GÖMME GELENEKLERİ

GÖMME GELENEKLERİ

iri, uzunluğu 60 cm’yi bulabilen bir kuş olan gölgekuşu-nun tüyleri kahverengidir. Kafatasının arkasına doğru yayılan büyük bir sorgucu vardır. Balıkçıl gagasına benzeyen güçlü gagasıyla, balıkları ve ikiyaşayışlıları avlayarak beslenir. Büyük ağaçların dalları arasına çırpılardan ve çamurdan, kubbeli, çok büyük, yan tarafında bir ya da birden çok giriş yeri bulunan bir yuva kurup, birkaç mevsim kullanır.
Gölpınarlı, Abdülbaki
Türk edebiyat tarihçisi ve yazarı (İstanbul 1900-ay.y. 1982).Yusuf Efendi Mektebi İptidaisi’ni bitiren Abdülba-
/ Abdülbaki Gölpınarlı.
ki Gölpınarlı, Menbaülirfan Rüştiye ve İdadisi’nin son sınıfında okurken babasının ölümü üstüne (1915) ayrılmak zorunda kaldı. İstanbul Vezneciler’de kitapçılık, Çorum’un Alaca ilçesinde ilkokul öğretmenliği yaptıktan (1918) sonra, İstanbul’a dönerek Erkek Muallim Mektebi’ni (1927) ve Darülfünun Edebiyat Fakültösi’ni bitirdi (1930). Anadolu’nun çeşitli illerinde edebiyat öğretmenliği, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi memurluğu, Vefa ve Haydarpaşa liseleri edebiyat öğretmenliği görevlerinde bulundu. Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Farsça okutmanlığından sonra Metinler Şerhi öğretim üyeliği yapıp,atandığı İstanbul (Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Türk-İslâm tasavvuf tarihi ve edebiyatı dersleri verdi. Kendi isteğiyle emekliye ayrılıp
(1949), edebiyat tarihimizle ilgili çalışmalarını sürdürdü.
Divan şiiri, tasavvuf, Türk-İslâm edebiyatı, tarikatlar ve mezheplerle bunlara bağlı zümre edebiyatları konusunda araştırma ve incelemeleriyle tanınan Abdülbaki Gölpınarlı, özellikle Mevlana ve mevlevilik üstüne çalışmalarıyla ün salmıştır. Çeşitli yayın organlarında, gazetelerde pek çok sayıda makale yayınlamasının yanı sıra, edebiyat tarihimize kaynaklık edecek yapıtların bilimsel yayınlarını da gerçekleştirmiştir.
Başlıca yapıtları: Melâmilik ve Melâmiler( 1931), Pir Sultan Abdal(P. N. Boratav’la 1943; tek başına 1953), Divan Edebiyatı Beyanındadır(\nce\eme, 1945), Yunus Emre Divanı (Risâlat-ai Nushiyya’yla 1943), Yunus Emre Divanı 2-3(1948), Fuzuli Divanı (1948), Nedim Divanı (1951), Vilâyetnâme (Menâkıb-ı Hünkâr Hacı Bek-taş-ı Veli, çeviri, önsöz, açıklama, 1952), Mevlânâ Ce-lâleddin (1951), Mevlânâ’dan sonra Mevlevîlik (1953), Kaygusuz Abdal-Hatayî-Kul Himmet (önsöz ve şiirler, 1953), Nesîmî-Usulî-Ruhî (önsöz ve şiirler, 1953), Kur’an-ı Kerim ve Meâli (1958),Fihî mâ-Fih (Mevla-na’dan çeviri), Divan-ı Kebîr(Mevlana’dan çeviri, 5 cilt, 1957-1960), Yunus Emre ve Tasavvuf (inceleme, Yu-nus’u izleyen şairlerden ve Yunus’tan seçmeler, 1961), Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin (1966), Hüsn ü Aşk (Şeyh Galip’ten, metin, tıpkıbasım, düzyazıya çevirme, 1968), 100Soruda Tasavvuf(1969), 100Soruda
Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatlar (1969), Sosyal Açıdan İslâm Tarihi (1969), Türk Tasavvuf Antolojisi (1971), Mesnevi Şerhi (6 cilt, 1974), Hurufi Metinleri Katalogu (1974).
gömlekliler__
İkincilağızlılar şubesinden, omurgasızlar altşubesi (Bil. a. Tunicata ya da Urochordata). Dış görünüşleri bitkiye benzeyen aşağı yukarı bütün denizlerde rastlanan gömlekliler altşubesi üyelerinin torba biçiminde bedenleri, “gömlek” adı verilen, katı ya da kıkırdaksı, yarı saydam bir örtenekle korunur. Larvaların kuyruğunda sırtipi vardır (bu nedenle bazı hayvanbilimciler, gömlekliler altşubesine “kuyruğu sırtipli” anlamında Urochordata adını verirler). Kalpleri kanın damarlara pompalanma yönünü değiştirebilen gömlekliler altşubesi-nin bazı türleri, bütün yaşamlarını plankton olarak geçirirler.
gömme gelenekleri _
Antropolojide, ölünün toprağa verilmesiyle ilgili törenleri belirten terim. Antropologlara göre ölülere gerekli törenleri yapmak, en ilkel ve uzak toplumlarda bile belirli kurallar çerçevesinde yürütülür. Ölüm ve evlilik gibi, ölüm de, ölüyle ilgilenme ve kalanların yas tutması gibi ayin özellikli gelenekler ve inançlarla belirlenen evrensel bir toplumsal olgudur.
Ayrılık ve geçiş ayinleri. Gömme gelenekleri genel olarak ölenin önceki durumundan ayrılmasını, bir geçiş sürecini ve yaşam sonrasındaki yeni durumunu temsil eden olayları içerir. Ölü yıkama ayini ayrılık töreninin yaygın biçimlerinden biridir. Birçok toplulukta ölüyü kutsal suda yıkama ve özel bir kumaşla giydirme (bazen de mumyalama) işlemlerini içerir; bu uygulamaları gerçekleştiren topluluğun dinsel inançlarıyla yakından ilişkilidir. Bazı ilkel topluluklar eti iskeletten ayırarak, kalan kemik ve dişleri cilalarlar. Geleneksel Tibet kültüründe, ceset leş yiyen kuşlara ve iskeleti temizleyecek başka yaratıklara terkedilir. Cesedin hazırlanıp temizlenmesinden sonraki, ama toprağa verilmesinden önceki geçiş süresinin uzunluğu da, toplulukların inançlarına göre değişiklik gösterir. Bazı toplumlarda, ölünün başında sabahlamak gibi nispeten kısa bir sürenin geçmesi beklenir (İslâm ülkelerinde olduğu gibi). Bazı topluluklarda ceset bir ağacın altındaki ya da bir yükseltinin üstündeki sığ bir mezarda, üstü toprakla örtülmeden ruhun bedenden ayrılmasını sağlamak için çürümeye bırakılır. Gerekli zaman geçtikten sonra, ayin yapılır ve kalıntıların üstü toprakla örtülür.
Toprağa verme biçimleri. Ayrılma ayinlerini bedenin kalıcı biçimde toprağa verilmesi izler. Öbür aşamalar gibi, cesedin toprağa verilmesinde de birçok yöntem kullanılır. Ceset bir kefenle kaplanarak, giysiler giydirilmiş biçimde ya da çıplak olarak, bir tabutun içinde (ya da doğrudan doğruya toprağa) gömülebilir.
Gömme yerine ceset yakma da birçok topluluk tarafından uygulanan bir yöntemdir. En basit biçimiyle ceset bir odun yığını üstünde (Hindistan’da) ya da özel bir krematoryumda (Batı ülkelerinde) yakılır ve küller, geleneklere uygun olarak gömülür, toprağa ya da suya saçılır ya da bir kap içinde saklanır. Bazen ceset bir sala ya da bir kayığa yerleştirilerek yakılır. Öbür yöntemler arasında cesedi bir kaya mezarına, bir tonoza, lahde, bir ehrama ya da başka tür bir özel mezara yerleştirmek sayılabilir.
Gömme gelenekleri bir kültürün yapısı, değerleri ve
344 GÖNENSAY, HIFZI TEVFİK
Bali’nin hindu kültüründe ölü yakılması bir törenle gerçekleştirilir. Fotoğrafta, yas tutanlar, yakma işlemi sona erene kadar kötü güçlerin kuleye çıkmalarını engellemeye çalışırken görülmektedir.
dini konusunda birçok bilgi verir. Eşitlikçi bir toplumda bütün cenazelere eşit derecede özen gösterilir. Zenginlik ya da soyluluk anlayışına dayalı toplumlarda, zenginlerin ya da soyluların görkemli mezarlara gömülmesi ile daha aşağı sınıfların sade mezarları çelişir. Eski Mısır’daki özenle düzenlenmiş ehramlarda olduğu gibi birçok kişisel eşyanın da ölüyle birlikte gömülmesinden, belirli bir toplumun yaşam sonrasıyla ilgili anlayışları konusunda bilgi edinilir. Birçok toplumda, ruhların onlara gerektiği biçimde saygı göstermeyen kişilere felaket ya da ölüm getirmesinden korkulması, gömme törenlerine gösterilen özenin başlıca nedenlerindendir. 1829’da yasaklanıncaya kadar, ölenin arkasından dul karısının da eşinin yakıldığı ateşe atılmasın) içeren hindu ayini bunun uç örneklerinden biridir. • Kadimn ateşe atılmaktan kaçınması durumunda, eşinin akraba ve arkadaşları, köye hastalık ya da ölüm gelmesini engellemek için, onu zorla ateşe atarlardı.
Yas. Arkada kalanların yasta olduğunun çeşitli simgelerle belirtilmesi (birçok Batı kültüründe siyah giymek gibi), ölenin adının söylenmesinin yasaklanması, cenaze törenlerinde, imam, papaz gibi din adamlarının dua okumaları, ölümün ardından haftalar, aylar, hattâ yıllar süren yas tutma gibi birçok yas geleneği vardır.
Aşağı yukarı bütün toplumlarda, arkada kalanlar ağlarlar. Birçok toplumda öfke ve şiddet de, acı çekmenin ve yas tutmanın bir ifadesidir. Gömme törenleri, acı içindeki akraba ve yakınların yoğun duygularını, yıkıcı olmayan yönlere kaydırmak için aracı bir rol de oynarlar.
Tarihöncesi bulgular. Arkeoloji araştırmalarına göre gömme törenleri binlerce yıldan bu yana uygulanmaktadır. Ölümle ilgili en eski ayinin izine Irak’taki Şanidar mağarasında rastlanmıştır: Toprakta yapılan çiçektozu analizleri, mağaraya gömülmüş bir Neanderthal İnsa-nı’nın mezarı üstüne sümbül, gülhatmi ve papatyalar serpilmiş olduğunu ortaya koymuştur.
Fransa’da Dordogne bölgesindeki La Feraisse arkeoloji alanında, günümüzden en az 50 000 yıl önceden kalma 15 ya da 16 yaşında bir erkek çocuk cesedi, eline yakın bir biçimde duran süslü bir taş baltayla bir-
likte bulunmuştur. Ayrıca mağarada, gömme töreninden kaldığı sanılan kömürleşmiş şığır kemiklerine rastlanmıştır.
Gönensay, Hıfzı Tevfik
Türk edebiyat tarihçisi ve şairi (Selanik 1892-İstanbul 1949). Mülkiye’yi bitiren (1913) Hıfzı Tevfik Gönensay, Kabataş, Vefa, İstanbul liselerinde edebiyat öğretmen-, liği, Özel Feyz-i Ati Mektebi (1928) ve Boğaziçi Lisesi müdürlüğü yaptı.
Balkan savaşıyla ilgili, “milli edebiyat” akımına bağlı ilk şiirleri Şehbaf de yayınlanan H.T. Gönensay (1912), aruzla da şiirler yazmıştır (kitap halinde basılmamıştır); ama özellikle edebiyat tarihiyle ilgili kitapları önemlidir: Türk Edebiyatı Numuneleri(c\\U, Hamamizade İhsan ve H. Ali Yücel’le), Hâmit, Son Yılları-ŞiirlerH 1943), Türk Edebiyatı Tarihi (1944), Oğuz Destanı ve İki Masal (1948).
Görele, Hamit
Türk ressamı (Görele 1903-İstanbul 1980).Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde ve Mühendis Mektebi’nde
(1923) öğrenim gören Hamit Görele, Paris’e giderek André Lhote atölyesinde resim çalışmaları (1929), yurda dönüşünde çeşitli il ve ilçelerde resim öğretmenliği yaptı. Türkiye’de ve dış ülkelerde resim sergileri açtı. İkinci Devlet Resim ve Heykel Sergisi’nde üçüncülük ödülü alıp, Çağdaş Türk Ressamları Cemiyeti tarafından yılın ressamı (1968) seçildi. 1975’te devlet “onur belgesi”, 1980’de Devlet Resim ve Heykel Sergisi’nde başarı ödülü aldı.
Başlangıçta A. Lhote’un etkisinde kübizme yakın resimler yapan Hamit Görele, sonraları izlenimciliğe kaymış non-figüratifi geometrik olanaklarla birleştirerek, konstrüktivist yapıtlar da ortaya koymuştur.
görelilik
Albert Einstein’m kuramsa! fizikteki en önemligeüşme-}erâe/?b//7oür<zkdeğer/eûd/rrfea karamc AfâertErnste-in’ın görelilik (bağıllık, izafiyet de denir) kuramı, Nevv-ton’ın 200 yıllık mekanik kuramının yerini alarak, evrende mutlak hareket olmadığını, bütün hareketlerin göreli olduklarını kanıtlamıştır. Albert Einstein, evren bilgisine bu temel katkısını, Michelson’un 1800’e doğru Yer’in uzaydaki hareketini deneysel olarak açıklamasından sonra gerçekleştirmiştir.
Michelson’un düşüncesine göre: Bir 5 ışık kaynağı,
45 °’lik bir gelme açısıyla, yarı saydam bir M aynası üstüne düşen tekrenkli bir ışık demeti yayar. Demetin bir parçası M, aynası yönünde yansır; öbür parçası /Vf’nin içinden geçerek M2 aynasına gelir. Birbirine dikey kollar üstüne yerleştirilmiş M, ve M2 aynaları, normal yansımayla aldıkları ışınları geri gönderirler. Birbiriyle karışan iki yarım demet, tel ağıyla donatılmış bir L gözlem dürbününe gelerek girişim saçakları oluştururlar. Bu düzenekte merkez, saçak ağ tellerinin kesişme noktasına düşüyorsa, OMjve OM2 arasında ışık ışınları yayılma sürelerinin eşit olduğu sonucuna varılır; bu ölçme yöntemi son derece duyarlıdır.
Özellikle hızların toplanabilirliğine dayanan klasik mekanik yasalarına göre, Michelson’un tasarladığı aygıtta ışınların yol alma süresi, Yer’in Güneş çevresinde hızıyla yaptığı ötelenme hareketine ve gezegenimizin hareket yönüne göre aygıta verilen doğrultuya bağlıdır. Böylece Yer’le aynı yönde c hızıyla hareket eden bir

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*