EBÛ LÜBÂBE; Eshâb-ı kirâmın meşhurlarından.
İsmi, Rifâ’a bin Abdülmünzir’dir. Adının Beşir
olduğu da söylenir. Künyesi, Ebû Lübâbe’dir.
Hazret-i Ali’nin hilâfeti zamânında vefât ettiği
bildirilmektedir. Annesi Zeyneb binti Hizâm’dır.
Sâib ve Abdurrahmân isminde iki oğlu vardı.
İkinci Akabe Bîatında, Medîneliler arasında
hazret-i Ebû Lübâbe de vardı. Resûlullah efendimiz,
bu bîatta bulunanlardan on iki kişiyi kendi kavimlerine
nakîb, yâni temsilci seçti. Bu on iki kişi
arasında bulunan Ebû Lübâbe radıyallahü anh,
Peygamber efendimizin birçok gazâlarına katıldı.
Bunların ilki olan Bedr Gazâsmda büyük kahramanlıklar
gösterdi. Hazret-i Ebû Lübâbe, Benî
Kaynuka, Sevik ve Hendek gazâlarından sonra,
Benî Kureyzâ Gazâsmda da bulundu. Peygamber
efendimiz, Benî Kureyzâ Gazâsmda Yahûdîlerle
görüşmek üzere onu gönderdi. Orada Yahûdîlere
gizli kalması gereken bir husûsu istemeyerek söyledi.
Yaptığına pişman olarak Medine’ye geldi.
Mescîd-i Nebevî’ye girerek kendini bir direğe bağlattı.
Tövbe edip tövbesi kabul oluncaya kadar
yerinden ayrılmayacağına dâir söz verdi.
Hazret-i Ebû Lübâbe’nin düştüğü bu hatâ ile ilgili
olarak şu âyet-i kerîme nâzil oldu: “Ey îmân
edenler! Allahü teâlâ ve Resûlüne hâinlik etmeyin.
Bile bile aranızdaki emânetlere de hâinlik
etmeyin.” (Enfâl sûresi: 27)
Bir hafta hiçbir şey yemeyip, kulakları işitemeyecek
hâle geldi. Ebû Lübâbe bu durumları yaşarken,
onun Yahûdîlerin yanında olduğunu sanan
Müslümanlar da dönmesini bekliyorlardı. Aradan uzun bir zaman geçmesine rağmen, Ebû Lübâbe
dönmedi. Nihâyet durumdan haberdâr olunup,
Resûlullah’a arz edildi. Peygamber efendimiz;
“Eğer doğruca yanıma gelseydi, bağışlanmasını
Allahü teâlâdan dilerdim. Mâdem ki, o kendisini
bağlatmış, artık Allahü teâlâ tövbesini
kabul edinceye kadar onu bulunduğu yerde bırakırım.”
buyurdu. Ebû Lübâbe bu şekilde direğe
bağlı olarak altı gece kaldı. Ancak, her namaz
vaktinde hanımı gelip, bağlarını çözer, namazını
kıldıktan sonra, yine direğe bağlardı.
Peygamber efendimiz, Benî Kureyzâ Harbinden
dönmüş, Ümm-i Seleme’nin odasındaydı. O sırada,
Ebû Lübâbe’nin tövbesinin kabul olduğuna
dâir âyet-i kerîme nâzil oldu (indi). Âyet-i kerîmede
meâlen; “Onlardan diğer bir kısmı da günâhlarını
îtirâf ettiler ve (evvelce yapmış oldukları)
iyi bir ameli sonradan yaptıkları başka
bir kötü (nifak) ile karıştırdılar. Olur ki, Allahü
teâlâ onların tövbelerini kabul eder. Çünkü
Allahü teâlâ Gafûr’dur (çok bağışlayıcı), Rahîm’dir.”
buyruldu. (Tevbe sûresi: 102)
Ebû Lübâbe’nin tövbesinin kabul olduğunu
duyan herkes, iplerini çözüp salıvermek için Ebû
Lübâbe’ye doğru koştular. Ebû Lübâbe, bunu kabul
etmedi. “Vallahi Resûlullah efendimiz bizzât
kendi mübârek eliyle beni bırakmadıkça buradan
ayrılmam!” dedi. Peygamber efendimiz namaza
giderken, uğrayıp salıverdiler.
Ebû Lübâbe, Benî Kureyzâ Gazâsından sonra
Mekke fethine katıldı. O zaman, Amr bin Avfoğullarınm
bayrağını taşıyordu. Tebük Gazâsmda ve
Vedâ Haccında da bulunan Ebû Lübâbe, Resûlullah
efendimizin âhireti teşriflerini de gördü. Bundan
sonra savaşlara katılmadı. Medîne’de kalıp,
Evs kabilesinin temsilcisi olarak, halîfelerin istişâre
heyetlerinde (danışma kurullarında) yer aldı.
Şefkât ve merhâmeti çok olan Ebû Lübâbe, güzel
bir ahlâka sâhipti. Emr-i mârûf ve Nehy-i anilmünker
(iyiliği emr edip, kötülükten alıkoyma)
vazîfesini yerine getirme husûsunda pek titizdi.
Bugün Medîne-i münevverede Ebû Lübâbe’nin
kendisini bağladığı direğin yerinde taştan bir sütun
olup, üzerine, Ebû Lübâbe ismi yazılmıştır.
EBÛ LÜBÂBE
18
Eki