Geniş tabanlı kar pabuçları, kayaklar ve kısa kürekler
Gölün kendine özgü bir hayvan topluluğu (fauna) vardır. Bunlar hareket şekillerine göre gruplanır.
Birçok su böceği suyun yüzeyine tutunarak orada zarif bir şekilde kayarlar. Örneğin subitleri yüzeyde parlak ve oval küreler şeklinde kayar, birbirini avlar, birbirine sarılıp ayrılır. İlk güzel havalardan itibaren su bitleri, kışın uyuşuk bir şeki- le yaşadıkları dipleri terkederler. Zarif geometrilerini güneşe
İlkbaharda tatlısularda yumurtalar, larvalar ve erişkin böcekler kaynaşır. Resimde bir domuzlan böceği görülüyor. Bunlar su yüzünde yüzer, fakat bir tehlike sezince, kendileriyle birlikte bir miktar hava sürükleyerek suya dalarlar. Suyun dibinde bu yedek havayı kullanırlar.
Domuzlan böceği larvası tehlikeli bir oburdur. Zehirli bir salya yaparak kurbanını felç eder ve sonra eriterek sıvı hale getirir. En büyük avlar bile birkaç saniyede yakalanır ve sıvı hale getirilerek emilir (küçük resim).
sunarlar, düz ve yağlı gibi olan gövdeleri sayesinde yüzeyde kalırlar, kısa kıllı ayaklarıyla kürek çekerek durmadan ilerlerler. Su örümcekleri daha da şaşırtıcıdır: X biçimi oluşturan 4 uzun bacak üzerinde uzun ve ince gövdeleriyle sıçraya sıç- raya kayarlar, bazen de dikine yukarı sıçrarlar. Bu böcekler, kayağı andıran ve ıslanmayan tüyler içeren arka bacakları sayesinde su yüzeyinde kalırlar. Hidrometre denen su örümcekleri raket biçimini almış kısa bacakları sayesinde hızla fakat dura dura yüzerler.
Bazı hayvanlar, oksijen alabilmek için sık sık su yüzeyine çıkarlar. Bunların kalın ve sert kabukları oksijen geçmesine izin vermez, gövdelerinin içinde dallanan hava yolları 02 almalarını sağlar. Hava boruları ağırlıklannı azalttığından, suyun içinden dışına çıkışları zor olmaz.
Kınkanatlılardan domuzlan böcekleri (3 cm) su yüzeyinden yalnız karnını dışarı çıkararak soluk alır. Bunun aksine, bataklıklarda yaşayan en iri kınkanatlılar olan su sinekleri (hid
rofil) kafalarını sudan çıkararak hava alır; kıllı antenleri hava kabarcıklarını gövdelerine yollar. Bu iri siyah böcek zigzag yüzer, kürek çekmez, tek kürekli kano kullanır gibi bir sağ, bir sol bacak çiftini hareket ettirir.
Örümcek için dalgıç elbisesi
Bazı su örümcekleri (artironet) “dalgıç elbisesi” giymiş gibi davranırlar, suya dalarken gümüş renkli bir hava tabakası ile çevrilmiştir. Bu böcek su bitkileri arasında bir ağ örer, defalarca su yüzeyine gidip döner ve her gelişte bir hava kabarcığı salar, hava ağ altında birikir, ağ çan biçimini alır, çan havayla dolduktan sonra böcek haftalarca su yüzeyine çıkmaz ve depoladığı havayla yaşar.
Suda havayla yaşayan kurtçuklar
Sivrisinek larvaları (kurtçukları), türüne göre solungaç veya hava boruları ile 02 alır. Genellikle karınlarından çıkardıkları bir hava borusunu (sifonu) su yüzeyinde tutarak, kafaları aşağıda bir pozisyonda hareketsiz kalırlar. Bir tehlike sezince derine dalar ve karınlarını bura bura ilerlerler. Yüzerken tek kürek veya çift kürek kullanır gibi hareket ederler, hatta kuyruklarına yakın tekerlek biçimi bir organı da pervane gibi çevirirler; fakat uzun süre su altında havasız kalamazlar.
Büyük sivrisineklerin ve sokar sineklerin larvalarında sifon yoktur, bunlar anüsleri etrafında taç gibi dizilmiş solungaçlarla solurlar. Köpüklerin üzerinde dibe yapışıp kalırlar, ya da dipte yürürler, bitkilere tırmanırlar veya kumda, kilde tüneller kazarlar.
Larvalar yürümeyi çok sever, bu bakımdan da erişkin böceklerden farklıdırlar. Örneğin yusufçuk (kız böceği) larvalarına balıkçıların hamal, dülger veya odun taşıyıcıadlarını vermeleri boşuna değildir. Bu larvalar bitki artıklarından oluşan bir kından kafalarını ve bacaklarını çıkartarak yürürler.
Gezici kabuklular
Göllerde birçok gezici kabuklu hayvan yaşar. En sık rast- lananı tatlısu tekesidir. Sutekesi göl ve ırmaklarda taşların altında yaşar. Sutekeleri karidese benzer. Bu hayvanlar çift çift yüzer veya yürür. Su teşbih böcekleri (İsopode) saydam ve yassıdır, gölün dibinde ve hatta su basmış tarlalarda koşuşup dururlar. Tatlısu İstakozları oturmayı seven devlerdir, bunlar kaya çukurlarında yaşayıp, geceleri avlanmaya çıkarlar, plankton ve deniz hayvanlarının ölülerini yerler.
Solucanlar ve yumuşakçalar
Tatlısularda yassı solucanlar, sülükler ve planaryalar yaşar. Sülükler, ön vantuzları ile toprağa tutunarak dipte ağır ağır sürünürler, fakat gövdelerini dalgalandırarak çok hızlı yüzebilirler. Planaryalar, vücutlarını kaplayan kılların titreşmesi ile taşlar üzerinde hareket ederler.
Bazı su hayvanları, örneğin kuma veya çamura saplanmış solucanlar ve otlara yapışan minicik tatlısu poüpleri hidralar) olduğu yerde kalırlar. Bunlar, bir vantuzla olduklan yere yapışan esnek borulardır, vantuzun karşısında dokunaçlarla çevrili ağız bulunur. Tatlısu polipleri vantuzlan sayesinde bazen sürünebilir ve hatta takla atabilir. Bu hayvanların solunum aygıtları yoktur, derileri aracılığı ile solunum yaparlar.
Beslenme Çeşitleri
Tatlısularda her çeşit beslenmeye rastlanır: En sık rastlanan etyiyiciliktir (camivor) daha az olarak otyiyicilik (her- bivor), herşeyi yiyicilik (omnivor), kokuşmakta olan organik maddeleri yiyiş (detritivor) ve hatta sıvı emicilik görülür:
Etyiyici oburlar
Tatlı suların en obur etyiyicisi domuzlan böcekleridir. Ayırım yapmaksızın çevresindeki herşeyi yer. İştahı öyle fazladır ki, kurbağa yavruları, su semenderleri, hatta balıklar ondan kurtulamaz. Hızlı yüzüşü, kocaman ve zırhlı gövdesi sayesinde, düşmanlarından da kurtulur. Subitleri daha barışçıdır, gökten veya dallardan bir av düşmesini bekler, gözlerinin özel yapısı işlerini kolaylaştırır, öyle ki, gözlerinin üst yarısı havayı görürken, alt yarısı suyun içini görür. Esmer su sineklerinin (hidrofil) larvalan etyiyicidir; sülükler gibi, yu- muşakçalann kabuklarını açıp içine girebilirler. Erişkin esmer su sinekleri ise otyiyicidir, yosun vb. gibi su bitkilerini yer, fakat aç kalırlarsa balıklara veya yumuşak larvalara şaşırabilirler.
Otyiyiciler
Gölde yalnız ot yiyen hayvanlar nadirdir. Siyah ve kıllı sinek larvaları, kokuşmakta olan sulardaki bitki parçacıkları ile beslenir. Yumuşakçalar da vejetaryendir, daima su otları arasında ot yerken görülürler.
Herşey yiyiciler
Balıklar genellikle herşeyi yer. Beyaz çamça balığı su bitkileri ve yosun yer. Turna balığı ve sazan yavruları supirele- rini ve diğer minik kabukluları tercih eder. Sazanların erişkinleri ne olsa yer: Solucan, ekmek, hayvan ve bitki artıkları, larvalar ve böcekler.
Kabuklular hem et, hem de kokuşmakta olan organik maddeleri yer. Tatlısu tekeleri etyiyicidir, suya düşmüş böcekler onlara yetmez, larvalara ve hatta kendi yavrularına saldırırlar. Fakat aç kalınca çürüyen bitki ve hayvanlarla yetinirler. Sutesbihböcekleri, çürurrjekte olan otlardan ve bunların üstündeki minik canlılardan hoşlanır.
Frigan böceklerinin larvalan, genellikle etyiyici veya herşey yiyicidir, bazen bir taş veya dal üstünde ipek gibi bir ağ
v
\
*
Sivrisinek larvaları su yüzeyine asılı yaşan Bir sifon aracılığı ile yüzeyden hava alırlar.
ördükleri ve bu tuzağa düşen minik hayvanları yedikleri görülür.
Sıvı emiciler
Domuzlan böceklerinin larvalarının ağzı yoktur, ağız yerine içinden zehirli salya akan bir kanal ve bunun ucunda iki kanca görülür. Larva, kancalarla kurbanını tutar, zehirli salya kurbanın vücudunu eritmeye başlar, kurban sıvı hale gelir ve larva bu sıvıyı emer. Bu larvalar, aynı şekilde birbirlerini de yerler.
Plankton hayvancıkları, suda erimiş maddelerle veya mikroorganizmalarla beşlenir (mikrofaji). Tatlısu polipi, dokunaçları ile bir su akıntısı oluşturur ve bununla gelen küçük parçacıkları yer. Yumuşakçalar da sifon denen organlarını aynı amaçla kullanır.
Üreme ve üreme törenleri
İlkbahar her yerde üreme mevsimidir, göller de bu kurala uyar. Hayvanlar birleşmeden sonra değişik yerlere yumurta bırakır. Baharın başlarında kızıl kurbağaların yumurtaları su yüzeyinde yüzmeye başlar. Hidrofil denen susinek- lerinin yumurtaları Nisan ve Mayıs’ta belirir, bu yumurtalar tuhaf bir sala yüklenmiş olarak yüzerler. Susineklerinin karnından suda sertleşen bir zamk çıkar, yumurtalar ve hava kabarcıkları bu zamkla birbirine yapışır, bu yumurta yığını yüzen bir yaprağın üzerine depo edilir. Sivrisinekler de benzer davranır: 250 yumurta içeren kümecikler su üstünde yüzer, bu yumurtaların çok sert bir kabuğu vardır.
Yusufçuklar su yüzeyine veya su bitkilerinin gövdelerine yumurtlar. Su böceklerinin çoğu su bitkileri üzerine yumurtlar; örneğin domuzlan böcekleri ve suakrepleri (biçimi akrebi andırsa da zararsızdır) su bitkilerinin gövdeleri üzerine yumurta bırakır. Hidrometre denen suörümcekleri ise yumurtalarını su bitkilerinin yapraklarına yapıştırır. Bazen erişkin böcekler yumurtadan çıkacak yavrular için bir sığınak hazırlar. Arjironet denen suörümcekleri, bahar gelince iki katlı özel bir çan yapar; üst kata 150 kadar yumurta bırakır, kendisi ise su içinde kalan alt katta oturarak yumurtaları korur. Balıklar en son yumurtlar, önce tatlısu levreği, sonra da turna balığı yumurtalarını suya bırakır.
Mayıs ortalarında sakin sularda bir harekettir başlar. Hareket, özellikle çiçek açan su bitkileri yakınında belirgindir. Nilüferlerin üzerinde aceleci bir kurbağa sekmiş gibi bir su sesi duyulur, oysa bu yeşilsazan balıklarının “evlenme” törenidir. Su otları sallanıp durur, bataklık çırpınmaktadır. Yeşilsazan balığının aşklarını su polosu maçlarına benzetebiliriz. Bu aşkın sonucu 300.000 yumurtadır.
Carassius cinsi sazan balıkları hiç duyulmadık bir şekilde ürer: Dişi, anal yüzgecin önünden uzun bir tüp çıkarır, yassı solungaçlılardan göl midyelerinin beslenmek ve solumak için yarattığı su akıntıları bu tüpleri çeker. Yumurtalar ve erkek carassius balıklarının spermi de bu midyelerin içine çekilir, yumurtalar midyelerin içinde açılır. Yavrular bir ay süreyle göl midyelerinin solungaçlanna yapışarak yaşar, sonra ayrılır.
İskorpit ve tragonya balıklarında erkekler su bitkilerinden bir yuva yaparlar ve spermlerini suya salıvermeden önce birçok dişinin bu yuvaya yumurtlamasını sağlarlar. Yu-
Su örümcekleri uzun bacakları ile su yüzeyinde çok zarif bir şekilde kayarlar.
murtalardan çıkan yavrulara haftalarca erkekler bakar.
Som balıkları kışın veya ilkbaharda denizden ırmaklara girerek ırmağın akışına karşı yüzer ve ırmağa yumurtlar, yavrular yıllarca ırmakta yaşadıktan sonra denize geri döner. Karagöz balığı, mersin balığı ve bufa balığı da som balıkları gibi ürer. Bu balıklar, yumurtlamadan sonra çok bitkin düşer ve ölürler, yumurtalar su akıntıları ile dağılır.
Bazı su hayvanları ise yavrularından ayrılmaz, onları beraberinde taşır. Kabuklulardan su pireleri, su tekeleri ve su teşbih böcekleri böyledir. Bu hayvanlar yumurtalarını göğüslerinin altında taşır, hatta yavrular da annelerinin altına sığınarak yüzer. Neritin denen küçük yumuşakçalar, yumurtalarını kabukları üzerinde öbek öbek taşırlar. Her öbekten yalnız bir yumurta açılır, diğerleri tahrip olur. Neritinler bu şekilde az sayıda yavru yaparsa da bu yavrular çok kuvvetlidir, en kuvvetli akıntıların ortasında sürüklenmeden yaşayabilirler.
Bataklık salyangozu denen yumuşakça, memeli olmayanlarda ender görülen bir özellik taşır: Canlı yavru doğurur (vivigarite).
Bu hayvanın dişileri yumurtlamaz, yumurtalar dişinin içinde açılır ve Haziran’da onlarca yavru salyangoz dünyaya gelir.
Daha ilginç çoğalma yolları da vardır. Örneğin limnea veya bataklık helezonu cinsi yumuşakçalarda bireyler hem erkek, hem dişi özelliklerini taşır (hermafroditlik=erdişilik= hünsalık). Bunlarda çapraz döllenme olayı görülür; iki hayvan birleşip birbirlerini döller. Planarya denen yassı solucanlar ortadan enlemesine ikiye bölünerek çoğalır (sissiparite). Aslında bir planarya’yı 15 parçaya bölmek 15 minik planarya yaratır, bu solucanların kendi dokularını yenilemelerine (re- jenerasyon) bir sınır yoktur. Bahar sonlarında tatlısularda sayısız planarya yüzer. Bu sırada tatlısu polipleri de ortadan bölünerek veya tomurcuklama yolu ile çoğalır. “Bebek’ler ayrıldıkları annelerinin yakınına yapışırlar. □
Yazımızın gelecek sayımızdaki son bölümünde, baharda uyanan doğada, Haziran ve Temmuz aylarında yaşanılan başkalaşım ve erişkinlik konusu yer alacaktır.
“Evdeki Hayalet” fit-A miriden bir korku sah- nesi: Acaba böyle olaylar, gerçekten olabilir mi?
HAYALETLER GERÇEK Mİ?
Birçok okuyucu için şu iki konu bir yenilik olacaktır: Birincisi; parapsikologların hayalet olaylarını mümkün sayması, İkincisi; henüz işin başında olmalarına rağmen, hemen hemen doğal açıklamalarda bulunabilmeleridir.
Denise FERCHOW
L
ütfen şöyle bir olayı gözünüzün önünde canlandırın: Evinizde yalnız oturuyorsunuz ve çevrede hiç kimse yok. Tam o sırada bardaklar raflardan yuvarlanmaya başlıyor, resimler duvardan düşüyor. Kapı kendi kendine açılıp tekrar kapanıyor. Odaya taşlar yağıyor ve pencerelere vuruluyor. Acaba bu işin ardında kim olabilir? *
İlk çağlardan beri böyle olaylardan söz edilir. Halk bunların “hayaletlerin işi olduğuna inanmaktadır ama, günümüzde çoğu okuyucu böyle bir şey olmadığını ve bunun boş bir inançtan öteye geçmediğini düşünecektir.
Gerçekten de şimdiye kadar hiç kimse hayaletlerin varlığını inandırıcı biçimde kanıtlayamamıştır. Diğer taraftan, zaman zaman olağandışı ya da esrarlı olaylarla karşılaştıklarını ileri süren insanlar ortaya çıkmaktadır. Bu da, konunun üzerine gitmemiz için yeterli bir nedendir.
Hayaletleri ciddî olarak ele alan tek bilim, parapsikoloji- dir. Bu bilimle uğraşanların sayısı fevkalâde azdır. Bütün dünyada sadece üçyüz kadar bilim adamı, parapsikologların meslek birliği olan “Parapsychological Association”a üye bulunmaktadır. Bunlardan da ancak iki düzine kadarı üniversitelerde görevli olarak çalışmaktadır. Bundan dolayı parapsiko- lojinin bilim olarak kendini pek gösterememiş olmasına şaşmamak gerekir.
Almanya’da, özellikle Freiburg Üniversitesi hayalet olaylarıyla ilgilenmektedir. Her yıl buraya, araştırma yapmaya değer iki-üç hayalet olayı bildirilir. Bundan sonra kapalı kapılar ardında çalışmalara devam edilir. Bu konuda Psikoloji ve Sınır Bilimler Enstitüsü’nden psikolog Eberhard Bauer şöyle diyor: “Biz hayalet olaylarını elimizden geldiğince zehirli eczalar dolabında saklar ve halka çok kontrollü olarak yansıtırız”.
Enstitünün bu derece sakıngan davranmasının nedeni, böyle olaylarla karşılaşanları korumaktır. Hayalet haberleri her zaman büyük yankı uyandırır. Bir de uzmanların düzmece hayaletlerle aldatıldığı ortaya çıkarsa, durum çok can sıkıcı olur.
Hayalet araştırmalarının en çarpıcı örneği, 1967’de büyük heyecan uyandırmış bir olaydır. Olay, Yukarı Bavyera’- da bulunan Rosenheim’deki bir avukat bürosunda geçmişti. Olaya tanık olanlar, büroda görünür hiçbir neden olmadan sigortaların yerlerinden fırladığını, elektrik ampullerinin patladığını, neon tüplerinin yuvalarından oynadığını görmüşlerdi. Aynı zamanda konuşma kaydedicisi, bürodan söz konusu zamanda hiç kimse telefon etmediği halde, hep konuşma yazıyordu. Posta idaresi ve suç masası polisleri çaresiz kalmışlardı. Sonunda Freiburg’taki “Psikoloji Sınır Bilimleri ve Psikoloji Sağlık Enstitüsü”nün Müdürü Hans Bender yardıma çağrıldı.
Hans Bender’in dikkatini çeken nokta bütün bu açıklanması olanaksız olayların hep ondokuz yaşındaki büro yardımcısı Annemarie S.’in orada bulunduğu zamanlarda ortaya çıkmasıydı. Bender, önce bir sahtekârlıktan şüphelendi ve bu tür olayları meydana getirebilecek gizli elektrik devreleri gibi delillerin peşine düştü. Kendisine yardımcı olan iki fizikçi ölçü âletleri getirdiler ve Bender de ayrıca kameralar ve ses alıcı cihazlar yerleştirdi.
Bu arada, en az kırk kişi büroda çeşitli olaylarla karşı- j laşmışlardı. Resimler tersine çevriliyor, çekmeceler yazı masalarından dışarı fırlıyordu. 175 kilo ağırlığındaki bir dosya dolabı, dayandığı duvardan kendi kendine 30 santim kadar j uzaklaşmıştı.
Bender ve fizikçiler, sistematik olarak mümkün bütün do-1 ğal nedenleri elediler. Sonunda, bu hayalet olaylarını doğu
ran kimsenin Annemarie olduğu kesinleşti. Bu konuda toplanmış olan bilgiler o kadar incelikli ve ayrıntılıydı ki, hiç kimse bütün gözlemcilerin ve bilim adamlarının hayale kurban olduklarını iddia edemezdi.
Aynı derecede etki yaratıcı bir olay, Scherfede olayıdır. Adını Kassel’in batısında 3000 nüfuslu bir yer olan Scherfe- de’den almış olan, bu nedeni açıklanamamış olay, 1972-1973’te geçmiştir. Scherfede’deki tek ailenin yaşadığı bir evde önce banyoda, sonra mutfakta ve diğer odalarda su birikintileri meydana gelmişti. Teknisyenler su ve kalorifer borularını gözden geçirdiler, fakat hiçbir sızıntı yeri bulamadılar. Sonra duvarda rutubet lekeleri oluştu, zemin kuru olduğu halde halılar ıslanmaya başladı. Daha sonra olaylar hızlandı. 20 ilâ 30 dakikada bir, evde yeni su birikintileri meydana geliyordu. Yalnız bütün bunlar sadece aile fertlerinin, yani anne, baba ve 13 yaşındaki Karin’in evin bir başka yerinde oturdukları zaman ortaya çıkmaktaydı.
Bir gün, iki ev ileride oturan komşular koşa koşa geldiler: Evin ikinci katını sular götürmüştü ve merdivenlerden aşağıya seller akıyordu. Aynı şey, başka iki evde de görüldü ve hayalet olayı üç gün sürdü.
Freiburg ekibi olay yerine geldiği zaman, araştırmalarını hızla ailenin kızı Karin üzerinde yoğunlaştırdı. Karin’in misafir olduğu evlerde tuvalete gitme alışkanlığı vardı. İki keresinde, tam Karin banyoyu kullandığı zaman su birikintilerinin oluştuğu gözlenmişti. Karin, yandaki komşu evinin tuvaletine hiç uğramamış olduğu için, bu ev sağlam kalmıştı. İşte, bir kızın hayalet olaylarına yol açtığı bir başka durum.
Görüldüğü gibi, hayalet olaylannın varlığına bir sürü delil vardır. Ancak, bir araştırıcının, bu gibi olayların nasıl meydana geldiğini cevaplandırmadan önce, bazı problemlerle karşılaşacağını belirtmeliyiz.
Birinci problem, bildirilen olayların % 95’inde ikinci bir incelemeye gerek kalmamasıdır. Bazı yaşlı hanımlar inanılmaz olaylar bildirmekte ve aslında sadece biraz konuşup dertleşmek istemektedirler. Ya da, yeni bir eve taşınması gereken aileler eski evleri için hayalet söylentileri çıkarmaktadır.
İkinci problem, insanların çoğunlukla hayalet olaylarından ancak bu olaylar geçtikten sonra söz etmesidir. Bunun anlamı, araştırıcının olayı artık doğrudan doğruya gözleye- meyeceği ve ancak tanıkların ifadelerini dosyaya geçirerek, olanı yerinde çekilecek film ve fotoğraflarla yeniden canlandırmaya çalışmak zorunda kalacağıdır.
Üçüncü problemin adı “aldatmacılık”tır. Pekçok insanda kendini gösterme isteği, şakacılık ve bazılarında da olaylardan kazanç sağlama hırsı vardır. Diğer bazıları da ruh hastasıdır ve gerçekle hayali birbirinden ayırma gücünü kaybetmişlerdir. Birçok kimse de, bir hayale aldanıp aslında hiç olmamış bir şeyi olmuş sanabilmektedir.
Ne zaman hayalet olaylarından bahsedebiliriz ve bunları nasıl tanımlayabiliriz? Parapsikoloji, genellikle nedeni açıklanamamış gürültüler, cisimlerin anlaşılmaz biçimdeki hareketleri ve eşyanın kapalı yer ve kaplardan kaybolup yeniden görünmesini bu başlıkta toplamaktadır.
Anılan olaylar, en sık olarak “olay yaratıcısı” ya da “olay etkeni” diye adlandırılan, çoğunlukla genç bir kişinin varlığı ile yer ve zaman açısından ilişkili olarak ortaya çıkıyor.
Günümüzde bilim adamları bu olayların RSPK (Recur-
Yazıhanesinde haftalarca “hayalet olayları”nın geçtiği avukat Karl A.. Bu olayları yaratan kişinin, kendi yardımcısı Annemarie S. olduğu belirlenmiştir.
rent Spontaneous Psychokinesis = Tekrarlanan Ani Psikoki- nez) olarak yorumlanabileceği noktasından hareket etmektedirler. Psikokinez kavramı, fiziksel olayların örneğin cisimlerin hareketinin bir kimsenin irade ve isteği ile meydana geldiği durumları içine alır. Bunun anlamı, olayın, cisme dokun- maksızın ve şimdiye kadar bilinen enerjilerin etkisi olmaksızın ortaya çıkmasıdır.
Hayalet olaylarını bilimsel olarak incelemek fevkalâde zordur, çünkü olaylar aniden meydana gelmekte ve nisbeten kısa sürmektedir. Bu olayları yapay olarak yaratmak ve laboratu- varda denemek olanağı olmadığından, sağlam sonuçlara varmak pek mümkün olamamaktadır.
Ne biçimde ortaya çıkarsa çıksınlar, hemen bütün hayalet olaylarında görülen psikolojik ortak özellikler vardır. Fre- iburg’lu fizikçi Walter Von Lucadou, şu dört ana özelliği saptamıştır:
- Şaşkınlık dönemi: Olaylar genellikle şaşırtıcı biçimde ortaya çıkar ve dramatik olarak gelişir. Olaylarla karşılaşanlar dış nedenler (örneğin Rosenheim olayında elektrik akımı ya da Scherfede olayında boru delinmesi) aradıkça, olaylar gitgide yoğunlaşır. Bu arada polise ve itfaiyeye, teknisyenler v.s. gibi bilirkişilere haber verilir.
- Sürünceme dönemi; İlk defa olarak, olayın olağanüstülüğü konusunda bazı kuşkular beslenmeye başlanır. İnsanlar kişisel eğilimlerine göre cinleri, ölülerin ruhlarını, cadıları ya da hayaletleri bu olayların ardında aramaya kalkışırlar. Çoğunlukla bu sırada basın ve parapsikologlar devreye girer.
c. Beklenti gerilimi dönemi: Olayla ilgilenen çevrede “bir şeyler olacak” gerilimi başgösterir. Ancak bu beklenti gerilimi arttıkça, olaylar tavsamaya başlar. Şaşırtıcı olaylar görmek için gelmiş olan ziyaretçiler olay yerinden ayrılmaya başlarlar. Çok kere işte bu sıralarda, hayalet olayına neden olan kişi olayı yaratırken gözetlenebilir.
d. Giderim dönemi: Açıkça ortada bir kandırma olduğundan söz edilmektedir. Olaya karışmış olanlar kamu yayın araçları tarafından suçlanmakta ve alaya alınmaktadır. Bazı hallerde olay tanıkları da eski ifadelerinden dönmektedir.
Şimdiye kadar belirleyebildiğimiz şey, hayalet olaylarının klasik fiziğin günümüzdeki olanakları ile açıklanmasının mümkün olmadığıdır. Belirleyebildiğimiz diğer bir konu, bir gerilim altında bulunan kimselerin hayalet olaylarına yol açabilecekleridir. Bu kimseler (bilinç altında) çevrelerine çok önemli bir şeyi iletmek gereksinimi duymaktadırlar. Bunu yaparken başkalarıyla normal iletişim yollarının, örneğin konuşma, anlatma ve görüşme olanaklarının kesintiye uğramış olması önemli bir noktadır.
Bir kere hayalet olaylarına neden olan kimseyi ortaya çıkardıktan sonra, onu buna iten nedenleri mantıklı bir biçimde açıklamak nisbeten kolaydır. Bu olayları meydana getiren kişilerin ruh sağlığı araştırmaları, onlarda hep şu ortak özellikleri belirlemiştir: Çevresindekilerle uyuşmazlığa düşme, ruhsal denge bozuklukları, çabuk heyecanlanma ve üzücü olaylara katlanma gücünün azlığı.
- Yalnız böyle kimselerin bu işleri nasıl becerdiği sorusu ilgi çekicidir ve şimdilik bu konu karanlıkta kalmaktadır. Hayaletler de karanlıktan hoşlanırlar.
Hayalet olaylarının çoğunluğunda biraz delidoluluk, biraz “yumurcak azgınlığı” göze çarpmaktadır. Olaylarda kırma- dökme unsuru ön plandadır. Buna karşı, ilk bakışta hayalet olayı gibi görünen diğer bazı şaşırtıcı olayların, bir şeye yöneltilmiş gibi olduğuna dikkat edilmiştir.
İnsanlar bazen yakınları olan birinin ölümüyle aynı anda meydana gelen garip olaylardan bahsetmektedirler. Böyle anlarda aynalar kırılmakta, resimler duvardan düşmekte, saatler durmaktadır. Hattâ kötü olay habercisi gürültülerden, patırtılardan, tıkırtılardan ve ayak seslerinden söz ediliyor.
Bunlara tipik bir örnek verelim: Bir pazar sabahı saat dörde doğru daire kapısına vuruluyor. Anne ayağa kalkıyor;ka- pıyı açıyor, fakat kimseyi görmüyor. Bunun üzerine merdi-
Uçan bir masa, devrilen bir abajur: Birçok insan böyle olayları gördüğünü iddia etmekle birlikte, uygulamada bunların resmini çekmek hemen hiç mümkün olamamaktadır. Burada filmden bir sahne görüyorsunuz.
ven ışığnı yakıp, aşağıya iniyor. Orada da hiç kimse yok. Çocuklar da bu tuhaf gürültülerden uyanmışlar ve korkularından yorganı başlarının üzerine çekmişler. Anne tekrar daireye döndüğü zaman: “Herhalde kötü bir şeyler oldu” diyor. Daha öğle olmadan, babanın ölüm haberi geliyor. İşyerinde bir beyin kanaması sonucunda hayatını kaybetmiş.
Parapsikologların fiziksel etki ya da iletim olayları dediği bu olaylar, hayalet olaylarından açıkça farklıdır. Çoğunlukla sadece bir kere olurlar ve çok kısa sürerler.
Bu iletim olaylarının bir başka çeşidi, belirli bir anda bir ya da birçok saatin durması ve kısa bir süre sonra aileden birinin ölüm ya da kaza haberinin gelmesi şeklinde görülmektedir. Burada dikkati çeken, “saat’in başlı başına bir önemi olmaması, sadece bir “sembol” olarak algılanmasıdır. Saatin kalbin atışını andıran tiktakları, “hayatın saati”ni sembolize etmektedir. Saatin durması ise, aileden birinin hayatının sona erişinin ifadesidir.
Fiziksel etkilerin yarıdan çoğu eşyalar aracılığıyla değil, gürültülerle iletilmektedir. Gürültülerin başlıca görevi, dikkatleri çekmektir. Çoğunlukla gürültünün biçimi ile uzaklarda gerçekten olan arasında özel bir ilişki vardır. Örnek bir olay: Dört kişi büyük odada uyuyor. Gece hepsi birden şiddetli bir su şınltısıyla uykularından uyandırılıyorlar. Sanki t)iri büyük tuğla ocağın üzerine çıkmış ve suyla dolu kovaları deviriyor gibi bir ses duyulmakta. Büyük baba etrafa bakınıyor, ancak yerde sudan iz yok. Birkaç gün sonra bir mektup alıncaya kadar hiç kimse bu garip olayı açıklayamıyor. Gelinden gelen mektupta ailenin büyük oğlunun o gece ağır bir kaza geçirdiğini öğreniyorlar. Bir dökümhanede işçi olarak çalışırken eritme ocağının delinmesi sonucunda çok ağır şekilde yanmış.
Durum şimdi aydınlanıyor: Dört kişinin duyduğu sesler, bir eritme ocağının delinmesi sırasında meydana gelen seslere benzemektedir. O halde, haberi gönderenin iletmek istediği şey ile, kendini belli etme biçimi arasında sıkı bir ilişki vardır.
Bu konu, şimdi vereceğimiz örnekte daha da açık olarak görülmektedir: Frank annesine kristal bir kase hediye etmişti. Kısa bir süre sonra 60 kilometre ötede oturan büyükbaba ve büyükannesini ziyarete gitti. Evdekiler ailece sabah kahvaltısını yaparken, kristal kâse birdenbire ikiye bölündü. Frank’ın annesi: “Aman Yarabbim, Frank öldü!” diye bağırdı. Gerçekten de Frank o anda geçirdiği bir trafik kazasında ölmüştü.
Anılan olayı, hayalet olayları araştırmacıları şöyle açıklamaktadır: “Oğul annesine bir “imdat çağrısı” gönderiyor. Normal ietişim yollarını kullanmak bu durumda olanaksızdır. Kendisini belli etmek üzere, annesine olan duygusal ilişkisini temsil eden bir cismi seçiyor.”
1. halde bu, Frank’ın annesine normal yollardan bilgi eriştirmesine olanak bulamamasından doğan bir çaresizlik davranışı idi.
Bu sonuca, Rosenheim ve Scherfede hayalet olaylan konusunda da varabiliriz: Her iki olaydaki kızlar, normal iletişim kuramadıkları için (bilmeksizin) psikokinetik yollara başvurdular. Dolayısıyla; hayalet olayları, ancak belirli bir hed~ fe normal yollardan erişilemediği zamanlarda uygulanan re bulma davranışlarıdır.
Yine de, bununla olayın nasıl yaratıldığı ve bir kimse–‘ psikokinetik etkileri nasıl yarattığı açıklanamamaktadır.