wiki

OSMÂN-I ZİNNÛREYN

OSMÂN-I ZİNNÛREYN; Eshâb-ı kirâmın
en büyüklerinden ve Peygamberimizin dâmâdı,
üçüncü halifesi. 577 senesinde Mekke’de doğdu.
Babası Affân olup, Kureyş kabilesinin Benî Ümeyye kolundandır. Annesi ise Ervâ binti Küreyz’dir.
Hem ana hem baba yönünden soyu, Abdülmenaf
ta Peygamber efendimizin temiz nesebiyle birleşir.
Dünyâdayken Cennetle müjdelenen on kişiden
biridir. Hazret-i Rukayye’den Abdullah isminde
bir oğlu olmuş, bu sebeple Ebû Abdullah
künyesiyle tanınmıştır.
Osmân-ı Zinnûreyn, ilk Müslüman olanların
beşincisidir. Müslüman olmadan önce ticâretle
uğraşırdı. Zengin bir tüccar olup, mükemmel ve zarif
bir cemiyet insanı idi. Kabîlesi arasında geniş
bir çevresi ve büyük îtibârı vardı. İslâmiyet gelmeden
önce, hazret-i Ebû Bekr ile yakın arkadaş
ve dost idi. Ona karşı içten bir sevgi besler, iş husûsunda
da görüşüp konuşurlardı. O da hazret-i
Ebû Bekr gibi câhiliyye devrinin her türlü kötülüklerinden
uzak durmuştur. Ebû Bekr Müslüman
olduktan sonra o da onun teşvikiyle Müslüman
oldu. Müslüman oluşunu kendisi şöyle anlatır:
“Benim bir teyzem vardı. Kâhindi. Bir gün
onun evine varmıştım. Bana dedi ki: “Sana bir
hâtûn nasip olacak ki, ne sen ondan önce bir hâtûn
görmüş olursun, ne de o, senden önce bir erkek
görmüş olur. Güzel yüzlü ve zâhide bir hâtûn olup,
bir büyük peygamber kızı olsa gerektir.” Ben, teyzemin
bu sözüne hayret ettim. Yine bana dedi ki:
“Bir peygamber geldi. O’na gökten vahy nâzil oldu.”
Ben dedim ki: “Ey teyzem, böyle bir sır, şehirde
hiç duyulmadı. Ö hâlde bu sözü açık söyle.”
O zaman dedi ki; “Abdullah’ın oğlu Muhammed’e
peygamberlik geldi. Halkı dîne dâvet eder. Çok zaman
geçmez ki, O’nun dîniyle âlem nûrlanır. O’na
karşı gelenin başı kesilir.”
Teyzemin bu sözleri, bana çok tesir etti. Endişeye
düştüm. Ebû Bekr ile, aramızda büyük bir
dostluk vardı. Birbirimizden hiç ayrılmazdık. Bu
meseleyi görüşmek üzere, iki gün sonra, hemen
Ebû Bekr’in yanma gittim. Teyzemin söylediklerini
O’na söyledim. Ebû Bekr bana dedi ki: “Yâ Osman!
Sen akıllı bir kimsesin. Hiç görmez ve işitmez
ve bir şeye fayda ve zarar vermez olan birkaç
taş tanrılığa nasıl lâyık olur?” Ben; “Doğru söylüyorsun,
teyzemin sözü gerçektir.” dedim.”
Hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Osman’a Islâmiyeti
anlattıktan sonra O’nu Resûlullah’ın huzûruna götürdü.
Peygamber efendimiz hazret-i Osman’a şöyle
buyurdu: ” Yâ Osman! Hak teâlâ seni Cennete
misâflrliğe dâvet ediyor. Sen de icâbet eyle
(kabul et). Ben bütün insanlara hidâyet rehberi
olarak gönderildim.” Hazret-i Osman, Resûlullahm
yüksek hâlleri ve güler yüzle söylediği
sözler karşısında kendinden geçip, büyük bir şevk
ve teslimiyetle; “Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü
enne Muhammeden abduhü ve resûlüh.” deyip
Müslüman oldu. Sonra da daha önce Şam’a
gittiği sırada gördüğü bir rüyâyı şöyle anlattı: “YaResûlallah! Biz Muân ile Zerkâ denilen yer arasındaydık,
bir ara orada uyumuştuk. O sırada; “Ey
uyuyanlar! Uyanın! Ahmed Mekke’de zuhûr etti.”
diye nidâ eden bir ses işittik. Mekke’ye gelince de
sizin Peygamber olarak gönderildiğinizi öğrendik.”
Hazret-i Osman Müslüman olduktan sonra,
diğer Müslümanlar gibi o da çeşitli işkencelere
uğradı. Bilhassa amcası tarafından çok işkence
yapıldı. Müslüman olduğu için amcası, onu iple belinden
ağaca bağlayıp, yoruluncaya kadar kırbaçla
döverdi. O bütün bu işkencelere sabreder hep kelime-
i şehâdet okurdu. Müslüman olduktan sonra,
Peygamberimizin kızı Rukayye ile evlendi. Peygamberimizin
kızları Rukayye ve Ümmü Gülsüm
daha önce Ebû Leheb’in oğulları Utbe ve Uteybe
ile nişanlanmışlardı» Peygamberimiz, insanları
Müslüman olmaya dâvete başlayınca, Ebû Leheb
düşmanlık etmeye başladı. Oğulları da düşmanlık
edip, Resûlullah’ın kızlarını almaktan vazgeçtiler.
Böylece Resûlullah’ı sıkıntıya düşürmek istediler.
Bunun üzerine vahy gelerek Rukayye hazreti
Osman’a nikah edildi.
Hazret-i Osman Müslüman olunca, müşrikler
tarafından yapılan işkencelere uzun zaman tahammül
edip, Habeşistan’a hicret etmeye izin verilince
hanımı Rukayye radıyallahü anhâ ile Habeşistan’a
hicret etti. Böylece Habeşistan’a ilk hicret
eden Müslümanlardan oldu. Bir müddet sonra
Mekke’ye dönüp, ikinci olarak tekrar Habeşistan’a
hicret etti. Bu ikinci hicretten sonra da Mekke’ye
dönüp, son olarak Medîne’ye hicret etti. Böylece
dîni uğruna üç kere hicret etti.
Medîne’ye hicretten sonra Eshâb-ı kirâm arasında
en zengini hazret-i Osman idi. Hicretin ilk
günlerinde su sıkıntısı çekilmişti. Hazret-i Osman
bir Yahûdî tarafından suyu parayla satılan Rûme
kuyusunu o zamanki parayla kırk bin dinara satın
alıp, Müslümanların su ihtiyacını karşılamak için
vakfetti. Bedir Savaşı hâriç bütün savaşlarda bulundu.
Hudeybiye Antlaşmasında Mekke’ye elçi
olarak gönderildi. Tebük Seferinde on bin kişilik
İslâm ordusunun, bütün ihtiyaçlarını karşılayıp
donattı. Ayrıca bin altın da p^ra yardımında bulundu.
Bütün malını İslâmiyetin yayılması, insanların
kurtulması, saâdete kavuşması için Allah
yolunda harcadı.
Bedir Savaşı yapıldığı sırada, Peygamberimizin
kızı olan, hanımı hazret-i Rukayye’nin ağır
hasta olması sebebiyle, Bedir Savaşma katılmasına
izin verilmedi. Zafer haberi geldiği gün hazreti
Rukayye vefât etti. Hazret-i Osman’ın Rukayye’den,
Abdullah adında bir oğlu olup, hicretin
dördüncü yılında altı yaşında vefât etti. Peygamberimiz,
kızı Rukayye’nin vefâtından sonra diğer
kızı Ümmü Gülsüm’ü hazret-i Osman ile evlendirdi. Böylece Peygamberimizin iki kerîmesiyle
evlenme nîmetine kavuştuğu için, iki nur sâhibi
mânâsına “Zinnûreyn” denildi. Hicretin dokuzuncu
yılında Ümmü Gülsüm de vefât edince Peygamberimiz;
” Yâ Osman bir kızım daha olsaydı,
onu da sana verirdim.” buyurdu.
Hazret-i Osman, Peygamberimizin vahiy kât
ipler indendi. Güzel yazar, güzel konuşur ve çok
kuvvetli bir hatipti. Dâimâ Kur’ân-ı kerîm okur, ondan
çeşitli meseleler çıkarırdı. Kur’ân-ı kerîmi
hıfzı (ezberi) çok kuvvetliydi. Namazda bir rekatte
bütün Kur’ân-ı kerîmi okuyan dört kişiden biri
de odur. Çok okuduğu için iki mushaf elinde eskimiştir.
İslâmiyet yayılmaya başlayınca, her taraftan
Müslümanlar çoğalıp Medîne’ye geliyordu. Peygamber
efendimizin mescidi dar gelmeye başlamıştı.
Bunun üzerine Resûlullah; “Bizim mescidimizi
bir zırâ olsun genişleten Cennete gider.”
buyurdu. Hazret-i Osman; “Yâ Resûlallah, malım
mülküm sana fedâ olsun. Mescidi genişletme işini
üzerime alıyorum.” dedi. Mescidi kırk zırâ (20
metre) genişletti ve bütün masraflarını karşıladı.
Bunun üzerine Tevbe sûresinin; “Allah’ın mescitlerini
ancak, Allah’a, âhiret gününe inanan,
namaz kılan, zekat veren ve yalnız Allah’tan
korkan kimseler tâmir eder. İşte hidâyet üzere
bulunanlardan oldukları umulanlar bunlardır.”
meâlindeki on sekizinci âyeti nâzil oldu.
Ekseriyetle Peygamberimizin yanından ayrılmadı.
Vedâ Haccmda da Resûlullah efendimizle
berâberdi. Peygamberimizin vefâtından sonra hazret-
i Ebû Bekr’e bîat edip onun halîfeliği sırasında
meşveret meclisinde bulundu. Ebû Bekr-i Sıddîk’in
kendisinden sonra hazret-i Ömer’in halîfe olmasınıbildirdiği ahitnâme hazret-i Osman tarafından
yazılıp hazırlandı. Hazret-i Ömer’in yaralandığında,
içlerinden birini kendisinden sonra
halîfe seçmeleri için tâyin ettiği altı kişiden biriydi.
Bu heyet tarafından hicretin 24. yılında (m. 644)
senesinde Muharrem ayının birinci günü halîfe
seçildi ve bîat olundu.
12 sene hilâfet makâmında kalan Osman radıyallahü
anh cesurdu. Hiçbir felâket karşısında
sarsılmamıştır. Bunun için halîfeliği de başarılı
geçmiştir. Bilhassa halîfeliğinin ilk yılları. İslâm
târihinde altın bir devir teşkil eden Ebû Bekr ve
Ömer radıyallahü anhümâ devirlerinin bir devamıydı.
Devrinde birçok fetih yapılmıştır. Horasan,
Hindistan, Mâverâünnehr, Kafkasya, Kıbrıs
Adası ve Kuzey Afrika’nın birçok yeri, onun devrinde
İslâm topraklarına katılmıştır.
Yine onun halîfeliği sırasında Şam’da vâlilik
yapan hazret-i Muâviye komutasındaki ordu Kıbrıs
Adasını alarak Akdeniz’de önemli bir mevki elde
etti. O zaman Bizans’ın hükümet merkezi olan
İstanbulda hazret-i Muâviye tarafından kuşatıldı.
Hazret-i Osman herkese lâyık olduğu vazifeyi
verirdi. Onun tâyin ettiği vâlileri, emirleri, onu
sevmekte ve emirlerini yapmakta, askerlikte ve
memleketleri fethetmekte, çalışkanlıkta en seçme
kimselerdi. Onun zamânında İslâm memleketleri
batıda İspanya’ya kadar, doğuda Kabil ve
Belh’e kadar genişletildi. İslâm orduları denizde ve
karada büyük zaferler kazandı.
Hicaz’daki ve Irak’taki bakımsız yerleri, güvendiği
kimselere ve yakınlarına verip, zirâat âletleri
de temin ederek çalıştırırdı. Millete çok toprak
kazandırarak zirâatı geliştirip, bağlar, meyve bahçeleri
yetiştirdi. Kuyular kazdırıp, kanallar açtırdı.
Arabistan’ın kuru topraklan onun zamânında en
bereketli yerler gibi olmuştu. Emniyet ve huzur da
böylece kendiliğinden meydana gelmişti. Hanlar
misafirhâneler yapılmıştı. Ticâret ve nakliyatta
kolaylık da, bunlara bağlı olarak gelişmişti. Mal,
servet artıp iş hayâtı canlandı. Onun zamânındaMedine’de tarla sürmeyen, bağ yetiştirmeyen kimse
kalmadı. Bu bereketi ve huzûru gören Eshâb-ı
kirâm, hazret-i Osman’ı çok takdir ettiler. Hazret-
i Osman’ın hizmetlerinden biri de hazret-i Ebû
Bekr’in biraraya toplattığı Kur’ân-ı kerîm nüshasından,
altı nüsha daha yazdırıp, büyük İslâm merkezlerine
göndermesidir. Bu bakımdan ona Nâşir-
ül Kur’ân (Kur’ân’ın yayıcısı) denilmiştir. Hazret-
i Ömer’in hilâfeti zamânı olan on sene ile
İmâm-ı Osman’ın on iki senesinden ilk altısı, refâh
ve istirahatla geçerek, İslâm memleketlerinin hepsinde
dînî hükümler uygulandı ve İslâm dünyâsı
çok genişledi. Hattâ, bütün Arabistan ve Afrika’nın
büyük bir kısmı, İslâm memleketinin bir
parçası olmuş, Trablusgarb, Fizan, Bingazi, Tunus,
Cezayir, Fas, Merakeş, Dimyat, Zeyyad, Aden,
San’a, Asir, Bahreyn, Hadramût, Katif, Need, bütün
Irak, Sind, Semerkand, Hive, Buhârâ ve Türkistan,
İran, Kafkasya İslâmın idâresi altına girerek,
İslâm sancağı, İstanbul surlarının önüne kadar
götürülmüştü. Fethedilen memleketlerin ahâlisi
de seve seve Müslüman olmakla şereflendiklerinden
İslâm nüfûsu pek artmış, milyonları aşmıştı.
Bu kadar genişlik ve çokluk sebebiyle fikirlerde
ayrılık çoğalmış, düşünüş tarzları, idrâk şekilleri
arasında farklılıklar baş göstermişti. Müslüman
şekline giren münâfıklann körüklemesiyle halîfeye
karşı çıkan isyan yüzünden hazret-i Osman’ın hilâfetinin
son altı senesi karışık ve gürültülü geçti.
Yahûdîler ve diğer İslâm düşmanları, çeşitli ihtilaflar
çıkararak, fitne ve fesadı yaymak teşebbüsüne
geçtiler. Fitnenin ve fesadın en büyük kaynağı
Mısır’da idi. Buradaki fitne hareketini, Yemenli bir
Yahûdî olan Abdullah ibni Sebe adındaki bir münâfık
yapıyordu. Her tarafa yerleştirdiği adamları
ile temas hâlinde olup, fitnenin yayılması için her
yola başvuruyordu. İslâmiyeti içerden yıkmak için
faaliyete geçen Abdullah ibni Sebe, önce Basra ve
Kûfe’de gizli teşkilât kurdu. Daha sonra Medîne’ye
gelip, orada bir takım fitne ve karıştırıcılık
faaliyeti göstermek istediyse de, tutunamayıp, Mısır’a
kaçtı. Mısır’da yıkıcı faaliyetlerini devam ettirmek
üzere, kendisi gibi fitneci kimseleri etrâfına
topladı ve faaliyete geçti. Burada fitnenin ilk tohumlarını
atıp, Sebeiyye fırkasını ortaya çıkardı.
Kurduğu gizli teşkilâtla, câhil ve başıboş Mısır
kıbtilerini aldatarak bir çapulcu alayı topladı. Âsilerden
on üç bin kişi, Medîne-i münevvere şehrini
sarmaya kadar ileri gidip, halîfeye, hilâfetten çekilmesini
teklif etmişlerdir. İmâm-ı Osman ise;
“Server-i âlemin bana giydirdiği elbiseyi, elimle çıkarmam.”
buyurdu ki, Sahâbe-i kirâmm hepsinin
ve Tâbiîn-i kirâmm içtihatları da böyle idi.
Fakat, âsiler iknâ edilemedi. Hicretin otuz
beşinci senesinde Medîne’ye gelerek, halîfenin
evini kuşattılar, Muhâsara, kırk gün devam etti.
Hazret-i Haşan ve Hüseyin ile hazret-i Talha, halîfe-
i müslimînin kapısında nöbet tuttular. Nihayet
âsiler, komşu duvarından aşarak içeriye girdiler.
Hazret-i Osman oruçlu olup, Kur’ân-ı kerîm
okuyordu. Âsilerden Mısırlı Gâfiki, Halîfe’nin
üzerine atılıp şehit etti. Bu arada hanımı Nâile’nin
de parmaklan kesildi. Hazret-i Osman böylece
âsiler tarafından şehit edildi. Âsiler, Halîfenin
evini soydular. Devlet hâzinesi olan beytülmâlı
da yağma ettiler. Âsiler, Medîne-i münevvereyi
kana buladılar. Halîfenin cenâzesi, üç gün
defnedilemedi. Nihâyet Zübeyr on yedi kişiyle cenâze
namazını kıldıktan sonra, Bakî Mezarlığına
defnettiler. Şehit olduğu zaman 82 yaşında bulunuyorlardı.
Hazret-i Osman’ın şehit edilme haberi, İslâm
ülkesinde büyük üzüntüye yol açtı. Her tarafta
büyük bir huzursuzluk ve hüzün başladı. İslâm
düşmanları fitneyi çıkarmışlar, kinlerini kusmuşlardı.
Hazret-i Osman’ın şehit edildiği zamâna
kadar tam bir birlik içinde olan Müslümanlar arasında
bâzı kimseler ayrılarak şii, hârici gibi fırkalara
bölündüler. Peygamberimizin bildirdiği ve
Eshâb-ı kirâmm tâbi olduğu doğru yoldan ayrılmayan
Müslümanlar ise, fitneyi yok etmek için
büyük gayretler gösterdiler. Doğru yoldan aslâ
sapmadılar.Hazret-i Osman dâimâ adâletli davrandı. Müslümanların
rahatı için büyük titizlik gösterdi. Fitne
hareketine birtakım ithamlarla başlayan âsilerin
her türlü bozuk iddialarına, iknâ edici cevaplar
verip, delillerini gösterdi. Fakat âsilerin maksadı
karışıklık çıkarma ve fitne yaymak olduğundan
hicretin 35. yılında hazret-i Osman’ı şehit ettiler.
Onun şehit olmasından sonra hazret-i Ali halîfe seçildi.
Hadîs-i şerîflerde hazret-i Osman hakkında
buyruldu ki: 11 Her peygamberin Cennette bir
arkadaşı vardır. Benim arkadaşım da Osman’dır.”
Resulullah, kızı Rukayye’yi hazret-i Osman’a
verdikten bir zaman sonra, kızına; “Osman bin
Affân’ı nasıl buldun?” dedi. ’’Hayırlı, iyi gördüm.”
dedi. “Ey cânım kızım! Osmân’a çok saygı
göster. Çünkü, Eshâbım arasında, ahlâkı bana
en çok benzeyen odur!” buyurdu.
Hazret-i Osman, hilm ve hayâsıyla meşhurdur.
Mârifet ilminde gâyet mâhirdi. Peygamber efendimiz
bir defâsında onun için; “Osman’dan gökteki
melekler hayâ ederler.” buyurdu.
Yine buyurdu: “Bütün melekler benimle iftihar
ederler. Ben de Osman bin Affân ile öğünürüm.”
Resûlullah hazret-i Osman’a buğz eden
bir kimsenin cenâze namazını kılmamıştır.
Resûlullah Efendimiz bir hadîs-i şerîfte;
“Ben Allahü teâlânın huzûrunda, hazret-i Osman’ın
düşmanlarının hasmıyım, onlara karşıyım.”
buyurdu. Yine buyurdu ki: “Biz Osman
bin Affân’ı, Allahü teâlânm halili ve kerim
olan babamız İbrâhim aleyhisselâma benzetiyoruz.”
Abdullah bin Abbâs, Resûlullah’ın; “Yâ Rabbi,
Osman’ı kıyâmet gününün sıkıntılarından
kurtar, ona rahatlık ver. O bizim birçok sıkıntımızı
gidermiştir.” buyurduğunu bildirmiştir.
Bir hadîs-i şerîfte de; “Osman’ın şefâati sâyesinde,
Cehennemi hak etmiş yetmiş bin kişi,
hesapsız Cennete girecektir.” buyrulmuştur.
Hazret-i Osman’ın menkıbelerinden bâzıları
şöyledir:
Herkese adâletle davranmaya çok dikkat ederdi.
Birgün bir kölesinin kulağını çekti. Kölenin
kulağı acıyıp şöyle dedi: “Efendim, herkesin birbirinden
hakkını alacağı kıyâmet gününü düşününüz.”
Bu söz hazret-i Osman’a çok tesir etti.
“Gel, sen de benim kulağımı çek, ödeşelim.” buyurdu.
Köle, hazret-i Osman’ın kulağını çekti. Hazreti
Osman; “Biraz daha çek!” deyince Köle; “Siz
kıyâmet gününü düşünerek korktunuz. Ben de o
günkü hesaptan korkuyorum.” dedi.
Bunun üzerine kölesini âzâd edip, serbest bıraktıHazret-i Osman cömert, hayâ sâhibiydi. Gecenin
bir kısmında uyur, sonra ibâdete kalkardı.
Gündüzleri de oruçlu geçirirdi. Muhtaç olanlara bol
bol yemek yedirir, kendisi de evde sirke ile zeytinyağı
yerdi. Halife iken, deveye binince kölesini
de arkaya alır, böyle yaptığı için çekinmez sıkılmazdı.
Kabristana uğradığı zaman oturur, ağlardı.
Öyle ki sakalı ıslanırdı.
Hazret-i Osman bir defâsında Resûlullah’ın
evinde hiç yiyecek kalmadığını işitmişti. Hemen
bir semiz koyun, bir miktar bal ve bir çuval un alıp
hazret-i Aişe’nin evine götürdü. Hazret-i Aişe’ye
şöyle dedi: “Ey müminlerin annesi, Resûl-i ekremin
bunu diğer hanımları arasında paylaştıracağını
zannediyorum. Hiç paylaştırmasın çünkü ben onlara
da bunların aynısını gönderdim dedi. Peygamber
efendimiz eve gelip durumu öğrenince;
“Yâ Rabbi Osman’ın geçmiş, gelecek, gizli, âşikâr,
bütün günahlarını affet.” diyerek duâ etti.
Hazret-i Ali, hazret-i Fâtıma ile evleneceği
zaman düğün masrafı yapmak üzere zırhını satılması
için pazara göndermişti. Hazret-i Osman pazardan
geçerken hazret-i Ali’nin zırhını tanıdı.
Tellalı çağırıp bu zırhın sâhibi buna ne kadar para
istiyor? diye sordu. Tellal dört yüz dirhem istiyor
dedi. Gel parasını verip alayım dedi. Evine gittiler,
zırhı alıp parasını verdi. Sonra bu zırhın yanına
dört yüz dirhem para koyup hazret-i Ali’ye
gönderdi ve şöyle haber yolladı: “Bu zırh senden
başkasına lâyık değildir. Bu dört yüz dirhemi de
düğününe harca bizi ma’zur gör…”
Bir defâsında Medîne’de kıtlık vardı. O sırada
hazret-i Osman’ın Şam’dan yüz deve yükü buğday
kervanı gelmişti. Eshâb-ı kirâm satın almak
için yanma gittiler. Hazret-i Osman sizden daha iyi
alıcım var ve sizden daha fazla veren var, ona vereceğim
dedi. Eshâb-ı kirâm durumu hazret-i Ebû
Bekr’e bildirip bundan üzüldüklerini söylediler.
Kıtlık zamânında böyle yapması uygun olur mu dediler.
Hazret-i Ebû Bekr; “Osman, Resûlullah’ın dâmâdı olmakla şeref kazanmıştır ve Cennette onun
arkadaşıdır. Siz onun sözünü yanlış anladınız berâber
gidelim.” buyurdu. Hazret-i Ebû Bekr yanına
gidip; “Yâ Osman, Eshâb-ı kirâm senin bir sözüne
üzülmüşler.” deyip durumu anlattı. Hazret-i
Osman; “Evet ey Resûlullah’ın halîfesi! Onlardan
iyi alıcı olan bire yedi yüz veriyor. Onlar bire yedi
veriyor. Biz bu buğdayı bire yedi yüz verip alana
verdik.” dedi. Bundan sonra yüz deve yükü
buğdayı Medîne’de bulunan fakirlere, Eshâb-ı kirâma
bedâva dağıttı. Yüz deveyi de kesip fakirlere
yedirdi. Hazret-i Ebû Bekr bu işe çok sevinip,
hazret-i Osman’ın alnından öptü.
Hazret-i Osman Peygamberimizden 146 hadîsi
şerîf rivâyet etmiştir. Rivâyet ettiği hadîs-i şeriflerden
bâzıları şunlardır:
Kıyâmet günü üç sınıf insan şefâat eder:
Bunlar, Peygamberler, âlimler ve şehitlerdir.
En hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir.
Bir kul her gün sabah ve akşam şu duâyı üç
defâ okursa, o kimse zararlardan korunur:
(Bismillahillezi lâ yedurru maasmihi şeyfün fil
ardı ve lâ fissemâi ve huvessemîul alim)
Buyurdu ki: “Dünyâ için üzülmek kalbe zulmet,
âhiret için üzülmek ise kalbe nûrdur.”
“Arifin alâmetlerindendir. Kalbi havf ve recâ,
dili hamd ve senâ, gözü yaşlı ve hayâlı, isteği günahları
ve dünyâyı terk ve nza üzerine olmaktır. İnsanların
en iyisi Rabbine kavuşmadan önce, Rabbini
kendinden râzı eden, içine girmeden önce
kendi kabrini en güzel yapandır.”
“İnsanların en iyisi, dünyâ onu terk etmeden,
dünyayı terk edendir. Rabbine kavuşmadan önce,
Rabbini kendinden râzı edendir.”
“İbâdetin tadını dört şeyde buldum: Allah’ın
farz kıldıklarını yapmada, yasaklarından sakınmada,
Allah’tan sevap bekleyerek emr-i ma’rûf
yapmada ve Allah’ın gadabından kaçınarak nehyi
münker etmede.”
“Dört şey vardır ki, dışı fazilet, içi farzdır:
Sâlihlerle düşüp kalkmak fazilet, onlara uymak
farz; Kur’ân okumak fazilet, onunla amel farz; kabir
ziyâreti fazilet, kabir için hazırlanmak farz,
hasta ziyâreti fazilet, vasıyyetini almak farzdır.”
“Ölümü bilip gülene, dünyânın fâni olduğunu
bilip ona rağbet edene, işlerin taktirle olduğunu bilip,
istediği olmayınca üzülene, hesâba inanıp mal
toplayana, Cehenneme inanıp günah işleyene, Allahü
teâlâya inanıp dünyâ ile rahatlayana, şeytanı
düşman bilip, ona itâat edene çok şaşarım! Eğer
gönüller mânevî pisliklerden temiz olsaydı, Kur’ânı
kerîmin zevkine doyulmazdı.”
“Beş vakit namazı vaktinde devam üzere kılana
dokuz şey ikram edilir: Allah onu sever, bedeni
sağlam olur, melekler onu korur, evine bereket iner, yüzünde sâlihler simâsı olur, Allahü teâlâ
kalbini yumuşatır, sıratı şimşek gibi geçer, Allahü
teâlâ; “Onlar için korku ve üzüntü yoktur.,
f zümresine onu ilhak eyler, Allahü teâlâ onu
Cehennemden korur.
On şey çok zâyi olmuştur: Sual sorulmayan
âlim, amel edilmeyen ilim, kabul edilmeyen doğru
görüş, kullanılmayan silah, içinde namaz kılınmayan
mescit, okunmayan mushaf, infâk edilmeyen
mal, binilmeyen vâsıta, dünyâyı isteyenin
içindeki zühd ilmi, içinde âhiret yolculuğu için
azık edinilmeyen uzun ömür.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir