İbret nazarıyla önümde
taşlaşmış bir emel gibi
duran taşlara baktım;
k i m i n i n r e n g i
siyahlaşmaya başlamış,
üstünde yosun cinsinden
yeşil maddeler peyda
olmuştu. Kimi bir asrı
geçen bir zamandan beri
a y a k t a d u rm a k ta n
yorulup bir tarafa eğilmiş,
kimisi de o uzun dikilişten büsbütün takati
kesilerek boylu boyunca yere uzanmıştı. Ben
taşlara baktıkça onlar da nazarlarım benden
tarafa çevirdiler; hepsinin sessiz buluşması
birer canlı konuşma kesildi; hepsinin vaziyeti
hüzünlü bir yüzü andırıyordu. Gerek bu
manzaranın, gerek rutubetli topraktan yayılan
bir ahiret kokusunun tesiriyle kalbimde türlü
türlü hisler peyda olmaya haşladı. Kabirlerin
üstünü yoğun bir ruh halinde istila eden ince
mavi bir sis tabakasının titreşimleri arasmda
ilerlemeye başladım. Seksenini geçkin olduğu
halde bundan yirmi beş sene evvel ailemize
veda ederek ebedi
u z le tin e ç e k ilen
büyük babamın son
sığmağı göründü. O
fani pir güya o gün
k en d isin i ziyaret
edeceğimi haber
almış da ağabani
sarığım sarmış, beyaz
e n t a r is in i, ş a llı
cübbesini giymiş
oldu ğu halde mezar taşma dayanmış benim
gelmemi bekliyordu. Uzaktan geldiğimi
görünce hüzün ve sevinçten doğan bir üzüntü
titremesi, bir titreme sadası “Ah evladım, sen
misin?” ile hasretli nidasını tekrar etmekte,
sevimli gözlerinden süzülen yaşlarla kabrinin
temiz toprağını ıslatmaktaydı.
Büyükbabacığımm nurani yüzü, süt gibi
sakalı, çatık kaşları, güya hiç ölmemiş gibi
gözümün önünde canlandı. Ş e fk atli
nidasındaki ince titrek lik kulağımda
yan kıl anıyordu. Ruhaniyetine yönelerek pak
ruhuna bir F a tih a hediye eyledim.
Kahir Taşları
18
Eki