Kemankeşlerin Sırrı
“Çocukfannıza ok atmayı, ata binmeyi ve yüzmeyi öğretiniz” (Hadîs-ı şerif, Fethu’i-Kebir, 2/231)
Kabza,talebenin soleline verilir,kulağına kemankeş sırrı fisıldanırdı.Bu sır,olur olmaz kişilerin diline düşmesin diye her kese söylenmez ve sadece keman keşler bile bilirdi…
Oku, savaşta silah olarak kullanan Türkler, günlük hayatlarındaysa hem idman ve hem de spor maksadıyla tâlim ederlerdi. Elbette böyle olmasında, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) ok atıcılığını teşvik eden hadis i şeriflerinin mühim bir yeri bulunmaktaydı. Çeşit çeşit oyuncakların olmadığı o eski devirlerde, çocuklar kendi oyuncaklarını kendileri yapar, bunlarla kimi zaman atçılık, cirit; kimi zamansa okçuluk oyunları oynarlardı. Hatta mahallelerine en yakın alana giderek burada hedef atışları yapar, mahallenin büyükleri de onlan teşvik eder, düzenledikleri küçük müsâbakaları harçlıklarla ödüllendirirlerdi. Bütün bu oyun ve alıştırmalar sonrasında kabiliyet ve isteği olan çocuklar, belli bir yaşa gelince atıcılığı öğrenmesi için Okmeydanı,ndaki Atıcılar Tekkesi’ne götürülürdü. Atıcılar Tekkesi’nin şeyhi, bu kişinin kötü bir şöhreti olup olmadığını araştırır, ahlâken atıcılığa lâyık bulunursa, usta bir kemankeşin (okçu) yanma talebe olarak verirdi. Okçuluğu ustasından öğrenmenin ayrı bir önemi vardı.
Hatta eskiler, “Üstadsız bir nesne kemal ve idrak olunmak muhaldir.” diyerek bunu dile getirmişlerdir. Talebe, öncelikle “kepâze” ismi verilen bir yayla idman etmeye başlardı. Kepâze, çocukların bile çekebilecekleri, mukavemeti az olan, gevşek kabzalı1 ve kolay çileli2 bir yaydır. Ok atılmayıp, sadece tâlimde kullanılan bu yayı çekemeyen kepâze oluverirdi ki “kepâze olmak” tâbiri de buradan gelmektedir. Okçu olacak aday, önce vücûdunu kepâzeye alıştırır, bol bol çile çekerdi, işte günümüzde kullanılan “çile çekmek” tâbirinin geldiği yer de yine bu kepâze yayıdır. Zira her gün belli sayıda çile çekmek, sabır gerektiren bir iştir. Kepâze tâlimine 66 kereyle başlanırdı. 66 sayısı, ebced hesâbıyla “Allah” (c.c.) ism-i şerifine tekâbül etmektedir. Böylece talebe, her tâlimde Allah’ı zikretmektedir. Günde birkaç kez 66’şar kepâze çekilirdi. Böylece her gün arttırılan idmanlarla vücutta meydana gelen ağrılar gidip, iki kürek kemiği arası birbirine kavuşunca- ya kadar çalışıldıktan sonra atış tâlimlerine geçilirdi. Bu tâlimler de çok mühimdi ve kemankeşlik boyunca asla aksatılmazdı. Zira “Okçuluğu bir gün bırakan, kemankeşlik on güıı bırakır.” denilmiştir. Bir yandan kepâze tâlimine devam edilirken, diğer taraftan ellerin ve kolların dayanıklılığını arttırmak için günde on defadan başlayarak avuçlar mermere vurulurdu. Buradan haraketle, “Osmaıılı tokadı “nın ne kadar çetin olduğuna yaşmamak gerektir. Bir talebenin kemankeş olabilmesi için en az 900 kez’e (594 m) ok atması gerekmekteydi bunun için iki nişan taşı seçilir ve tâlime başlanırdı. 900 gez’e ok atıldığında, artık o kişi “kabza almaya”, yani kemankeşliğe hak kazanırdı.
Talebeler, öncelikle “kepâze” denilen yayla idmana başlardı. Kepâze, çocukların bile çekebilecekleri, gevşek kabzalı ve kolay çileli bir yaydır. Sadece tâlim de kullanılan bu yayı çekem eyen kepâze oluverirdi ki; “kepâze olmak” tâbiri de buradan gelmektedir
Kabza alma merasimleri belli bir usulde ve halka açık olarak tertiplenirdi. Merasime şeyhin duasıyla başlanır. Peygamberimiz (s.a.v.) ve okçuların piri Sa‘d bin Ebi Vakkas’tan (r.a.) bu yana gelip geçmiş üstadlar yâd edilirdi.
Şeyh daha sonra “ayak şahitlerine”, yani talebeyi atış yaparken izleyen havacı ve kemankeşlere, atışların kaidelere uygun devam edip etmediğini sorardı. Müsbet cevap üzerine talebe “makluben”, yani çilesi yerde, kabzası havada duran yaya karşı diz çöker, sağ elini yayın kabzasına koyar, hemen yayı kaldırır ve bu durumda iken önce kendi sağ elinin üstünü, sonra şeyhin elini öperdi. Şeyh:
” Götürün üstadına kabza versin!” diye izin verince talebe, üstadının önüne gelir, diz çöker ve yine el öperdi, üstadı sol eliyle kabza altından yayı, sağ eliyle de talebenin sağ elini tutar, dua eder ve:
“Bu kabzayı bana üstadım verdi. Ben de emaneti sana teslim eyledim. Sen de tâlip olan kabza âşığına bu minval üzere hayır duâ ile teslim et!” diyerek
kabzayı talebenin sol eline verir, kulağına ifadesini eder, yani kemankeş sırrını fısıldardı. Bu sır, olur olmaz kişilerin diline düşmesin diye herkese söylenmez ve sadece kemankeşler bilebilirdi.
Sır şöyleydi: “Yayın kabzasına abdestsiz yapışmaya! Onu ehilsize, serkeşe ve yolsuza teslim ve tâlim etmeye! Eti yenmez kuşa ve diğer hayvana özürsüz atmaya! Görmediği mahalle atmaya! Atışa besmele ve salat ü selâmla başlana.” Bundan sonra kemankeş olan kişi atıcılar siciline kaydolunur, padişahın huzurunda atış yapmaya da hak kazanırdı. Padişahlann kabza alma törenleri de aym usulle yapılmaktaydı. Yalnız bu törenlerde, padişah el öpemeyeceği için, tekkenin meydan sofasında yer hazırlanır, padişah buradan töreni izler ve vekil tâyin ettiği kişi kabza alırdı. Kemankeş sırrı da şeyh efendi tarafından padişahın yanma gidilerek söylenirdi.
“Türkler ok atmakta fevkalâde ustadırlar. Bu işe yedi-sekiz yaşında başlanıp on-on iki sene devamlı talim yaparlar. Bu yüzden kolları gayet kuvvetli olur. Sonunda en ufak hedeflere dahi isabet ettirecek şekilde okçulukta t maharet kazanırlar. Bir Türk uzun alıştırmalar sonunda sağlam bir okla, yayın kirişini kulağının arkasına kadar gerebilir. Bu kullandıkları yaya alışmamış biri, ne kadar kuvvetli olursa olsun, onu yayla kiriş arasındaki işaretli noktaya kadar geremez.” 0. G. Busbecq