YAKIN AKRABAYLA CİNSEL İLİŞKİNİN YASAKLANMASI

YAKIN AKRABAYLA CİNSEL İLİŞKİNİN YASAKLANMASI

Polinezya’da tabu, sıradan olam dile getiren noa’nm karşıtıdır. Tabu genellikle, düzenin ve doğal ya da toplum-
sal kuralların dışında yer alan şeyi belirtir. Tabu olarak görülen şeylerin en önde gelenleri arasında, garip şeyleri saymak gerekir. Alışagelmişin dışındaki her şey tabudur. İkiz meyveler, ikiz çocuklar, albinolar tabu sayılır. Kamçatka’da ikizlerin doğumu, bir felaket habercisi olarak kabul edilir; bu olayın gerçekleştiği evden herkes kaçar.
İnsanın kendisini kaybetmesine yol açan delilik ve öfke, kirli şeyler ya da büyücülüğün belirtileri olarak kabul edüir.
Bir bireyin ya da ailenin ilişkilerinin oluşturduğu alanda yer alan şey, ötekiler için bir tabudur. Üstünde mülkiyet belirten bir işaret bulunan bir ağaç ya da tarla yasaklanmıştır;bun-lara dokunanın vücudu şişer ya da yaşamı sona erer. Tabu, kurulu düzeni koruyan bir mekanizmadır.
Önemli bir toplumsal kuralın çiğnenmesi demek olan yakın akraba ile cinsel ilişkiler de aynı sonuçlan verir. Bunu yapan kişi toplumsal grup için tehlikelidir, çünkü kirlilik, bulaşıcıdır.
Bu kişiyi, uzaklaştırarak ya da öle rerek tasfiye etmek zorunludur. Toplumsal grup tehlikeli bir durun karşılaştığında, tabular pekiştirilir yenileri ortaya konur. Kirli olan İ şeyden kaçınmak gerekir. Nitekim t çok bölgede, savaş ya da avlanma bi önemli bir girişimden önce, her 1 cinsel ilişki yasaklanır ve oruç tü lur. Grubun tümü bilinmeyen bir t< likeyle karşı karşıya kaldığında, etk likler bir yana bırakılır. Bantular, ı vaş sırasında, tarlalarda çalışmaz! köyde herkes susar ve hareketsiz 1 lir.
Marcel Mauss şöyle diyor: “Tabu] her şeyden önce, durum ve koşulla bağlıdır. Bir Hıristiyan büyük peri sırasında oruç tutuyorsa, bunun i deni, Paskalya günlerinde et yemi tir… Perhizde oruç tutmak ve geri ] lan zamanda oruç tutmamak, ye: buyruk söz konusudur burada.”
ARINMA TÖRENLERİ
Yaşam sırasında önemli bazı evre] olduğuna inanılır. Doğum, evlenn ölüm, bunun örnekleridir. Bu duru larda, yeni bir çerçeve içine girno için alışılagelmiş kurallar bir yana Takılır. İki evre arasında, insanın ki olduğuna inanılır. Toplumsal durı değiştirdiği her seferinde, bire; bazı törenlerden geçmesinin kök< buradadır.
Tabulara rağmen kişi, kirlenmek! korunamazsa, arınma törenleri başvurur. Bu durumda, su, kan, ( man, gürültü, vb. kullanılır. Birçok ] bilede görülen, herkesin önünde itir ta bulunma da aynı amaca yönelikl Söz olarak kendini dile getirmen kirliliği uzaklaştırdığına inanılır. K liliği şeytanlar temsil ediyorsa, bı larm, topraklardan çıkarılmasına < hşıhr. Borneo’daki Dusunlar, köyler arındırmak amacıyla, her yıl, kc
39
termen, rıer salan korur. Tabunun vmşıevı, şua
rs“~^—— • m™I ,»- ,
S^i^ ac*İBd*c=8i«Vtabu^ sak. Mlibinatam W ç’ŞMmatai to^a
KomaV\ \aTÜM^ VtnVer artma \Um\yc\s’\’ja da Roma 54-56 arası – “Roma, 120^. Romalı patriciusYar smıîmm gerilemesinden sonra imparatorluğun dayanağı olarak görülen dinamik ve zengin toplumsal sınıfa bağlı bir ailenin çocuğu olan Publius Cornelius Tacitus güzel konuşma sanatını çok iyi öğrendi ve parlak bir siyasal yaşamı oldu. İmparatorluğun ünlü kişilerim sürgüne yollamaktan ya da öldürtmekten geri kalmayan imparator Domitia-nus’un (81-96) dikkatini çekmemek için consul suffectus görevini ancak 96’da ve imparator Nerva döneminde kabul etti. Taşralı ve şövalye sınıfından olduğu balde Senato’ya girdi. Senatörlerin köhne ve kısır konuşma sanatım sert bir biçimde eleştirmesine karşın, yönetici sınıfın önyargüarmı dolaylı olarak destekledi ve Trajanus çağında (98-117) parlak bir duruma ulaşan “senato kastı”mn bir üyesi olmasını gururla ileri sürdü ve savundu. Yaşamını rahatlık içinde geçirmesini de bu duruma borçluydu. Edebiyat verimi, Trajanus ve Küçük Plinius’la kurduğu dostluk içinde yer aldı ve imparatorluk çevrelerince beğenildi. Tacitus, rejimin yarı resmi ta-rihçisiydi ama bu durum, bir eleştirici tarihçi olmasını engellemedi. Yayım yılı kesin olarak bilinmeyen ve 81’e doğru yazılmış olması gereken Dialo-gus de Oratoribus’da {Hatipler Diya-
\oğ\T\~Roma’ da, g\vz.e\ VoTvuşmaTım ge ri\emesinm nedenlerini inceledi. Özgürlüğü, \}ir açıklama iigesi gibi ele alarak, imparatorluk rejiminin, siyasal özgürlüğü sınırlayarak ve hatiplerin yeteneğini, imparatorun övülmesine bağımlı kılarak güzel konuşma sanatının (hitabet) işlevini saptırdığım ileri sürdü. Cicero’nun çağında retorik, iktidar elde etmenin bir aracıydı. Trajanus çağmdaysa ancak saygı dolu bir retorik imparatorluğun kayırmasını sağlayabiliyor ve iktidar ancak bu yolla elde ediliyordu. Tacitus, özgürlük çağının özlemini dile getiriyordu. Domitianus’un zorbalığını unutturmak için liberal gibi görünmeye çalışan Trajanus rejimi, bu ince eleştiriyi hoşgörüyle karşılıyordu.
Agricola ’mn Yaşamı (De vita lulu Ag-ricolae, 98) Tacitus’un, kaymbabası için yazdığı bir ölüm övgüsüdür; Ger-manıae’deyse (98) Germenlerin töreleri anlatılır.
Agricola’nm İngiltere’de yaptığı seferlerin öyküsü ve Germania’daki Roma seferlerinin öykülerinin toplanması, Tacitus’un, bu srnır halklarının bir toplumsal-t^rihsel tablosunu çizmesini olanaklı kıldı. Geleneksel önyargıların ötesine geçen Tacitus, Romalı olmayan kültürlerin ve toplumlarm da var olduğunu ileri sürdü.
Aımales (Yıllıklar, 115-117), Tacitus’ un en büyük tarih yapıtıdır kuşkusuz,
GüTvvvmü^e peV. a2. bölümü ulaşaı
oYîmrarv&evı imparatorluğuna VadarVi döneır latan Historiae’nin (Tarihler, İD
yımlanmasından sonra Ta« 115-117’ye doğru Aımales’i ya} dı. Burada, Augustus’un ölümi sonra Neron’un ölümüne kadar ratorluğu inceledi. Bu çağı, yıl; aldı ve hükümdarlık dönemlerir resine göre yıllan gruplar haline ladı. Çünkü Tacitus, tarihin, Roı leneğinin ileri sürdüğü gibi, Ta inayetine değil, büyük adamk özellikle imparatorlara bağlı ı gerçekleştiğini düşünüyordu. Tı Trajanus döneminde, kötü impî lar olarak görülen İulia-Claudis ratorlarının işledikleri cürümle ladı ve güçlü bir eleştiri yaptı sel anlatıda dramatik etkileri ] rak tarihe, geçmişteki insanlı şünüş tarzını ve törelerini sap ve kötülüğün sonuçlarını gön verişli canlı bir biçim kazand; tülüğü de, toplumsal-tarihse] dan bir ders çıkarmayı sağlaı geleneksel erdemlerin karşıt ortaya koydu.
Bu cürümler tarihi, o çağın g> olaylarına pek az yer verdiği nümüz tarihçisi ona, eleştirici le bakmakta ve dengeyi sa| çalışmaktadır.
Bengalli ozan ve felsefeci (Kalküta, 1861-Santiniketan, 1941).
Mutlağın araştırılmasını, yaşamın biricik gerçekliği olarak gören “büyük ermiş” Devendranath Tagor’un (1817-1903) oğlu olan Rabindranath Thakur (Tagor denir) küçük yaşlardan başlayarak bir duyarlılık ve düş dünyasında yaşadı.Delikanhlığının ük yıllarında, babasından (Himalayalar’da, dünyadan el etek çekerek yaşadığı yerden hiç ayrılmıyordu) öğrendikleri, doğa ve Tanrı sevgisini kavramasını sağladı. 1878 ile 1880 arasında Batı dünyasını tanıdı.
İNSANLIK SEVGİSİ
Tagor on dört yaşında annesini yitirdi. Yengelerinin birinden, doğa ve Tanrı aşkı ile ilişkili olması gereken insan sevgisini öğrendi. 1884’te yen-
gesinin intihan, Tagor’u çok etkiledi. Bunun üzerine, doğayı ve Tann’yı, yani tüm insanlığı daha iyi sevebilmek için tek tek kişilere bağlanmayı bir yana bıraktı. 1901-1918 yıllan arasmda trajik olaylar yaşadı: Karısı, çocuklarından üçü ve babası öldü. Ağırbaşlı, hareketli ve Tann’ya her konuda baş eğen bir kimse olan Tagor, acılarını neşeye dönüştürmesini bildi. Güzellik tanrısını, doğada, bedende, düşüncede, sözde, edimde bulmaya çalıştı; yaşamın tüm olarak güzel hale gelmesini istedi.
BARIŞ YERİ
Tagor, 1901’de Santiniketan’da uluslararası bir eğitim merkezi kurdu. Bu merkez, bütün Bengal ve daha sonra Hindistan üstünde etkili oldu. 1912’de yazılmış olan Gitançali yeni bir umu-
dun sözünü ediyor ve eski d yıkılışına karşı çıkıyordu: “Ç baktığımda, işe yaramaz parç linde dağılan kendini b bir uygarlığın yıkıntılarım gör Ama insanoğluna inanmama! günah işleyecek değilim. Gc onun tarihinin yeni bir bi çevireceğim” (The Cri Civilization, 1941).
1913’te Nobel Edebiyat Ödül zanan ve gizemci Bir ozan, me yol gösterici, edebiyat ve to] formcusu, tartışmacı olan Ta da ’lardaki soluğu yakalama mişti.
Başlıca yapıtları şunlardır: Ç Anılan (1893-1895); Çitra (18« çıvan (The Gardener, 1913 Meyva Zamanı (Fruit Ga 1916); Kaçak (1918); Evrense Doğru.
Tacitus
Tagor
ruhları kovmak için büyük gürültüler temleri, her kültürde, gerçekliği dü- belirler ve böylece grubu yön
yaparak sokaklarda dolaşırlar ve kur- zenleyen sınıflandırmalar öbeğinin saları korur. Tabunun iki işle
banlar sunarlar. bir bölümünü oluşturur. Ayrıca ya- landmcılık ve koruyuculuk ol
Etnolojinin açıkladığı çeşitli tabu sis- sak, belli birtakım kural çiğnemeleri taya çıkmaktadır.
Romalı tarihçi {înteramna [Umbria] ya da Roma 54-56 arası – Roma, 120). Romalı patriciuslar sınıfının gerilemesinden sonra imparatorluğun dayanağı olarak görülen dinamik ve zengin toplumsal sınıfa bağlı bir ailenin çocuğu olan Publius Cornelius Tacitus güzel konuşma sanatım çok iyi öğrendi ve parlak bir siyasal yaşamı oldu. İmparatorluğun ünlü kişilerini sürgüne yollamaktan ya da öldürtmekten geri kalmayan imparator Domitia-nus’un (81-96) dikkatini çekmemek için consul suffectus görevini ancak 96’da ve imparator Nerva döneminde kabul etti. Taşralı ve şövalye sınıfından olduğu halde Senato’ya girdi. Senatörlerin köhne ve kısır konuşma sanatım sert bir biçimde eleştirmesine karşın, yönetici sımfm önyargılarım dolaylı olarak destekledi ve Trajanus çağında (98-117) parlak bir duruma ulaşan “senato kastı”nın bir üyesi olmasını gururla ileri sürdü ve savundu. Yaşamım rahatlık içinde geçirmesini de bu duruma borçluydu. Edebiyat verimi, Trajanus ve Küçük Plinius’la kurduğu dostluk içinde yer aldı ve imparatorluk çevrelerince beğenildi. Tacitus, rejimin yarı resmi ta-rihçisiydi ama bu durum, bir eleştirici tarihçi olmasını engellemedi. Yayım yılı kesin olarak bilinmeyen ve 81’e doğru yazılmış olması gereken Dialo- ■ gus de Oratoribus’da (Hatipler Diya-
logu) Roma’da, güzel konuşmanın gerilemesinin nedenlerini inceledi. Özgürlüğü, bir açıklama öğesi gibi ele alarak, imparatorluk rejiminin, siyasal özgürlüğü sınırlayarak ve hatiplerin yeteneğini, imparatorun övülmesine bağımlı kılarak güzel konuşma sanatının (hitabet) işlevini saptırdığım ileri sürdü. Cicero’nun çağında retorik, iktidar elde etmenin bir aracıydı. Trajanus çağındaysa ancak saygı dolu bir retorik imparatorluğun kayırmasını sağlayabiliyor ve iktidar ancak bu yolla elde ediliyordu. Tacitus, özgürlük çağının özlemim dile getiriyordu. Domitianus’un zorbalığım unutturmak için liberal gibi görünmeye çalışan Trajanus rejimi, bu ince eleştiriyi hoşgörüyle karşılıyordu. Agricola ’nm Yaşamı (De vita Iulu Ag-ricolae, 98) Tacitus’un, kaymbabası için yazdığı bir ölüm övgüsüdür; Ger-maniae’deyse (98) Germenlerin töreleri anlatılır.
Agricola’mn İngiltere’de yaptığı seferlerin öyküsü ve Germania’daki Roma seferlerinin öykülerinin toplanması, Tacitus’un, bu smır halklarının bir toplumsaMsrihsel tablosunu çizmesini olanaklı kıldı. Geleneksel önyargıların ötesine geçen Tacitus, Romalı olmayan kültürlerin ve toplumların da var olduğunu ileri sürdü.
Aımales (Yıllıklar, 115-117), Tacitus’ un en büyük tarih yapıtıdır kuşkusuz,
Günümüze pek az bölümü u Neron’un ölümünden Domitiı imparatorluğuna kadarki dör latan Historiae’ nin (Tarihler, yımlanmasmdan sonra T 115-117’ye doğru Aımales’i y dı. Burada, Augustus’un ölüı sonra Neron’un ölümüne kadE ratorluğu inceledi. Bu çağı, yi aldı ve hükümdarlık dönemleı resine göre yılları gruplar hali ladı. Çünkü Tacitus, tarihin, R leneğinin ileri sürdüğü gibi, 1 inayetine değil, büyük adam özellikle imparatorlara bağli gerçekleştiğini düşünüyordu,’ Trajanus döneminde, kötü im] lar olarak görülen julia-Claud r atarlarının işledikleri cürüm! ladı ve güçlü bir eleştiri yaptı sel anlatıda dramatik etkileri rak tarihe, geçmişteki insanlı şünüş tarzını ve törelerini sap ve kötülüğün sonuçlarım gön verişli canlı bir biçim kazand; tülüğü de, toplumsal-tarihse! dan bir ders çıkarmayı sağlâl geleneksel erdemlerin karşıt ortaya koydu.
Bu cürümler tarihi, o çağın gı olaylarma pek az yer verdiği nümüz tarihçisi ona, eleştirici le bakmakta ve dengeyi sa| çalışmaktadır.
Bengalli ozan ve felsefeci (Kalküta, 1861-Santiniketan, 1941).
Mutlağın araştırılmasını, yaşamın biricik gerçekliği olarak gören “büyük ermiş” Devendranath Tagor’un (1817-1903) oğlu olan Rabindranath Thakur (Tagor denir) küçük yaşlardan başlayarak bir duyarlılık ve düş dünyasında yaşadı-Delikanlılığının ilk yıllarında, babasından (Himalayalar’da, dünyadan el etek çekerek yaşadığı yerden hiç ayrılmıyordu) öğrendikleri, doğa ve Tanrı sevgisini kavramasını sağladı. 1878 ile 1880 arasında Batı dünyasını tamdı.
İNSANLIK SEVGİSİ
Tagor on dört yaşmda annesini yitirdi. Yengelerinin birinden, doğa ve Tanrı aşkı ile ilişkili olması gereken insan sevgisini öğrendi. 1884’te yen-
gesinin intiharı, Tagor’u çok etkiledi. Bunun üzerine, doğayı ve Tann’yı, yani tüm insanlığı daha iyi sevebilmek için tek tek kişilere bağlanmayı bir yana bıraktı. 1901-1918 yılları arasında trajik olaylar yaşadı: Karısı, çocuklarından üçü ve babası öldü. Ağırbaşlı, hareketli ve Tanrı’ya her konuda baş eğen bir kimse olan Tagor, acılarım neşeye dönüştürmesini bildi. Güzellik tanrısını, doğada, bedende, düşüncede, sözde, edimde bulmaya çalıştı; yaşamın tüm olarak güzel hale gelmesini istedi.
BARIŞ YERİ
Tagor, 1901’de Santiniketan’da uluslararası bir eğitim merkezi kurdu. Bu merkez, bütün Bengal ve daha sonra Hindistan üstünde etkili oldu. 1912’de yazılmış olan Gitançali yeni bir umu-
dun sözünü ediyor ve eski d’ yıkılışına karşı çıkıyordu: “Ç baktığımda, işe yaramaz parç linde dağılan kendim b bir uygarlığın yıkıntılarım gör Ama insanoğluna inanmamal günah işleyecek değilim. Gt onun tarihinin yeni bir bi çevireceğim” (The Cri Civilization, 1941].
1913’te Nobel Edebiyat Ödül zanan ve gizemci bir ozan, im yol gösterici, edebiyat ve to] formcusu, tartışmacı olan Ta da ’lardaki soluğu yakalamg mişti.
Başlıca yapıtları şunlardır: Ç Anılan (1893-1895)? Çitra (18! çıvan (The Gardener, 1913 Meyva Zamanı (Fruit Ga 1916); Kaçak (1918); Evrense Doğru.
3940
tahıl
‘ışiizde tarımın inçlerle yapıldığı «de yalıtma m. ianeleri fek toplanır; em sapları mil toprak !§* bırakıldığında »iyibir giibre jii/v I.Mığday fa; 2. yıılaf m 3.çavdar
in.
Arpa, buğday, çavdar, mısır, pirinç gibi biryıllık ve otsu bitkilerin geıiel adı.
Kuru meyveleri (ya da taneleri) insanların ve evcil hayvanların beslenmesine yarayan tahıllar, temelde, buğdaygiller (Graminaceae) ailesinde yer alır. Dıman soğukülkelerde yetişen tahıllar genellikle buğday, çavdar, arpa ve yulaf: ılıman sıcak ve tropikal ülkelerde yetişenlerse genellikle mısır, pirinç, darı ve hintdarısıdır. Buğday tahıllar arasında en değerli olanıdır; tanelerinin öğütülmesinden elde edilen unla ekmek yapılır. Çavdarla da ekmek yapılır; öte yandan arpa ve yu laf daha çok hayvan yemi olarak kullanılır. Mısır ve pirinç, darı ve hintdarısından besin değeri yüksek unlar elde edilir; bu bitkilerin taneleri evcil hayvanların beslenmesinde de kullanılır. Tahılların tanelerinden ayrıca galeta, pasta, makama, vb. besinler de yapılır.
Buğday (Triticum cinsi) Eski Dünya kökenlidir: Yumuşak buğday Batı Asya’daki dağlar ve yaylalardan, sert buğday da, Doğu Akdeniz havzasındaki ovalar ve Etyopya dağlarından dünyaya yayılmıştır. Buğday tarımı yaklaşık on bin yıl kadar önce Anadolu ve İran’da başlamış, daha sonra, dünyanın tüm ılıman bölgelerinde yaygınlaşmıştır. Dünyada her yıl 517 milyon t dolayında buğday elde edilmektedir (Türkiye’de 1991’de 20 400 0001).
Buğday insanların temel bitkisel besinidir: geçmiş yüzyıllardaki kıtlıklara ve günümüzde Üçüncü Dünya ülkelerindeki açlığa karşı bir çaredir (Bkz. BUĞDAY).
Çavdarın (Secalecinsi) anayurdu Batı ve Orta Asya dağları ve yaylalarıdır; tarımı i.S. I. yy’da Kuzey Asya ve Kuzey Avrupa’da yapılmaya başlanmıştır. Galyalılar tarafından çok eski tarihlerde benimsenen çavdar, Orta-çağ’da bile Fransa’nın birçok bölgesinde ekimi yapılan başlıca tahıldı: Massif Central’deki Segala’lar (çavdar yetiştirilen asitli toprak) en üstün çavdar ekimi alanlarıdır. Bu bitki de ekmek yapımında kullanılır; aynı zamanda hayvan beslenmesine de yarar. Sert iklimin egemen olduğu verimsiz topraklarda yetiştirilen çavdar daha çok dağlık bölgelere özgüdür. Dünyada çavdar üretimi 30 milyon t’dur. Türkiye’nin üretimiyse 250 000 t’u aşmıştır (1991’de 256 0001). Arpa (Hordeum cinsi) buğdayla birlikte, dünyada ekimi yapılan en eski tahıldır: buğdaygiller ailesinden bu iki bitkinin taneleri arkeoloji kazıla-
rında çoğu kez birlikte bulunmaktadır. Arpanın kökeni, Batı ve Orta Asya’nın dağhk bölgeleri ve yaylalarıdır; yabani arpa ve yabani buğday, doğal yetişme alanlarında çoğunlukla birliktedirler. Arpadan ekmek yapılmaz ama özellikle hayvan yemi olarak ve bira yapımında yararlanılır. Dünyada arpa üretimi 180 milyon t’a ulaşır; Türkiye’de 1991’de 7 800 0001 arpa üretilmiştir. Anayurdu Batı ve Orta Asya ile Doğu Akdeniz havzasındaki dağ ve yaylalar olan yulaf (A vena cinsi) İ.S. I. yy’da yetiştirilmeye başlanmıştır; bu tür ilkel tarım çalışmaları Yakındoğu’da da yapılmıştır. Dünyada yıllık yulaf üretimi 40 milyon t dolayındadır; Türkiye’de 1991’de 255 0001 yulaf üretilmiştir. Yulaf insan besini olarak bir değer taşımaz, ama hayvanlar için önemli bir besin kaynağıdır.
Mısırın (Zea cinsi) anayurdu Amerika kıtasıdır (Meksika, Orta Amerika); bu kıtada tarımı 5 000-6 000 yıldan beri yapılmaktadır; zamanla Amerika’nın tüm sıcak bölgelerine, Meksika’dan Peru’ya kadar yayılmıştır; Av-rupalılar bu kıtaya geldiklerinde, mı-
sır yerel halkın yetiştirdiği temeli kilerden biriydi. Günümüzde, mı dünyadaki tüm “sıcak ülkeler önemli tarım bitkisini oluşturmak dır. Bununla birlikte, bu tahılın da dayanıklı hale gelmesine olanak ■ ren genetik ıslah çalışmaları sor cunda, mısır çeşitli ılıman toprakl da da yetiştirilebilmektedir. Dünyadaki mısır üretimi 450 mily t’u aşmaktadır; bu üretimin yarı yakım A.B.D’nde elde edi A.B.D’nde ortalama verim, dünya< ki tüm mısır üretici ülkelerdeki ve min iki katıdır. Türkiye’nin üretim milyon t’un üstündedir (1991’de 180 0001).
Mısır Orta ve Güney Amerika ile Al ka’nın büyük bir bölümünde be; olarak kullanılan başlıca tahıldır: t lamaç (lapa), peksimet (galeta) ve« mek halinde tüketilir. A.B.D. ve / rupa’da ise özellikle hayvan yemi o rak kullanılır (Bkz. MISIR).
Pirinç (Oryza cinsi) dünyadaki, öz likle Asya’da yaşayan insanların ya sının temel besinini oluşturur. Hi distan’ın tropikal bölgelerinde yat ni halde bulunan pirinç, Asva’d;
39^
en eski tarım bitkilerinden biridir; Hindistan bölgesinde İ.Ö. II. binyıl-dan beri ekilmektedir: daha sonra bu bölgeden Güney Çin, Japonya, Sri
Bir mısır tarlasından görünüş.
Lanka ve Cava’ya, son olarak da İran, Yakındoğu ve Mısır’a yayılmıştır. Arapların İspanya’ya götürdükleri pirinç, ardından İtalya ve Fransa’da ekilmeye başlanmıştır. Sıcak ülkelere özgü bir tahıl olan pirincin çok fazla sıcaklık ve suya gereksinimi vardır; genellikle sulama tarım yöntemleriyle yetiştirilir. Alman ürün hektar başma 20-60 kental kabuksuz tane (çeltik) arasında değişir. Dünyada toplam 460 milyon t çeltik üretilir, bunun yarısı Uzakdoğu ülkelerinde elde edilir. Avrupa, özellikle de İtalya ve İspanya, üretim bakımından bu ülkeleri çokuzaktan izler. Türkiye’de pirinç üretimi 1991’de 124 000 t olmuştur.
Darı (Panicum miliaceum) Orta Asya kökenli bir bitkidir. Eski Dünya’da tarımı yapılan tahıllar arasında en eskilerinden,biridir. Çin’de 5 000-6 000 yıldan beri ekilmektedir; buradan Hindistan’a ve Japonya’ya, ardından
İran’a ve Afrika’ya, daha sonra c rupa’ya yayılmıştır. Eski Yunaı Latinler, Germenler ve Galyalıl rıyı lapa olarak yerlerdi. İslavlar XX. yy’ın başlarına kad rı lapası yapımını sürdürdüler; nrn ekim alanı Ukrayna’da 1 doğru 600 000 hektarı kaplıy Günümüzde darı üretimi 30 m t’a ulaşmaktadır; yalnızca Uz; ğu’da 20 milyon t üretim söz koı dur. En büyük üretici ülkeler Hi tan (8,5 milyon t) ve Çin’dir (5,f yon t). Türkiye’nin üretimi 5 00( layındadır. Hintdarısı (Sorghm gare) Afrika kökenlidir; bu tah yopya’dan Sudan’a kadar uz tropikal bölgede yabani durumc tişir. Çok uzun zamandan beri Afrika’da tarımı yapılan hintc buradan Mısır’a, sonra da İ.S. I.; Hindistan ve Çin’e geçmiştir. Hı rısmın tanelerinden insan ve ha besini olarak yararlanılır.
Tahiti
Çiçeklerle donanmış olarak dam eden Tahilılı hır genç kız.
Büyük Okyanus’ta ada.
Cemiyet adalarının başlıca adası olan Tahiti aynı zamanda Fransa’nın denizaşırı toprağı olan Fransız Poli-nezyası’na bağlı önemli bir adadır.
COĞRAFYA
Tahiti, öbür Cemiyet adaları gibi dağlık bir adadır ve toprak aşınmasından derin biçimde zarar gören sönmüş yanardağlardan oluşur; adanın en yüksek noktası olan Orohena dağı 2 241 m’ye ulaşır. Adanın çevresindeki küçük kıyı ovaları, fırtınalardan mercan resifleri sayesinde korunurlar. Adada sıcak, nemli ve düzenli bir tropikal iklim egemendir ve yağışlar boldur. Issız olan dağlık iç kesim, ormanlarla ve yer yer çalılıklarla kaplıdır. Nüfus özellikle kıyı ovalarında yoğunlaşmıştır ve Polinezyalılar, Çinliler [tinito], Melezler [demiş], Avrupalılar (popaa) olmak üzere dört etnik gruptan oluşmuştur; söz konusu etnik gruplar, ırklarla ilgili ölçütlerden daha çok etkinlikleri ve gelir düzeylerine göre birbirlerinden ayrılırlar.
TARİH
Adaya ilk olarak, XIV. yy’da komşu ada Raatea’dan gelen Polinezyalıla-rın yerleştikleri sanılır. Tahiti Avrupa’ya XVIII. yy’da iki İngiliz denizcisi tarafından tanıtıldı. Bunlardan Sa-muel VVallis, Haziran 1767’de adaya çıktı, iki yıl sonra da takımadalarda bir inceleme yapan Kaptan Cook buraya Cemiyet adaları adını verdi. 1768’de, Fransız Antoine de Bouga-inville adaya geldi ve burayı Nouvel-la-Cythere (Yeni Kythera) olarak ad-
Yüzölçümü
Nüfusu
Nüfiıs
yoğunluğu
Merkezi
:1 042 km2 -.116 000 (1991)
:Km2’ye 111,3 k
:Papeete
(24 000 nüf.; 1‘
landırdı. 1797’de bölgeye gelen liz Protestan papazları, kral Po Il’yi (1803-1821) etkileyerek Pı tanlığı benimsettiler, ardından j Pomare ffl’ü (1821-1827) de et altına alarak adanın siyasal işler: attılar. 1825’te himaye söz konu: du. 1836’da da adaya yerleşmels yen Fransız Katolik misyonerleı giliz misyoneri Pritchard ile ça lar. Protestanlık davasının ve İn re’nin ticari çıkarlarının hizme olan Pritchard, kraliçe Pomare T Katoliklerin ve Fransızların ad çıkarılması iznini aldı.
1842’de, Fransız Abel Dupetit-T ars, kraliçeden Fransızların a yerleşmeleri hakkını, elde etti.! karşı çıkan Pritchard, kraliçede giliz himayesine başvurmasın Protestanlığı resmî din olarak masını istedi. Ama yerel öndı kraliçeyi, Fransa’yla bağlaşmaya ladılar. Olaylar, Fransız himaye; yerleşmesiyle son buldu; kraliçı mare, kısa bir süre tahtından kalmakla birlikte, 1847’de yen tahta geçti. 1880’de, kral Pomare (1877-1880) yetkilerini Fransa’y
3942
rakmasmdan sonra Tahiti’nin Fransız topraklarına katılmasına karar verildi. Fransız Polinezyası daha sonra Fransa’nın denizaşırı topraklarına dönüştü. 1946’da da bu bölgenin bütün halkı Fransız yurttaşlığına kabul edildi. Tahitililer Çinli azınlığı sindirme ve adaya dolaysız verginin girmesi başta olmak üzere hoşnutsuzluk yaratan birkaç konuyla karşı karşıya kaldılar ve aralarından bazıları, Polinezyalılara uygulamada iç özerkliğe kavuşma hakkım sağlayabilecek ileri düzeyde bir bölgeselleştirme isteğinde bulundular. Ada 1959’da, Fransız Polinezyası denizaşırı toprakları arasmda katıldı. Başkenti Pa-peete, Fransız Polinezyası’ndaki de-
İran’m başkenti (6 500 000 nüf.; 1992 tah.).
İran’ın kuzeyinde, Elburz tepesinin güney eteğinde yer alan Tahran, ülkenin en önemli sanayi merkezidir.
BÜYÜYEN BÎR NÜFUS
XII. yy’da kurulan kent, 1220’de Mo-ğollar tarafından işgal edildi. Deniz ve göl kıyısından (Hazar Denizi 150 km kuzeyindedir) ve büyük ırmaklardan uzakta olmasına karşın önemli Orta Asya yolu üstünde, Bağdat ve İstanbul’a yönelen yolların kavşağındaki konumu sayesinde hızla önem kazandı. Zenginliğini kervanların gereksinmelerini sağlamaya dayandırdı. Tahran’ın Rus ve Türkmen tehlikelerine karşı stratejik konumundan yararlanmayı isteyen yeni Kaçar sülalesinden Ağa Han (Mu-hammed Şah), kenti 1788’de İsfahan’ın yerine başkent olarak resmen ilan etti.
Kentin hareketsizliğinden sıyrılarak gerçek anlamda gelişmesi için XX. yy’ı beklemek gerekti. En eski mahallelerde, önemli yeni yapım çalışmalarına girişildi, ayrıca temizleme ve su getirme çalışmalarına başlandı. Kurak ve sıcak bir bölgede yer alan kent, yaz mevsiminde su yokluğundan kaynaklanan ve nüfusun büyümesiyle (1956’da 1 520 000 alan nüfus, son yıllarda 6 500 000’e ulaşmış-
İşlenmiş bir parçaya dönüştürmek için işlenmemiş bir parçanın biçimini ve boyutlarını, parçanın kendisini ya da takımı harekete geçirerek değiştirmeye yarayan makine.
T akım tezgâhının bulunmasının İ.Ö. 2000 yıllarına kadar dayandığı sanı-
nizaşırı Fransız topraklarının idari merkezi olan Tahiti’nin statüsü 1977’de, daha sonra da bazı özerklik yanlısı istekleri karşılamak amacıyla 1984’te genişletildi.
İKTİSAT
Kıyı ovalarında yoğunlaşan halk, yerel gereksinimleri karşılamakta yetersiz kalan besin maddelerine (yumrular, sebze, meyve, tahıl) yönelik tarımla uğraşır.
Dışsatım için ayrılan ürünler yalnızca kopra ve vanilyadır. Tahitililer ayrıca pek önemli olmayan kıyı balıkçılığı da yaparlar. Öbür Polinezya adaları ve Fransa’yla olan hava ve deniz
Ur; bu dönemde Mısırlılar ilkel olmakla birlikte işlevsel yönden XVI. yy’da icat edilen tornaya ve hattâ en yeni takım tezgâhlarına bile eşdeğer sayılabilecek olan ahşap torna tezgâhlan kullanıyorlardı. Makineleşme çağının başlangıcı olan XIX.
bağlantılarının gelişmesi, adan yalnızlığından sıyrılmasını sağ] maktadır.
Bölgede, satın alınan mamul madd lerin çıkarılmasını sağlayan mode bir limanın düzenlenmesi, bir hava maninin açılması, önemli bir ge kaynağı oluşturan ve sayıları gideri artan turisti ağırlamak için otel alt} pısmın geliştirilmesi ve özellik 1964’ten beri Büyük Okyanus Der me Merkezi’nin bulunması adan iktisadi ve stratejik önemini artın Ada çevresindeki suların nükleer d nemelerden dolayı çok kirlenmiş t masına karşın, turist akını her yıl f derek artmakta ve tatil sanayisin doğmasına yol açmaktadır.
yy’da, günümüzde kullanılan takı tezgâhlarının ortaya çıkmaya başi dıklan görüldü: 1807’de şerit testeı 1849’da revolver torna, 1862’defre ve 187.9’da otomatik torna.
Takım tezgâhları iki kategoriye ay lir: Talaş kaldırmadan bir parçan
394
tır) artan ciddi sorunlarla karşı karşıya kaldı.
ÖNEMLİ BİR SANAYİ MERKEZİ
İran’ın önemli kentlerine bağlandığı büyük yolların kavşağında bulunan ve demiryoluyla Basra körfezine, Hazar Denizi’ne (Transiran) bağlanan Tahran ve çevresi, petrol sanayileri dışında ülkenin bütün sanayilerini bir araya toplar: Bakır rafinerileri; makine sanayileri (otomobil montaj fabrikası); dokuma sanayileri (yün, pamuk işçiliği, hak imalatı); kimya sanayisi; besin sanayisi (şeker fabrikaları); tütün fabrikası; kauçuk üretimi; ayakkabı yapımı; cam yapımı; vb. Bununla birlikte hizmet kesimi üstün gelmekte ve kentte oturanların iş gereksinimlerinin yarısını karşılamak-
tadır (yönetim hizmetleri, özel k rumlar, bankalar). Kuzeyde, konut! rın yer aldığı mahalleler uzanır: S ray; elçilik binaları; yönetim kesin ne ait yapılar. Güneye doğru gen caddeler, gizemli pazarları olan es mahallelerin içinde yitip giden k çük dar sokaklara dönüşür. Şahın e ki sarayı ve altın yapraklarla örtü kubbesiyle dikkati çeken Sipahsal camisi başlıca anıtlardır. Tahra 1943’te Roosevelt, Churchill ve St lin’in bir araya geldikleri, Avrupa’< İngiliz-Amerikan çıkartmasının y ve tarihlerim belirleyen önemli t konferansın merkezi olmuş, Oci 1979’da şahın ülkeyi terk etmesi’ Humeyni’nin İslâm hükümetim ku masıyla sonuçlanan ayaklanmalar temel odak noktası durumuna ge miştir.
biçimini değiştiren makineler (presler, şahmerdanlar, çekme presleri, ıstampa makineleri, kıvırma makineleri) ve talaş kaldırma yöntemiyle bir parçayı biçimlendirmeye ya da parçalara ayırmaya yarayan makineler (bir yanda torna, freze, matkap, ray-ba, planya, vargel, rende, rektifiye, rodaj, taşlama, bileme, parlatma tezgâhları, öte yanda, giyotin, makas ve testere tezgâhları).
Her takım tezgâhı çok özel bir kullanım alanı için düşünülmüştür ve birçok takım tezgâhının kullanımda birleştirilmesiyle parçaya genellikle son biçimi verilebilmektedir. Burada tahta (ya da ahşap) işleyen makine^ lerden (Bkz. MARANGOZLUK) ve transfer makinelerinden değil, yalnızca takım tezgâhlarının ve bunların özellikle metal parçalarını işlemeye yönelik olanlarının işleyiş biçiminden söz edeceğiz.
TORNA
İşlevsel açıdan en ilgi çekici takım tezgâhı, iş parçasının dönmesi ve takımın ilerlemesiyle dönel parçaları işlemeye yarayan tornadır. Bu tezgâhta işlenecek parça, gövdeye bağlı bir kafa içinde.dönen fener milinin mandreni yardımıyla ya da iki punta (punta = nokta, sivri uç anlamındadır) arasında havada tutulur. Punta-lardan biri fener milinin ucuna takıl-
Zamanın, az ya da çok uzun dönemler halinde, toplumsal yaşamın gereksinimlerine ve genellikle doğal, özellikle de gökbilimsel olaylara uygun olarak bölümlenmesi ya da bölünmesi.
MISIR’DAN ARABİSTAN’A
365 gün 1/4’lük Güneş yılını bulanlar Mısırlılardır. Mısırlılar, İ.Ö. V. binden sonra, yılı her biri 30 günden oluşan 12 aya bölmeye başladılar, ayrıca 5 artık günü (epagomendi) de hesaba katıyorlardı. Mısırlılar, gökbilimciler tarafından “kararsız” ya da “sabit olmayan” yıl diye adlandırılan yıllarının, yaklaşık 6 saat daha kısa olduğunu, kuşkusuz 1460 yıl sonunda Sirius’un doğuşuyla behren yeni yılın, resmî yılın 1. günüyle yeniden çakıştığını da bilmekteydiler. Hattâ bu dönemi Sirius’un Mısır dilindeki adı olan Sothis’ten esinlenerek adlandırmışlardır.
Yahudilerin, almaşık olarak 29 ve 30 gün çeken 12 aya ayrılmış 354 gün-
mıştır. Karşı puntaysa gövde üstünde uzunluğuna hareket edebilen punta ayağına bağlıdır. İş parçasına hareket verilmesi doğrudan doğruya mandrenle ya da fener miline bağlı bir ayna ile sağlanabilir. Torna kalemi (kesici takım) gövdedeki kızaklar üstünde kayabilen arabanın taşıdığı kalemliğe takılıdır. Kesici takım elle kumanda edilen enine araba ya da volanlar yardımıyla veya tornalama çubuğu ya da diş açma söz konusu olduğunda ana vida yardımıyla otomatik olarak her yöne hareket ettirilebilir. Bir tornanın çalışması, takım tezgâhlarının birçoğunda olduğu gibi, temelde kesme hızına, yani takımın parçaya göre, dönme eksenine paralel olarak bağıntılı yer değiştirme hızına (m/dk cinsinden) bağlıdır; tornanın işleyişi ayrıca ilerlemeye, yani parçanın bir tam devrinde takımın parçaya ait dönme eksenine doğru ilerleme miktarına (mm/devir cinsinden) bağlıdır. 1909’dan sonra Taylor bu iki değeri etkileyen 12 etken (metalin sertliği, takımın biçimi, işlenecek parçanın çapı, takımın kesme açısı, vb.) belirledi.
Çok çeşitli torna tezgâhları arasında özellikle paralel düşey ya da yatay tornalar, birden fazla ve farklı takımın takıldığı revolver tornalar ve küçük parçaların seri halinde üretildiği otomatik tornalar sayılabilir. Otomatik tornalarda kesme hızı ve ilerleme
den oluşan ve yaklaşık her üç yılda bir, bir artık ayı olan bir ay-gün takvimleri vardı. Günümüzde bu ayları belirten adlar Babil’deki tutsaklık dönemine dayanır: Tışri, Marçeşvan, Kislev, Tebet, Şebat, Adar, Nisan, îyar, Sivan, Tammuz, Ab, Elul.
Babil yılı, Eski Mısır yılı gibi, 365 günlük bir kararsız yıldı: 30’ar günlük 12 aydan meydana geliyordu ve buna 5 tamamlayıcı gün ekleniyordu. Perslerin yılı da, 365 günlük bir kararsız yıldı (5 ek günü vardı); ayın günleri bir sayı yerine bir adla belirtilmişti.
Daha başka uygarlıkların da bu “ay ya da gün” sorunu ve artıklık sorunu konusunda bilgileri vardı. Bu arada Hintlilerin, 12 aya bölünmüş 365 gün
6 s 12 dk 30 sn’den oluşan bir gökbilim (astronomik) yılının olduğunu da kısaca belirtmek gerekir. Hintlilerin ayrıca 365 günlük sivil bir yılları da vardı; söz konusu yıl, 50 yıllık bir çevrim oluşturan bir artıklık dizgesinden meydana geliyordu ve büyük yılın içindeki her yıl özel bir ad taşı-
otomatik olarak programlanır.
RAYBALARDAN
PLANYALARA
Rayba, freze ve matkap tezgâhla da bir dönme hareketi yapan (ra-freze bıçağı ya da matkap ucu f kesici takımdır. İş parçası bir aı ve volan sistemiyle ilerletilir. Ra; lama sayesinde iş parçasına aç bir silindir ya da koni biçimindeki lik yüzeyi son derece parlak ve pii süz olur.
Frezelemeyle bir parçanın yüzey i meşinden dişli çark yapımına kt birçok işlem gerçekleştirilebilir, düşey matkap tezgâhı, takımın ik mesi elle kumanda edilebiliyo duyarlı olarak nitelendirilir. Rac bir matkap tezgâhı bir sütunun ( resinde dönen bir kol ve kolun çe; sinde hareket eden motor ve tak dan oluşur.
Buna karşılık, düz yüzlü iş parçal m işlemeye yönelik planya ve vaı tezgâhlarında parça takıma göre maşık bir yer değiştirme hareketi) bulunur. Vargelde iş parçası harel liyken planyada kesici takım yer ğiştirir.
Klasik tipteki bu takım tezgâhlaı dan başka daha gelişmiş büyük s ler oluşturmada yararlanılan c makineler de vardır.
yordu. Çinlilerin 29 ve 30 günlük lardan oluşan bir Ay yılı vardı ve. tıklık dizgeleri, 19 yıllık bir döm içinde yedi kez tam bir ay eklenme ne dayanıyordu.
AtinalIlardaysa yıl 12 Ay ayına 1 lünmüştü. Ayın ilk günü, yenia; akşam ilk kez görüldüğü gündü; İ na göre, dolunay, yalnızca yaklai olarak ay ortasını belirtiyordu. Aı Ay ayı yaklaşık 29 gün ve 13 s’t oluştuğundan, aylara iki yılda! 30 ya da 29 günlük artık bir ay ekj mek gerekiyordu. Böylece, norıi yılda 354 gün, Embolismalis yılı daysa 384 ya da 383 gün vardı. İ embolismalisyûı 7,5 gün daha uzu du; söz konusu hatayı gidermek iç] zaman zaman artık ay ortadan kale rılıyordu. Her Attike ayı, 3 on gül bölünmüştü. ‘ i

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*