DİKTATÖRLÜK

Modern Dünyada diktatörlükler. Röne-şans çağının tiranlarından (zorba hükümdar), XVII. yy.ın mutlak hükümdarlarından ve XVIII. yy.ın aydın despotlarından sonra Büyük Fransız devrimiyle, modern tip diktatörlükler ortaya çıktı. O günden bu yana diktatörler hiç değilse göstermelik bir demokrasiden yararlanmayı tercih ettiler.
Diktatörlüğün Fransız devrimindeki kökleri. Bir ayaklanmadan korkan Fransız konvansiyonu 1793 yılında, Kamu Güvenliği komitesine, fiyat ve ücretleri kontrol yetkisi de dahil olmak üzere olağanüstü yetkiler tanıdı ve 18-25 yaşları arasındaki bütün bekâr erkeklerin askere alınmalarına karar verdi. Yarı resmî bir nitelik taşıyan bu komite «Tedhiş dönemi» diye bilinen iktidar süresinde yurtseverliğinden ve karsı-devrimci davranışlarından şüphelenilen herkesi tutukladı. Bu dönemde 300 bin kişi tevkif edildi ve bunlardan 35 000’i ceza evlerinde öldü veya öldürüldü. Jacobin önderi diktatör Robespierre bir «hürriyet despotizmi» ile bir «erdem cumhuriyeti» yaratmak istediğini açıkladı. Napolyon demokrasi ile diktatörlüğü bağdaştırmaya devam etti. 1802’de Fransız senatosu Napolyon’u birinci konsül olarak 10 yıl süre ile iktidara getirdiyse de Napolyon doğrudan doğruya plebisite başvurarak halktan, yaşadığı sürece iktidarda kalma yetkisi aldı, 1804 yılında da kendisini imparator ilân etti. Fransız devriminden bu yana diktatörlerden birçoğu, ya demokratik bir yönetime dayandıklarını ve halkın iradesini temsil ettiklerini öne sürdüler veya siyasî partiler ve seçimler gibi demokratik kurum ve metotları kendi özel çıkarları adına kullandılar.
Modern diktatörlükler. Modern diktatörlükleri çeşitli şekillerde sınıflandırmak mümkündür. Ama en tutarlı sınıflama, diktatörlükleri geleneksel otoriter diktatörlükler, Latin Amerika’daki «kuvvetli adam» diktatörlükleri, totaliter rejimler, askerî diktatörlükler, güdümlü demokrasiler ve reformcu diktatörlükler olarak ayırmaktır.
• Geleneksel diktatörlükler. Katı ve otoriter nitelikteki modern diktatörlükler Sala-zar’ın Portekizinde, Franko’nun ispanyasında ve II. Dünya savaşı öncesinin Orta Avrupasında (Polonya’da mareşal Jozef C. Pilsudsky; Macaristan’da general Gyula von Gömbös ve Amiral Horthy; Yunanistanda general Metaksas) kuruldu. Bu diktatörlükler, ihtilâl korkusuna karşı bir tepki olarak ortaya çıktılar ve geleneksel otoriteye dayandılar. Salazar’ın kurduğu yeni düzende Millî Birlik partisi’nin dışındaki bütün siyasî partiler kanun dışı ilan edildi, eğitim sıkı bir denetime tabi tutuldu ve kor-poratif nitelikteki bir meclise sadece danışma yetkisi tanındı. Bu rejim yurtseverlik, hizmet, sadakat, disiplin ve düzeni temsil ettiğini savunduysa da bütün bunlar çoğu zaman, kişi hürriyetinin aleyhine gerçekleşti.
• Latin Amerika’nın «kuvvetli adam»ları.
miş, savaş yüzünden çöküntüye uğramış ve-ya eldeki güçlerle çözümlenmesine imkân olmayan ,bir askerî buhranın yürürlükte olduğu ülkelerde de kurulabilir. Silahlı kuv-vetler üzerinde nüfuzu olmak veya bir sa-vaştan galip olarak dönmek, çoğunlukla, iktidara giden bir yol olmuştur. Birçok eski Yunan tiranı, Rönesans podesta’ları, Napolyon ve onun gibi birçok mareşal, La-tin Amerika despotları ve devrimizde gö-rülen diktatörler bu yol ile iktidara gelmiş-
lerdir-
7) Diktatörlükler, toplum hayatında kesin değişiklikler yapmak ve toplumu medenîleş-tirmek amacıyle de kurulur.
8) Diktatörlüklerin reformcu, devrimci veya karşı-devrimci amaçları gerçekleştirmek için kuruldukları da görülmüştür. Diktatörlük-ler, ilk planda, hoşnutsuz olan, mülkleri ellerinden alınan veya oy hakkından yoksun bırakılan grupların haklarını istemeleriyle gerçekleşir (Cromwell çağı ingilteresi ve Büyük devrimin ilk aşamasında Fransa). Devrimci diktatörlükler, yürürlükteki ekono-mik ve sosyal düzenin değiştirilmesiyle ba§-lar. Gracchius’un eski Roma’da, Büyük dev-rimin son aşamasında Fransa’da ve 1917’de Rusyada kurulan diktatörlükler böyle baş-lamıştır.
Karşı-devrimci diktatörlükler ya mevcut düzeni koruma veya geleneksel bir grubun nüfuzunu yeniden sağlama amacıyle kuru-lur (Eskiçağ İsparta’sında, general Franko ispanyasında, Salazar Portekizinde ve Hor-ty Macaristanında olduğu gibi). Birçok diktatörlük de bir kişinin ihtirasından ve-ya demogogca davranışlarından doğmuştur. Bu, hükümet veya ordu önderlerinin de-vamlı olarak yıpratılması sonucunda, de-magog’un iktidara tek başına gelmesine yol açar.
• Diktatörlük idaresinin unsurları. Dikta-törlük idaresinin izlediği yol ve uyguladığı metotlarda bir değişiklik olmamıştır. Bütün diktatörler siyasî sistemdeki temel kurum-ların (özellikle temsilî meclisler, bağımsız yargı mekanizması) yetkilerini azaltmakla işe ba§lamışlar, kişi özgürlüğünü sınırla-mışlar, anayasa kayıtlamaları ve hukuk dü-zenini hiçe saymışlardır. Bütün diktatör-ler tenkitlere engel olmak ve resmî görüş-lerini yaymak için, sansürden yararlanmış-lar, rejimin muhaliflerini tasfiye veya yok ederek susturmuşlardır.
Diktatörlerden birçoğu otoritelerini sürdü-rebilmek veya halk desteğini sağlayabilmek için dinden ve efsanelerden yararlanmışlar; bütün bildirişim araçları ile birlikte müzik, tiyatro ve mitinglerden, beyin yıkama ama-cıyle istifade etmişlerdir. Çağdaş diktatör-lükler gençlik örgütlerini de propaganda amacıyle kullanmışlardır.
Bazı diktatörler sadece zorbalığa dayana-rak kaba kuvvetle ülkeyi yönetmişler, bil• kısmı ise halkın desteğini sağlama yolunu seçmişlerdir. Bu ya Siraküza’lı Agatokles, Napolyon ve Hitler’in yaptığı gibi ple-bisitten veya Veronalı yöneticilerin yaptı-ğı gibi sözlü oy verme metodundan ya-rarlanmak veya modern yöneticilerin ÇO-ğu gibi, seçimlere başvurmak yoluyle ger-çekleştirilmiştir. Birçok diktatör yurt içinde büyük ve gösterişli törenler, kamu hizmet-leri düzenlemek, yurt dışında da maceracı teşebbüslere girişmek ve milliyetçilik duygu-larını tahrik etmek suretiyle halkın dikka-tini başka tarafa çekmi§lerdir. Napolyon gibi bazı diktatörler kişiliklerinin putlaştı-rılmasından yararlanmışlar ve tanrısal bir kişilikle görünmek için çalışmışlar, Salazar tipi diktatörler ise, arka planda görünmeyi tercih etmişlerdir.
Bununla birlikte bütün diktatörler, aşağı yu-karı, aynı güçlüklerle karşı karşıya kalmış-lardır. Bunların başında işinin ehli olan ikinci derecede yöneticiler bulmak meselesi
Diktatörler, i§inin ehli yöneticiler bulmakta demokratik önderlerden daha az şansa sahip olmuşlardır. Diktatörlükte idareciler, hoşnu^-suzluk yaratır kaygısıyle insiyaki ele al-maktan daima kaçınmışlardır. Diktatörün iradesi her şeye hâkim olduğundan büyük hatalar yapılmakta ve pek az kişi tenkit yollu öğüt vermeye yanaşmaktadır. Bütün bunların üstünde hiçbir diktatör, anlaşmaz-
kuvvetli bir deyim olan otokrasi, bir hü-kümdarın, hiç bir kısıtlamaya bağlı olmak-sızın mutlak hükümranlığı demektir. Bu-١٧٢١؛ gibi mutlakiyet deyimi de, «kayıtsız şartsız yönetim» anlamına gelir. Mutlakiyet yönetimi meşruluğunu, ya Tanrıya ya da iktidarın babadan oğula geçişine dayandı-rır. Mutlak yönetici, bir yandan devletin hükümranlığının kendisinde olduğunu be-lirtirken, öte yandan ülkeyi halkın iyiliği adına yönettiğini öne sürer.
Despotizm sözünün kaynağı ise yunanca «efendi» anlamına gelen «despotes» keli-mesidir. Bu deyim, eskiden Bizans impa-ratorları, Italyan prensleri, OsmanlI impa-ratorluğundaki küçük hıristiyan prensleri için kullanılırdı. Despotizm, mutlak bir hü-kümdarın, iktidarı zorbalıkla kullandığı bir rejimi belirler. Tiranlık ise, eski yunanda, hükümranlığın anayasa ve düzen dışı yol-larla elde edilmesi demekti. Bu durumda tiran, me§ru bir hükümdar veya iktidarı veraset yoluyle elde etmiş bir yönetici de-ğildir. Aristoteles, Politika’sında, tiranlığı si-yasî sistemlerin en kötüsü sayar ve tiranlı-ğın, yöneticinin sadece kendi çıkarını dü-şündüğü bir rejim niteliği taşıdığı için soy-suzlaştığını söyler. Tarih, Aristoteles’in bu hükmünü doğrulamıştır.
Totaliter yönetim, iktidarın yöneticiler, özel-likle parti önderinin tekelinde toplanması; bütün örgütlerin devlete bağlanması; muha-lefet gruplarının ortadan kaldırılması; san-sür, propaganda, beyin yıkama ve tedhiş ١١١،-totlarının büyük ölçüde uygulanması demek-tir. XX. yy.da ise, özellikle şu üç rejim için totaliter deyimi kullanıldı: Stalin devrinin Sovyet Rusya’sı, Mussolini devrinin Faşist İtalya’sı ve Hitler devrinin Nazi Almanya’-sı. Her üç devlette de, iktidardaki parti dışında bir siyasî partinin kurulmasına izin verilmemiştir.
Bu üç totaliter rejim, bir tek partinin bu-lunması; kanunsuzluğa, gizli polis ve cina-yete dayanması; toplumla devlet arasındaki bütün bağları koparması ve her şeyi, bütü-nüyle, yöneticilerin iradesine bağlaması ba-kımından, mutlakiyet rejiminden ayrılır. Mutlak hükümdar, meşru bir yöneticidir, keyfî ölçülerle davranmadığı gibi, toplum hayatının birçok kesimine büyük çapta mü-dahalede bulunmaz.
• Diktatörlüğü doğuran sebepler. Dikta-törlüğü doğuran sebepler çeşitlidir:
1) Bazı diktatörlükler, diktatörlüğün tek Ç1-kar yol olduğu veya istikrarın ancak bu yolla sağlanabileceği inancıyle kurulur. Or-taçağ Italyası’nda Machiavelli, yeni bir cumhuriyetin sadece bir kişi tarafından ku-rulabileceğini, Fransa’da da devrimci Ro-bespierre özgürlüğe ancak diktatörlük yolu ile varılabileceğini ileri sürmü§lerdi.
2) Diktatörlük, devleti kurtaracağına veya gerçek ya da hayalî bir buhranı çözebilece-ğine inanılan bir kişi veya grubun işbaşına getirilmesi ile de gerçekleşir. Nitekim 1922’-de faşist partinin başı olan Mussolini, ik-tidara İtalya kralı tarafından davet edil-mişti. Kral, bolşevizme karşı mücadele ede-bilecek, anarşiyi durdurabilecek ve sanayi kesimindeki huzursuzluğa çare bulabilecek tek kişi olarak onu görmüştü.
3) Bazı ihtiraslı kişiler, bir hükümet darbe-sini meşru göstermek için hayalî bir tehli-keyi bahane ederler. Eski Yunan’da Pisist-ratus ve Yaşlı Dionysius, iktidarı ele ge■-çirebilmek için suikasta uğrayabileceklerini öne sürmüşlerdi. Fransa’da 18 Brumaire (9 kasım 1799) Napolyonun, Almanya’da Reichstag yangını (1933) Hitler’in ve Yu-nanistan’daki komünist tehdidi (1936) gene-rai Metaksas’m iktidara gelmek veya du-rumlarmı güçlendirmek için yararlandıkları sözde olağanüstü durumlardır.
4) Diktatörlükler, hükümetlerin beceriksiz veya soysuzlaşmış olmalarından, sosyal kar-gaşalıklar veya malî güçlüklerden, ya da ge[eneksel otorite ve kurumların meşruluğu kabul edildikten sonra ortaya çıkan boşluk-tan yaralanılarak kurulmuşlardır.
5) Bazı diktatörlükler, Japonya’da olduğu gibi, tanrısal iradeye dayandıklarını öne sürerler (Japonyada imparatorun [Güneşin oğlu] gökten indiğine inanılır.)

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*