Genel

Bilim Adamları

Bilim AdamlarıBilim adamları sonunda bunuda başardılar

iç orçanlann birbiriyle uyumlu larak çalışmalarını beynin hangi âlgelerinin düzenlediği üzerindeki Aşmalarıyla tanınır.

Babası fizik öğretmeni olan Hess ailesinin sık sık yer değiştirmesi ne- îniyle Lozan, Bem, Berlin ve Zürih üniversitelerinde eğitim gördü, 25 ışında Zürih Üniversitesini bitirerek hekim oldu. Göz uzmanlığını tamamlar ımamlamaz örei bir muayenehane açan Hess, çok başanlı olmakla birlik- !, çocukluğunda edindiği inceleme ve araştırma sevgisi nedeniyle iyi kaza- jn işyerini kapattı ve fizyolojiye yöneldi.

Beyin bütün vücudu yönettiğine göre, hangi bölgesi, canlıların neler ıpmalarını sağlıyor ya da hangi organ veya organlara kumanda ediyordu’

Bu bölgeleri ayırabilmek için beyinin kimi yellerini yok etmek ve canlı ı neyin eksildiğini görmek gerekiyordu. Yani Hess, problemi, bir şey ek- yerek veya çıkararak çözen matematik gibi ele almak istiyordu. Bu amaçla )k küçük elektrotlar yapan Hess, bunların yardımıyla kedi ve köpeklerin syinlerinin kimi yerlerini bozarak, hayvanların davranışlarında ne değişik- der olduğunu gözledi.

Örneğin kedinin beyninde belli bir yere bu elektrotlarla ulaştığında, îdi sanki karşısında gerçekten köpek varmış gibi davranıyordu. Salgılama­dı, sindirimi, kalp atışlarını ve solunu düzenleyen veya etkileyen sem atik (iş yaptıran sinir sistemi) ve parasempatik (sempatik sistemi denge- yen sinir düzeni) inceledi. Hipotalamusun yapısını ve özelliklerini sistemli ır biçimde araştırdı ve beyin haritası yaptı.

Böylece, iyi hazırlanmış bir beyin haritası, elektrik uyarılarıyla birlikte jllanıldığında, beynin yapısı ve işlevsel özellikleri hakkında önemli bilgiler ¡¡inilebileceğini gösteren Hess, bu çalışmalarıyla nörofızyoloji dalında yeni r çığır açtı. Bulgularıyla fizyoloji ile psikoloji arasında değerli bir köprü uran Hess, bu çalışmaları nedeniyle 1949 yılı Nobel Tıp Ödülü’nü, Moniz : paylaştı.

-IOUSSAY, Jernarda Alberto

887-1971 Krjantlnll Fizyolog

Hipofiz bezi ön parçasının vü- udun şeker metabolizması üze- indeki etkileriyle ilgili çalışmala­rla tanınır.

Arjantin’e yerleşmiş bir Fransız ailenin oğlu olan Houssay, Buenos Aires

Tıp Fakültesini 1911 yılında tamamiıyarak hekim oldu, daha sonra aynı fakülte de profesör olarak ders verdi.    \

Daha tıp öğrenciliği sırasında beyindeki hipofiz bezi ile ilgilenen Hous­say bu organın vücuttaki işlevini açıklamayı amaçlıyordu. Houssay, P.E. Smith ve daha sonraları Li’nin aynı konudaki çalışmalarından tamamen ha­bersiz olarak hipofizin vücutta çok önemli bazı işlevleri olduğunu buldu. Hipofiz kandaki şeker metabolizmasını etkiliyordu. Hipofizin ön parçasının salgıladığı bir hormonun etkisi, ilk önce Banting tarafından elde edilen in- sülin etkisinin tam tersiydi. Çünkü insülün kan şekerini azaltıyor, hipofiz hormonu ise çoğaltıyordu.

Houssay, şeker hastalarının hipofizlerinin çıkarılmasıyla durumlarının düzeleceğini köpekler üzerinde yaptığı deneylerden buluyordu. Hatta, hi­pofiz hülâsası verilen sağlam hayvanlarda şeker hastalığı başlıyordu.

Hormonların birbirlerine bağlı olarak vücuttaki olanların çalışmaları­nın nasıl etkilendiğini bu şekilde göstermesi nedeniyle 1947 yılı Nobel Tıp Ödülü’nü karı-koca araştırmacılar Cori’lar ile paylaşıyordu. Fakat bu mutlu yıldan birkaç yıl önce Peron’un gözünden- düşmüş, bunun sonucu olarak diğer ISO öğretim görevlisi ile birlikte üniversitedeki görevinden alınmıştı.

Nobel Ödülü alan ilk Güney Amerikalı olan Houssay, 1955 yılında yö­netim devrilip, Peron sürgüne gönderilince yeniden eski görevine döndü.

ADRİAN, Edgar Douglas

1889-1977 İngiliz Fizyolog

Nöronların duyularla alınan­ları beyne nasıl ilettiklerini bulma­sıyla tanınır.

Babası avukat olan Adrian, iyi bir ilk ve orta öğrenimden sonra Cambridge Üniversitesi’ne girdi ve çok başarılı bir öğrencilik hayatı yaşadı. Doğa bilimleri tahsilini yeterli görmeyen, daha çok şey öğrenmek isteyen Adrian, profesörlerinin, özellikle daha sonra yakın arkadaşı olacak Keith Lucas’ın teşvikiyle, tıp fakültesi klinik derslerini tamamlayarak 26 yaşında hekim oldu. Birinci Dünya Savaşı’nın çıkması üzerine orduya katıldı.

Çalışkanlığı ve insanlarla kurduğu yakın ilişkiler dolayısıyla sevildiği fa­kültesine dönen Adrian, 1937 yılında da dekanlığa getirildi. Genellikle sinir düzeni ve vücutta bununla gerçekleşen iletişim, Adrian’ın ilgisini çekiyor­du. Sinirierin, duyularla algılananları işaretler olarak taşıdıkları biliniyordu. Fakat bu sinyalleri, sinirlerin nasıl dönüştürdükleri, sinyallerin hangi zaman aralıklarıyla gönderildikleri, nasıl ve neneden denetildikleri hakkında bilgi yoktu.

Adrian’ın arkadaşı Keith Lucas’a göre, vücudun algı yeri ile beyni ara­sındaki iletişim, insanların kullandığı yazı, ses, şekil veya mors gibi kalıplar olamazdı. Bu işaretlerin ya hepsi taşınıyor ya da hiçbiri beyne gönderilmi­yordu. Adrian bu hipotezden yola çıkarak, yaptığı araştırmalarla, belli -bir şiddetin altındaki uyanlara sinirlerin tepki göstermediğini buldu. Fakat bu şiddet sının aşılsa bile, sinirlerin ilettiği miktar değişmiyordu. Böylece aşın uyarı daha çok siniri harekete geçiriyor fakat iletilendC’değişiklik olmuyor­du. Belki bir şiddet altındaki algılamalar iletilmediği ve bu şiddetten daha yukan olanların tamamı beyne gönderildiği için buna Lucas “Hep veya hiç yasası” diyordu.

Adrian bu kadarla yetinmedi. Uyarı alan sinir hücresi, algıyı nasıl dö­nüştürüyor ve beyne ulaştırıyordu! Son derece sabır ve ustalık isteyen cer­rahi müdahelelerie, sinirleri tek tek ayırmayı başaran Adrian, uyarılan si­nirlerdeki titreşimleri 5000 kez büyüterek, ses dalgalan halinde kaydetti. Bulduğu bu tekniği İsviçreli meslektaşı Zotterman ile yaptığı deneylerde kullandı. Kurbağa kaslarını uyardıklarında, uyan şiddetinin artırılmasıyla, iletim sıklığının arttığını saptadı. Uyum gücü yüksek sinirler kesintisiz uya­ndıklarında bu, tek bir biçimde iletiliyor, uyum gücü düşük olanlarda, ile­tilen şey tekrarianıp duruyordu. Bu gözlemlere dayanarak Adrian, iletişi

Ella Fitzgerald tiz bir sesle bir notayı uzatırken kristal bir kadeh kırılabilir. Bu, rezonans olayı ile ilgilidir. Rezo­nans olayını anlamak için salıncakta oturan bir çocuk düşü­nelim. ilk itişleriniz salmağı belli bir hız ve frekansla hare­kete başlatır; bundan sonraki itişleriniz gelişigüzel aralarla olur­sa hiçbir sonuç elde edemezsiniz, çünkü bazen salıncâk size doğru gelirken itme yapacağınızdan salıncağı zaman zaman hızlandırmak yerine yavaşlatmış olursunuz. Fakat sizin itiş rekansınız, salmağın frekansına uyarsa hareket giderek kuv­vetlenecek ve salıncak giderek daha yükselecektir. Frekans­

 

 

ları aynı olan iki titreşimden biri diğerinin genliğini (amplitü- dünü) giderek yükseltebilir, işte rezonans olayı budur. Şim­di ama gelelim. Her cisim gibi am da vurulunca belli bir frekanstda titreşim (vibrasyon) yapar. Bu nedenle bir kalemle bir kadehe vurduğunuzda hep aynı ses çıkar. Cam, ses dal­galan ile de vibrasyona başlayabilir. Çünkü ses dalgalan ha­vada basınç dalgalarıdır. Cam kadehin ve sesin frekansları farklı olduğu sürece hiçbir şey olmaz$bu iki titreşim birbiri­ni yok eder. Frekanslar uyarsa (rezonans) kadehde vibrasyon genliği (amplitüd) giderek artar ve sonunda kadeh kırıftr.

Bunlar mekanik rezonans örnekleridir. Diğer tip rezo­nanslar da vardır. Örneğin radyo istasyon arama düğmesini çevirmek radyodaki rezonans devresinin frekansını değiştir­mek demektir. Rezonans devresi havada mevcut radyo dal- galanndan kendi frekansına uyanlarla rezonansa geçer ve gen­liğini arttırır, bir diğer deyişle bu radyo dalgalarını amplifi- ye eder (büyütür); böylece o frekansta yayın yapan bir rad­yo istasyonunu işitmeye başlarız.

Rezonans bazen tehlikeli olabilir. Örneğin otomobilde direksiyon mekanizması amortisörlerle rezonansa başlarsa, direksiyon şiddetle sarsılmaya başlan Metal parçaların biçi­mi, yaylanması ve ağırlığı rezonansda rol oynar, mühendis­ler bu faktörleri ayarlayarak rezonansı minimuma indirebilir.

Şunu da belirtelim ki Ella’nın hem kendi sesi, hem de teype alınmış sesi kristal kadehi tuzla buz edebilir, yeter ki kayıt ve dinleme sırasında teyp diskleri aynı hızla döndürül­müş olsun.

ŞİŞMANLIĞIN YENİ TEDAVİSİ

Bazı bilim adamları kilo alışın temelinde kendini koru­ma içgüdüsünün bulunduğuna inanır. Yemek yemek, stres’i en iyi gideren şeydir. İnsanlar lezzetli şeyler yedikçe beyinle­rinde zevk ritmleri oluşur. Hatta “ruhsal sıkıntılara bağlı oburluk” terimi kullanılmaktadır. Birçok insan, birşeye üzü­
lünce veya kızınca doğru mutfağa yönelir. Sandviçler atıştır­mak ve buzdolabını boşaltmakla sinirleri yatışır. Streslerle dolu çağımızda zayıflama diyetine başlamak yeni bir stres oluş­turmaktadır, açlığın çok önemli bir stres olduğu bilindiğin­den, az yemek yolu ile zayıflama zararlı olabilir.

SSCB Bilimler Akademisi Deneysel Endokrinoloji (İç Salgı Bezleri Bilimi) Enstitüsü Direktörü Dr. Yuri Pankov ve bi- yolojist Yulia Keda vücuttaki yağları eriten yeni bir madde buldular. Bilindiği gibi hipofiz bezinde yapılan büyüme hor­monu, 1971 amino asitli bir proteindir. Dr. Dankov bu hor­monu, makas görevi yapan enzimlerle birçok parçaya ayırdı ve bu küçük polipeptid moleküllerini tavşanlara enjekte ederek etkisini aradı Birçok deneyden sonra şu sonuca vardı: Büyü­me hormonunun 31-44. aminoasitler arası bölümü, tavşan­larda yağ dokusu hızla eriterek kilo kaybına yol açmaktadır. Büyüme hormonun kendisinde de yağ eritme etkisi varsa da 31-44. aminoasitler arası fragmanda bu etki çok artmakta­dır. Büyüme hormonundan elde edilen bu İliç, henüz insan- lanlanda denenmemiştir. Fakat Dr. Pankov bu ilâcın gelecekte en güçlü zayıflatıcı ilâç olacağına inanmaktadır, ilâç, yağları eritirken kanda yağ asitlerini arttıracağından, bu yağ asitleri­ni eritmek üzere egzersiz yapılması da gerekmektedir. Dr. Pankov’un grubu son zamanlarda büyüme hormonunda or­gan ve dokuları büyütücü etkinin 77.-107. aminoasitler arası fragmanda bulunduğunu saptamıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir