Allah Farsların konaklarını size verirse, kadınlarını size nikâh ederse, çocuklarını size köle ederse, otuz defa Sübhânallah, otuzüç defa elhamdülillah, oturdört defa da Allâhu Ekber diyeceğinize söz verir misiniz?”
dedi. Onlar Rasûl-ü Ekrem’e kim olduğunu sordular. Hz. Peygamber
“Ben Allah’ın peygamberiyim”
dedi. Sonra onlardan ayrıldı.
Kelbî diyor ki: “Hz. Peygamber onlardan ayrıldığında amcası Ebu Leheb onun arkasında idi. O da halka
“Bunun sözünü kabul etmeyin” diyordu. Sonra Ebu Leheb de geçti. Bu kabile ona
“Sen bu kişiyi tanıyor musun?” diye sordu. O da
“Evet, tanıyorum. O bizim en büyük ailemizin çocuğudur. Siz onun nesini soruyorsunuz?” dedi. Onlar Rasûl-ü Ekrem’in onları davet ettiği hususu öne sürerek şöyle dediler:
‘Bu, ben Allah’ın peygamberiyim diye iddia ediyor!” Ebu Leheb onlara şu cevabı verdi:
“Sakın onun sözüne kulak asmayın. Çünkü o delidir. Başının tepesinden hezeyan kusuyor!” Onlar
“Zaten Farslılar hakkındaki sözlerinden biz bunu anlamıştık” dediler.[1]
[1] Ebu Nuaym, (Abbas’tan); Bidaye, III/140
Hz. Peygamber’in Mina’da Bazı Kabileleri İslâm’a Davet Etmesi
– Rabia b. Abbâd şöyle anlatıyor: Ben daha genç bir insan iken babamla Mina’da bulunuyordum. Hz. Peygamber Arap kabilelerinin konakladıkları noktada durarak şunları söylüyordu:
“Ey filan oğulları! Ben size gönderilen bir peygamberim. Size Allah’a ibadet etmenizi emrediyorum. O’na ortak koşmamanızı ve Allah’tan başka ortak koştuğunuz bu putların tümüne ibadeti terketmenizi size emrediyorum. Bana iman etmenizi, beni tasdik etmenizi, rabbimin bana yüklediği vazifeyi insanlara açıklayıncaya kadar beni korumanızı istiyorum”.
Rasûlullah’ın arkasında gözü şaşı, yüzü ateş gibi yanan ve saçını iki örgü şeklinde örmüş olup, sırtında Yemen’in Aden şehrinde yapılmış kürk bulunan biri vardı. Hz. Peygamber sözünü tamamlayıp davasını arzettikten sonra arkasındaki kişi
“Ey filan kabile! Bu sizi Lat ve Uzza’yı üzerinizden söküp atmaya davet ediyor. Sizin Benî Malik b. Ukayş’tan halefleriniz olan cinlerden uzaklaşmanızı istiyor. Sizi getirdiği bidat ve dalâlete çağırıyor. Sakın ona itaat etmeyin, sözüne kulak vermeyin” diyordu. O esnada babama
“Ey baba! Şu Muhammed’in arkasından yürüyen ve onun sözlerini reddeden kişi kimdir?” diye sordum. Bâbam
“Bu, Muhammed’in amcası Abduluzza b. Abdulmuttalib Ebu Leheb’tir” dedi.[1]
[1] İbn İshak, Bidaye, III/138, Abdullah b. Ahmed ve Tabarani, Heysemi, VI/36. (Senedde Hüseyin b. Abdillah b. Ubeydullah vardır ve zayıftır. İbn Main onu sika kabul etmiştir. Ayrıca İbn İshak’ın rivayetinde de ismi bilinmeyen bir ravi vardır)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/82
Hz Peygamber’in Mina’da Bir Topluluğu İslâm’a Davet Etmesi
– Müdrik şöyle anlatıyor: Babamla beraber hacca gelmiştim. Mina’da konakladığımız da baktık ki bir cemaat vardır orada. Babama bu cemaatin kim olduğunu sordum. O da “İşte şu kişi yeni din getiren bir kimsedir” dedi. Baktım Rasûlullah halka şöyle sesleniyordu: “Ey nas! Lailâheillallah deyin, kurtulun”[1]
– Haris b. Haris’ul-Ğamidî şöyle anlatıyor: Babama, Mina’da iken şu cemaatin kim olduğunu sordum. Babam cevap olarak dedi ki: “Bu cemaat kendilerinin içinden yeni çıkan bir peygamberin etrafında toplanmışlar”. Ben de yüksek bir yere çıktım, baktım Rasûlü Ekrem’i gördüm. Halkı Allah’
ın birliğine davet ediyordu, onlar da onun sözlerini reddediyorlardı.[2]
– Hasan b. Sabit şöyle anlatıyor: Ben hacca gelmiştim. Hz. Peygamber halkı İslâm’a davet ediyordu. Ona iman eden sahabîleri işkence görüyorlardı. Ben Ömer bin Hattab’ı gördüm. Benî Âmir b. Müemmel’den iman eden bir cariyeye işkence ediyordu. Sonra Zinnîre’ye vardı ve ona işkence etti.[3]
[1] Tabarani; Heysemi, VI/21 (Ravileri sikadır)
[2] Buhari, Tarih, Ebu Zür’a, Beğavi, İbn Ebi Asım, Tabarani; İsabe, I/275
[3] Vakidi, (Hasan b. Sabit’ten); İsabe, IV/312
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/84
Hz. Peygamber’in Evs ile Hazrec’i İslâm’a Davet Etmesi
– Hz. Ali, Ensar’ın faziletlerinden bahsederken şöyle dedi: “Ensarı sevmeyen mümin değildir! Onların haklarını bilmeyen mümin değildir. Allah’a yemin ederim ki onlar, at yavrusunun itina ile beslenildiği gibi kılıçlarıyla, dilleriyle ve cömertlikleriyle İslâm’ı yücelttiler. Hz. Peygamber hac mevsimlerinde çıkıp Arap kabilelerini Allah’ın dinine davet ediyordu. Onlardan hiçbiri Hz. Peygamber’e ‘evet’ demedi ve onun davetini kabul etmedi. O Mecenne, Ukkaz panayırlarında, Mina’da kabilelerin bulundukları yerlere gidiyor, onlarla yüzyüze geliyordu. Bunu her sene tekrarlıyordu. Hatta bazı kabileler kendisine şöyle diyordu: “Artık bizden ümidini kesecek vakit gelmedi mi?” Bu da Hz. Peygamber’in onlara çokça giderek “Beni koruyunuz ki Allah’ın dinini tebliğ edeyim” demesinden ileri geliyordu. Bu durum Ensar’dan bir kabilenin Allah’ın iradesine mazhar olmasına kadar devam etti. Hz. Peygamber Ensar’a İslâm’ı arzetti. Onlar kabul ettiler ve bu hususta süratle hareket ettiler, Hz. Peygamber’i bağırlarına bastılar, yardım ettiler ve sıkıntılarını gidermeye çalıştılar. Allah onlara hayırlı mükâfatlar versin! Biz onların memleketine vardık. Onlarla beraber evlerinde kaldık. Onlar bizi misafir etmek için bazan kavga bile ederlerdi. Hatta bizim için kura bile çekiyorlardı. Öyle ki daha sonraları biz onların mallarında tasarruf etmek hususunda onlardan daha yetkili kılındık. Bundan dolayı da hiç rahatsız olmadılar. Sonra nefislerini peygamberlerinin uğruna feda ettiler. Salât ve selâm Hz. Peygamber’le beraber onların üzerine olsun![1]
– Hz. Peygamber, Mekke’de kaldıkça kabileleri Allah’
ın dinine davet ediyor ve buna mukabil eziyet görüyordu ve sövgülere düçar oluyordu. Nihayet Allah Teâlâ Ensar’dan olan bu kabileye hayrı irade etti. Böylece Rasûlü Ekrem Akabe’de (Akabe, Mina’da bir yerin adıdır) onlarla bir araya geldi. Onlar başlarını traş ediyorlardı.
Ravi diyor ki: Ümmü Sa’d’a sordum:
“Ey anneciğim! Onlar kimlerdi?”
“Bunlar altı veya yedi Medineli idi. Üçü Beni Neccar’dandı: Es’ad b. Zürare ve Afran’ın iki oğlu!” dedi ve fakat diğerlerinin ismini söylemedi. Hz. Peygamber onların yanına oturdu. Onları Allah’a davet etti. Onlara Kur’an okudu. Onlar da Allah’a ve onun Rasûlü’ne icabet ettiler. Ertesi sene geldiler, bu birinci Akabe’dir. Sonra ikinci Akabe oldu. Ben Ümmü Saad’a sordum:
‘Hz. peygamber, peygamber olduktan sonra Mekke’de kaç sene kaldı?’ Dedi ki:
‘Sen Ebî Sirma Kays b. Ebî Enes’in şiirini işitmedin mi?’ Ben işitmediğimi söyleyince, Ümmü Sa’d bana şu şiiri okudu:
Kureyş’in içerisinde on küsür sene kaldı. Allah’ı hatırlatıyordu. Keşke yardımcı bir dosta rastlasaydı.
Yardımcı bir dosta rastladığı zaman ise ona, Allah’ı hatırlatıyordu![2]
Ümmü Sa’d bu şiirlerin tamamını okumuştur. Nitekim bu şiirler ileride ‘Yardım’ konusunda İbn Abbas’
ın hadisinin bir parçası olarak zikredilecektir.
– Müşrikler Rasûlullah’a şiddetle saldırdıklarında Hz. Peygamber, amcası Abbas b. Abdulmuttalib’e
‘Amca! Allah dinine öyle bir kavimle yardım edecektir ki onların gözünde Allah için Kureyş’in zilleti çok kolay görülecektir. Beni, Ukkaz’a götür. Bana Arap kabilelerinin konakladıkları yerleri göster de onları Allah’a davet edebileyim. Beni korusunlar ki Allah’ın bana emrettiklerini tebliğ edebileyim’.
Hz. Abbas
‘Ey kardeşimin oğlu! Beraber Ukkaz’a gidelim. Sana kabilelerin konak yerlerini göstereyim’ dedi. Böylece Hz. Peygamber Sakif kabilesinden başlayarak aynı yıl bütün kabileleri teker teker gezdi. Birinden çıkıp ötekine gidiyordu. Ertesi yıl -ki bu da Allah’ın, davetini (İslâm dinini) ilan etmesini emrettiği yıldır- Hz. Peygamber Hazrec ve Evsli altı kişiyle bir araya geldi. Onlar şu kişilerdi: Es’ad b. Zürare, Ebu Heysemî Teyyihan, Abdullah b. Revaha, Sa’d b. Rebî, Numan b. Harise, Ubade b. Sâmit!
Hz. Peygamber, Mina günlerinde geceleyin Cemret’ul-Akabe yanında onlarla bir araya geldi. Onlarla oturdu, kendilerini Allah’a, Allah’a ibadete, nebi ve rasûllerini tebliğ ile görevlendirdiği dine yardıma davet etti. Onlar Hz. Peygamber’den Allah’ın kendisine vahyettiğini arzetmesini istediler. Hz. Peygamber, İbrahim suresini 35. ayetten surenin sonuna kadar okudu. Onların kalpleri titredi. Bunu dinlediklerinde hemen Allah’a itaat ve peygambere icabet ettiler. Abbas b. Abdulmuttalib, Hz. Peygamber onlarla konuşurken yanlarından geçti. Hz. Peygamber’in sesini tanıdı ve
‘Ey kardeşimin oğlu! Bu senin yanındakiler kimler?’ diye sordu. Hz. Peygamber
“Ey amca! Bunlar Yesrib (Medine) ehlidirler. Evs ve Hazrec kabilesindendirler. Onları daha önce Arap kabilelerini davet ettiğim gibi İslâm’a davet ettim. Bana icabet ederek beni tasdik ettiler. Bana beni memleketlerine götürebileceklerini söylediler”
dedi. Böylece Abbas b. Abdulmuttalib devesinden indi ve devenin ayağını bağladı. Sonra da onlara şöyle dedi:
“Ey Evs ve Hazrec topluluğu! Bu zat benim kardeşimin oğludur. Nezdimde insanların en sevimlisidir. Eğer siz onu tasdik etmiş, ona iman etmişseniz, onu beraberinizde götürmek isterseniz, arzu ederim ki sizden bu hususta kalbimi tatmin edecek bir va’d alayım ki onu orada yardımsız bırakmayasınız ve onu kandırmayasınız. Biliyorum ki sizin komşularınız yahudilerdir. Yahudiler de onun düşmanıdırlar. Yahudilerin hilelerinden emin değilim”.
Bunun üzerine Hz. Abbas’ın ithamlarını ağır bulan Esad b. Zürare
“Ey Allah’ın Rasûlü! Bana izin ver, senin kalbini kırmayacak şekilde ona cevab vereyim. Senin hoşuna gitmeyecek birşey söylemeyeceğim. Ancak sana icabet ettiğimizi tasdik ederek sana iman etmek hususunda birşeyler söyleyeceğim” dedi. Hz. Peygamber de
“İtham etmeksizin ona cevab verebilirsin”
dedi. Es’ad b. Zürare Hz. Peygamber’e dönerek şöyle dedi:
“Ey Allah’ın Rasûlü! Her davetin bir yolu vardır: İster yumuşak, ister şiddetli olsun. Sen bugün halkın hoşuna gitmeyen, insanlara ürkütücü görünen bir yola davet ettin. Bizi dinimizi terketmeye, dininin üzerine sana tâbi olmaya davet ettin. Bu çok zor bir iştir. Sana bu hususta icabet ettik, uyduk. Sen bizim insanlarla aramızdaki komşuluğu, uzak ve yakın akrabalığı kesmeye davet ettin. Bu da zor bir iştir. Burada da sana icabet ettik. Biz korunmuş ve hiç kimsenin tamahına imkân vermeyen bir cemaat olduğumuz halde, bize bizim dışımızdan bir kişinin baş olmasını istedin. Oysa o kişiyi kavmi terketmiştir. Amcaları bile onu kavmi ile başbaşa bırakmıştır. Bu da çok zor bir iştir. Bu hususta da sana icabet ettik, uyduk. Bütün bu işler insanlar nezdinde zor ve hoşa gitmeyen şeylerdir. Ancak Allah kimin doğru yolda olmasını istiyorsa ve bu işlerin neticesinde kim hayrı arıyorsa tüm bunlar onlara kolay gelir. Biz herşeyimizle sana icabet ettik, senin getirdiğine iman ettik, kalbimizde yerleşen bir marifeti tasdik ettik. Bu hususta sana biat ediyoruz. Rabbimize ve senin Rabbine biat ediyoruz. Allah’ın eli ellerimizin üstündedir. Bizim kanlarımız senin kanının önündedir. Ellerimiz senin ellerinin altındadır. Biz kendi nefsimizi, çocuklarımızı ve hanımlarımızı nelerden korursak seni de onlardan koruruz. Eğer bu va’dleri yerine getirirsek bunu Allah için yapmış oluruz. Eğer hile yaparsak bunu da Allah’a yapmış oluruz. Bundan dolayı da şaki oluruz. Ey Allah’ın Rasûlü! Bu sözlerim samimiyetle söylenmiş sözlerdir. Yardım ancak Allah’tandır”. Bunları söyledikten sonra Abbas b. Abdulmuttalib’e dönerek şöyle dedi:
“Peygamberi müdafaa etmek için bizi itham eden sen! Allah senin bu sözleri hangi maksatla söylediğini daha iyi bilir. Sen onun kardeşinin oğlu ve yanında insanların en sevimlisi olduğunu söylüyorsun. Biz bize yakın ve uzak olanlarla ilişkilerimizi kestik, akrabalarımızı bıraktık. Şehadet ederiz ki o Allah’ın Rasûlü’dür. Onu Allah göndermiştir. O bir yalancı değildir. Onun getirdiği ise beşer kelâmına benzemez. Senin ‘Ben onunla ilgili sizden va’dler almadıkça tatmin olmam’ sözüne gelince, bu bir istektir. Biz bu isteği hiç kimseden geri çevirmeyiz. Kaldı ki o kişi bunu peygamber için istesin. Bizden bu hususta isteyeceğini iste bakalım!”
Bunu söyledikten sonra dönüp Rasûlullah’a baktı ve Hz. Peygamber’e: “Ey Allah’ın Rasûlü! Kendin için ne istiyorsan iste! Rabbin için de hangi şartları koşarsan koş!” dedi.[3]
[1] Ebu Nuaym, Delail, s. 105, (Vakidi tarikiyle)
[2] Ebu Nuaym, Delail, s. 105 (Ümmü Sa’d’dan)
[3] Ebu Nuaym, Delail, s. 105 (Akil b. Ebi Talib’ten)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/88-91.