SAN MARINO

SAN MARINO

SAN MARINO

SAN MARINO

: 60,57 km.2 : 22.100 (1987) : San Marino : İtalyanca : Katolik : San Marino Cumhuriyeti : İtalyan Lireti
fından kuruldu. 1846’da Birleşik Devletler’e geçtikten sonra, özellikle 1849’da başlayan “altına hücum” döneminde hızla gelişmfeye başladı. 1869’da ilk kıta aşırı demiryolunun terminali oldu, fakat 1906’da meydana gelen şiddetli deprem ve onu izleyen yangınla büyük ölçüde zarar gördü. 1945’te Birleşmiş Milletler’in kuruluş toplantısı burada yapılmış ve 1951’de Japonya-ABD barış antlaşması burada imzalanmıştır.

SAN JOSE, Kostarika’nın merkezi. Merkez bölgesinin yüksek toprakla* rında kurulmuştur. Büyük ölçüde şeker, kahve, tütün, kakao ticareti yapılır. Besin ve dokuma sanayileri vardır. Nüfusu 300.000’dir.

SAN JUAN, Porto Riko’nun başken-, ti. Ülkenin kuzey kıyısında, karaya bağlı kayalık iki adacık üzerinde kurulmuştur. Limanından şeker, kahve ve tütün’ ihracatı yapılır. Tütün imalathaneleri ve şeker rafinerileri vardır. Nüfusu 435.000.

SAN MARİNO (Fr.: Saint-Marin, İng.: San Marino), İtalya’da Rimi-ni’nin güneyinde küçük cumhuriyet. Avrupa’nın en küçük ve en eski devletidir. Yüzölçümü 60,57 km.2, nüfusu 22.100 (1987), başkenti San Marino. Yaklaşık 20.000 San Marino vatandaşı ülke dışında yaşar. Başlıca gelir kaynakları turizm, şarapçılık, bağcılık ve seramik üretimidir. İ.S. 4. yüzyılda Marinus adlı bir taş yontucusu tarafından kuruldu. Marinus sonradan aziz mertebesine yükseltildi. 9. yüzyılda oldukça özerk bir konuma erişen San Marino 1263 yılında cumhuriyet oldu. Halk etnik bakımdan İtalyan kökenli olmasına
karşın her zaman İtalya’dan oldukça bağımsız ulusal bir karakter taşıdı. Yüzyıllar boyunca çeşitli uluslardan siyasal suçluların sığındığı bir Dike olan San Marino, birçok sosyal hizmet bakımından da dünyanın öncü devletlerinden biridir. 1848’de ücretsiz sağlık hizmeti kondu. 1859’da ölüm cezası kaldırıldı. Uzun yıllar ulusal gelirin yarıdan fazlası eğitime ayrıldı. 1815’te Viyana Kongresi’nde tanındı. İtalya ile gümrük birliği içinde olan ülkede yasama görevi 4 yılda bir seçilen 60 üyeli “Büyük Konsey” tarafından, yürütme görevi de bu konseyce seçilen iki “naip başkan” tarafından yerine getirilir. ¡Cidardaki Komünist, Sosyalist ve Sosyalist Birlik partileri koalisyonu Haziran 1986’da dış politika konusunda anlaşmazlığa düşerek dağıldı. Bunun üzerine Temmuz 1986’da Komünist Parti, Hıristiyan Demokrat Parti’yle yeni bir koalisyon oluşturdu. Mayıs 1988’deki seçimlerden sonra da iktidar değişmedi. 1988 sonlarında Avrupa Konse-yi’ne üye oldu.

SAN SALVADOR, Salvador’un başkenti. Limanı Libertad’a 38 km. uzaklıktadır. Ülkenin mali, ticari, endüstriyel ve kültürel merkezidir. Kentte dokuma, ağaç eşya, seramik, içki, sabun, sigara ve çimento sanayileri gelişmiştir. Eski yapılar, rasathane, ulusal kütüphane, Salvador ve José Simeon Canas üniversiteleriyle de ünlü olan San Salvador’un nüfusu çevresiyle birlikte yaklaşık 1.000.000’dur.

SAN’A, Yemen Cumhuriyeti’nin başkenti. Yaklaşık 2.500 m. yükseklikte bir plato üzerinde kurulmuştur.
Kendine özgü bir mimariye sal eski yapılarıyla değişik görünü bir kenttir. Kızıldeniz kıyısındak manı Hudeyde’ye 65 km. uzakta lunan.San’a da endüstri, daha geleneksel bazı el sanatları şel dedir (özellikle kuyumculuk, det pamuklu eşyalar vb.). Kentin mahalleleri surlarla ayrılır ve tari kapıların içindedir. 1918’de Yeı imamlığı’nın, 1962’de kurulan men Arap Cumhuriyeti’nin başi ti. Mayıs 1990’da Yemen Arap C huriyeti ve Yemen Demokratik Cumhuriyeti’nin birleşmesinden ra da Yemen Cumhuriyeti’nin kenti oldu. Nüfusu 278.000, ç< siyle birlikte 448.000’dir.

SANAL SAYI -* KARMAŞIK ve KARMAŞIK SAYILAR KÜME

SANAT, belli bir konuda (alc ve bu konunun (alanın) kurall göre yeniden yapma ya da yat biçimi. Geniş anlamda bir şe^ zel yapma işine sanat denmek Konuşma, yürüme, yemek pi gibi insan faaliyetlerinin bütün ları için “sanat” söz konusuduı ha dar anlamdaysa insan, to doğa ilişkisinin ya da gerçeğiı linçli ya da bilinçsiz olarak este çimde yeniden üretimine (yo na) sanat denmektedir. Bura duygu, bir tasarım ya da güi kişiyi etkileyen anlatımı söz kc dur. 19. yüzyıla kadar “sanat” mı genel olarak “zanaat” kavr bir tutuldu. Oysa sanat, bugüı dığımız anlamda ilk insanda vardır, ilkel insanın doğayla j mı; doğayı değiştirmek, doğa di istek ve amaçları doğrult! kullanmak, doğal afetlerden mak doğrultusundaydı. İlke bu savaşım için düşünme ve yetisini kullandı, gözlem ve d rini değerlendirdi. Doğa olay’ şısında yetersiz kaldığı zama lerinde yarattığı düşsel güci güçleri yardıma çağırdı. Bu güç zamanla düşsel bir “güç ğa” dönüştü. Bu düşsel varl lu kılarak kendine yardımcı ı sağlamak için insan çeşitli y nemeye başladı. Böylece “t efsane” doğdu. Büyü ve ef açıdan sanatın biçimi ve
Yüzölçümü Nüfusu Başkenti Resmi dili Dini

Resmi adı Para birimi

insanın imgelem gücünün bir sı, ürünü olarak sanatsal bir taşımaktadır. Efsane de aynı je imgelem gücünün bir ürü-Mağara duvarlarındaki ilkel iler bir sanat yapıtı yaratmak sıyla değil, doğayla savaşım jan bir yardımcı güç bulma sıyla yapılmıştı. Amaç değişik da birlikte ortaya çıkan yine |bir sanat yapıtıdır. Büyü ve efsa-jnda, yine doğayla yapılan sa-ia “ses” ve “söz”e dayanan ve ıe sırasında insana yardımcı ğuna inanılan “deyişler” ortaya Günlük işlerde kullanılacak ve gereçlerin yapımı önceleri bir düzeydeydi. Daha sonra p yapım işine ustalık ve yaratıcılık jı. Böylece gerekli ve yararlı değişik ve güzel de olması sı öne çıktı. Bütün bunlardan sonuca göre sanat; doğayla am, gereksinme, yaratıcılık (im-ı) gibi kavramların bireysel ve isal koşullara göre yorumlanma ortaya çıkmaktadır. Sanatın /inin ne olduğu konusu da bir 4e sorunu olarak tartışılageldi. lın “sonsal” amacının “güzelliği getirmek” olduğu düşüncesi süre gündemde kaldı. Güzel-i konusunda nasıl bir nesnel delirme yapılabileceği felsefe ia tartışıldı. Kişisel yargıların ¡iliği saptamada yeterli olup ola-acağı Platon’dan Kant’a kadar ı felsefecilerin tartışma konusu Herkesin ortak beğenisini ka-ıış, belli kurallara uygun bir sa-ürününün güzel olduğu yargısı jınlaştı. Buna karşılık alışılmış nda güzel olmayan şeyleri kolalan sanat yapıtlarının ortaya çık-sanatın amacının yalnızca gü-

i anlatmak ya da vermek olmadı-ı gösterdi. Örneğin bir ölü resmi, iç bir çöplüğü anlatan bir öy-tek tek kulak tırmalayıcı sesler-: meydana gelmiş bir müzik par-ı da birer sanat yapıtı olarak ka-edildi. Buna göre günümüzde atın kaygısı “güzel”i vermekle sı-andırılmamaktadır. Sanatta bir jindeniik” bir “bağımsızlık” aran-tadır. Genel bir sınıflandırmaya ire sanat “büyük sanat” ve “küçük
sanat” diye ikiye ayrılır. Büyük sanat edebiyat, müzik, resim, heykelcilik ve mimariyi kapsar. Küçük sanat ise halıcılık, altın ve gümüş işçiliği, seramik, mobilyacılık, taş oymacılığı gibi alanları kapsar. Bir başka sınıflandırmaya göre sanat “güzel sanatlar” ve “uygulamalı sanatlar” diye yine ikiye ayrılır. Sanatın sınıflandırılması konusu kesinlik kazanmamış bir konudur. Günümüzde edebiyat, müzik, görsel sanatlar (resim, heykel, süsleme vb.) ve uygulamalı sanatlar ayrımı da yapılmaktadır. Çağımızın sanatı olan sinema da “yedinci sanat” olarak nitelenmektedir. Sanatın başlangıcı Paleolitik’e (İ.Ö. 25.000.-10.000) kadar inmektedir. Dünyanın çeşitli bölgelerinde yapılan kazılardan elde edilen bulgular, çeşitli bölgelere ve çeşitli uluslara özgü sanatların geliştiğini gösterdi. Buna göre Mısır, Ege, Mezopotamya, Hint, Orta Asya, Yunan, Roma, İnka sanatı gibi sanatlardan söz edilebilir. Rönesans sanatı Avrupa kıtasına özgü bir sanat olayıydı. Bunu izleyen ve bütün dünya sanatını etkileyen sanat akımları ve anlayışları genellikle yine Avrupa kıtasından kaynaklandı: Coşumcu-luk, izlenimcilik, kübizm, gerçeküstücülük vb. Resim ve mimarideki yeni bir sanat anlayışının edebiyat ve müziği de etkilediği, bunun tersi de olduğu görülmektedir. Bu da, sanatın değişik alanları olmasına karşılık bu alanların tümüyle birbirinden bağımsız olmadığını göstermektedir. Türkiye’de sanat eğitimi ancak 19. yüzyıl sonlarında okullara alındı. Resim, İslam dini açısından günah sayıldığı için Batılı anlamda bir resim sanatı anlayışı gelişmedi. Buna karşılık minyatür, süsleme, yazı (hat) alanlarında kendine özgü bir sanat alanı gelişti. Selçuk mimarisinin bir devamı olan, eski Anadolu uygarlıkları mimarisinden de etkilenen bir Osmanlı mimarisi geleneği kuruldu. Edebiyat alanındaysa öz olarak “söz sanatları” na dayanan “divan edebiyatı” nazım ve nesir alanında ortaya çıktı. Tiyatro sanatı “ortaoyunu”, “meddah”, “kukla”, “karagöz ve “seyirlik oyunlar” biçiminde yine kendine özgü bir alan olarak 19.
yüzyıl ortalarına kadar geldi. Bir yandan geleneksel gösteri biçimleri sürerken Batı anlayışına uygun tiyatro sanatı da Türkiye’de yaygınlık kazanmaya başladı (1839’dan sonra). Sinema sanatı ise 20. yüzyılın başlarında Türkiye’ye girdi.

SANAYİ, hammaddeleri işlenmiş duruma getirip değerlendirmek için uygulanan eylemlerin ve bu eylemleri uygulamak için kullanılan araçların topu. Doğadaki her türlü maddenin basit ya da karmaşık biçim değiştirmesi sonucu insanların gereksinimlerini karşılayacak eşyaların ya da maddelerin üretilmesi isteği, sanayii doğurdu. Uygarlığın gelişmesi sanayinin gelişmesiyle birlikte oldu. Bilimsel çalışmalara itici güç olan sanayi, bu çalışmalardan çıkan sonuçları daha çabuk, daha kolay ve daha ucuz mamul madde üretiminde kullandı. Sanayinin ortaya çıkışı, hammadde, doğal araçlar, enerji, emek, para, makine, yönetim ve girişim gibi öğelere bağlıdır. Bilinen ilk sanayi, tarihöncesi çağlarda, hayvanlardan korunmak isteyen insanın taşları yontarak silah yapmasıyla doğdu. Taş devrinden sonra tunç ve demir çağları geldi. Böylece insanlar doğada bulunan maden cevherlerini yakıtların sayesinde metal haline dönüştürerek çeşitli eşyalar yaptılar. Bunun yanı sıra doku-, ma ve deri tabaklama işleri de gelişti. Modern çağların başlangıcına kadar sanayi işletmeleri birer zanaat kolu halinde çok iyi örgütlenmiş loncaların yönetiminde küçük atölyelerde faaliyet gösterdi. Özellikle 15. yüzyıldan itibaren Avrupa’da gelişen ticaret, sanayi mallarının kent ya da eyalet sınırları içinde kalmayıp ülke çapında hatta ülkelerarası metalar haline gelmesine yol açınca sanayi de genişlemek, uzmanlaşmak vö yaygınlaşmak eğilimi gösterdi. Bunun sonucunda dokuma sanayii İngiltere ve Hollanda’da büyük gelişme gösterdi. Sanayinin gelişmesine büyük katkıda bulunan enerji kaynaklarından kömür ve su, bol bulundukları yerlerde demir ve demirden mamul eşyaların yapılmasını sağlıyordu. Ulaştırmanın at ara

bası ve yelkenli gemilerle yapılması hammadde ve işlenmiş malların ticaretini yavaşlatan başlıca etmendi. Makinelerde buhar gücünün kullanılmaya başlanması (1700’ler) sanayide büyük hamlelere yol açtı. 19 yüzyılın ortalarında büyük ve ağır sanayi tesisleri kurulmaya başlandı. Elektrik üretimiyle kimyanın gelişmesi, buharın yarattığı kadar büyük yapısal değişiklikler getirmediyse de sanayinin çeşitlenmesine ve gelişmesine büyük ölçüde yardımcı oldu. Petrolün damıtılarak çeşitli yakıt iarın kazanılması içten patlamalı motorların, dizellerin gelişmesine yol açtı. Böylelikle, sanayide kullanılan güç ve enerji kaynakları artmış oluyordu. Kimyanın gelişmesi, sanayinin diğer dalları için çok gerekli olan sud kostik, sülfürik asit, çimento gibi inorganik maddelerin büyük çapta üretilmesine yaradı. Organik kimyanın sağladığı sentezler ve buna bağlı olarak kömür ve petroldqr elde edilen hammaddeler; boya.r-madde, suni elyaf, plastik malzemeler gibi son derece yararlı maddelerin ortaya çıkışına zemin hazırladı. Makinelerin daha duyarlı yapılması, sert çeliklerin takımlarda kullanılmaya başlanması, duyarlılık derecelerini geliştirdi, değiştirilebilir parça yapımını, zincirleme ve seri üretimi gerçekleştirdi’. Sanayinin kullandığı hammaddeler çok çeşitlidir. Bitkisel kaynaklı hammaddelerin başında, eskiden beri dokuma sanayiinin hammaddesi olan pamuk, keten, kenevir, sigara sanayii için tütün; kâğıt sanayii için odun, .lastik sanayii için kauçuk sayılabilir; konserve, şekercilik gibi besin sanayii için her türlü tarımsal ürün kullanılır. Hayvansal kaynaklı hammaddelerden başlıcaları yün, kemik, fildişi ve boynuzdur. Ayrıca hayvansal yağ da önemli bir sanayi hammaddesidir Mineral kaynaklar çok yaygın sanayi hammaddeleridir. Bunların içinde deniz suyundan, atmosferdeki azot, oksijen, argon gibi gazlara ka dar çok değişik ve çeşitli maddeler yer alır. Önceleri yakıt maddesi olarak çok işe yarayan kömürün damıtılması yoluyla elde edilen gaz, sıvı ya da katı maddeler, organik kimya
sanayiinin yardımıyla sayılamayacak kadar çok ürüne dönüştürülmektedir. Petrol için de aynı şeyi söylemek mümkündür. Madenler, sanayi için önemli ve değerli hammadde kaynaklarıdır. Bunların başında demir, çelik yapımında kullanılan demir madeni cevherleri gelir. Bunun dışında bakır, krom, nikel, kobalt, manganez, kurşun, çinko, kadmiyum, alüminyum madenleri vardır. Sanayinin önemli hammaddelerinden soda, deniz suyundan elde edilir. Sülfürik asit için gerekli kükürt, piritten ve petrolden yan ürün olarak kazanılan saf kükürtten elde edilir. Tarımın gelişmesinde büyük katkısı olan suni gübrelerden fosfat türevleri doğal fosfat kayasından; nitratlı ve amonyumlu gübreler de havadaki azottan yapılır. Sanayideki payı giderek artan en önemli enerji kaynaklarından birisi de nükleer enerjidir. Uranyum ve toryum gibi radyoaktif madenlerin araştırılması, bunların dönüştürülmesi ve kullanılmış yakıtlardan yine değerli ve önemli bir nükleer madde olan plütonyumun çıkarılması, gelişmiş bir nükleer sanayiinin doğmasına yol açmıştır. Sanayinin en önemli öğelerinden biri de emektir. Emek, kafa ve kol emeği olmak üzere iki çeşittir. Sanayi devriminden sonra gittikçe yaygınlaşan sanayi kollarında daha çok işçi çalışmaya başladı. Sendikaların varlığı işçilerin gerek ücret durumlarının saptanmasında, gerekse işyeri güvenliği ve çalışma şartlarının düzeltilmesinde büyük rol oynadı. Sanayinin bir başka önemli öğesi de sermayedir. Boyutları ne olursa olsun her sanayi kuru luşu, işletme ve kuruluş sermayesine (para), toprağa, binaya, makinelere, hammaddelere, yarı mamul ve mamul maddelerin depolanmasına belirli oranlarda para ayırmak zorundadır. Küçük sanayi işletmelerinde bu sermaye sanayici tarafından karşılanabilir. Günümüzde büyük sanayi işletmelerinin hemen bütünü anonim ortaklıklar halinde kurulmaktadır. Sanayide en önemli etmenlerden biri de yönetim ve girişimdir. Yukarıda sayılan öğeler bir arada bulunsa bile, girişim ve buna bağlı
bir yönetim olmadıkça sanayinin I rulması ve işlemesi eksik kalır, çük sanayi işletmelerinde genellik sermaye sahibi olan sanayici yön tim ve işletmeyi de üzerine alır, cak gelişmiş sanayi kuruluşlarır yönetim kadrosu da bilgili ve man yönetici ve işletmecilerin el* dedir. Uzman yönetici ve işletme lerin tek başlarına çalışmaları çağ gelişen gereksinimleri ve durur rında yeterli olmadığından, sana işletmeleri hemen her kademe gelişmiş elektronik bilgisayarla donatılmaktadır. Gelişmiş sana) pek çok bilim dalından yararlan İlerlemiş ülkelerde sanayi kuruluş rının bünyesinde ya da sanayin desteklediği üniversite ve araştım merkezleri laboratuvarlarında, ya lan araştırmaların tümü sanayirj yeni, ucuz, kolay üretim yapmas sağlamaya yöneliktir, iktisat bilin pazarların analizini, talep ve piya tahminlerini geliştirerek sanay hizmet eder. Sanayinin ana soru olan satış ve pazarlama için psiko ji ve istatistik bilimi bir arada rekla ve tanıtma faaliyetlerinin yürütüln sini sağlar. Bir ülke ya da bölge iktisadi faaliyetleri içinde sanayin
■ OsmanlI sancakları
çok önemi Sanayi ke? çok para ç yanların« inaklarla y ~ ¡emli ka in gelişrr ı, bank, kesimi ‘ir, Ayr ticare’ ‘ümey • olan h lerini c piyas ülkelı iri işli ¡1 dur sa :eyi, t orantı

¡ok önemli bir rolü ve yeri vardır, îanayi kesimi işçilerinin eline daha k para geçer ve sanayi işletmele-

ii yanlarında getirdikleri sosyal ola-eklarla yörenin kalkınmasına da nemli katkıda bulunurlar. Sanayiin gelişmesine bağlı olarak ulaştır-na, bankacılık, sigorta, vb. hizmet-fer kesimi de büyük bir gelişme gös-Brir. Ayrıca sanayileşen ülkelerin kş ticaret hacmi de önemli ölçüde lüyümeye başlar; sanayi, gereksini-i olan hammadde ve enerji mad-erini dışarıdan alırken, ürettiğini piyasaya satar. Hammadde sa-ülkeler, sanayinin bu hammad-ieri işleyip mamul maddeleri sat-sı durumunda çok daha fazla ka-nç sağlarlar. Sanayinin gelişme eyi, bir ülkenin uygarlığıyla doğ-orantılıdır.

\NAYİ ve TİCARET BAKANLIĞI

nayi ve ticaret politikasını günün şuliarına uygulamak ve geliştir-îk amacıyla kurulmuş bakanlık, anayi Bakanlığı ve Ticaret Bakanlı-tolarak ayrı ayrı kurulmuş olan Ba-anlık 13 Aralık 1983 tarihinde birleş-Mmiştir. 8 Ocak 1985 tarih ve 3143 ayılı kanunla örgüt ve görevleri yeden düzenlenmiştir. Bakanlığın ı hizmet birimleri şunlardır: Sana-i Genel Müdürlüğü, Sanayi Araştır-: ve Geliştirme Genel Müdürlüğü, jük Sanatlar ve Sanayi Bölgeleri (Siteleri Genel Müdürlüğü, İçTica-tGenel Müdürlüğü, Teşkilatlandır-Genel Müdürlüğü, Fiyat Kalite »Standartlar Dairesi Başkanlığı, Sı-i Mülkiyet Dairesi Başkanlığı, Bağ-^ve ilgili Kuruluşlar Dairesi Başkan-Bakanlığın ilgili kuruluşları: Ma-ve Kimya Endüstrisi Kurumu lel Müdürlüğü, Türkiye Şeker arikaları Genel Müdürlüğü, Türki-Halk Bankası Genel Müdürlüğü, tır Sanayi ve Otomotiv Kurumu ıel Müdürlüğü, Devlet Sanayi ve ;i Yatırım Bankası. Bakanlığın taş-kuruluşları, Sanayi ve Ticaret il hürlükleridir.

INCAK, Osmanlı idari teşkilatın-kazadan büyük, vilayetten kü-lük idari birim. Liva da denirdi. Santiar vilayetlere bağlı olmakla be-3r aralarında bağımsız olanları vardı. Bir sancak 5-10 kazanın
birleşmesinden oluşurdu. Tanzimat’tan önceyse eyaletlerin alt birimlerini oluşturmaktaydılar. Başlarında “mirliva” da denen ve hem askeri hem de idari yetkileri olan “sancak beyi” bulunurdu. Sancak beyinin askeri rütbesi bugünkü tümgenerale eşdeğerdeydi. Tanzimat’tan sonraysa sancak yöneticileri yalnızca idari sorumluluk taşıdılar ve “mutasarrıf” adını aldılar. Sancaklar, yönetim birimi olarak günümüzün “il”-lerine eşdeğerdeydiler.

SANCAK BEYİ, Osmanlı yönetim düzeninde sancak denilen yönetim biriminin başında bulunan kimse. Aynı zamanda askeri yetkisi de vardı. Yıllık en az 200.000 akçelik “has”a sahipti. Savaş zamanı, askerleriyle birlikte bağlı olduğu beylerbeyinin emrine girerdi.

SANCAKI ŞERİF, İslam dininin kurucusu Muhammet Peygamber’e
ait olduğuna inanılan ve Topkapı Sarayı’nda Kutsal Emanetler arasında saklanan sancak. Yavuz’un Mısır Seferi sırasında OsmanlIların eline geçti. İstanbul’a getirildi. Seferlere ordu ile birlikte götürülürdü. İstanbul’da çıkan olaylar sırasında, Topkapı Sarayı’nın önüne dikilir, halk asilere karşı Sancakı Şerif altına davet edilirdi.

SAND, George (1804 Paris – 1867 Nohant), Fransız kadın yazarı. Asıl adı Amandine-Aurore-Lucile Dude-vant’dır (doğumu Dupin). Bir subayın kızıydı. Küçük yaşta babasını yitirdi. Babasının ölümünden sonra, annesiyle babaannesi arasındaki çekişmenin ortasında kaldı. Öğrenimini Paris’te yaptı. 1820’de Nohant’ da yaşayan babaannesinin yanına yerleşti. Babaannesinin ölmesi üzerine (1821), oldukça büyük bir servete ve kişisel özgürlüğüne kavuş-

 

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*