ATLANTİS – KA YIP BELDE

ATLANTİS – KA YIP BELDE

Thomas FLEMING

Bu masal ülkesi gerçekten varolmuş muydu? Asırlar boyu çözüleme­yen bu bilmeceye çözüm yolu olarak ileri sürülen teoriyi aşağıda bulacaksınız. (bk. Atlantis’in Sulara Gömüldüğü Gün), Bilim ve Tek. Sayı: 108 S. 31.


 

 

u *T“ imeaus” Dialoğunda Plato, Milâtdan 350

I    yıl önce şöyle diyordu: “Bir zamanlar, Cebelitarık Boğazı’nın iki tarafında yükselen kayaların (Herkül Kayaları) ötelerinde, Küçük Asya ve Libya’nın toplam yüzölçümünden daha büyük bir ada şeklinde kıt’a vardı… Atlantis denilen bu ada üzerinde görkemli, büyük bir krallık hüküm sürüyordu”. Bir başka konuşma­sında, “Criteas”da da Atlantis’i şöyle tanımlıyor­du: “Yüzölçümü takriben 400.000 kilometrekare, tahmini nüfusu 20 milyon olan yarı tropikal bir ada idi bu. Kuzeyde dağlarla çevriliydi ve bu dağların en yücesi üzerinde, Atlantis’i i ler. Tanrı­larının ürkütücü bir yalnızlık içinde yaşadığına inanırlardı.

Sıcak su kaynakları boldu; filler ve diğer Afrika cinsi hayvanlar ormanlarda başıboş dola­şırdı. Verimli ovaları baştan başa kateden kanallar yılda iki kez yapılan hasat için bol su sağlar, ürünlerin taşınmasını kolaylaştırırdı. Ünlü Poseidon tapınağının bulunduğu Başkenti, bronz kaplı muazzam bir duvar çevirirdi. Saraylar ve tapınaklar altın ve gümüş kaplamaları ile pırıl pırıl parlardı. Asırlar boyu (M Ö. 12.000 – 9.000), diyordu Plato Dialoglarında, Atlantis’liler, sınır­ları Mısır ve İtalya’ya kadar dayanan bir Akdeniz imparatorluğunu sürdürmüşler, evrenin kendi yarılarında eşsiz bir medeniyet kurmuşlardı. Başlıca manevi değerleri kardeşlik ve iyi ahlâk olan bir ulus yaratmağa çaba göstermişlerdi. Gün geldi, maddi kazanç ve hırsa yenildiler, bütün Akdeniz ülkelerini zaptetmeğe kalkıştılar, ve de yenik düştüler. Plato’ya göre “Korkunç tek bir gün ve tek bir gece içerisinde” Atlantis’i deniz yuttu.

Plato’nun ölümünden sonra Atlantis bir öykü olarak bir yana bırakıldı. Ama, tarihten hoşlanan- lar, bilinmeyene merak saranlar için Atlantis büyüleyici olmağa da devam etti. Kuramcılar Atlantis’i, yer olarak, İsveç, Güney Afrika, Cirit Adası, Bahama Adaları, Sri Lanka içlerine bile yakıştırdılar. Bu konu üzerinde belki 10.000 kitap ve makale yazıldı; en ilginci de Otto Heinrich Muck’ın “The Secret of Atlantis”idir.

Kendi adına en az 2.000 patent kayıtlı olan bir Viyana doğumlu mühendis, Muck, denizaltı- ların haftalarca su altında kalmasını sağlayarak,

  1. Dünya Savaşında sualtı kurtarmacılığına yeni­lik getirmiş olan ‘şnorkel’ âletini geliştirmişti. Alman V-1 ve V-2 silahlarını geliştiren roket araş­tırma x ekibinin de bir elemanıydı. Muck’ın jeofizik ve tarih incelemeleri onu Atlantis bilme­cesini çözmeğe itti. Bu işe bir matematikçi olarak becerisini, modern bilimler hakkındaki ansiklo­pedik bilgisini kattı.

Sonuç, ölümünden 20 yıl sonra basılan ve Almanya’da 1976 yılının en yüksek satış rekorunu kıran kitabı oldu. Muck’ın ileri sürdüğü teoriler­den çoğu uzmanlar tarafından tartışıldı, fakat kitabın kritiğini yapanlar onu, kayıp bir kıt’a hakkında insanlık tarihince eski bir bilinmeyene, heyecan verici bir hipotez diye nitelediler.

Muck kitabına cüretli bir giriş ile başlar: “Plato’nun Atlantis’i tarifi her yönü ile gerçek olarak kabul edilmelidir!” Ve hemen sonra da, Plato’nun tahminlerini desteklemek ve hiç değil­se ona karşı çıkmamak için bir düzine bilimden yararlanıp deliller bulmağa çabalar.

Plato Atlantis’in, Herkül Kayaları ötesinde yer aldığını söylemişti, Muck bunun, bizim bugün Cebelitarık dediğimiz boğaz olduğundan emin­dir. Böylece Atlantis, Avrupa’nın Batısından 1200 kilometre ötedeki Azor Adaları civarına düşmek­tedir. Arkeologlar, Atlantis’in kolonilerinin bu­lunması muhtemel Avrupa’nın bu yöresinde ileri bir medeniyet işaretlerinin bulunması gerektiğini

 

 

 


 

 

 

 

ileri sürüyor. Halbuki o devirde Orta Avrupa’da iskeleti bulunan ve kaba taş çağında yaşamış ilkel insan ırkına ait kaba toprak kaplar ve silahlar bir taş-devri kültürüne işaret ediyordu. (Neanderthal adamı). Muck ise tarih öncesi Fransa’da yaşamış olan bir kavmin (Cro-Magnon) üzerinde durmak­tadır. Cro-Magnonlar, Neanderthallerden daha uzun boylu, daha tecrübeli idiler, ispanya ve Fransa’da mağaralarda bulunan kızılderili insan­lara ait güzel resimler Cro-Magnon adamını yan­sıtmaktadır. Süs eşyası, silah ve diğer el sanatları Neanderthallerinkinden çok çok üstündür. Cro- Magnonlara ait mezar kalıntılarından Muck onların Batıdan, Atlantik Okyanusuna akan nehirlerin yukarılarından geldikleri sonucuna varmaktadır. Muck, Cro-Magnonların Atlantis’li oldukları kanısındaydı. Neanderthallerin basit yaşam yolları ile ters düşen Cro-Magnon kültürü­nün kökenini arkeologların bulamadıklarını ileri sürüyordu.

Şunu unutmamalıdır ki, Atlantis bölgesinde Avrupa’nın büyük kısmı kar ve buz ile kaplıydı. Buzullar Milâttan Önce 11.000’de gerilemeğe yüz tutmuştu. Şimdi Avrupa’nın kıyılarını ısıtan Colfstrimi mümkündür ki Atlantis bloke ediyor­du. Okyanusun bu büyük akıntısı, Muck’ın tah­minlerine göre Atlantis’te yüksek bir medeniyetin doğup gelişmesine ılımlı bir akım sağlıyordu.

Muck’a göre, Avrupa yılanbalıklarının çiftleş­me içgüdülerindeki acayipliğin cevabı Atlantis ile Colfstrim arasındaki bağlantıdadır. Azorların Güney-Batısındaki Sargasso denizinde (Atlas Okyanusunun su yüzeyinde çok yosun bulunan kısmı) bulunan bu balıklar, yolları üzerindeki her çeşit avcıya yem ola ola, üç yıl süren bir yolcu­luktan sonra Colfstrim ile Avrupa’ya sürüklenip, tatlı su ırmaklarına ve akarsulara kavuşuyorlar, bir on onbeş yıl sonra da yavrulamak üzere Sargasso’ya dönüyorlar. Niçin böylesine tehlikeli bir yol tutturuyorlardı? Çünkü diyor Muck, içgüdüleri şekillendiği zaman Atlantis’in tatlı suları sadece kısa bir mesafede idi ve onlara Okyanustaki düşmanlarından kaçıp sığınacak yer sağlıyordu. Atlantis battıktan sonra dahi, onlar bu kör içgüdülerinin etkisiyle Colfstrimdeki yol­culuklarına devam ettiler.

Birörneklik

Muck, Amerika ile Eski Dünya arasında, muhtemelen Atlantis’in yaratmış olduğu bağlan­tılar görmektedir. Bunların en şaşırtıcısı da Mısır Piramitleri ile Merkezi ve Cüney Amerika’daki piramitlerin benzerliğidir. Ayni derecede şaşırtıcı olanı da, İspanya’nın Baskları ile, Yeni Dünya­daki piramitlerin çoğunu kurmuş olan Maya- KızıIderililerin arasındaki benzerliklerdir.

Baskların da Mayalıların da kartal burunlu profilleri vardır. Bask dili eşsiz sayılırken, Muck bir Bask misyonerinin, Guatemala’da hiçbir yer ve kimse ile ilişkisi olmayan Mayalılar tarafından anlaşıldığını yazmaktadır. Basklar ve Mayalılar tohum ekmeden önce toprağı ayni tip sopa kulla­narak altüst ediyorlardı. Bask milli oyunu olan Pelota küçük sert bir topla iki kişilik ekipler halin­de oynanırdı. Bu oyun Meksika kızıIderililerinin de başlıca sporu idi.

Platonun yazdığı şekilde eğer Atlantis’i deniz yuttu ise, acaba herhangi bir kimse dalgaların altında kalıp adayı araştırmış mıydı? Muck bu yönde düşünmeğe devam etti. Şükürler olsun ki osenografi sayesinde bugün bizler Okyanus taba­nının kapsamlı resimlerine sahibiz: Atlantik Okyanusu Kuzeyde İzlanda’dan Güneyde Antar- tika yakınlarına dek uzanan 3.000 metre yüksek­liğindeki kabartma ile ikiye bölünür.

Azor adaları civarında bu kabartma bir çıkıntı halini alır ve doğusundan batısına eni 410, uzunluğu 960 kilometredir ve kuzey kısmında denizaltı volkanik dağları bulunur (Tepelerden bazıları denizden dışarı yükselir ki işte bunlar Azorlar’dır). Bu denizaltı Azorları’nın büyüklüğü ve biçimi Plato’nun Atlantis’i tarifi ile şaşırtıcı derecede birbirini tatmaktadır.

Beklenmedik Darbe

Muck kitabında uızleri Güney Carolina sahi­line, Charleston yakınlarına sürükler. 1930’da havadan alınmış bir resim tıpkı bir savaş alanı gibi gözükmektedir. Yuvarlak ve oval şekilli 3.000 kadar krater araziyi noktalamaktadır. Hepsinden önemlisi bütün bu çukurların güney-doğu kenar­larında toprağın duvar gibi yükselmesidir ki bu Roket’çi Muck’a göre çukurları açan iri kaya par­çalarının gökyüzünün Kuzey-Batı tarafından geldiğinin kanıtıdır. Carolina’daki bu çukurlar, sahilin daha ötelerindeki iki çok derin uçurum ile karşılaştırıldığında küçük kalmaktadır. Puerto Rico Trench diye bilinen bu uçurumlar 10.000 metre derinliğinde ve 450.000 metre genişliğin- dedir. Deniz tabanındaki bu son derece büyük oyuklar ile, daha az büyüklükteki binlercesini yapan ne olabilir? Plato “Yıldızların yörüngele­rindeki sapmalar ve yeryüzündeki her şeyin ateş ile yokolması” şeklinde yorumlamıştı. Muck’ın vardığı sonuç da şu: Yörüngesinde sapma olan yıldız muhtemelen bir asteroid yani Mars ile Jüpiter arasında, teleskopla görülebilen ve müm­kündür ki Adonis grubundan, küçük gezegenler­den biri. Yıldız, tehlikeli bir dışmerkezli daire çizerek güneşin etrafında dönmektedir. Muck buna Asteroid A demektedir. Gökyüzünün

Kuzey-Batı tarafından Asteroid A bir dev roket gibi fırlar. Deniz altındaki kraterlerin büyüklü­ğüne bakarak da Muck bu uzay devinin on kilometre çapında olduğunu saptamaktadır.

400 kilometre yükseklikten Asteroid A, yanan hidrojenin kızıl parıltısını yaymağa başlar. Ardı ı- da, yanan gazların oluşturduğu 30 veya 50 kilo­metre uzunluğunda bir kuyruğu vardır. İki dakika içinde atmosferin en yoğun kısmına girer ve patlar. Kuyruk ve gövde, her biri yüzmilyonlarca ton ağırlığındaki bu iki dev kısım denize dalar ve Puerto Rico Trench böylece meydana gelmiş olur Daha küçük parçaları ise Carolina’da araziyi kalbura çevirir.

Muck’ın tabiriyle “Büyük Darbe” çok yaygın bir patlamayı tutuşturmuştu. Asteroid A’nın diğer iki büyük parçası yerkabuğunun en duyarlı nok­talarından biri olan Orta-Atlantik kabarıklığından yıldırım gibi geçip, yolu üstündeki volkanları zincirleme tutuşturdu.

Muck’ın çizdiği görüntü dehşet verici: şid­detli depremler Atlantis’i bir salıncak gibi salladı; evler de tapınaklar birer yığın haline dönüştü. Tüm ada bir ateş çemberi ile çevrildi diye yazıyor Muck. “Kızıl sıcak mağma (yer kabuğunun altın­daki, erimiş madenlerden oluşan akıcı kısım) derinliklerden yüzeye fışkırıp Atlantik’in sularına yayıldı. Hortumun okyanusdan kaldırdığı su sütunları, mantar şekilli bulutlar troposferin çok ötelerine yayıldı. Kıt’a büyüklüğündeki buhar ve kül bulutları bütün bölge üzerinde şekillendi”.

Atlantis’in Yutuluşu:

Fışkıran mağma içinde Atlantis ufuk çizgisi­nin altına doğru batmağa başladı. Muck’a göre Adanın, ardında lavlarla kaplı konik yüce tepeleri

— sonradan Azor denilen adalar— bırakarak gözden kaybolması hemen hemen 24 saat içinde oldu. Plato’nun da yazmış olduğu gibi: “Korkunç tek bir gün ve korkunç tek bir gece” … içinde Atlantis ortadan silinip süprüldü.

Asteroid A’nın darbesi evrensel olmuş, dep­remler hemen tüm kıtaları harabeye çevirmişti. Muck’ın vardığı sonuç, Güney-Amerika’nın Ku- zey-Doğu köşesinin Atlantik Okyanusu içine doğru meylettiği, Kuzey-Batı köşesinin ise Pasifik Okyanusu üzerinde yükselip tapınak ve şehirleri, deniz seviyesinden bugünkü Andların yüceliğine eriştirdiği yolundadır. Bu arada öldürücü gazlarla yüklü bir görkemli kara bulut şiddetli esen rüzgâr önünde sürüklenip, alçaldığı her yerde insanların ve hayvanların boğulmalarına neden olmuştur.

Delil olarak Muck Sibirya’da yaşamış olan Mamutların ortadan silinmesini ele alır. Dünya­nın en iri cüsseli hayvanı olan Mamutlar, o

 

zamanlar buz yüzü görmemiş Sibirya’da onbin- lerle yaşıyordu. Muck işte bu iri yaratıkların, daha yedikleri son yemler midelerinde hazmol- madan, böylesine öldürücü bir bulutun etkisi ile yokolduklarını ileri sürmektedir. Bu hayvanların

o   zaman beslendikleri bitki türleri Sibirya’da günümüzde bulunmamaktadır. Sibirya’yı bugün­kü dev bir buzdolabı haline, ve fillerin kürklü kuzenleri olan Mamutları “aniden buza dönüş­türen” beklenmedik soğuğu Muck kimsenin inanılır biçimde açıklayamadığı kanısındadır. Muck’agöre, Asteroid’in ani darbesi, yeryüzünün eksenini sallamış, Kuzey Kutbu’nun havaya kalk­masına ve bu ani iklim değişikliğine yol açmıştır.

Kül ve buhardan oluşan ve her yanı kaplaya­cak büyüklükte olan kara bulut, din kitaplarının “Tufan” diye bahsettiği, büyük hacimde su taşı­yordu Platonun da bahsettiği “çamur denizi” çok uzun süre için Cebelitarık Boğazı ötesindeki deniz taşımacılığını imkânsız kılmıştı. Tufanın yaptığı tahribat, Atlantis’in anısının kaybolma­sının en iyi nedenidir. Muck Asteroid A’nın çöküntüsünden kurtulmanın insanoğluna 3.000 yıla malolduğu kanısındadır. Bu sürenin çoğunda da volkanik kül yüklü koskoca kara bulut Kuzey Avrupa’nın üstünde asılı kalmıştır. Tufandan kurtulabilenler için hayat, bu bulutun altında yaşamlarını devam ettirebilecek kısa ve vahşi bir mücadele olmuştu. Ömürleri güneşin soluk bir kırmızı parlaklık olarak arasından göründüğü siyahımsı kahverengi bir bulut altında geçmiştir.

insanlık, medeniyet kırıntılarını tekrar birara- ya getirmeğe başladığı zaman ki M Ö. 4.000’e rastlar, Atlantis artık sadece bir isimden ibaretti. Atlantis’in tüm bilim, san’at ve dili silinip git­mişti. Muck’ın, Okyanusun derinliklerini incele­mesine ve Atlantis’i yokeden yolundan sapmış yıldızları uzayda belirlemesine yararlı olan bilgiyi insanoğlunun tekrar elde etmesi ise bir diğer

6.0      yıl daha gerektirmiştir.

READER ‘S DIGEST’den

Çeviren: Ruhsar KANSU

 

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*