MERKANTİLİZM; Aim. Merkantilismus (m), Fr. Mercantilisme (m), İng. Mercantilism. Devletin zenginliğini, ülkeye değerli mâden girişine bağlayan iktisâdî doktrin. Batı Avrupa’da on beşinci yüzyıldan 18. yüzyıla kadar yaygın olan bu anlayışa göre, bir ülkenin güçlenmesi ve îtibar kazanması altın ve gümüşün fazlalığına bağlıdır. Merkantilistlere göre kalkınma, ithâlâtın az, ihracâtın çok olmasıyla mümkündür. Bu sâyede ülkeye giren maldan daha fazlası ihraç edilerek değerli mâden miktarı arttırılabilir. Refah ve zenginliğin kaynağını değerli mâden bolluğuna bağlayan bu doktrin, iktisat siyâsetini devletlerin gelişmesi açısından ele almaktadır. Banka sisteminin ve değerli mâden üretiminin olmadığı bir ekonomik sistemde, ancak ticâret yoluyla altın-gümüş miktarının arttı- rılabileceğini ileri sürmüşlerdir. Bunlar, devletin elinde toplanıp devletçe saklanmalı, devlet ticâreti geliştirmek için her türlü tedbiri almalıdır. Meselâ ticaret şirketlerinin tekelleşmesini, ordu kurarak da güvenliğini sağlamalıdır. Değerli mâdenlerin yurtdışma çıkışı önlenmelidir. “Gümrük târifelerinden anlamam, ancak İngiltere’den bir palto alırsam palto bende, param İngiltere’de kalacak. ABD’den bir palto alırsam paltom da, parası da ABD’de kalacaktır.” diyen Abraham Lincoln, merkantilist anlayışı en bâriz bir şekilde ifâde etmektedir. Bu sebeple merkantilist politikalar devletçi, himâyeci ve aşırı milliyetçi bir özelliğe sâhiptirler. Her kapitalist kalkınma yolunda, geçirilmesi gerekli bir safhanın felsefî temelidir. Yeni keşfedilen Amerika’da bol miktarda mevcut olan altın ve gümüş İspanyol ve Portekizlilerce Avrupa’ya getirilmeye başlandı. On altıncı ve on yedinci yüzyılın en büyük sömürgeci devletle^ ri olan bu ülkeler, merkantilist politikayı tatbik etmeye başladılar. “Tüccarın kârı, milletin kândır.” diyerek tatbik edilen bu politika, aşırı ölçülere vardmldığı için İspanyol ekonomisi zayıf düştü. İspanyol merkantilizmi de denilen “Bulyonizm” sebebiyle getirilen katı devletçi tatbikat, altın ve gümüşün İspanya dışına kaçırılmasına yol açtı. İspanyol ve Portekizliler bundan dolayı, sanâyi inkılabına öncülük edemediler. İngiltere’de ise merkantilizm, Cromwell tarafından başarıyla tatbik edilerek, deniz ticâret filosunun üstünlüğü sağlandı. Cromwell’in çıkarttığı “Navigation Ast” (Gemi ve Deniz Kânunu), rakibi Hollanda’nın denizcilik açısından zayıflayıp İngiliz ticâret şirketlerinin tekelleşmesinde ve bunların güvenliğinin sağlanmasında büyük rol oynadı. İngiltere’nin Doğu Hint Kumpanyası idarecilerinden Thomas Mun, merkantilist politikanın ileri gelen sözcülerinden birisiydi.kiler yere yuvarlandı. Bu sırada uyanan Mûsâ Efendi, yaptığı hatâyı anladı ve sabahleyin Sün- bül Sinân hazretlerinin huzuruna gitmeye karar verdi. Sabahleyin Sünbül Sinân’ın câmisine gidip, vaaz ettiği kürsînin arkasına, o görmeden oturdu. Sünbül Sinân hazretleri, vaaz esnâsında Tâhâ sûresinin bâzı âyet-i kerîmelerini tefsire başladı. Tefsirden sonra; “Ey cemâat! Bu tefsirimi siz anladınız. Hattâ, Mçrkez Efendi de anladı!” buyurdu. Sonra aynı âyet-i kerîmeleri daha yüksek mânâlar vererek tefsir ettikten sonra tekrar; “Ey cemâat; Bu tefsirimi siz anlamadınız, Merkez Efendi de anlamadı.” buyurdu. Merkez Efendi, hakîkaten ikinci defâ anlatılanlardan bir şey anlamamıştı. Sünbül Sinân hazretleri, o gün Tâhâ sûresini yedi türlü tefsir etti. Merkez Efendinin kürsî arkasında olduğunu, zâhiren görmediği hâlde anlamıştı. Vaaz bitti, namaz kılındı, herkes câmiden çıktı. Sâdece Sünbül Efendi kalınca, Merkez Efendi huzûra varıp elini öptükten sonra af diledi. Sünbül Efendi de: “Ey Muslihuddîn Mûsâ Efendi! Biz seni genç ve kuvvetli biri sanırdık. Meğer sen ve hanımın çok yaşlanmışsınız. Akşam bizi kapıdan içeri sokmamak için gösterdiğiniz gayrete ne dersiniz? Fakat, neticede kapı açıldı ve ikiniz de yere yuvarlandınız!” diye buyurunca, Merkez Efendi iyice şaşırdı. Pekçok özürler dileyerek ağlamaya başladı, affına sığınıp talebeliğe kabûl edilmesi isteğinde bulundu. Sünbül Efendi de kendisini kabul ettiğini, dergâhta hizmete başlamasını söyledi. Bundan sonra Merkez Efendi, hergün Sünbül Sinân’m dergâhına gelip ondan ders almaya ve hizmete başladı. Sünbül Efendinin sohbetleriyle yetişip evliyâlık makâmlarına yükseldi. İcâzet (diploma) aldı. Daha sonra İstanbul- Aksaray’da Kovacı Dede Dergâhında talebe yetiştirmeye başladı. Çok kerâmetleri görüldü.Merkez Efendi, hocası Sünbül Sinân’m kızı Rahîme Hâtûnla evlenmek isteği olduğunu bildirince, Sünbül Efendi; “Bir deve yükü altın getirebilirseniz kızımızı veririz!” dedi. Merkez Efendi, bir devenin üzerine iki çuval toprak doldurdu. Devenin yularını çekerek Sünbül Efendinin kapısına getirdi. Çuvalları kapıda boşalttığında, çuvaldan toprak yerine çil çil altınlar döküldü. Sünbül Efendi ve çocukları, altınlara dönüp bakmadılar bile. Fakat hocası, Merkez Efendiye; “Ey Mûsâ Efendi maksadımız altın değildi. Evdekilerin de derecenizin yüksekliğini anlamalarıydı. İmtihânı kazandın.” buyurdu. Sünbül Efendi, çok sevdiği kızı Rahîme Hâtunu, yine çok sevdiği talebesi Merkez Efendiye nikâh etti ve evlendirdi. Yavuz Sultan Selim’in kızı Şah Sultan, İstanbul’da Eyüp Bahariye’de onun adına bir câmi ve yanma medrese yaptırdı. Merkez Efendi buraya tâyin edildi. Bir müddet orada talebe yetiştiren Merkez Efendiye Kânûnî Sultan Süleymân Han, Top- kapı surlarının dışında yaptırdığı tekkede vazîfe verdi. Orada da talebe yetiştiren Merkez Efendi, Kânûnî Sultan Süleymân Hanın annesinin isteği ve Sünbül Efendinin tenbihi üzerine Manisa’ya gitti. Vâlide Sultanın Manisa’da yaptırdığı imâretin yanındaki dergâhta hocalık yaptı. Tıb bilgisi kuvvetli olan Merkez Efendi, Manisa’da bulunduğu sırada kırk bir çeşit baharâttan meydana gelen bir mâcûn yaptı. Hastalar, bu mâcûnu yiyerek şifâ bulurdu. İlkbaharda yetişen çiçeklerden de istifâde edilerek yapılan bu mâcûnu almak için, çevre kasabalardan gelirlerdi. Mesîr mâcûnu diye şöhret bulan bu mâcûn, şimdi de yapılmaktadır. Merkez Efendi, talebelerini iyi yetiştirmek için çok gayret gösterirdi. Talebelerine zâhirî ilimleri öğrettiği gibi, nefslerini terbiye etmek için ri- yâzet ve mücâhedeler yaptırırdı. Çocuklara karşı çok şefkatliydi. Cebinde şeker, yemiş gibi şeyler
bulundurur, çocukları gördüğü yerde dağıtarak onları sevindirirdi. Çocuklara buyururdu ki: “Benim için hayır duâ ediniz. Siz günâhsız mâsum- sunuz. Sizin duâlannızı cenâb-ı Hak kabûl eder. Bu yüzü kara, sakalı ak ihtiyâr için duâ ediniz ki, kı- yâmette yüzü ak olsun.” Çocuklar duâ edince de; “Yâ Rabbî! Bu mâsumların duâlarını red eyleme.” diye Allahü teâlâya yalvarırdı. Bütün hayvanlara karşı da çok merhametli idi. Merkebe suyunu verir, tavuklara yem atardı. Merkez Efendi, bülûğ çağma geldiği günden, ömrünün sonuna kadar, hiç cemâatsiz namaz kıl- mamıştır. Eğer öğle ve yatsı namazlarında cemâate yetişememişse, namazını kılmış olanlardan birkaç kimseye; “Hayâtımda hiç cemâatsiz farz namaz kılmadım. İmâm olayım da sîzlerle namaz kılalım. Aynı namazı tekrar kılmanın zarârı olmaz. Sonra kıldığınız nâfile olur.” buyururdu. Merkez Efendinin ömrü; hep ibâdet etmekle, insanlara hakkı, doğruyu anlatmakla, Ehl-i sünnet îtikâdım yaymakla, hayr ve hasenât yapmakta halka ön ayak olmakla, fakir ve zayıfları himâye etmekle geçti. Merkez Efendi, senelerce dergâhta talebelere ders vererek, onlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirdi. Zaman zaman İstanbul’un çeşitli câmilerinde halka vaaz ve nasihatlerde bulundu. Vaazında câmiler dolar taşar, boş yer kalmazdı. Halvetiyye yolu büyüklerinden Sünbül Sinân Efendinin meşhur talebelerinden olan Merkez Efendi 1552 (H.959) yılında İstanbul’da vefât etti. Cenâze namazını; “Dünyâda bu kimseyi riyâsız olarak görmüştük.” buyuran şeyhülislâm Ebüs- sü’ûd Efendi kıldırdı. Nâşı büyük bir kalabalık tarafından uzun bir süre omuzlarda taşınıp, Topkapı surlarının dışında kendi yaptırdığı câminin türbesine defnedildi.
MERKANTİLİZM
15
Eki