Dil Bilimi

Dil Bilimi

Dil Bilimi

Dil Bilimi

Sandro Botticelli’nin «Düşünceye Dayalı Sanatlar Alegorisi» a: (Louvre Müzesi, Paris). Her türlü öğretimin temeli, başlahas olan dilbilgisi, çocuğa kılavuzluk ederek onu çeşitli bilim ve £ ; yönlendirmede işe yarar.
dilbilgisi
Bir dilin, konuşanlar tarafından anlaşılabilmesi için veya bu dildeki herhangi bir söylemin oluşturulabilmesi için uyulması gereken kurallar bütünü, dilbilgisi olarak adlandırılır. Bu kurallar bütününü düzenli bir biçimde ortaya koyan, biçimbilim (morfoloji) ve sözdizimi (sentaks) içine alan kitaplar da dilbilgisi (kitabı) olarak adlandırılır.
Her dilin özgüllüğünü sağlayan ve bildirişim aracı olarak işleyişini belirleyen bir dilbilgisi (grameri) vardır. Bu bütün, cümlelerin, metinlerin oluşturulmasına imkân veren, mesela kelimelerin cümle içindeki düzeni, zaman uyumları vb’ye ilişkin kuralları içerir.

İnsanlar belli bir tarihten itibaren bu kurallar bütününü yazıya geçirmeyi düşünmüşler ve dilbilgisi çalışmaları da böylece doğmuştur. MÖ IV. yy’da bu tür çalışmalara Hintliler’in giriştiğini görüyoruz. Gerçekten de Hindi Panini, Sanskritçe’nin dilbilgisini yazmıştır. Eski Yunan felsefecilerinin de MÖ III. yy’da, İskenderiye ve Bergama gibi kültür merkezlerinde dilbilgisiyle ilgilendikleri saptanmıştır. Ama felsefecilerin bu alandaki çalışmaları, felsefe ve edebiyatla temelleniyordu. İşte bu iki köken de dilbilgisi çalışmalarının iki doğrultuda gelişmesine, dilbilgisinin iki özellik kazanmasına yol açtı. Bazıları gözlemledikleri dilin olgularını açıklamaya yönelerek, felsefeye dayalı kuramsal dilbilgisi doğrultusunda ilerlediler; bazıları da dilin, doğru kullanımının öğretilmesi üstünde durdular ve dilin edebiyat alanındaki gerçekleşme biçimini öne çıkarmaya yöneldiler, böylece uygulamalı dilbilgisi doğrultusunda ilerlediler.

Diğer yandan Roma’da da dilbilgisi çalışmaları yapıldı, ancak bunlar Yunanlı dilbilimcilerin çalışmalarının taklidinden başka bir şey değildi. Bir başka deyişle Romalılar, Yunan dilbilgisini Latin diline uyguladılar.

Müslümanlığın yayılmasıyla Arapça’yla ilgili dil çalışmaları gelişme gösterdi. Basra ve Küfe okulları da tıpkı İskenderiye ve Bergama okulları gibi etkinliklerini karşıtlık içinde sürdürdüler. Basra merkezi, kurallara önem verir ve düzenden yana olurken, Küfe merkezi, kuralları göz önünde tutmayıp, dil olgularının gözlemini ön plana çıkardı.

VIII. yy’da İran kökenli Sibeveyhî’nin El-Kitab adlı önemli eseri o tarihe kadar Arapça’da gerçekleştirilmiş olan çalışmaların sonuçlarını içeriyordu.

Avrupa’da Ortaçağ döneminde adından söz edilebilecek eserler verilmedi; diller henüz oluşumlarım tamamlamamış, Latince’nin etkisinden, daha doğrusu boyunduruğundan kurtulamamışlardı; bu arada İzlandaca bir dilbilgisi yazıldığı gözlendi.
Latince’den kurtulma çabası içinde verilmiş eser, İtalyan yazar Dante’nin kaleme aldığı 1

güt Üzerine» (De Vulgari Eloquentia,1303‘ oldu. 3u ç sik Latince’nin İtalyan dili ve lehçeleri karşısında y. olduğu üstünde durulmuş, İtalyanca’nın çeşitli ler.ç-. den ayırt edilmiştir.

Büyük coğrafya gezileri ve keşifleri yeryüzünde: şitliliğini ortaya koymuştu. Latince kültür dil; aüug şılaşılan yeni diller de hep Latince’nin dilbılgısır.e g: ğı için, dille ilgilenenler bütün dillerin dilbilgisim a; telikte dilbilgisi incelemelerinin yazılmasın: duşu-; da göze çarpan başlıca çalışma; Port-Royal’in _ . h Dilbilgisi» (Grammaire Generale et Raisonnee

Aydınlanma Çağı, felsefe çağı olan XVIII. yy’c ği, doğası ve kökeni sorunu ortaya atıldı. Dil :1e daki bağıntı üstüne ileri sürülen çeşitli görüşler bırç: oldu. Ansiklopedi’nin (Encyclopedie) «Dil» madde=_r rin neredeyse bütününe yakını, dillerin kökerune ay: nice, halk dillerinin anası olarak gösterildi.

Tarih yüzyılı olarak kabul edilen XIX. yy’da, diri da bu bakış açısına göre yazıldı. İncelemelerde d_-lerinden çok, evrimleriyle ilgilenildi. Karşılaştın^ : zerlik ağları aranarak, daha önceki dönemlere ait z yeniden oluşturulmasına gidildi. Mesela Fransızca İtalyanca ve Portekizce gibi dillerin karşılaştınimas: ce’den farklı bir Latince’nin, bir konuşma dilinin duş olanak sağladı. Öte yandan, çok daha önceki dcr. alan ve Latince, Yunanca, Sanskritçe’yle ilgili clar. ç= elde hiçbir belge olmamasına rağmen, Hint-Avrupa c: landırılan bir «anadil»in varlığım ortaya koydu. Tar: si, son derece kesin bir bilimsel metodoloji (karşûaşr. gisi) sayesinde büyük başarı elde etti. Karşılaştırnıa.-lışmalarını özellikle Alman dilbilgicileri gerçekleşti::: Franz Bopp, 1816’da itibaren Alman diline ilişkin k= dilbilgisi çalışmalarım, Jacob ve Wilhelm Grimm’de 1 baren Alman diline ilişkin tarihsel dilbilgisi çalışmaj ler. Öte yandan XIX. yy’ın sonlarında, Fransız Ar_ let’nin incelemeleriyle birlikte, Fransız araştırmacûa: karşılaştırmacılarm çalışmalarını göz önüne aldılar.

XX. yy’ın başlarında isviçreli dilbilimci Ferdinand : dilbilgisi alanındaki yalnızca tarihsel nitelikli bir doğru”: siz olduğunu vurguladı. Bu metoda karşı çıktı ve dûlen ilgili daha çok çalışmalar yapılması gerektiğini vurgulan li öğelerinin aralarındaki bağıntıların incelenmesi gerek
İÇİNDEKİLER

DİLBİLGİSİ YAPILARI TÜRKÇE DİLBİLGİSİ ÇALIŞMALAR] OKULDA DİLBİLGİSİ
-~z 19301u yıllarda Prag dilbilim çevresi, bu yönde hareket etti; ssld doğrultudaki dil çalışmaları da Prag çevresinin dil incele-.’ T’.ien yararlandı. XX. yy’ın ortalarında yeni bir akımın, üreti-ı_”-lgisi akımının ortaya çıktığı görüldü. Amerikalı dilbilimci

– — Chomsky’nin önerdiği üretici dilbilgisi, diğer çözümleme :-^anyla birlikte yeni bir dilbilgisi anlayışını ortaya koydu.

DİLBİLGİSİ YAPILARI

::X. yy’da dillerin dilbilgisel düzenlenişlerine göre üç büyük îvnldığı görülür: Büküntü diller, bitişimli veya bağlantılı diller

– ,’:Lwan diller. Alman dilbilimci Wilhelm von Humboldt ta–nan önerilen, ve yine Alman dilbilimci August Schleicher tarlan yeniden ele alman bu sınıflandırmadan günümüzde ya-■rdmaktadır. Ancak söz konusu sınıflandırma iki açıdan eleş-; açıktır. Bir yandan, dillerin daha başka biçimlerde, daha ke-£ daha karmaşık olarak sınıflandırılabilme gerçeği vardır; öte

ün da, bir dil, yalnızca bir tür düzenlenişe göre tanımlanmaz, :_„ae yalnızca, şu veya bu türden yapıları vurgulama eğilimi

Hllerin sınıflandırılması

.:cunlü dillerde kelimeler, bir kök ve dilbilgisel işlevi olan bir

– oluşur; Latince de bütün diğer çekimli diller gibi bu sınıfın rr.eğıdir: mesela rosa (gül) adını ele alalım; rosa özne durumu, m nesne durumu, rosae ikinci nesne durumu, rosarum, isim .aması durumunu (çoğul) belirtir. Oysa mesela, Fransızca gi-r dilde bu çekim eklerinin işlevini edatlar üstlenir: ]e yarlerai *v Pıerre’le konuşacağım) cümlesinde dolaylı nesnenin oluş-.rj .J edatı sağlar; ama aynı dilde edatlara gerek kalmadan da

sız nesne oluşturulabilir: Je park l’italien (İtalyanca konuşu-™ örneğinde olduğu gibi Fransızca’da ayrıca fiil çekimi de _r„u yapıya bir örnek oluşturur: Je chante (şarkı söylüyo-ehantons (şarkı söylüyoruz); je chanterai (şarkı söyleye-r_ ncus chanterons/şarkı söyleyeceğiz; je chantais (şarkı söy-rdum)/Mo»s chantions/(şarkı söylüyorduk). Öte yandan kök igışken olabilir. İngilizce’deki man (erkek)/men (erkekler); wo-£adın)/ttwief! (kadınlar) veya Fransızca’daki je vais (gidiyo-allons (gidiyoruz) gibi biçimler de söz konusu olguya < olarak verilebilir. Bunların dışında bazı dillerde de ünsüz-r. oluşan köke, ünlüler girerek bütün oluşturur: tıpkı Arap-“Iduğu gibi: mesela ktb öbeğindeki ünsüzler arasına sıkışan er. katib (yazan)/kilab (yazılı belge, kitap) gibi değişik keli-r oluşturmaya yarar.

-şiirdi dillerde, köke kendi kimliğini koruyan bir veya birden ;nek ilave edilir. Mesela Macarca’da bu durum son derece r.dır: haz-am (evim)/haz-ad (tvin)/haz-a (evi); haz-am-ban ide’; haz-am-bol (evimin dışında); haz-am-nak (evime). Aynı ı<, ev-im; ev-ler-im; ev-ler-im-den örneklerinde görüldüğü gibi :e için de geçerlidir. Çoğunlukla uzun olan bu tür kelimele-.< başlarına sözdizimsel bir bütün oluşturdukları da bir ger-

■ Ote yandan bazı durumlarda bükün ile bitişimin arasında-güçlükle kavranır. Bitişimli yapıda, her öğe her zaman ay-: görülebilir; oysa bükünlü yapıda çoğunlukla iki belirtinin ~ğı, birbirine karıştığı gözlenir. Mesela Türkçe’de deniz-ler-mz-çoğul-tamlayan durumu) örneğinde, tamlayan durumu :: ve çoğul ayrı ayrı verilir; buna karşılık Latinceye baktığı-î. mesela mar-ium (deniz-çoğul ve tamlayan durumu bir ara-r.eğinde olduğu gibi, çoğul ve tamlayan durumunun birbı-ı ayrılamaz olduğunu, birbirine karışmış olduğunu gözleriz, mlayan dillerde değişmez ve ayrıştırılamaz kelimeler kulla-
(■) NOKTALAMA İŞARETLERİ Nokta veya durak;
(…) Üç nokta, susma işareti;
(?) Soru işareti, soru noktası;
(!) Ünlem işareti, ünlem noktası;
0) Bunların dördü de noktadır; birinci görevleri cümle sonunda bulunmaktır. Çift nokta, iki nokta, açıklama noktası;
O Virgül;
(;) Noktalı virgül;
(-) Çizgi;
(«») Tırnak;
(0) Parantez veya ayraç;
([]) Köşeli parantez;
(§) Paragraf veya çengel
(……) Sıra noktalar.

nılır; bu gibi dillerde sözdizimsel bağıntılar, kelimelerin cümle içindeki düzeniyle, sıralanışıyla sağlanır. Çince, Khmerce veya Laosca gibi Asya dilleri bu kategoriye girer. Mesela Laosca’da fiil, değişmez niteliktedir; kişiyi, bir kişi adılı (şahıs zamiri) belirler: kh : j kin (yiyorum); mim kin (yiyorsun); la:w kin (o kadın/erkek yiyor); hmu:hao kin (yiyoruz); hmu:tjâo kin (yiyorsunuz); hmu:khao kin (o kadınlar/erkekler yiyorlar). İngilizce’de fiilin işleyişi, üçüncü kişideki s göz önüne alınmazsa, Laosca’daki gibidir: I eat (yiyorum); you eat (yiyorsun); he/she eats (o kadın/erkek yiyor); we eat (yiyoruz); you eat (yiyorsunuz); they eat (o kadınlar/erkekler yiyorlar).
Ceci -ri’çMfuu um füfie,.
TÜRKÇE DİLBİLGİSİ ÇALIŞMALARI

Türkçe’nin ilk yazılı ürünleri VI. yy’dan kalmadır (Orhon ve Ye-nisey Yazıtları). Türkçe ilk dilbilgisi kitabı da Kaşgarlı Mahmud’un günümüze ulaşamayan Kitabu Cevahirü’n-Nahv fi Lugatit Türkî (Türk Dilinin Sözdizimi) adlı kitabıdır (XI. yy). Yine Kaşgarlı Mahmud DivaniiLugatit-Türk (Türk Dilleri Sözlüğü) adlı eserinde Karahanlıca’nın (Hakaniye Türkçesi) kimi ses ve yapı özellikleri üzerine bilgiler vermiş, örnekler göstermiş, diğer Türk lehçeleriyle kimi karşılaştırmalar yapmıştı.

İslamlığın benimsenmesinden sonra hazırlanmış olan Türkçe dilbilgisi kitaplarının hemen tümünün amacı ortaktı: Araplara Türkçe öğretmek. Bunun için bu dönemde yazılan dilbilgisi kitaplarında (Ebu Hayyan, Kitabü’l-İdrak li Lisani’l-Etrak, Türklerin Dilini Öğrenme Kitabı, 1312, vb) Arap dilciliğinin etkileri ağır basar. Anadolu Türkçesi üzerine yazılan ilk dilbilgisi çalışmaları arasında Bergamalı Kadn’nin Alüyessiretü’l-Ulûm (Bilimleri Kolaylaştıran, 1530) adlı kitabının özel bir yeri vardır. Burada Arapça ve Arapça dilbilgisi kitapları örnek alınmasına karşın, Türkçe’nin kendine özgü kurallarının betimlenmesine de çalışılmıştır. Medreselerde okutulan dilbilgisi kitapları da Arap dilbilgisi geleneğine uygun biçimde hazırlanmıştı.

Tanzimattan sonra yazılan dilbilgisi kitapları Osmanlı Türkçe-si’ndeki Arapça ve Farsça kurallarıyla Türkçe’nin kuralların belirlemeye çalıştılar. Bunlar çoğunlukla öğretim amaçlı olmuştur. Yeni açılan rüştiye ve idadilerde Osmanlı Türkçesi’nin öğretiminde kullanılan bu dilbilgisi kitapları iki farklı geleneği yansıtır: Arap dilbilgisi geleneği (Ahmed Cevdet ve Fuad Paşa, Medhal-i Kavaid, 1851; Kavaid-i Osmaniye, 1865; Süleyman Paşa, İlm-i Sarf-ı Türkî, 1875; Ali Nazima, Lisan-ı Osmanî, 1881; vb), Fransız dilbilgisi geleneği (Hüseyin Cahid, Türkçe Sarf u Nahiv, 1908; Ahmed Cevad, Lisan-ı Osmanî, 1912, vd). Bu okul dilbilgilerinin yanında Anton Tıngır Türk Dilinin Sarf-t Tahlilîsi (1912) adlı çalışmasında Alman dilbilimci Franz Bopp’un karşılaştırmalı dilbilgisi yöntemini kullandı.

Meşrutiyet döneminde Maarif Nezareti’nde Tedkikatı Lisani-ye Encümeni kurulmuştur. Bu encümen Sarf ve Nahv-i Türkî (1920) adlı bir eser yayımlayarak dilbilgisi uzmanlarını bu konuda özendirmek istemiştir.

Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra imla, alfabe ve dilde sadeleşme gibi konularda yoğun tartışmalar yapılmıştır. Bakanlar Kurulu’nca 1928’de kurulan «Dil Encümeni» (Falih Rıfkı, Fazıl Ahmed Cevat, Yakup Kadri, Mehmet Emin [Erişirgil],
Rene Magritte’in iinlii tablosu.

(1928-1929; Los Angeles Country Müzesi). Kımileyin «ezgi ve şarkı», kimileyin «Görüntülerin İhaneti» diye adlandınlan bu tablo, bir nesnenin görüntüsünün gerçeklikle ilgisi olmadığını kanıtlamak için çok belirtik bir işaret cümlesiyle bütünleşmektedir: «Bu bir pipo değildir.,,
İhsan Sungu, İbrahim Grantay) alfabe ve dilbilgisi konusunda iki önemli rapor hazırlamıştır. İlkin alfabe değişikliğine gidilmiş; 3 kasım 1928’de Latin harfleri TBMM’de kabul edilmiştir. Türkçe’yle ilgili çalışmaları daha düzenli ve sürekli duruma getirmek için de Türk Dili Tetkik Cemiyeti (Türk Dil Kurumu) kurulmuştur (12 temmuz 1932).

Atatürk’ün de katıldığı I. Türk Dil Kurultayı’nda (26 eylül 1932) Türkçe’nin tarihî dilbilgisinin yazılması görüşü benimsenmiş; Ahmet Cevat Emre, Türkçe’de Kelime Teşkili Hakkında Bir Anket (1933) ve EklerLııgatçesi (1934) adlı kitaplarıyla bu konuda bir başlangıç yapmıştır. Cumhuriyet döneminde ilk önemli dilbilgisi çalışmasını İbrahim Necmi Dilmen ortaya koymuştur: Türkçe Gramer (2 cilt, 1939).

Latin alfabesine geçildikten sonra eski dilbilgisi ders kitaplarının klasik anlayışla hazırlanmış olması, harf devriminin getirdiği yenilikleri değerlendirememesi ve karşılayamaması gibi sakıncalar ileri sürülerek Atatürk’ün emriyle okullardan dilbilgisi dersi kaldırılmıştır (1928). Gerçekten de ilk ve orta dereceli okullarda 1940 yılma kadar dilbilgisi okutulmamış, dilbilgisi kitabı yazan da pek çıkmamıştır. Millî Eğitim Bakanlığı tarafından Tahsin Ban-guoğlu’na yazdırılan Ana Matlarıyla Türk Grameri (1940), aynı yıl orta dereceli okullarda okutulmaya başlanmıştır. Bu tarihten sonra dilbilgisi çalışmaları iki kolda gelişti: ilk ve orta öğretimde kullanılmak üzere yazılan dilbilgisi kitapları, Türkçe’nin temel yapısını, işleyişini betimleyen bilimsel dilbilgileri ve monografiler.
esrûks Sarhoş. tİ\ emgük: Bir kim»ede eskiden bulunmayıp sonradan gelen hal, hastalık ve buna benzer § eyler, arıza.

■—liJi i Irük: Safra ve balgamı söktüren bir ot tohumu, üzerlik tohumı. Uç dilince.

—lJ>*l ömzük: Eğerin ön ve arka tarafları, ucu. Jfjfi İkdük: Süt ve yoğurttan yapılır, peynir gibi yenir bir azık.

JjjjT egriks Egirİlen ip.

qŞİt ügrük! Çocuğun beşiğini sallama. tiT ekşig: Ekşi olan nesne. (Mayhoş nar) gibi.

eksük: Eksik, eksik olan nesne. ^iıürl

eksük yarmak * eksik para”.

■*—ökmek: Kadınların kulaklarına taktıkları altın veya gümüşten yapılmış halka. Bu,

} aslında mastardır.

ökmek; Toplanmış olan “her nesne. Bu da öbürüsü gibi mastardır.

•-endek: Satıh, bir nesnenin üst yanı. Oğuzca.

■JÖ3 üçgült Müselles, üg k3§eii olan nesne.

. * üçgil: Müselles, aç köşeli slan nesne.

i arsal: ’ff arsal .sac = kızıla çalan

C- ”

saç”.
Okul dilbilgileri

Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 1941 yılında Avni Başman, Necmettin Halil Onan, Peyami Safa (sonra ayrıldı), M. Sadullah Sander, Tahir Nejat Gencan’dan oluşan komisyona ilk ve ortaokulların dilbilgisi kitaplarım yazma görevi verildi. Aynı yıl ilkokulların 4. ve 5. sınıfları ile ortaokul 1. sınıfları için dilbilgisi kitapları hazırlandı (Dilbilgisi, 1942).

1950 yılında tek kitap usulü kaldırılınca ilkokul, ortaokul ve liselerde okutulmak üzere pek çok dilbilgisi kitabı yayımlandı: T. Nejat Gencan, Dilbilgisi (Ortaokul, I, II, III, 1950), Dilbilgisi (Lise I, II, III, 1954), Beşir Göğüş ve Kemal Demiray, Dilbilgisi (Lise I, II, III, 1951), Haydar Ediskun ve Baha Dürder, Örnek Dilbilgisi (1950), Kemal Demiray, Temel Dilbilgisi (Orta I, II, III, 1959,1961)… Bu ders kitapları «öğrencinin okuduğunu iyi kavraması, düşünüp duyduğunu doğru anlatması için bir dil mantığı vermek üzere» hazırlanmıştır.

1980’den sonra liselere ve üniversitelere de Türk dili dersleri konulduğu için kimi Türkçe öğretmenleriyle dilbilgisi uzmanları kullandıkları terimler farklı olsa da, benzer anlayışta dilbilgisi kitapları hazırladılar.
Bilimsel dilbilgileri

Türk dilinin bilimsel yönden incelenmesinde üniversiteleri Türk Dil Kurumu’nun katkıları özellikle belirtilmelidir. 1950 sonra çoğu yükseköğretim kuramlarında kullanılmak üzere yımlanan dilbilgisi kitapları, kuralcı ve betimleyici dilbilgisi a yışına uygun olarak hazırlanmıştır. Bunlar arasında Tahsin 1 guoğlu’nun Ana Matlarıyla Türk Grameri (1940), Türk Gramer Sesbilgisi (1959), Türkçe’nin Grameri (1974), Ahmet Cevat re’nin Türk Dilbilgisi (1945), Muharrem Ergin’in Türk Dilb (1958), Haydar Ediskun’un Yeni Türk Dilbilgisi (1963), Tahir N Gencan’ın Dilbilgisi (1966) adlı kitapları özellikle anılabilir. Bu tın bazısı artzamanlı dilbilgisine de yer vermekte, ayrıca yeni ni dilbilimin inceleme alanına giren anlambilim, stilistik gibi larm verilerini de söz konusu etmektedir. Yüksel Göknel, Ma Türkçe Dilbilgisi (1974) adlı çalışmasında Türkçe’nin sözdizir yapısını üretici-dönüşümsel dilbilgisi kuramına göre çözümle ye çalışmıştır. Nurettin Koç da Yeni Dilbilgisi’nde (1990) ça| dilbilim kuramlarından yararlanarak Türkçe’nin yapısını ve yişini betimlemeyi amaç edinmiştir. Türkçe’nin ekler, sesbil sözcük türleri, sözdizim gibi değişik yönlerini kuralcı-betiml ci artzamanlı yaklaşımla veya çağdaş dilbilim kuramlarının yandığı inceleme yöntemlerine göre değerlendiren ve çözür yen araştırmalar da yapılmıştır. (Vecihe Hatiboğlu, Türkçe’nin i dizimi, 1972; Türkçe’nin Ekleri, 1974; Hikmet Dizdaroğlu, Tüme, gisi, 1976; Doğan Aksan, Neşe Atabay, İbrahim Kutluk ve Sı Özel, Sözcük Türleri, 1976-1977, 2 cilt; Ömer Demircan, Tür Türkçesi’nde Ek-Kök Birleşmeleri, 1977; Oya Adalı, Türkiye Tür sinde Biçimbirimler,\979; N. Atabay, S. Özel ve A. Çam, Tür Türkçesi’nin Sözdizimi, 1981; Rasim Şimşek, Örneklerle Türkçe l dizimi, 1987, vb).

Dilbilgisi terimleri sözlüğü

Dilbilgisi kitaplarında kullanılan terimler her zaman sorur muştur. Eski dilbilgisi kitaplarında Arapça ve Farsça’dan ödi lenmiş Osmanlıca terimler kullanılıyordu: aheng-i asvat: i uyumu, bina-yı malum-, etken çatı, elfaz-ı mütecanise: eşsesli (; cükler), cezir: kök, fail: özne, lisan-ı metruk: ölü dil, siga: kip, Cumhuriyetten sonra hazırlanan okul dilbilgilerinde terimi çoğu Türkçeleştirilmiş ve bu konuda belli bir uzlaşma da sağ mıştı. Ancak bugün okul dilbilgileriyle bilimsel dilbilgileri kullanılan terimler oldukça farklıdır: kimileri bütün terimli Türkçelerini tercih ediyor, kimileri özel terim önerileri içeri’ kimileri eski-yeni-yabancı terimleri özel bir seçimle kullanıy Dilbilgisi terimleri üzerine hazırlanan sözlüklerde de farklı a: yışların ve tercihlerin gözetildiği dikkati çekmektedir.

Türkçe’de ilk dilbilgisi terimleri sözlüklerim Türk Dil Kuru yayımlamıştı: Telsefe ve Gramer Terimleri (1942); Vecihe Hatib lu, Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü (1969), Berke Vardar ve arkadaş] Dilbilim ve Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü (1980). Bu çalışmalarda men bütün dil terimleri Türkçe karşılıkları, tanımları ve öme’ riyle açıklanmıştır. Türk Dil Kurumu, 1983 Anayasasının i. maddesine göre yeniden düzenlenip resmî bir kurum haline g rilince, dil terimleri tartışması yeniden alevlendi. Eski TDK’nir terimlerini beğenmeyen yeni TDK bu sefer ayrı bir terim sö; ğü hazırlattı: Prof. Dr. Zeynep Korkmaz, Gramer Terimleri Sözl (1992). Ancak bu terim sözlüğü bilim çevrelerinde büyük taı malara yol açtı.

Bu çalışmalara son yıllarda Ahmet Topaloğlu’nun Dil Bilgisi rimleri Sözlüğü (1989) ile Nurettin Koç’un Açıklamalı Dilbilgisi rimleri Sözlüğü (1990) de katıldı.

Yabancı türkologların çalışmaları

Avrupa’da Türk dili üzerindeki çalışmaların tarihi oldukça kidir. Alman H. Megiser’in «Türk Dilinin Yapısı» (Institution Linguae Turcicae Libri Ouatuor, 1612) adlı eseri ile yazarı bi meyen «Türkçe Dilbilgisi veya Türk Dilini Öğrenmek İçin Kısa ve. sit Yöntem» (Grammaire Turque ou Methode Courte Facile p1 Apprendre la Langue Turque,1732) adlı bir eser ilk örneklerd dir. Avrupa, SSCB ve ABD üniversitelerindeki doğu dilleri vı Türk dilleri bölümlerinde Türk lehçelerinin ve özellikle Türk Türkçesi’nin dilbilgisi öğretilmiş ve 1940’tan sonra pek çokTii çe dilbilgisi kitapları yazılmıştır. Bunlardan bazıları yazılış taı lerine göre şunlardır: J. W. Redhouse, «Osmanlı Türkçesi’nin B Bilgisi» (A Simplified Grammar of Ottoman – Turkish Langua 1884); J. Deny, «Türk Dili Dilbilgisi, Osmanlı Lehçesi» (Gramm. de la Langue Turque Dialecte Osmanli, 1912); J. Nemeth, «TL çe Dilbilgisi» (Türkische Grammatik, 1916); Ettore Rossi, «T Dili Kılavuzu» (Manuale di Lingua Turca, 1939); S. Topali Kitabı» (Turkish Reader, 1940); A.N. Kononov, : İT . • Dilbilgisi» (Grammatika Turetskogo Yazıka, 1914); A.

– S G, Lisse, «Yabancılarİçin Türkçe Okuma Kitabı» (Turkisc-, I=~eruch für Auslânder, 1943); «Türkçe’nin Dilbilgisi ve Öğre-I-rammatik und Lehrgang des Türkischen, 1943); Herbert

– : ~:,’kçe Konuşma Kitabı» (Lehrbuch der Türkischen Sprac-

. Robert Godel, «Türkçe Dilbilgisi» (Grammaire Turque, ? V.’ıttek, «Türkçe Okuma Kitabı» (Turkish Reader, 1945); .■ i~-ky. «Türkçe’ye Giriş» (Introduction au Turc Adapte de

– îr.c par Emile Missir, 1949); A.N. Kononov, «Çağdaş Türk 7 Dilbilgisi» (Grammatika Sovremennogo Turetskogo Li-

Yazıka, 1956); G.L. Lewis, «TürkçeDilbilgisi» (Turkish

■ izrrjr. 1967); Robert Underhill, «Türkçe Dilbilgisi» (Turkish ‘980), vb.

Karşılaştırmalı dilbilgisi

r.i~-z Türk dil ve lehçelerinin karşılaştırmalı dilbilgisi yazıla-—czŞLdir. Bazı yerli ve yabana türkologların bu konudaki on hazırlık niteliği taşır: Vasili Radlov, «Kuzey Türk , : ■ Kj’şılaştırmalı Dilbilgisi» (Vergleichende Grammatik der ::;_;”.enTürk-Sprachen, 1882-1883); Ahmet Cevat Emre, Türk . .*’t.icjveseli Grameri(1949), N. K. Dimitriev, «TürkDili Üs-. ~ -::l:»:ekr» (İssledovaniya po Sravnitelnoy Grammatika s.ch Yazıkov, 1956-1962); A. Dilâçar, Türk Diline Genel Bir

• . vb.

OKULDA DİLBİLGİSİ

~..r<çe dilbilgisi kitaplarının hemen tümü öğretim amaçlı ol-bazıları ilk ve orta dereceli okullarda, bazıları da üni-

– tilerde okutulmak üzere hazırlanmıştır. Türkçe dilbilgisi

• r_^n genellikle kuralcı-betimleyici dilbilgisi anlayışına uy-. 3u özellikleriyle de geleneksel dilbilgisi kapsamında . imrendirilir: Türkçe’nin sesbilgisi (fonetik), biçimbilim (mor-, ve sözdizimini (sentaks) içerir. Ağırlıklı olarak işlenen

– -„=r.n başında da biçimbilim gelir: kelime türleri, ek-kök

– __=rt vapım ve çekim ekleri ayrıntılı olarak ele alınır. Türk-

(imla), anlam özellikleri üzerinde pek azında bil-

z_” ersıtelerde başlayan dilbilim çalışmaları (bazı üniversiteler-bölümleri kurulurken, bazı üniversitelerin filoloji bö-■•_rr_r.de dilbilim derslerine yer verilmiyor), henüz okul dilbilgi-■; iitsıyacak kadar yayılamadı. Bu nedenle okul dilbilgilerinde
dilbilimden yararlanma, dil çözümlemelerinde dilbilim akımlarının önerdiği yöntemleri kullanma anlayışı henüz gelişmedi.

Okul dilbilgilerinde ya sesten cümleye ya da cümleden sese doğru gelişen bir öğretim programı izlenmektedir. Dilbilgisel bilgiler, edebî metinlerle pekiştirilir; çeşidi alıştırmalarla öğrencilere sunulur. Metinlerin dilsel çözümlemesine cümle düzeyinde başlanır: ilkin cümlenin temel (özne ve yüklem) ve yardımcı öğeleri (tümleçler) bulunup terimlenir. Cümlenin yapı (basit, bileşik), anlam (olumlu, olumsuz, soru), öğe dizilişi (kurallı, devrik), yükleminin türü (isim, fiil) yönünden aldığı adlar bulunur. Ardından kelime öbekleri (isim tamlaması, sıfat tamlaması, vb) incelenir. Cümlenin kuruluşunda yer alan kelimeler hem yapı (basit, türemiş, bileşik) hem de işlev yönünden ele alınır. Daha sonra da değişik ses özelliklerinin incelenmesine geçilir.

Terim kargaşası

Bugün dilbilgisi terimleri konusunda tam bir uzlaşma sağlanamadığı için, okul dilbilgilerinde de terim birliğine varılamamıştır. Mesela Türkçe olan ortaç, ulaç, adeylem, tümce, sözcük, ilgeç, ünlü, ünsüz gibi terimlerin yerine kimi dilbilgisi kitaplarında partisip /st-fatgil, gerundium /bağfiil/zarffiil, isimfiil/mastar, cümle, kelime, edat, vokal, konson gibi terimler kullanılmaktadır. Bu farklı tercihler, özellikle okul dilbilgileri açısından sakıncalı durumlar yaratmaktadır. Ortaöğretimdeki dil terimleriyle yükseköğretimdeki dil terimlerinin farklılığının boyutları daha da büyüktür.

Beklentiler

Türkiye’de her şeyden önce dilbilgisi öğretiminin yeniden ele alınması gerekiyor. Belki anadili öğretiminin yeniden düzenlenmesi çok daha tutarlı bir iş olacaktır. Bunun için ilkin öğretim programından başlamak gerekecektir. Çağdaş eğitim ve dilbilimin verilerinden yararlanarak hazırlanacak yeni program doğal olarak ders araç ve gereçlerinin de çağdaşlaştırılmasını gündeme getirecektir. Bu konularda bir süreden beri değişik çevrelerde yapılan tartışmaların, bütün öğretim basamaklarında yenileşmeyi kaçınılmaz kılacağı öngörülmektedir.

Anadili eğitiminin dilbilgisi programını oluştururken dilbilim araştırmalarından yararlanmak, öncelikle terim birliğine varmak, yeni dilbilgisi kitapları hazırlatmak, öğretmenleri bu konuda hiz-metiçi kurslardan geçirmek, ders içindeki uygulamalarda işlevsel ve anlamsal çözümlemelere geçmek, öğrencinin daha etkin duruma gelmesine çalışmak gibi konular temel amaçlar arasında yer almak durumundadır. □
AYRICA BAKIMIZ
• IB^NSL. dil

■ MûL dilbiürr.

• diller

• Türkçe

• vazır-r:
BİR DİLBİLGİSİ ÖRNEĞİ – FİİL ÇEKİM ÇİZELGESİ
HABER KÎPLERl DÎLEK KİPLERİ
-dı’İı geçmiş -miş’li geçmiş Şimdiki zaman Gelecek zaman Geniş zaman Dilek-şart istek Gereklik Emir
~ geldim — geldin E geldik ~ geldiniz – geldiler gelmişim gelmişsin gelmiş gelmişiz gelmişsiniz gelmişler geliyorum geliyorsun geliyor geliyoruz geliyorsunuz geliyorlar geleceğim geleceksin gelecek geleceğiz geleceksiniz gelecekler gelirim gelirsin gelir geliriz gelirsiniz gelirler gelsem gelsen gelse gelsek gelseniz gelseler geleyim gelesin gele gelelim gelesiniz geleler gelmeliyim gelmelisin gelmeli gelmeliyiz gelmelisiniz gelmeliler gel gelsin gelin, geliniz gelsinler
geldıydim geldiydin – geldiydi geldiydik “ geîdiydiniz geldiydiler gelmiştim gelmiştin gelmişti gelmiştik gelmiştiniz gelmiştiler – gelmişlerdi geliyordum geliyordun geliyordu geliyorduk geliyordunuz geliyordular – geliyorlardı gelecektim gelecektin gelecekti gelecektik gelecektiniz gelecektiler – geleceklerdi gelirdim gelirdin gelirdi gelirdik gelirdiniz gelirdiler – gelirlerdi gelseydim gelseydin gelseydi gelseydik gelseydiniz gelseydiler – gelselerdi geleydim geleydin geleydi geleydik geleydiniz geleydiler – gelelerdi gelmeliydim gelmeliydin gelmeliydi gelmeliydik gelmeliydiniz gelmeliydiler – gelmelilerdi yok.
£ yok. gelmişmişim gelmişmişsin gelmişmiş gelmişmişiz gelmişmişsiniz gelmişmişler – gelmişlermiş geliyormuşum geliyormuşsun geliyormuş geliyormuşuz geliyormuşsunuz gelıyormuşlar – geliyorlarmış gelecekmişim gelecekmişsin gelecekmiş gelecekmişiz gelecekmişsiniz gelecekmişler – geleceklermiş gelirmişim gelirmişsin gelirmiş gelirmişiz gelirmişsiniz gelirmişler – gelirlermiş gelseymişim gelseymişsin gelseymiş gelseymişiz gelseymişsiniz gelseymişler – gelselermiş geleymişim geleymişsin geleymiş geleymişiz geleymişsiniz geleşmişler- gelelermış gelmeliymişim gelmeliymişsin gelmeliymiş gelmeliymişiz gelmeliymişsiniz gelmeliymişler – gelmelilermiş yok.
geldiysem geldiysen geldiyse = geldıysek geldıyseniz geidıyseler 2) gelmişsem gelmişsen gelmişse gelmişsek gelmişseniz gelmişseler – gelmişlerse geliyorsam geliyorsan geliyorsa geliyorsak geliyorsanız geliyorsalar – geliyorlarsa geleceksem geleceksen gelecekse geleceksek geleceksiniz gelecekseler – geleceklerse gelirsem gelirsen gelirse gelirsek gelirseniz gelirseler gelirlerse yok. yok. yok. yok.
1) -dı’li geçmiş kipinin hikâyesi şöyle de çekimlenir: Geldimdi, geldindi, geldiydi, geldikti, geldinizdi, geldilerdi: (2) -di’li geçmişin dilek-şart şekli şöyle de çekimlenir: Geldimse, geldinse, geldiyse, geldikse, geldinizse, geldilerse:
DİLBİLİM

Dilbilim, İsviçreli Ferdinand de Saussure’e göre, «dili kendi içinde ve kendisi için» incelemeyi amaçlayan bir bilim dalıdır. Bu tanım yapısal dilbilimin gelişmesi için bir çerçeve oluşturmuştur ama dilin ve genel olarak, dillerin incelenmesi günümüzde bu çerçevenin

sınırlarım oldukça aşmaktadır.
DİLBİLGİSİNDEN DİLBİLİME

Dille ilgili olarak bilinen en eski kuramlar, yaklaşık yirmi beş yüzyıl önce Hindistan’da ve Eski Yunan felsefecileri arasında ortaya çıktı. Panini MÖ IV. yy’da, 3 996 sutra veya aforizma biçiminde Sanskritçe’nin bir dilbilgisini yazdı; bu dilbilgisi hem Panini’nin ana dilinin eşsiz bir betimlemesini hem de söz konusu dilin işleyişi üstüne bir düşünce içeriyordu. Panini bu çalışmasında seslerin sistemini, sözcük türetme ve sözcük oluşturma yöntemlerini betimliyor, aynı zamanda da kök ve bükün kavramlarını ortaya koyuyordu.
Jacob Grimm ses olgularındaki düzenliliği göstermişti.
İÇİNDEKİLER

DİLBİLGİSİNDEN DİLBİLİME «GENEL DİLBİLİM DERSLERİ» BLOOMFIELD VE AMERİKAN YAPISALCILIĞI PRAG DİLBİLİM ÇEVRESİ VE SESBİLİM KOPENHAG DİLBİLİM ÇEVRESİ VE GLOSEMATİK FRANSIZ DİLBİLİMİ ÜRETİCİ BİR DİLBİLGİSİNE DOĞRU T OPLUMDlLBlLlM RUHDİLBİLIM DİLBİLİMİN UYGULAMA ALANLARI DİLBİLİM: ÖRNEK BİR BlLİM DALI

BUNALIMDAKİ BlR BİLİM DALI
Eski Yunan’da dil incelemeleri önceleri felser sürdürülüyordu; öyle ki, Batı dillerinde mantık lanılan lojık (Fransızca logicjue) sözcüğü de Yuna, lam, dil» anlamındaki logos’tan türemişti. Dil de : ki bu ilişki de zaten uzun süre dilbilgicilenr . lerinin ortasında yer aldı. Platon, Kratilos adi; d biriyle çelişen iki tez ileri sürüyordu: sözcükle: uzlaşmadan kaynaklandığını söyleyen Herrr.c, sözcüklerin nesnelerle kurulmuş doğal bir ra, olduğunu ileri süren Kratilos’un tezi. Aristote.es sözcük türlerini (söylemin bölümleri) incelere çalışma daha sonraki yıllarda Yunan (Trakya„ Apollonios Diskolos) ve Roma dilbilgicilenrce Aelius, Priscianus) tarafından sürdürülmüştü,

Fransız Arnauld ve Lancelot’nun hazırlacu<_=: lamalı Dilbilgisi» (Grammaire Generale et Ra:;: modern anlamda ilk dil kuramı çalışması oldu 5 konan kuram, dil ile mantık arasında bir bağ r-sıyla da dilin, düşüncenin bir gösterimi, temsd: den yola çıkıyordu. Söz konusu düşünce bur..r. kabul edildiğinden, diller arasındaki fark da «\-uz likler olarak çözümleniyordu: böylece düşüne düzenin değişik dillerde canlandığı görüşüne :na’ kış açısı içinde, farklı sözcük kategorileri de marj re denk düşecek biçimde inceleniyordu. Buna g: sıfatlar, nitelikleri belirtiyor, Fransızca’daki <?.*v : teliklerin mal edilmesi, yüklenmesi görevim us-bütün fiiller de olmak fiili ile bir «sıfat»m kar.ş:r du: sözgelimi Fransızca’da le cltien mange (kopeıc.; mangeant’in (köpek yiyen-dir) bir biçimidir. 3u r. yy’da Amerikan dilbilimi, özellikle de Noarr. dan ele alınarak geliştirildi. Gerçekten de Chczn zey ayırt etti: derin yapılar düzeyi (mantık, duş-da bir birliğin görüldüğü yer) ile yüzeysel yar— arasındaki farklılıkların görülebileceği yer’.

Diller üstüne düşünme, ele alınan dil sayışma tik» diye adlandırılan dillerin betimlenmesi us Avrupa dilbilimini beslemiştir. Sözgelimi, Sansk dilme»si diller tarihi konusundaki incelemeden: nüm noktası oldu. XIX. yy’ın başında, Avrupa c şitli dillerin kaynaklandığı ilk dillerin yemden çalışan karşılaştırmalı dilbilgisi doğdu, W. 1786’daki açıklamalarından beri, Hindistan’ın *: çe ile Avrupa’daki birçok dil arasında çarpıcı r olduğu bilinmekteydi ve artık bütün bu ddlerır dukları anlaşılmaya çalışılıyordu. Sözgelimi iîr (Fransızca’da mere, Türkçe’de anne) ile as:: rr Türkçe’de «dir») sözcüklerinin, Yunanca’daıC tince’deki (matet; est) anlam açısından eşdeğe: benzedikleri saptanıyor veya sayı adlarının r likler içerdikleri belirtiliyordu (Fransızca’da «deux», Sanskritçe’de dvan, Latince’de ve Gotça’daysa twa’dır).

Birbirine benzeyen bu diller «kardeş diller: m «anadil»e bağlanabilirlerdi. Önce Sanskntçe r bileceğini düşünülmüş, ama daha sonra Sansürlerinin ortak bir kökeni bulunduğu varsayım; cz: dil araştırılmaya başlanmıştır. Franz Bopp <■>.■ nanca, Latince, Farsça ve Germen Dili ile K.ır}C.; mi Sistemi Üzerine» (Über das Conjugationssysr; praehe in Vergleichung mit Jenem der Griech.: hen, Persischen und Germanischen Sprache İH deşler (özellikle, 1822’de Jacob Grimm’in ses ; zenlilik üstüne ortaya attığı yasa) ve Frıear-C–. «Hint Dili ve Felsefesi Bilgeliği Üzerine» (Über d:e : istheit Indier, 1808) çalışmaları hep bu vonde; seslerin zaman içindeki evrimini ortaya ker e: hazırlanmasıyla sonuçlandı. Sözgelimi, latıne: yan sözcükler Fransızca’da ch-’yt doğru evr~ champ’a («alan»), cavallus, eheval’e («at» . .v («kel») dönüşürken; Latincedeki açık ve vurgu-ca’da uo’ya (fuoco), İspanyolca’daki ue •ueç: eu’ye (feu, «ateş») dönüştü. Latince, Yunanca, sonra da Sanskritçe gibi bilinen dillerin incele” edilen bu yasalar anadil sorununa uygulanarak diye adlandırılan varsayımsal bir dilin yenicen çalışıldı. Hatta Alman dilbilimci August Schle:c: Dillerinin Karşılaştırmalı Dilbilgisinin Öz-::.-

Dlvanü Lugatit-Tiirk’ten bir sayla.
;tender Grammatik der İndogermanischen Sprachen, : rl Idlı kitabında Hint-Avrupa dilinde bir masal yazma-

: – eeşence sistemini yansıtan bu değişik araştırmalar, dil-• • • .r.y.e ilgili bilgilerin gelişmesini sağlamıştı ama bu bil-

– =a değişikliği ve evrimiyle ilgili iç yasaların incelenme–.salmasına yol açmıştı. Nitekim Schleicher de değişik-. terdeki iç yapıları inceleyerek dilleri üç grupta smıflan-

.ı>; diller (Çince), bitişimli diller (Amerika yerli dilleri, ; “-.kunlü diller (Hint-Avrupa dilleri).

* – _n iınci yarısında, kendilerine yenigramerciler adını

– _ Alman dilbilimcileri (A. Leskien, K. Brugmann, H. Ost-

■ .. – erşılaştırmacı yaklaşımı ele alarak yeni bir açıklama ge-: eel-şıyorlardı: dilsel değişiklikleri betimlemekle yetinmi-

• – _=ar. kişilerin etkinliğinin bu değişiklikleri anlamaya :*.• _da bulunduğunu göstermeye de çalışıyorlardı. Böylece

,:: .seıra fizyolojik bir açıklama getirilmiş, morfolojik (bi-et;;l değişiklikler de bir örnekseme (analoji) ilkesine bağ-: .r.rerdu örnekseme ilkesine göre, daha önce var olan bir err.ek alınarak yeni bir ad veya bir fiil türetiliyordu).

3ENEL DİLBİLİM DERSLERİ»

■;..r=r_s de Saussure (1857-1913) çok genç yaşta «Hintli .;rnJc Ünlülerin İlk Sistemi Üzerine İnceleme» (Memoire ~etrr.e primitif des voyelles dans les langues indo-eu-1B~3 adlı kitabını yayımlayarak adını duyurdu. Yapısal

– -_r ed incelemesinin ilk kez görüldüğü bu çalışmada dil sis-

– ir-‘_ eğeler ses özelliklerine dayanılarak değil, işlevlerine

—-eniyordu. Saussure, yaklaşık yirmi beş yıl sonra, 1906-İZZ5–İ3.. Cenevre Üniversitesi’nde genel dilbilim dersleri ; s_rsca dil incelemelerinde bir devrim yaratacak ve ancak _te;r sonra yayımlanacak (iki öğrencisi tarafından kaleme e.an Genel Dilbilim Dersleri’nin (Cours de linguistique ’i_i 1916 konusunu geliştirdi. Bu derslerde, XX. yy’daki r^ı temel görüşleri arasında yer alacak olan bazı kavramsal

■ ;r- çıraya koydu. Her şeyden önce dilyetisi (insanların er_şrr,a yeteneği), dil (dilsel bildirişim aracı) ve söz (birey-

– ■ eşleştirmeler bütünü) arasında bir ayrım belirledi. Bu i!-5_r.a gore de dilbilimin görevi, söz edimlerinin incelen-

nareket ederek dili betimlemek olarak saptandı, âynea aynı andaki dil olgularının incelenmesi olan eşza-frnkıonik) yaklaşım ile dil olgularının tarihsel sıralanış

• e;- .ncelenmesi olan artzamanlı (diyakronik) yaklaşım

– e; 2a bir ayrım yaptı.

-z — edem dilbilim açısından en önemli kavram ikilikleri, di-

– r – :1e gösterilen ve gösteren’di. Birinci ikilik, bir dilsel biri-

■ ez zincirinde var olan öbür birimlerle kurduğu ilişkiler (di-. -ikiler ile aynı söz zincirinde var olmayan ama kendi ye-

-S edecek durumda bulunan birimlerle kurduğu ilişkileri (di-.-ideler ayırt etmeye yarar.

eee nm ben dilbilim üstüne bir yazı okuyorum cümlesinde ben •_ tere dizimi (söz zinciri, cümle) oluşturan öbür öğelerle iliştendir hem de dizi’nin kendi yerini alabilecek öğeleriyle (sen, eaşka türden ilişkiler içine girer, ikinci ikilik ise, gösterge’nin .z-.:ru oluşturan gösteren (akustik veya sessel somut biçim) ile

■ e kavram, anlamsal içerik, gösterenin ilettiği gerçeklikler

– _ arasında bir ayrım belirler. Bu iki yüz arasındaki bağıntı -etedir (keyfidir) ve göstergenin nedensizliği Saussure kura-

– merkezini. sistem (veya yapı) kavramının temelini oluştu-_eada Saussure un de kullandığı bir örneği verelim: Fransız-

mouton (koyun) göstergesinin iki yüzü arasında nedensiz : Sette vardır («mouton» başka türlü de adlandırılabilirdi zaten e-llerdeki adlandırılması da farklıdır: Almanca Schaf, İtalyan-

– v-‘.’t, Arapça ganem, Türkçe koyun…) ama asıl nedensiz e – göstergenin tanıklık ettiği anlamsal düzenleniştir: Fran-eakı mouton hem canlı hayvan olarak koyunu hem de kasapsan et olarak koyunu belirtirken bu iki gerçeklik İngilizce’de renden kesinlikle ayrılmış iki gösterenle adlandırılır: mut-ee ■ koyun eti/koyun).

-e Dilbilim Dersleri çağdaş dilbilim (Benveniste, Martinet) ve egebilim (Hjelmslev, Barthes, Greimas) üstünde belirleyici bir —arken, felsefe, psikanaliz ve antropoloji (Merleau-Ponty, etrauss, Lacan) gibi değişik insan bilimlerim de etkiledi, re dönemde Fransa’da, Antoine Meillet de (1886-1936) ders-ızlemiş olduğu Saussure’ün görüşlerini tam olarak yemden madan Fransız dilbilim okulu diye adlandırılan bir akımı baş-
lattı: Meillet, Hint-Avrupa dillerini tarihsel açıdan inceledikten sonra diller ile toplum arasındaki bağıntıların çözümlenmesini sağladı.

BLOOMFİELD VE AMERİKAN YAPISALCILIĞI

Amerikan dilbilimi Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar temelde, Hint-Avrupa dillerinin uygulamalı karşılaştırmasını yapan Avrupa dilbiliminden hiç de farklı değildi. Kendine özgü nitelikleri, Edward Sapir (1884-1939) ve Leonard Bloomfield (1887-1949) ile birlikte kazandı. Antropolog ve dilbilimci olan Sapir, önce Amerika yerli dilleri üstünde çalıştı ve ilerde Prag okulu tarafından dile getirilecek kurama benzeyen bir dil sesleri kuramı tasarladı.

Ama Sapir özellikle dil ile dünya görüşü arasındaki ilişkiler üstüne yaptığı çalışmalarla tanındı («Sapir-Whorf varsayımı»na göre dil, belli bir topluluğun kültürünü düzenler).

Başlangıçta Alman dili profesörü olan Bloomfield ise, Hint-Av-rupa dili ve Amerika yerli dilleri üstünde çalıştıktan sonra, anlık-çı yaklaşımı reddeden davranışçı bir dilbilim kuramı geliştirdi: sözcelerin anlamını hesaba katmadan bu sözcelerin kullanımına bağlı davranışları inceledi. Böylece, dilsel bildirişim, hemen hemen mekanik olarak uyarı-yamt modeline indirgenmiş oldu: U —y — u — Y. Bu şemada da belirtildiği gibi, bir dış uyarı (U) bir yanıta (y) neden olur (biri bir şey söyler), bu da dinleyici için bir uyarı («) oluşturup dildışı bir yanıta (Y) yol açar. Bloomfield’in betimleyici dilbilim üstüne yazdığı «Dil» (Language, 1933) adlı eseri bütün Amerikan dilbilimcileri, özellikle de Z. S: Harris için uzun süre bir başvuru kitabı oldu.

Bloomfield bu kitabında dilsel sözcenin birimlere ayrılması (cümle önce dolaysız kurucularına, ardından da biçimbirimlerine ayrılacak biçimde bölümlenir) üstünde durdu ve bunların dağılımlarını belirledikten sonra değişik gerçekleşme biçimlerini de sınıflandırdı. Aslında, Saussure’ün görüşleri uygulamada ABD’de pek kullanılmamışsa da, Sapir’in ve Bloomfield’in kuramsal tutumları hem Genel Dilbilim Dersleri’ne, hem de Saussure’ün uzantısında yer alan Prag Okuluyla Kopenhag Okulu’nun (Danimarka’da gelişen glosematik) görüşlerine yaklaşır. Böylece Atlantik Okyanusu nun iki yanında ve birbirinden bağımsız olarak ilerde yapısal dilbilim diye adlandırılacak olan akım doğmuş oldu.

PRAG DİLBİLİM ÇEVRESİ VE SESBİLİM

16 ekim 1926’da şiir incelemesine büyük ilgi duyan bir grup genç Rus (Sovyet büyükelçiliğinde kültür ataşesi olarak görev yapan Roman Jakobson ve Rus Devrimi’nden (1917) sonra kaçmış olan Rus prensi Nikolay Trubetskoy) ve Çek araştırmacı (Vilem Mathesius, B. Trnka, J. Vachek) Prag Dilbilim Çevresi’ni kurdular. Yaptıkları çalışmalardan yapısal sesbilimin doğuş belgesi olan «1929 tezleri» ortaya çıktı.

Böylece dil, bir işleve (bildirişim işlevi) karşılık veren ve bu işlevi yerine getirmek için gerekli araçları kullanan bir sistem olarak tasarlanıyordu. Bu programın tam olarak açıklamasını da 1939’da Almanca olarak yayımlanan kitabında Trubetskoy yaptı «Sesbilimin İlkeleri» [Grundzüge der Phonologie]). Trubetskoy bu eserinde sözün seslerini inceleyen sesbilgisi (fonetik) ile dilin seslerim inceleyen sesbilimi (fonoloji) birbirinden ayırır. Demek ki, sesbilim, sesleri dil içindeki işlevlerine göre inceler. Sesbirim (fonem) en küçük işlevsel birimdir, sesbilimsel karşıtlık ise iki anlamsal birimi ayırt etmeyi sağlayan ses karşıtlığıdır.

Sözgelimi Türkçe’de pala (bir tür kılıç) ve bala (çocuk, yavru) sözcüklerindeki p ve b sesbirimleri titreşimsiz [p] titreşimli [b] karşıtlığı sayesinde iki birimi birbirinden ayırt etme olanağı sağlar. Bu örnek Trubetskoy’un ayırta işlev’ini açıklar. Rus dilbilimci bu işleve ayrıca sınırlandırıcı işlev (ses bir sözcüğün veya bir sözcük grubunun sınırını belirmeyi sağlar) ile yücelim işlevi’ni (külminatif işlev) [sözgelimi vurguyu belirler] ekler. Prag Dilbilim Çevresi’nin gerçekleştirdiği çalışmaların etkisi büyük oldu. Başlangıçtaki topluluğa sonradan katılan İngiliz Daniel Jones ve Fransız Benveniste ile Martinet söz konusu savların yayılmasını sağladılar. Nitekim, sesbilim, bütün bu araştırmacıların çalışmalarından sonra her çeşit ruhbilimsel açıklamadan arınmış biçimsel bir bilim olarak kuruldu.

Dilbilim, daha sonraki kırk yıl süresince, aynı türden yaklaşımı dilin öbür inceleme alanlarında da (özellikle sözdizimde ve an-lambilimde) gerçekleştirmeye çalıştı.

KOPENHAG DİLBİLİM ÇEVRESİ VE GLOSEMATİK

İki DanimarkalI dilbilimci, Louis Hjelmslev (1899-1965) ile Knud Togeby, Saussure’ün öğretisinden dilin bir töz değil bir biçim olduğu görüşünü alarak glosematik (Yunanca’da «dil» anlamına gelen glossa’dan) diye adlandırdıkları kendi dilbilimlerini yarattılar ve farklılıkların katışıksız işleyişi olarak gördükleri bir tür dil cebiri oluşturmaya çalıştılar: bu yaklaşımda çözümleme, dilsel yapıyla sınırlıdır; tarih, toplumsal ilişkiler, kültür gibi dış koşullara başvurmaz; dilsel birimler kendi başlarına değil, öbür birimlere göre taşıdıkları farklarla tanımlanır. Prag Dilbilim Çevresi’ni örnek alan Hjelmslev 1931’de Kopenhag Dilbilim Çevresi’ni kurdu. Bu topluluğa Togeby’nin dışında Viggo Bröndal (1887-1942) da katıldı. Hjelmslev en önemli eseri sayılan «Dil Kuramının Temel llkeleri»nde (Omkring Sprogteoriens Grundlaeggelse, 1943) Saussure’ün gösteren ve gösterilen, dil ve söz, dizim ve dizi ayrımlarım geliştirirken mantıksal temele dayalı bir dilbilimsel betimleme kuramı oluşturmaya büyük özen gösterdi. Bu epistemolojik yaklaşımda yer alan yananlam/düzanlam karşıtlığıysa sonradan Roland Barthes tarafından dönüşüme uğratılarak göstergebilime aktarıldı ve bir çığır açtı. Kopenhag okulunun büyük bir bilimsellik akımı içinde yer aldığı, Hjelmslev’in de çağdaş dilbilim tarihine, özellikle de göstergebilime önemli katkıda bulunduğu bir gerçektir.

FRANSIZ DİLBİLİMİ

Modern Fransız dilbilimi hem Saussure’ün görüşlerinin hem de Prag Dilbilim Çevresi’nin geliştirdiği kuramların uzantısında yer alır. Bu akımın Meület’den sonraki başlıca iki temsilcisi 1930’lu yıllarda Praglı dilbilimcilerin çalışmalarına katılmış olan Emile Benveniste ile Andre Martinet’dir. Hint-Avrupa karşılaştırmalı dilbilgisi uzmam («Hint-Avrupa Dilindeki Adların Oluşumunun Kökeni», Origine de la formation des noms en indo-europeen], 1935) olan ve daha çok Hint-Iran dillerini inceleyen («Eski İran’daki Büyücüler», les Mages dans l’ancien İran], 1938; Benveniste, kök kavramını (iki ünsüz arasındaki anlaşmalı ünlü) sistemleştirdi, sözcük dağarcığının yapısal bir yaklaşımla ele alınması gerektiği anlayışını benimsedi ve özellikle Hint-Avrupa kurumlarımn sözcük hâzinesini inceledi. Daha sonra genel dilbilimle («Genel Dilbilim Sorunları» [Problemes de linguistique generale], 1966-1974) ilgilendi ve hem göstergenin nedensizliği kuramına (1939’da yayımlanan «Dilsel Göstergenin Öz Niteliği» [Nature du signe linguistiqu-e] adlı yazısında gösteren ile gösterilen arasındaki bağın nedensiz olduğunu ileri süren görüşe karşı çıktı), hem de zamanlar ve zamirler kuramına katkıda bulundu.

Ne var ki Benveniste bütüncül bir dilbilim sistemi kurma isteğinden uzak duran, çevresinde topluluk oluşturmamış bir düşünür olarak kaldı. Fransa’da çığır açmış dilbilimciyse özellikle Mar-
DİLBİLİM VE EDEBİYAT

Dil konusundaki ilk düşünceler felsefe ve edebiyat kaynaklıydı. Dilbilim ise bir etki yapmayı amaçlayan yazarların ürettikleri yazılı metinlere değil, herkesin gündelik konuşmalarda ürettiği sözcelere, bir başka deyişle, yazılı olmayan söz zinciri parçalarına dayanarak bir bilim dalı biçiminde kurulmaya çalıştı. Öte yandan, dilbilim, çözümleme birimlerini en küçük ayrıntısına kadar titizlikle belirledi: sesbirim, biçim-birim, anlambirim ile, özellikle Chomsky doğrultusundaki dilbilgileri-nin gözde birimi cümle.

Ama dilsel bildirişimdeki altı etken (konuşucu, dinleyici, bağlam, bildiri, bağlantı, kod) ile bunlara denk düşen altı işlevi (coşku işlevi, çağrı işlevi, gönderge işlevi, sanat işlevi, ilişki işlevi, üstdil işlevi) tanımlayan Roman Jakobson?a göre, bir edebiyat söyleminin, dilin sanat işlevine (yazın işlevi ve şiir işlevi de denir) ağırlık vermesi ölçüsünde, edebiyat da dilbilimsel incelemenin alanına girer.

«Güzel yazılar» üretme anlamındaki eski «edebiyat» anlayışıyla bağlarını kesinlikle koparan Roland Barthes gibi bazı eleştirmenler, 19201i yılarda ortaya çıkmış Rus biçimcilerinin görüşlerini izleyerek bir «edebiyat bilimi» oluşturmayı tasarladılar. Dilbilimin kesin betimleme teknikleri ile nicelik ve istatistiğe dayalı yöntemlerini ömek alan bu yaklaşımın amacı bir metnin edebî olma özelliği7ni (yazınsallık özelliği de denir) nesnel olarak belirleyebilmekti. Nitekim yapılan çözümlemelerle bir metnin anlam ve biçim boyutlarındaki «kapalılık», dildi-şı gerçekle (gönderge) kurulan bağıntı, üslup açısından «sapma», estetik amaç, vb. gibi edebî (yazınsal) niteliklerin varlığı saptandı ve bu özelliklerin, birinci ve temel amacı her zaman bildirişim kurmak olmayan özgül söylemlerin (edebî metinlerin) üretilmesini sağladığı görüşü benimsendi.
Roman Jakobson, 1972’de Paris’te College de France’ta verdiği bir konferans sırasında.
tinet oldu. 1946-1955 yılları arasında ABD’de ders v: daha çok Roman Jakobson ile birlikte çalışan ve î. yöneten Martinet, 1955’te ülkesine dönerek Scrrcrj profesörü atandı ve 1965’ten itibaren la Lingtnstu: netmeye başladı. Önceleri Germen dilleri konusun: şan Martinet, sesbilim alanındaki çalışmalarıyla ar_^ ra işlevselcilik (fonksiyonalizm) adıyla bilinen ger.ı, kuramı önerdi: bu, tarihsel boyutu hiç de dışlama*, ar larını, temel işlev olarak görülen bildirişim ışlev:r_r: çözümleyen yapısal bir yaklaşımdı.

Nitekim «Ses Değişimlerinin Düzeni» (Econemıe ments phonetiques, 1955) adlı kitabında, yapılara, r.a çirebileceğini gösteren artzamanlı sesbilim in bir aç:kl= tı «Genel Dilbilim İlkeleri» (elements de lingu;st:c: 1960) adlı çalışmasıysa Fransa’da uzun süre diibüm rinin temel el kitabı oldu. Martinet, bu incelemesen üstsesbirim ve yansızlaşma kuramıyla katkıda bu.un sesbilim alanındaki gelişmelerden hareket ederek s kavramım geliştirdi: buna göre, dil bir yandan (monemler: bir biçimi ve bir anlamı bulunan dilsel b: tinet bu birimleri kendi işlevlerini belirtme biçimlen: landırır), öte yandan da sesbirimler’e (fonemler: bir biç ama anlam taşımayan dilsel birimler) ayrılıyordu. Ma kış açısıyla otuz dolaylarında sesbirimin binlerce üretmeye yaradığım, anlambirimlerin de dilsel sözce ya geldiğini gösterdi. Sözgelimi Türkçe’deki üç eı d lambirime, 4 sesbirime, geldiler dizimi de üç anlamc belirten gel-, belirligeçmiş zamanı belirten -di. ve kış ler) ayrılır.

Martinet sonraki çalışmalarında yüklem’in temel : kurulu bir sözdizim çözümlemesi geliştirdi. Ardınca kuramındaki araştırmaları kullanarak hem de tarıi (Martinet özellikle Hint-Avrupa dili üstünde çalışır dem dünya dilleri konusundaki derin bilgisinden yar: m tür yaklaşımı anlambilim alanına uygulamaya ça. Martinet, genel dilbilim’m Avrupa’daki temsilcisi olcu re Fransa’daki dilbilimsel düşüncenin bir bütünlük sim sağladı. 1970’li yıllardaysa, Noam Chomsky’nm nin etkisiyle, Fransa’daki dilbilim araştırmalarında b: başladı.

ÜRETİCİ BİR DİLBİLGİSİNE DOĞRU

ABD’de Zellig Harris önceleri Bloomfieldci oku.: sunda çalışmalar yapıyordu ve dilbilimsel çözümlem sal tutarlılığını artırmak için özellikle «Yapısal Dilbıi:1 (1951) adlı kitabında dağüımsal çözümleme’nin ilke.e: Anlam ölçütünün kullanılmasını bir yana bırakarak : gelimi baron ve balon sözcüklerini birbirinden ayırt e yan iki farklı sesbirimin [r] ve [l]nin bulunduğunu gc;

*
Louis Hjelmslev, 1931’de Kopenhag Dilbilim Çevresi’ni kurmuştu.
ordu) onun yerine daha kesin bir yaklaşım getirmek istiyordu, rada söz konusu olan, dilbilimsel betimlemeyi, sesbirimlerle jimbirimlerin dağılımlarının dökümüne, yani bu birimlerin yer lıkları bağlamların toplamına dayandırmaktı. Harris böylece mleyi dolaysız kurucular’ma ayıran bir çözümleme geliştirdi, ızgelimi Genel müdür hediye verdi gibi bir cümle önce şu iki ku-cuya ayrılır: Genel müdür/hediye verdi. Bunlar, Ahmet hediye verdi ya Gene! müdür geliyor gibi daha yalın cümlelerin kurucularıyla :r değiştirebilecek özelliktedir. Daha sonra, saptanan iki kurucu >e de kendi aralarında bölümlenir: (genel) (müdür) / (hediye verdi). rdmdan (genel) (müdür) / ([hediye] [verdi]) gibi yeni bir bölümle-e yapılır ve böylece aşamalı bir biçimde en küçük birimlere ka-ır ulaşılmaya çalışılır.

Harris daha sonraki çalışmalarında özellikle sözdizimden kay-îklanan anlam belirsizlikleri sorunundan hareket ederek dönü-tnsel dilbilim’e yöneldi: gerçekten de anlam ölçütünü reddetme-sonucu, bir cümlenin anlam bakımından nasıl belirsiz olacağı-: ve bu belirsizliğin de nasıl ortadan kaldırılacağını açıklayacak ıçimsel yöntemler bulmak zorunda kaldı.

Sözgelimi Türkçe’deki «Orta yaşlı erkek satış elemanı aranıyor.» jmlesi birkaç anlam taşıyabilir: «Bir iş yeri, satış elemanı olarak »r erkek arıyor.» veya « Orta yaşlı erkek satış elemanı (polisçe) ranıyor.» veya «Orta yaşlı erkek satış elemanı, bela arıyor.» ve-a «Orta yaşlı erkek satışı için bir eleman aranıyor.» veya «Orta aşlı erkek, satış elemanı arıyor.» Bu güçlük çekirdek cümleye ini-:rek açıklanmaya çalışılır: «Bir satış elemanı aranıyor (o, orta yaşlı erkek olmalıdır).» Söz konusu anlamı belirsiz cümle de işte bu ;:kirdek cümlelerden hareket edilerek gerçekleştirilen dönüşüm-£r sonucu kurulur. Bir başka alana ilişkin örneklerde de aynı ya–_y: taşıyor gibi görünen cümlelerin ayrı dönüşümleri geçirmedi-görülür.

Harris’in öğrencisi Noam Chomsky de bu dönüşüm kavramı-■_ bambaşka biçimde kullandı. Dilbilimin sınıflandırma evresini ;ş~a düşüncesiyle dillerin ve dil yetisinin bir model’ini oluşturmadı çalıştı: bu amaçla da bir dilbilgisinin, sonsuz sayıda cümle yetmeyi sağlayan sonlu sayıdaki kurallar bütününden oluştuğu _\£sinden hareket etti. Öte yandan, Harris’in tersine, konuşucu-

\~m Chomsky, 1991’de Paris’te.
ların kendi dilleri hakkındaki bilgilerinin de (edinim) [anlamı belirsiz bir cümleyi veya dilbilgisi kurallarına uymayan bir cümleyi kavramayı, sonsuz sayıda cümle üretmeyi ve anlamayı sağlayan edinilmiş kurallar bütünü] dilbilimsel incelemenin konusu olduğu görüşünü kabul etti. Ayrıca, bir cümlenin dilbilgisel kurallara uygunluğunun, anlamından bağımsız olduğu gerçeği üstünde durdu. Verdiği şu ünlü iki İngilizce örnek arasında:

1. Colorless green ideas sleep furiously («renksiz yeşil düşünceler uyuyorlar çılgınca»);

2. Furiously sleep ideas green colorless (çılgınca uyuyorlar düşünceler yeşil renksiz»);

Birinci cümlenin İngilizcenin dilbilgisel kurallarına uygun olduğunu, ikinci cümleninse söz konusu kurallara uygun olmadığını, ama her ikisinin de hiçbir anlam taşımadığını (şiirsel bir bağlam dışında elbette) gösterdi.

Demek ki Chomsky’ye göre sözdizimsel betimleme (veya üretici dilbilgisi) dilin bütün doğru cümlelerini üretmeyi sağlayacak kurallar bütünü olmak zorundadır.

Port-Royal’in «Genel ve Açıklamalı Dilbilgisi»nde ortaya atılmış görüşlere yeniden başvuran Chomsky, derin yapılar ile yüzeysel yapılar arasında bir ayrım yaptı: yüzeysel yapıların, dönüşüm kurallarının uygulanmasıyla derin yapılardan yola çıkılarak üretildiğini ileri sürdü. Anlamı belirsiz cümleler örneğine yeniden dönecek olursak bu yaklaşıma göre, anlam belirsizliğinin yalnızca yüzeysel yapı düzeyinde var olduğunu söyleyebiliriz. Cümlenin üretim sürecini yeniden yaşamak, bir başka deyişle ilgili derin yapıyı bulmak için, dönüşüm kurallarını tersine uyg,ulamak gerekir. Daha genel olarak belirtecek olursak, bir cümle, yeniden yazım kurallarının uygulanması sonucu ortaya çıkmıştır. Sözgelimi Genel müdür değerli hediyeler dağıttı cümlesi aşağıdaki kuralların uygulanması sonucu elde edilmiştir:
İD FD (cümle — isim dizimi + fiil dizimi S İ

(isim dizimi — sıfat +isim)

İD F (fiil dizimi — isim dizimi+ fiil) genel müdür
hediyeler

dağıttı
Bu türetme işleminin tümü bir «ağaç» ile gösterilebilir. Buradaki çizgiler bir simgeyi, kuralın uygulanması sonucu bir simgenin yerini alan öğeye bağlar:
C = cümle, İP = İsim dizimi FD – fiil dizimi,

S = sıfat, I = isim, F = fiil
Chomsky’nin ortaya attığı kuramların gerek ABD’de gerekse Avrupa’daki etkisi büyük oldu ve bu kuramlar giderek daha karmaşık bir yapıya dönüştürüldü. Sözgelimi Chomsky’nin birçok öğrencisi üretici dilbilgisindeki temel nitelikli sözdizim bileşeni ile bu bileşene bağlı olan sesbilim ve anlambilim bileşenleri arasındaki bağıntıları araştırdı. Bunun sonucunda da birbirine rakip birçok farklı okul çerçevesi içinde son derece biçimselleştirilmiş bir kuram ortaya çıktı. Ama bu kuramda açıkça görülen tutarlı bir betimleme modeli oluşturma isteği (bu isteği bir bakıma Bloom-
Roland Barthes dilbilim yönter e’ edebiyat metinlerinin çözümlenmesinde kullandı

field’in ve Hjelmslev’in yaklaşımlarına da bağlayabiliriz) Saussure sonrası dilbilimde yaşanan bilimsellik çabasının bir kanıtı olarak değerlendirebiliriz.

TOPLUMDİLBİLİM

Cenevre’de Saussure’ün, dilin yalnızca iç yapılarını dikkate alarak dilbilimin temellerini ortaya koyduğu dönemde, Meillet, toplumbilimci Durkheim’dan esinlenerek dil ile toplum arasındaki ilişkiler üstünde duruyordu (Durkheim, Meillet’nin l’Annee so-ciologitjue dergisine katkıda bulunmasını sağlamıştı). «Sözcükler Nasıl Anlam Değiştirirler» (Comment les mots changent de sens) başlıklı bir yazısında toplumsal ortamlar ile değişik dilsel kullanımlar arasındaki bağları incelemeye çalışıyor, «dilsel, tarihsel ve toplumsal olguların, sözcüklerin anlamını dönüştürmek için bir araya geliş biçimlerini» gösteriyor ve «dil tarihinin uygarlık olayları tarafından yönlendirildiği» gerçeği üstünde duruyordu. Daha genel biçimde, Meillet dili toplumsal bir olgu olarak görüyor ve dilbilimcinin görevinin de belli bir dilsel yapının hangi toplumsal yapıya denk düştüğünü belirlemek olduğunu söylüyordu.

Ne var ki, Meillet’nin sezgileri uzun süre göz ardı edildi. Martinet ise, «GenelDilbilim İlkeleri» adlı çalışmasında «bölgesel diller ve dilsel kullanımlardaki çeşitlilik» kavramını ortaya attı ve bu kavramın, toplumsal ve coğrafî farklılıklarla bağlantısını araştırdı. Bunu yaparken de Saussure’ün «dili kendisi içinde ve kendisi için» inceleme anlayışına da ters düşmedi. Dilin toplumsal incelemesiyse, iki farklı doğrultunun etkisi altında gelişti: Marksizme bağlanan dilbilimcilerin doğrultusu ile Amerikan toplumdilbili-minin doğrultusu.

Konunun Marksizm yönüne baktığımızda, bu öğretinin kurucuları olan Marx ve Engels’in dil sorununu ele almadıklarını görürüz. Yalnızca Marx’ın damadı Paul Lafargue 1894’te yayımlanan «Devrim Öncesi ve Sonrası Fransız Dili» (la Langue française avant et apres la Revolution) başlıklı yazısında önemli bir siyasal ve toplumsal olayın sözcük hâzinesini etkileyiş biçimini inceledi: Fransız Devrimi’nden sonra dilin nasıl değiştiğini, yeni sözcüklerin kullanılmaya başlanmasının yanı sıra, o tarihe kadar yalnızca halk tabakaları arasında yaygın olan sözcüklerin de benimsendiğini gösterdi. Bu yazı, ilgi çekici olmasına rağmen, dil ile toplum arasındaki ilişkilerin kuramsal açıdan incelenmesine bir katkıda bulunamadı. Öte yandan, 1920-1950 yılları arasında, Nikolay Marr’ın çalışmalarına dayanan resmî Sovyet dilbilimi de, sorunun işlenmesine bir ilerleme getirmedi: bu çalışmalarda toplumsal sınıfların kendi damgalarını dile vurdukları görüşü getiriliyor ve sözgelimi işçilerin konuştukları Fransızca veya Almanca’nın, kapitalistlerin konuştukları Fransızca ve Almanca’dan farklı ortak özellikler içerdiği, çünkü işçilerin farklı dilleri de konuşsalar aynı toplumsal koşullarda bulundukları ileri sürülüyordu; böylece işçilerin kullandıkları dilin (yani dil yetisinin) doğal dil farklılıkları-
Toplumdilbilim değişik toplumsal durumların dilde bıraktığı izleri in,

na rağmen ortak özellikler taşıdığına inanılıyordu. İV ramları, Stalin’inPrav^ gazetesinin sütunlarında yayır yazıyla bir kenara itildi ve bu olay önceden hazırlarımı mı dilsel olgulara yansıtma isteğindeki tehlikeyi açıkça oldu. Daha sonraki yıllarda, birçok araştırmacı, özelli Dil Toplumbilimi İçin Gereçler (Materiaux pour une du langage, 1956) adlı kitabıyla Fransız Marcel Cob 1974) dil ve toplum ilişkisini yeniden ele aldılar ama şu runa bir çözüm getiremediler: çoğunlukla eşzamanlığa pısal yaklaşım ile tarihsel boyutun yani artzamanlılığm üstlendiği Marksist yaklaşımı uzlaştırabilmek.

Bu alandaki yeni görüşlerse ABD’den geldi. Bu ülkeı yıllarda, üretici dilbilgisinin biçimciliğinden bağımsız o şılıklı konuşmayı, etkileşimleri ve dil kullanımının ger tan amaç ve umutları inceleyen Dell Hymes ve John Gı bi araştırmacıların çevresinde dilsel antropoloji diye de ac bir söz etnolojisi gelişti. Aynı dönemde, İngiltere’de, Bas in dilsel biçimler ile toplumsal sınıflar arasındaki ilişkili ken, sınırlı kod ile oluşturulmuş kod kavramlarını ortaya a sınıflarından gelen çocukların ayrıcalıklı sınıfların çocul re dilsel engelleri bulunduğunu gösterdi.

Gerek yöntembilimsel gerekse kuramsal açıdan da: bir katkı da William Labov’dan geldi. Avrupa yapısalcı! tuşunda bir eğitimden geçmiş olan Labov (Martinet’nir olan Uriel Weinreich’m yanında yetişmişti), üretici d yönelirken, son derece kesinlik gerektiren alan çalışma sunda da anket teknikleri ortaya koydu: böylece ses evi şitli toplumsal parametreler arasındaki bağıntılar (Mart yard adasında yürüttüğü çalışmada) ve dilsel değişkeni lumsal değişkenler arasındaki ilişkileri (New York City söylenişi konusunda yaptığı ankette) çözümledi ve Ar ki zencilerin konuşmasını inceledi.

Dili toplumsal bağlamı içinde değerlendiren Labov, c luk’u, dil karşısında belli bir toplumsal davranışlar bütü:
JİP

f
Toplumsal bağlamı İçinde dil, 1500

dilin konuşulduğu Hindistan’da olduğu gibi, artık dilbilimsel araştırmanın ayrıcalıklı bir konusudur.
konuşucular grubu olarak tanımladı: ona göre, dilsel toplu-ıvnı biçimde konuşan, aynı dilsel değişkeleri kullanan birey-n değil de, aynı duygu veya dilsel tutumları bulunan ve söz su değişkeleri aynı biçimde değerlendiren kimselerden olurdu. Aslında Labov’un çözümlemesi geniş anlamdaki bir dilimin çerçevesi içine giriyordu. Dilbilimcilerin çoğu merkez-;r alan bilim dallarının (ruhdilbilim, toplumdilbilim, budunum, vb.) bulunduğu görüşünü benimserken Labov, toplum-ımin, dilbilimin bir dalı değil de dilbilimin kendisi olduğunu îürüyor, bunu yaparken de herkesçe kabul edilmiş olan «dil ;olumsal olgudur» görüşünü harfi harfine ele alıyordu: ona dil toplumsal bir olguysa, dil incelemesi de toplumsal bir bi-bu durumda toplumdilbilim, dilbilim’m eşanlamlısı sayılır, İş-bov. alan çalışması, dilsel olguların ayrıntılı incelenmesi ve —sal düşünce arasındaki bağlantıyı da bu bakış açısı içinde rjş oluyordu.

UHDİLBİLİM

I üe toplum arasındaki bağıntıların incelenmesine paralel k bazı araştırmacılar, karşılıklı konuşan kişilerin birbirlerine rdıkları bildiriler ile bu konuşan kişilerin zihinsel durumları ndaki ilişkileri vurgulamak istediler: onların bu tür çalışma-_r.dilbilimin ortaya çıkıp gelişmesini sağladı. Yaklaşımını Sa-re’ün dil/söz çiftindeki söz üstünde yoğunlaştıran ve ruhbi-dilbilim arasında yer alan bu bilim dalı, 1951 ‘de ABD’deki :eZ üniversitesinde bir araya gelen psikologlarla (C. E. Os-. B. Caroll) dilbilimcilerin (T. A. Sebeok, F. G. Lounsbury) ^şunceyı ve adı önermeleri üzerine ortaya çıktı. Hem Harris ,-:r dilbilimcinin açıklayıp düzenlediği betimleme teknikleri-s~. de Shannon’m matematiksel bildirişim kuramım aynı anlanmak söz konusuydu. Shannon, bildirişime katılanların veya konuşucu) ve alıcıyı (veya dinleyici) göz önünde tu-bıidirinin farklı durumlarda kodlanması ve kodunun çözülme-ıccıni inceliyordu.

r.ca. başlangıçtaki ruhdilbilim tasarısı, konuşucunun niyeti-_5:eklerini, dinleyicinin yorumlayabileceği bildirelere ,=rjrme biçimim inceledi. Psikolog B. İF. Skinner, tartışmaya,
davranışçılık üstünde temellenen bir psikolojiyi önererek («Sözsel Davranış», [Verbal Behavior]) katıldı. Rus Lev Vigotski veya İsviçreli Jean Piaget gibi daha başka psikologlar da bu yeni bilim dalının kurulmasına katkıda bulundular. Chomsky’nin kuramlarının etkisinde kalan araştırmacılar, ruhdilbilimsel bir yaklaşımı, üretici çözümleme çerçevesi içinde geliştirdiler: derin yapılardan yüzeysel yapılara geçişi incelediler, dönüşümlerin ruhsal gerçekliğini göstermeye çalıştılar. Ancak Chomsky, Skinner’ın çalışmalarını eleştirmiş ve uyarı-yanıt modelinin kullanımını reddetmişti; öğrencileriyse, üretilmiş dilden değil de dil üretenden, yani konuşucudan hareket eden bir ruhdilbilime yöneldiler.

Ruhdilbilimin alanı yavaş yavaş uçsuz bucaksız bir alanı kapsayacak kadar gelişti. Önce, dilin edinilmesine ilişkin bütün sorunlar (seslerin, anlamların, dilsel birimlerin dizilişinin edinimi ve algılanması) yanında dil bozukluklarıyla da ilgilendi. Ardından dilin kullanılmasında temel oluşturan ruhsal süreçlerle ilgilenmeye başladı: dilsel bildirinin biçimi ile vericinin kişiliğine ilişkin değişkenler arasındaki bağıntıların incelenmesi; ruhsal ve sinirsel bozuklukları olanların söylemindeki özelliklerin incelenmesi ruhdilbilimin sınırları içine girdi. Böylece, «normal» söylem ile «patolojik» denen söylemin istatistik olarak ele alınması sonucu, konuşucuların heyecan dengeliliği ile fiil/sıfat bağıntısı arasında ters bir oran bulunduğu görülmüştür.

DİLBİLİMİN UYGULAMA ALANLARI

Uygulamalı dilbilim, çeşitli teknik veya toplumsal sorunların çözümlenmesinde dilbilim yöntemlerinin veya dilbilimsel betimlemelerden elde edilen sonuçların kullanılmasından ibarettir. Başlangıçta dilbilimin, dil öğretimine (ister anadili olsun ister yabancı diller) büyük katkısı olmuştur.

Sözgelimi, bir yabancı dilin öğrenilmesinde karşılaşılan güçlüklerin bir ölçüde, kaynak dil ile amaç dil arasındaki yapı farklılıklarıyla açıklanabileceği ve belli bir anadile özgü yabancı dil öğretim yöntemlerinin hazırlanabileceği ispatlanmıştır. Sözgelimi, Fransızca’da hem bir maddeyi («ağaç, tahta») hem de bir ağaç topluluğunu («koru») belirten bois sözcüğü daha geniş bir ağaç topluluğunu belirten foret («orman») ile karşıdaşır; buna karşılık
Jean Piaget ruhdilbilimin hazırlanmasına katkıda bulundu.
Hırvatlara karşı Sırp tankları:

küçük bölgesel farklılıkların izlerini taşıyan Sırp-Hırvat dilinin iki ayn alfabesi vardır (Hırvatistan’da Latin alfabesi, Sırbistan’da Kiril alfabesi) ve birbiri içinde yok olmak istemeyen iki ayn dünya görüşünü yansıtır.
İspanyolca’daki lena sözcüğü yalnızca yakacak olarak kullanılan odunu, madera inşaatta kullanılan ağacı, bostjue küçük bir ormanı, selva daha büyük, daha önemli bir ormanı belirtir. İspanyolca öğrenen bir Fransız bu sözcük dağarcığına egemen olmakta güçlük çekecektir. Ayrımsat dilbilim olarak adlandırılan söz konusu yaklaşım, yabancı dil öğrenmeye yeni başlayanların yaptıkları yanlışların çözümlenmesinden hareket eder, bu yanlışların açıklamasını anadil ile öğrenilen dil arasındaki (sözdizimsel, sesbilimsel, an-lambilimsel) yapı farklılıklarında arar ve özel bir eğitim yöntem-bilimine ulaşır; bu yöntembilim hem bir ilerleme hem de yanlışların düzeltilmesine yönelik alıştırmalar önerir.

Öte yandan, hesap öğretiminde, özellikle de göçmen çocuklarının karşılaştıkları güçlükler, doğrudan doğruya hesaba değil de onların bu dalın öğretildiği dili anlamalarındaki güçlüklere bağlıydı; bu durum; dikkatleri, öğretim dilinin önemine ve okulda, farklı toplumsal sınıflardan gelen çocukların eşitsizliği üstüne çekti. Öğretim alanındaki uygulamalı dilbilim demek ki uygulamalı dilbilimin önemli bir dalıdır ve öğretmenlerin yetiştirilmesinde rol oynar. Dilbilimsel araştırmaların doğrudan uygulandığı başka bir alan da çeviri, özellikle de otomatik çeviri alanıdır. Bilgisayar çeşitlerinin çoğalmasıyla birlikte insan eliyle yapılan çevirinin yerini, makineyle yapılan çevirinin alması olasılığı doğdu; bu durum da, ilgili dillerin sözdizimsel ve anlamsal yapısının biçimsel olarak belirlenmesini içeriyordu. Bu açıdan bakıldığında, «bütün dillere özgü ortak yapılar bulunmaktadır» varsayımından hareket eden Chomsky’nin çalışmaları bir süre için ümit verdi; ancak, bir dilin bir başka dil içine otomatik olarak yerleştirilemeyeceğinin ve evrensel nitelikte bir tür ara dilden geçilmesi gerektiğinin farkına varıldı. Bu çalışmalar matematiksel dilbilim ve dilsel tümellerle ilgili araştırmaların yolunu açtı, ancak elde edilen sonuçlar henüz sınırlıdır.

Öte yandan programlama dillerinin düzenlenmesi, dilbilimciler ile bilişimciler arasında, dallar arası bir düşünce işbirliğini gerektirir; oysa bunun tersine, yapay zekâ üzerinde yapılan çalışmalar, dilbilimcilerin bilişimden büyük ölçüde yararlanmalarını zorunlu kılmaktadır.

Ruhdilbilim alanındaki uygulamaların sayısı da oldukça yüksektir; bunlar, dil bozukluklarının ve bu bozuklukların, beyin zarındaki zedelenmelerle veya akıl hastalıklarıyla ilişkilerinin araştırılmasını kapsamaktadır. Sözgelimi, foniyatri, sinirdilbilim psikopatoloji veya dil patolojisi de dilbilimin uygulandığı ayrıcalıklı yerlerdendir; gerçekten de dilbilimin, dilin edinimi ve kullanımındaki bozuklukların anlaşılması ve iyileştirilmesinde büyük payı vardır.

Son olarak toplumdilbilimden, daha çok, bağımsızlığına yeni kavuşmuş ülkelerde, dil planlaması düzleminde büyük ölçüde yararlanılmaktadır: bu çerçeve içinde, çokdilliliğin çözümlenmesi, birden bire ortaya çıkan araç dillerinin incelenmesi, birliği sağla-
yacak ve eğitiminde kullanılacak olan dillerin önerilr hâzinesinin standartlaştırılması, yeni sözcük üretimi lar yapılmaktadır. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki dilb şitli durumların betimlenmesinde, yazıya geçmemiş fabelerin düzenlenmesinde, lehçelere ayrılmış dilleı laştırılmasmda, okul kitaplarının hazırlanmasında, t oynamaktadırlar; öte yandan herhangi bir yönetim, s mürge döneminden miras kalmış bir dil yerine yerel mî dil statüsü kazandırmaya karar verdiğinde gerekl yin sağlanması yine dilbilimcilere düşmektedir. Anc; durumda aynı anda varlığını sürdüren çok sayıda c söz konusu rolü üstlenecek dili seçmek ve onu uyj «donatmak» gerekir. Burada dil politikası (yani devleti sel duruma müdahale etme konusundaki seçimleri) i ması (yani bu seçimlerin, dilbilimcilerin müdahalesir somut uygulaması) arasında bir ayrım yapmak söz k

Dil politikaları, dile (dili standartlaştırmak, yaba alınmış aktarma sözcüklerden arındırmak, yeni söz< ma sözcüklerden arındırmak, yeni sözcükler üreterel tirmek istendiğinde) veya dillere (aynı anda varlığını î ler arasındaki bağıntılar değiştirilmek istendiğimde) r meye çalışabilir. Birinci durumda, İngilizce’nin Fran deki etkisine karşı savaşan Quebec örneği veya Atatü de dilini modernleştiren Türkiye örneğini; ikinci duru ğımsızlığım kazandıktan sonra, bir araç dil olan Ma. sal dil statüsüne yükseltmeyi başarmış Endonezya öı biliriz.

DİLBİLİM: ÖRNEK BİR BİLİM [

Prag Dilbilim Çevresi’nin çalışmalarından doğan se yöntemleriyle öbür insan bilimlerindeki uzmanların k gisini çekti. New York’ta 1942’de Claude Levi-Straus kobson’un «sesler ve anlamlar» konusundaki dersle: yapısalcılığı keşfetti; bu yöntemi de «Akrabalığın Te (Structures elementaires de la parente, 1949), başlık! guladı. O tarihe kadar doğabilimlerinin etkisinde kala tropolojisi sonraki yıllarda genel dilbilimin yöntemin Gerçekte, Levi-Strauss, Brezilya’nın orta kesiminde y rin transkripsiyonu sırasında karşılaşılan sorunlan < amacıyla Jakobson’un derslerini izlemeye gitmişti, bambaşka bir şeyle karşılaştı. Bunu kendisi şöyle açıi lerin çokluğu arasında kaybolup gitmek yerine, onia en yalın ve en iyi anlaşlır ilişkileri göz önünde b önemlidir.» Amazon bölgesinde yaşayan yerli toplu! timlemesinde kullanılan dilbilim yöntemini o tarihte pek çok araştırmacı ele alıp, dile çok uzak olan alanla

1950’li yılların başlarında, psikanalist Jacques La;
Göçmen kampı. Bulgaristan’dan kovulan, Türk dili ve kültürüne sahip Bulgar vatandaşı Türkler bu kampta geçici olarak ikamet ettiler. Bir halkın kimliği büyük ölçüde onun diline dayanır.
un dilbilimi kullanış biçiminden ve Jakobson’un sözyiti-■rune yaptığı çalışmalardan etkilenerek dilbilimi keşfetti. Ja-rr. iı tür sözyitimi ayırt etmiş, bunları klasik retorikteki iki :=r-at:yla, eğretileme ve düzdeğişmece (mecazımürsel) ile .istemiştir. Lacan, bu çözümlemeyi bilinçaltının işleyişine Saussure’ün gösterge kuramını kendine göre kullanarak

-__açıklamasına ulaştı: «Bilinçaltının da dil gibi yapısı var-

;=ussure’ün, kendi oluşturduğu gösterge şemasında gösteri gösterilen arasına çektiği çizgiyi hiç değiştirmeden koru-_EC2n. bunun, «anlama direnen engel» olarak kabul edilmelerdi ve bu yorum üstüne, çok sayıda polemiğe yol açacak psikanaliz kuramı oluşturdu. d;r_emde yapısalcılık moda oldu, dilbilim de en yetkin yapı-hu yeni yaklaşımın ayrıcalıklı uygulaması haline geldi. Levi-Strauss antropolijiyi «bağıntılara ilişkin genel ku-: şr.-k tanımladı; bu açıklamanın ardında dilbilimsel yapı-etkisi hissediliyordu. Tarihçi Pierre Vilar, iktisatçı Fran-Ir~cux, felsefeci Henri Lefebvre, psikolog Robert Pages, bir-i-_ arasında, yapısal yaklaşımdan sık sık yararlandılar, dilbi-ir psikolojinin ve sezginin geçerli olmadığı düşünülen be-; teknikleri nedeniyle hayranlık uyandırdı. Dilbilim saye-r _r^an bilimleri kesinlik açısından matematiksel bilimlerle erilecek durumdadır. Özellikle sesbilimde kendini gösteren evrensel olarak izlenecek örnek diye kabul edildi. Dil–_n. rrur insan bilimleri üstündeki etkisi ne Fransa’da ne de ca sınırlı kaldı. Kuzey Amerikalı psikologlar da, önce dö-sel. sonra da üretici dilbilimin betimleme tekniklerindeki

• büyüsüne kapıldılar ve bunları kendi alanlarına uygu-; _ denediler. Şiirle, antropolojiyle, bildirişim kuramıyla ilgi-

* ’îksbson’un çok yönlü kişiliği bu konuda hiç de küçümse-r :;cek bir rol oynamıştır. Ama daha genel olarak, 1960’lı ve

_ v^larda, çeşidi insan bilimlerindeki bütün uzmanlar, dilbi-: -z™. yayınlarım yakından izlediler, bunları ele alıp yeniden ; -_s~d:rdiler bazı dilbilimcilerin uyarılarına karşın ve kendi .îj-na uygulamayı denediler.

BUNALIMDAKİ BİR BİLİM DALI

sure öncü bir bilim dalı olma niteliğini koruyan dilbilim, yaklaşımın artık yanıtlayamaz duruma geldiği bir dizi so-karşıya kaldı, ilk aşamada bir genel dilbilim’m var oldu-e.?_1 edilmişti; bu dilbilim, bir yandan bütün dilleri, yani so-s.stem olarak kabul edilen ve geleneksel olarak sesbilim, ı zjr.. anlambilim gibi üç büyük dala ayrılan dili ele alıp açık-:e Saussure modeline, sonra da Chomsky şemasına göre). ■-Tî dilbilimi, Prag Dilbilim Çevresi’nin hazırladığı sesbilim-—.;ielden hareketle oluşumunu tamamlamaya girişti; oysa

■ dilbilgisi, anlambilimi ve sesbilimi, bir dil kuramının mer-r-erdeği olarak kabul edilen sözdizimine bağımlı kılmaya r_ Aı;cak, dilin seslerini yapı öğeleri halinde çözümleyip in-her ne kadar kolaysa da (bir dildeki sesbirimlerin sayısı

– _ı:r ve bundan dolayı da yapılandırılmaları nispeten kolay-

– ;z konusu yaklaşım sözdizime aynı derecede uygun gelmi-

sozdizimde her zaman «karşı-örnekler», örnekle çelişen bulunabiliyordu, anlam evreniyse çözümlemeye daha aralıydı. Aynı biçimde, sözdizimsel bir çözümlemenin, dö-

– ”.Ier veya üretici dilbilgisi halinde seslere ve anlamlar alanı-. sulanması güç gibi görünüyordu. Dil olgularının bütününü = _-_ayacak kuramsal bir söylem kullanmanın kolay olmadığı ;; yavaş fark edilmeye başlanmıştı, Chomsky’nin öğrencileri

kavgaları nedeniyle birbirlerini yiyorlardı. Ayrıca bilim doğrultularda gelişme gösterdi; toplumdilbilim, ruhdilbi-r eğretime, dil bozukluklarına veya çeviriye uygulanan dil-“, vb’den oluşan bu doğrultular önce genel dilbilimin alt dal-: r= k kabul edilmeye çalışıldı. Oysa bu dalların her biri, o ta-/.îdar kullanılan modellerin ve dilbilimin birliğini yeniden .-rra konusu yapan kuramsal sorunlar ortaya atmıştı.

; r_ dlarak, bakış açılarının (dolayısıyla da betimleme yakla-büyük ölçüde çeşitlendiği görüldü. Buna bağlı olarak . uzmanlar sözceleme’yi (dili bireysel olarak kullanma edimi) ;_lad:lar; bunun sonucunda da sözce (yani bir konuşucu tara-:ı~ verilmiş, ama henüz cümleler veya dizimler halinde bö–^nmemiş söylem) ortaya çıktı; ayrıca konuşucu ile dinleyici _rda gelişen süreçte bir rol oynayan anlamsal kategorileri konuşanların kimliği, sözcelemenin yer ve zamanı) ve-:_rilgisel kategorileri (şahıs zamirleri, işaret zamirleri, zarflar r.celediler. Jakobson, sözgelimi bazı dilsel birimlerin kendile-. ;zgü anlam taşımadıklarım ve anlamlarını yalnızca sözcele-
Yapısal antropoloji «yaban düşüncenin mantığını yakalamada sesbilimden yararlanacaktır.
me koşullarına göre kazandıklarını gösterdi: bunu buraya bırakın gibi bir sözcede buraya biriminin ancak dildışı koşullara göre bir anlamı vardır. Şu halde sözcelemeyı vurgulamak demek, dil ile onu kullanan kişi arasında kurulan bağıntıları incelemek ve bir sözcenin yapısı ile anlamını, bu sözcenin, gerçekleşmesine olanak veren koşulları göz önüne alarak çözümlemektir.

Bir başka yaklaşım ise söylem çözümlemesi’ydi (yani cümleler halindeki dizilerin üretimini yöneten kuralların incelenmesi); önce Mic-hel Pecheux’nün sürdürdüğü çalışmalarla açıklandı; Pecheux toplumsal, İktisadî veya psikolojik süreçler bütününün bir ölçüde dil uygulamaları üstünde temellendiği ve bunların söz konusu özellikler de göz önüne alınarak incelenmesinin uygun olacağı konusunda ısrar ediyordu. Söylem çözümlemesi her şeyden önce dilsel etkinlik ile toplumsal çevre arasındaki ilişkiler üstünde ısrarla durur.

Daha başka dilbilimciler de etkileşim, bazıları da başkasını etkileyebilmek için dilin nasıl kullanılabileceğini, dilden nasıl yararlanılabileceğini inceleyen kullanımbilim veya edimbilim (prag-matik) üstünde durdular. Her iki durumda da, dilin yapıları üstünde dış etkenler göz önüne alınmadan çalışılmasını gerektiren sözdizimsel veya anlamsal model dışına çıkmak söz konusuydu. Son olarak, William Labov gibi kimi dilbilimciler, dilbilimin bir merkez çekirdek ile (sesbilim, sözdizim, anlambilim) onun çevresinde bulunan yan alanlara ayrılması olgusuna kökten karşı çıktı ve toplumdilbilimin bütün dilbilimi içine aldığını ileri sürdüler.

Böylece, görüldü ki, dil biliminin birliği, bir tür hayal üstüne kurulmuştu, sesbilimden miras kalan ve bütün insan bilimlerinin heves ve taklit ettikleri model, araştırma doğrultusundaki ve ilgi alanlarındaki çeşidiliğe bir birlik sağlamaya olanak vermiyordu. Saussure’ün düşüncesi ve yapısalcılığı ön plana çıkardığı dilbilim günümüzde yeni bir meydan okumayla karşı karşıya kalmıştır: bütün insan bilimleri arasında konumunu yeniden belirlemesi, hem dil hem de bildirişim olgularını toparlayacak bir kuram üretebilecek güçte olduğunu kamtlaması gerekmektedir. □
AYRICA BAKINIZ

—► Ib-aksli dil —► ŞANSLI dilbilgisi —► Olasisıl dil sanayii —► H.MŞLI diller —► İanslİ göstergebilim

 

 

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*