OSMANLI’DA KURBAN BAYRAMI NASIL KUTLANIRDI?

OSMANLI’DA KURBAN BAYRAMI NASIL KUTLANIRDI?arma

Tüm müslüman ülkelerinde kutlanan Kurban Bayramı çok eskiden, Osmanlı Devletinde nasıl yaşanırdı biliyor musunuz? İşte Osmanlı döneminde Kurban Bayramı… Osmanlı’da devletin ileri gelenlerinin (ekabir) konaklarında Kurban Bayramı merasimleri kapsamında zilhicce ayı (kurbanın kesildiği ay) yaklaşınca, hane sahibinin kendisine olduğu kadar eşi, çocukları, vefat etmiş anne ve babası için güçlü ve büyük birer koyun alırdı.

Alınan koyunların en az 3-5 gün konağın ahır kısmında beslenir, koyunların dişi (marya) olmamasına, gözlerinin sağlam, boynuzlarının kırık veya organlarının eksik bulunmamasına dikkat edilirdi.

Hane sahibinin bir tekkeye mensup olması durumunda oraya da adak adıyla gereği kadar kurbanlık gönderildi.

Kurbanlıklar yıkanır, tüyleri taranır, boynuzlarının zeytinyağıyla yağlanır, temiz otlar üstüne yatırılarak bayram gününe kadar özenle beslenirdi.

Bayramdan sonra evlenecek gelin veya damadın koyunlarının boynuzları sarı altın varaklarla süslenir, tüylerinin üç beş yerine kurdele bağlanır, özel adamlarla evlerine gönderilirdi.

Kurbanı keserken beline yeni ipekli futa (önlük) kuşanan hane sahibine, özel olarak bileylenmiş bıçağı çok önceden hazır edilirdi. Şimdilerde ihmal ettiğimiz hayvanın gözlerini bağlamak, kurban kesme işleminin ayrılmaz bir parçasıydı.

Her kesimden sonra tek tek kendisi adına kurban kesilen kişinin ruhuna Fatiha gönderilirdi. Tabii bu ön kurbanların eti o hanede yenmez, hepsi fakir fukaraya dağıtılırdı

Paşa olan hane sahibinin padişahla resmi bayramlaşma (muayede) törenine katılmak zorunda olduğundan bayram namazını padişahın gittiği camide kılardı. Paşa değilse, mahalle camisinde kılınan, namazdan sonra doğru evinin bahçesine gelir, kurbanlıklar için kazılmış çukurların başındaki buhurdanlıklardan tüten ve kan kokusunu bastırmaya yarayan güzel kokular arasında tekbir getirerek Kurbanını ya bizzat keser veya başka birisine toptan değil, teker teker isimlerini sayarak vekalet verirdi. İlk kesilen kurbanın kanından evin en küçük çocuğunun alnına sürülmesi ve postunun tekkeye yollanması adettendi.

Kurban kesim işlemleri bittikten sonra hane sahibi konağa döner ve iki rekat şükür namazı kıldıktan sonra asıl bayramlaşmaya geçilirdi

Bazı misafirlerin ziyaretlerini yemek vakitlerine denk getirmemeye özen gösterir, aşırı et tüketimi yüzünden bozulmaya meyyal sindirim sistemini düzeltmek için sofrada tatlı olarak muhakkak turunç reçeli bulundurulurdu.

Bir alim üst düzeyden bir bürokratla bayramlaşmaya gittiğinde binek taşında karşılanır, iki ağa koluna girerek yukarı çıkarır ve efendinin odasına girince, Şimdiki gibi kolonya olmadığı için gülabdanla karşılanır, eline ve üzerine gülsuyu serpilir, sonra tepsiyle şeker ikram edilir ve sıra kahveye gelirdi.

Kahvenin yanına yumuşak peynir şekeri ayrı bir kapta konulur, bir süre sonra ev sahibi ağalardan birisine şeker tabağını almalarını söylerdi. Bu, misafire bayramlaşmanın bittiğinin ihtarı olarak kabul edilirdi
Bayram namazı Sultanahmet Camisi’nde eda edildikten sonra Hırka-i Sadet Dairesinin kapısının yanında yaklaşık 40 koç kurban edilir ve ilk koçu bizzat padişah keserdi.
Saray ağalarının sultanın huzurunda tomak oyunu oynayıp üzerlerine çil paralar serpildiğini dile getirerek, padişahın daha sonra sonra hareme geçmesiyle bayram hazırlıkları başlardı.
Daha sonra padişahın Beyazıt’ta bugünkü İstanbul Üniversitesinin bahçesinde bulunan Eski Saray’a gittiğini ve orada kalan yaşlı harem kadınlarına ve harem ağalarına bağışlarda bulunurdu.
Bayramlarda zengin konaklarında çocuklara harçlığın yanında mendil verilmediğini, o zamanlar mendil ‘halktan’ çocukların hediyesiydi. O dönelerde Fatih Camii avlusu, Unkapanı, Kadırga’daki Cinci Meydanı, Davutpaşa, Eğrikapı ve diğer meydanlar sallanan beşiklere, kolan salıncaklara, dönme dolaplara, atlı karacalara ev sahipliği ederdi…
Çocuklar ata binmeyi, kızlar ise öküz veya at koşulmuş etrafı açık, tepesi kırmızı ihramla örtülü arabalarda mahalleleri gezmeyi tercih ederlerdi…
Bürokratların birbirleriyle bayramlaşmasına da önemli durumlardandı. Buna ‘devr-i ebvab’ denilirdi, yani kapı kapı dolaşma. Devrin en büyük ricalinden en küçüğüne kadar bayramlaşmaya gitmek şarttı. Herhangi birisi atladığında cezası vardı. Bu yüzden bayramlarda, özellikle İstanbul’da memurlar yollara dizilir, gelirlerinden hatırı sayılır bir kısmını yol parası olarak harcarlardı.
Sultan Abdülmecid’in 1845 yılında resmi bir bildiri yayınlayarak devlet memurlarını bu durumdan kurtararak, “Memurlar bundan sonra yalnız sarayda yapılacak törende hazır bulunmakla yükümlüydüler.” dedi. Yani bir bakıma bayramlaşma resmen yasaklanmıştı. Bu da Osmanlı yönetiminin artık geleneksel (kadim) saray adetlerinden vazgeçmeye başladığı anlamına geliyordu.
Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*