SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD DEVRİNDE OSMANLI DEVLETİ (1876-1909)

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD DEVRİNDE OSMANLI DEVLETİ (1876-1909)dünya haritası

“Apaçık görüyordum ki Avru­pa’nın büyük devletleri kendi arala­rında dünyayı bölüşmeye çıkmışlar­dı. Bölüşülecek ülkeler arasında Os- manlı mülkü de vardı. Ben bu kuv­vetlerin önünde tek başıma dura­mazdım, gücüm yetmezdi. Yapabile­ceğim tek şey aralarındaki rekabetten yararlanıp, her birine daha büyük lokma ümidi ile birini ötekine düşür­mekten ibaretti.”

Bu durumu müşahhas çizgiye in­dirirsek şöyle diyebiliriz: İngilte­re’nin karşısına Almanya’yı, Rus­ya’nın önüne İngiltere’yi dikmek, fazla bir emel sahibi görünmeyen Fransa’ya tarafsız bir tutum muhafa­za ettirmek, İtalya’yı olduğu yerde bekletmek, Avusturya’yı da kâh Rus­ya’yla çatıştırmak kâh Almanların pe­şine düşürerek Balkanlar’da tek ve faal bir politika gütmekten alıkoymak, böylece büyük devletleri birbirine karşı rekabetleri ve tezatları için- den kavrayıp Osmanlı Devleti’ne za- rarlı olmaktan çıkarmaktır.Dünyaya siyaset öğreten padişah aAbdul Hamit Han

“Apaçık görüyordum ki Avrupa’nın büyük devlederi kendi aralarında dünyayı bölüşmeye çıkmışlardı.Bölüşüleeek ülkeler arasında Osmanlı mülkü de vardı.”

Padişahın bu siyaseti, 93 Harbi sonunda imzalanan Berlin Antlaşma­sı ,ndan sonra teşekkül etmeye başla­mış; fakat sultan gittikçe şiddetlenen, âdetâ tepeden tırnağa silahlanan ve her an birbirine çarpmaya hazırlanan bu kuvvetleri çok karışık siyasî desi­selerle, bazen pek basit, bazen pek derin tedbirlerle dizginlemeyi başar­mıştır. Yani muhtemel bir savaşın çıkmasına mani olmuştur.

Sultan Abdülhamid Han devrin­de İngiltere Dışişleri Bakanlığı yapan Edvvard Grey hatıralarında bu husu­su doğrulayarak şöyle demektedir:

” Komşularının zaafları üzerine şüphe edilebilecek gizli emellerin sahibi olduğu ne kadar iddia edilir­se edilsin daha sonra anlaşıldı ki Ab­dülhamid, bizzat Avrupalıların huzur ve çıkarlarını, hatta kendilerinin bile başaramayacakları en akıllı ve dengeli şekilde koruyabilmiş bir hükümdardı.”

Sultan’ın bu büyük başarısı, için­de bulunduğu maddî kuvvet zaafına karşı manevî nüfuz ve siyasî maharet­le çevrilmiş; şahsiyetli fakat pek zor olan bir politika ile mümkün olmuş­tur. Bu sebeple O’Connor onu “Av­rupa’da barışı muhafaza eden adam” diye vasıflandırmıştır.

Almanya ile Münasebetler

Almanya’nın siyasî birliğini sağ­lamasıyla Osmanlı Devleti lehine izlediği siyaseti değiştiren Ingiliz- lere karşı Abdülhamid Han, impa­rator II. Wilhelm ile şahsî dostluk kurarak Almanya’nın desteğini sağlamak yolunu seçmiştir. II. Wil- helm’in İstanbul ziyaretleri, Bağ­dat Demiryolu inşaatının Alınanla­ra verilmesi, Osmanlı ordusunu eğitmek için Alman Goltz Paşa’nın İstanbul’a getirtilmesi gibi yollarla Almanya ile siyasî yakınlık oluşmuş; fakat işi aceleye getirmeden ve kat’î neticeye varmadan arada denge kurmak ve dilediğini tut­makta daima serbest bulunmak gi­bi ince bir taktik güdülmüştür. Zi­ra taraflardan birine kesin yöneliş, karşı cephenin ümidini kırıp mem­leketin başına bir harp açabilecek­tir. İşte Abdülhamid Han’ın “Ga­rantili korunma” dediği pek yerin­de olan dış politikasındaki ana öl­çü, onun hiçbir tarafa kararını tam belli etmeyen karışık ve esrarlı eda­sı ve bu edanın ince hesaplarıdır. Yani Almanya ile bu yakınlaşmala­ra rağmen asla bir Alman müttefiki olmamış, yerine göre hareket et­mesini, nabza göre şerbet vermesi­ni bilmiştir.

Sultan, hatıralarında “Alman­ya’nın kurulmasıyla bozulan Avrupa dengesinin büyük devletleri eninde sonunda birbirine düşüre­ceğini, eğer o güne kadar memle­keti parçalamaktan kurtarabilirse çatışma koptuğu zaman kümelen­melerden birine katılarak (denizle­re hâkim olan taraf) öteki tarafı kırmakla devletinin varlığını koru­yabileceğini” belirterek bu hususa işaret etmektedir.

Sultanın Balkan Siyaseti

Sultanın Balkanlar’da uyguladı­ğı siyasete gelince, yukarıda ismi geçen İngiliz Dışişleri Bakanı hatı­ralarında padişahın bu politikasını şöyle anlatıyor:

“Sultan Abdülhamid, Hıristiyan tebaasının birbirlerine karşı hissettikle­ri kin duygusundan faydalanıyordu. Din bakımından birlik halinde bulu­nan, ancak ırk sebebiyle birbirlerine düşmüş ve parçalanmış olan bu halk­ların soya dayalı karşılıklı inkârcılıklan, dinî bağlılıklarından üstündü. Sultan bu duygulan iyi kullanıyor, yönlendi­riyor ve bütün maharetiyle Balkan devletlerinin Türkiye aleyhinde bir ko­alisyon kurmalannı önleyebiliyordu.”

Sultan Abdülhamid Han ve Hilafet

Sultanın dış politikada uygulamış olduğu “İslâm Birliği” ve “Asya’ya Yakınlık” şeklinde belirginleşen en büyük ve başarılı siyaseti ise son de­rece önemlidir. Abdülhamid Han bir İslam halifesi olması itibariyle, başta İngiltere olmak üzere Fransa ve Rus­ya gibi devletlerin hâkim olduğu topraklarda yaşayan Müslümanları himaye etmek konusunda, hilafet makamının imkânlarından sonuna kadar yararlanmıştır. Halifeliğin bu şekilde ön planda tutulması mezkûr devletleri şiddede rahatsız etmiştir.saat kulesi

Padişah, kurduğu geniş istihba­rat ağıyla emperyalist devletlerin Asya ve Afrika’daki sömürgelerin­de gizli faaliyette bulunmuş, Müs­lümanların Batılılara karşı uyanık davranmalarını temin etmiştir.

Abdülhamid Han hatıralarında Hilafet müessesesinden istifade et­mesini şöyle anlatır:

“Evet, benim Avrupa devletleri ile tek başıma boğuşmaya gücüm yoktu ama Rusya gibi, İngiltere gibi Asya’da birçok Müslüman ahaliyi idareleri altına almış büyük devletler Hilafet makamından korkuyorlardı. (…) Bunun İngilizlerle münasebetle­rimizde çok faydasını gördüm. Hin­distan’daki İngiliz umumî valileri oradaki Müslümanların Osmanlı Devleti ile yakından ilgilendiklerini gördükçe hükümetlerine OsmanlI­larla iyi geçinilmesini yazıyorlar ve böylece bizim işlerimizi kolaylaştır­mış oluyorlardı.”

İngiliz parlamentosu Hindistan Müslümanları dolayısıyla Osmanlı padişahı ile iyi ilişkilerde bulunulma­sını isteyen tartışmalara sahne olmuş, bu durum İngiliz hükümetine çok zor anlar yaşatmıştı.

 

 

 

 


Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*