Mûcizeleri: Hazret-i Muhammed’in Allah’ın peygamberi olduğunu açıklayan şâhitler sayılamayacak kadar çoktur. Allahü teâlâ; hadîs-i kudsîde; “Şen olmasaydın, hiçbir şeyi yaratmazdım.” buyurdu. Bütün varlıklar. Allah’ın varlığını, birliğini gösterdikleri gibi hazret-i Muhammed’in peygamber olduğunu ve üstünlüğünü de göstermektedirler. Ümmetinin evliyâsmda hâsıl olan kerâmetler, hep O’nun mûcizeleridir. Çünkü, kerâmetler, O’na tâbi olanlarda, O’nun izinde gidenlerde hâsıl olmaktadır. Hattâ, bütün peygamberler, O’nün ümmetinden olmak istedikleri için, daha doğrusu, hepsi O’nun nûrundan yaratıldıkları için, onların mûcizeleri de Muhammed aleyhisselâmm mûci- zelerinden sayılır. Muhammed aleyhisselâmm mûcizeleri, zaman bakımından üçe ayrılmıştır; Birincisi mübârek rûhu yaratıldığından başlayarak, peygamberliğinin bildirildiği (bi’set) zamânma kadar olanlardır. İkincisi, bi’setten vefâtma kadar olan zaman* içindekilerdir. Üçüncüsü, vefâtından kıyâmete kadar olmuş ve olacak şeylerdir. Bunlardan birincilere irhâs yâni, başlangıçlar denir. Her biri de ayrıca, görerek veya görmeyip akıl ile anlaşılan mûcizeler olmak üzere ikiye ayrılırlar. Bütün mûcizeler o kadar çoktur ki, sınırlamak, saymak mümkün olmamıştır. İkinci kısımdaki mucizelerin üç bin kadar olduğu bildirilmiştir. Bunlardan meşhur plan kırk bir! adedi aşağıdadır. . ’ ’ 1. Muhammed aleyhisselâmm mûcizelerinin en büyüğü Kur’ânVi. kerîmdir. Bugüne-kadar gelen bütün şâirler,” edebiyatçılar,’ Kur’ân-ı kerimin nazmında ve mânâsında âciz Ve hayran kalmış lardır. Bir âyetin benzerini söyleyememişlerdir. İçâzı ve belâgati insan sözüne benzemiyor. Yâni, bir kelimesi çıkarılsa veya bir kelime eklense, lafzındaki ve mânâsındaki güzellik bozuluyor: Bir kelimesinin yerine koymak için, başka kelime arayanlar bulamamışlardır. Nazmı Arap şâirlerinin şiirlerine benzemiyor. Geçmişte olmuş ve gelecekte olacak nice gizli şeyleri haber vermektedir. İşitenler ve okuyanlar, tadına doyamıyorlar. Yo- rulsalar da, usanmıyorlar. Okuması ve işitmesi, sıkıntıları giderdiği sayısız tecrübelerle anlaşılmıştır. İşitince kalplerine dehşet ve korku çökenler, bu sebepten ölenler bile görülmüştür. Nice azılı îslâm düşmanları Kurfân-ı kerîm’i dinlemekle, kalpleri yumuşamış, İmâna gelmişlerdir. İslâm düşmanlarından ve muattala, melâhide ve ka- ramita denilen Müslüman ismini taşıyan zındıklardan Kurfân-ı kerîm’i değiştirmeye, bozmaya ve benzerini söylemeye çalışanlar olmuş ise de, hiçbiri arzusuna kavuşamamıştır. Tevrât, İncil ise, insanlar tarafından her zaman değiştirilmiş ve yine değiştirilmektedir. Bütün ilimler ve tecrübe ile bu- lunamıyacak güzel şeyler ve iyi ahlâk ve insanlara üstünlük sağlayan meziyetler ve dünyâ ve âhi- ret saâdetine kavuşturacak iyilikler ve varlıkların başlangıcı ve sonu hakkında bilgiler ve insanlara faydalı ye zararlı olan şeylerin hepsi Kur’ân-ı ke- rîm’de açıkça veya kapalı olarak bildirilmiştir. Kapalı .olanlarını, erbâbı anlayabilmektedir. Se- mâvî kitapların hepsinde, Tevrâtfta, Zebûr’da ve İncîlfde bülunân ilimlerin ve esrânn hepsi Kur’ân- ı kerîm’de bildirilmiştir. Hazret-i Ali ve hazret-i Hüseyin bu ilimlerden çoğunu bildiklerini haber vermişlerdir. Kur’ân-ı kerîm’i okumak çok büyük bir nimettir. Allahü teâlâ, bu nimeti Habibi’nin (sevgili Peygamberinin) ümmetine ihsân etmiştir. Melekler bu nimetten mahrûmdur. Bunun için Kur’ân-ı kerîm okunan yere toplanıp dinlerler. Bütün tefsirler, Kur’ân-ı kerîm’deki ilimlerden çok azını bildirmektedirler. Kıyâmet günü, Muham- med aleyhisselâm minbere çıkıp Kur’ân-ı kerîm okuyunca, dinleyenler bütün ilimlerini ve sırlarını anlayacaklardır. (Bkz. Kur’ân-ı kerîm) 2. Muhammed aleyhisselâmm meşhur mûci- zelerinin en büyüklerinden birisi de, ayın ikiye ayrılmasıdır. Bu mûcize, başka hiçbir peygambere nasip olmamıştır. Muhammed aleyhisselâm elli iki yaşında iken, Mekke’de Kureyş kâfirlerinin elebaşıları yanma gelip; “Peygamber isen ayı ikiye ayır.” dediler. Muhammed aleyhisselâm herkesin ve hele tanıdıklarının, akrabâsınm îmân etmelerini çok istiyordu. Ellerini kaldırıp duâ etti. Allahü teâlâ, kabûl edip, ayı ikiye böldü. Yarısı bir dağın, diğer yarışı da, başka bir dağın üzerinde gö: ründü. Kâfirler; “Muhammed bize sihir yaptı.” dediler ve îmân etmediler.
3. Muhammed aleyhisselâm, bâzı gazâlannda, susuz kalındığı zaman elini suya sokmuş, parmakları arasından su akarak, suyun bulunduğu kap devamlı taşmıştır. Bâzan seksen, bâzan üç yüz, bâzan bin beş yüz, Tebük Gazâsında ise, yetmiş bin kimsenin hepsi ve hayvanları bu sudan içmişler ve kullanmışlardır. Mübârek elini sudan çıkarınca akması durmuştur. 4. Bir gün amcası Abbâs’ın evine gidip, onu ve evlâdını yanına oturtup, üzerlerini ihrâmı ile örterek; “Yâ Rabbi! Bu amcamı ve Ehl-i beytimi örttüğüm gibi, sen de, Cehennem ateşinden kendilerini koru!n dedi.. Duvarlardan üç kerre âmin sesi işitildi. 5. Bir gün, kendisinden mûcize isteyenlere karşı, uzaktaki bir ağacı çağırdı. Ağaç, köklerini sürüyerek gelip selâm verip; “Eşhedü en lâilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve- resûlüh.” dedi. Sonra, gidip yerine dikildi. 6. Hayber Gazâsında, önüne zehirlenmiş,koyun kebabı koyduklarında; “Yâ Resûlallah! Beni yeme, ben zehirliyim” sesi işitildi. 7. Bir gün elinde put bulunan kimseye; “Put bana söylerse, îman eder misin?” dedi. Adam; “Ben buna elli senedir ibâdet ediyorum. Bana hiçbir şey söylemedi. Sana nasıl söyler?” dedi. Muhammed aleyhisselâm; “Ey put, ben kimim?” deyince;-“Sen Allah’ın peygamberisin.” sesi işitildi, putun sahibi,’ hemen îmâna geldi. 8. Medine’de, mescitte dikili bir odun vardı. Hutbe okurken, bu direğe dayanırdı. Minber yapılınca, direğin yanına gitmedi. Odundan ağlama sesleri geldi ye bunu bütün cemaat işitti. Minberden inip direğe sarıldı. Se;si kesildi. “Eğer sarıl- masaydım, benim ayrılığımdan kıyâmete kadar ağlayacaktı.” buyurdu. 9. Eline aldığı çakıl taşlarının ve tuttuğu yemek parçalarının arı sesi gibi teşbih ettikleri çok görülmüştür. 10. Câbir bin Abdullah bir koyun pişirdi. Re- sûlullah, Eshâbı ile yediler, “Kemikleri kırmayınız.” buyurdu. Kemikleri toplayıp, mübârek ellerini üstüne koyup duâ etti. Allahü teâlâ koyunu diriltti. 11. Resûlullah’a, söylemez (konuşmayan) bir çocuk getirdiler. “Ben kimim” dedi. “Sen Resû- lullah’sin.” dedi. Ölünceye kadar konuştu. 12/Bir kadın, bir kel oğlunu getirdi. Resû- lullah, mübârek elleri ile başını sıvadı. Saçları uzamaya başladı. / 13. Tirmizî ve Nesâî’nin Sünen kitaplarında diyor ki: “İki gözü âmâ (kör) bir kimse gelip; “Yâ Resûlallah! Dua et, gözlerim açılsın”, dedi. “Kusursuz bir abdest âl! Sonra ya Râbbî! Sana yalvarıyorum. Sevgili peygamberin Muhammed aleyhisşelâmı araya koyarak, senden istiyorum.Ey çok sevdiğim peygamberim hazret-i Muhammed! Seni vesile ederek, Rabbime yalvarıyorum. Senin hâtırm için kabul etmesini istiyorum. Yâ Rabbî! Bu yüce Peygamberi bana şefaatçi eyle! O’nun hürmetine duâmı kabul et!” dâsmı okumasını söyledi. Adam, abdest alıp duâ etti. Hemen gözleri açıldı. Bu duâyı Müslümanlar, her zaman okumuşlar ve dileklerine kavuşmuşlardır. 14. Amcası Ebû Tâlib ile bir çölde gidiyordu. Ebû Tâlib, çok susadığını söyledi. Resûlullah, hayvandan yere inip; “Susadın mı?” dedi. Evet dedikte, mübârek ayaklarının ökçesini yere vurdu. Su çıktı. “Amcam, bu sudan iç!” buyurdu. 15. Hudeybiye Seferinde susuz bir kuyunun yanma kondular’ Asker susuzluktan şikâyet etti. Bir kova sû istedi, içinden abdest alıp dilini değdirerek, bunu kuyuya döktürdü. Bir ok verip; “Kuyuya atın.” buyurdu. Kuyunun su ile dolduğunu gördüler. 16. Medine’de minberde hutbe okurken, bir kimse; “ifâ Resûlallah! Susuzluktan çocuklarımız, hayvanlarımız, tarlalarımız helâk oluyor. îmdâdı- mıza yetiş” dedi. Ellerini kaldırıp, duâ eyledi. Gökte hiç bulut yokken, mübârek ellerini yüzüne sürmeden, bulutlar toplandı. Hemen yağmur başladı. Birkaç gün devâm etti. Yine minberde okurken o kimse; “Yâ Resûlallah! Yağmurdan helâk olacağız.” deyince; Resûl aleyhisselâm tebessüm etti ve; “Yâ Rabbî! Rahmetini başka kullarına da ih- sân eyle!” dedi. Bulutlar açılıp, güneş göründü. 17. Bir kadın, hediye olarak bal gönderdi. Balı kabûl edip boş kabı geri gönderdi. Allahü teâ- lânın kudreti ile, kap bal ile dölü olarak geri geldi. Kadın gelerek; “Yâ Resûlallah! Hediyemi niçin kabul etmediniz? Acaba günâhım nedir?” dedi. “Senin hediyeni kabul ettik. Gördüğün bal, Al- lahü teâlânın hediyene verdiği berekettir.” dedi. Kadın sevinerek, balı evine götürdü. Çoluk çocuğu ile aylarca yediler. Hiç eksilmedi. Bir gün yanılarak balı başka kaba koydular. Oradan yiyerek bitirdiler. Bunu Resûlullah’a haber verdiler. “Gönderdiğim kabda kalsaydı, dünyâ durdukça yerlerdi, hiç eksilmezdi.” buyurdu. 18. Eshâb-ı kirâmdan Ebû Hüreyre diyor ki: “Resûlullah’a birkaç hurma getirdim. Bunlara bereket verilmesi için duâ etmesini söyledim. Bereketli olmaları için duâ buyurdu. Hurmaların bulunduğu çantaları gece gündüz yanımdan ayırmayıp, hazret-i Osman zamânına kadar hep yedim. Yanımdakilere de yedirdim ve avuç doluları sadakalar verdim. Hazret-i Osman’ın şehit olduğu gün zâyi oldular.” . ? 19. Acem Pâdişâhı Kisrâ’nın ve Rum Pâdişâha .Kayser’in memleketlerinin Müslümanların eline geçeceğini ve hazînelerinin Allah yolunda dağıtılacağını müjdeledi. 20. Ümmetinden çok kimsenin denizden ğa- , zâya gideceklerini ve sahâbeden olan Ümmü Hi- râm ismindeki kadının, o gazâda bulunacağını haber verdi. Hazret-i Osman halife iken Müslümanlar, gemilerle Kıbrıs Adasına gidip harp ettiler. Bu hanım da berâberdi. Orada şehit oldu. 21. Hazret-i Muâviye’ye; “Bir gün ümmetimin üzerine hâkim olursan, iyilik yapanları mükâfatlandır! Kötülük edenleri de aileyle!” dedi. Hazreti Muâviye, hazret-i Osman zamânmda Şam’da yirmi sene vâlilik, sonra yirmi sene de halifelik yaptı. 22. Abdullah ibni Abbâs’m annesine bakıp; “Senin bir oğlun olacak. Doğduğu zaman bana getir!” dedi. Çocuğu getirdiklerinde, kulağına ezân ve ikâmet okuyup, mübârek tükürüğünden ağzına sürdü* İsmini Abdullah koyup annesinin kucağına verdi. “Halîfelerin babasını al, götür!” dedi. Çocuğun babası olan hazret-i Abbâs, bunu işitip, gelip sorunca; “Evet, böyle söyledim. Bu çocuk, halîfelerin babasıdır. Onlar arasında Seffah, Mehdi ve îşâ’yla (aleyhisselâm) namaz kılan bir kimse bulunacaktır.” buyurdu. Abbâ- si^yye Devletinin başına pekçok halîfe geldi. Bunların hepsi Abdullah bin Abbâs’m soyundan oldu. 23. Eshâbmdan çok kimseye hayır duâlar etmiş, hepsi kabul olunarak faydalarını görmüşlerdir. Hazret-i Ali diyor ki: “Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem beni Yemen’e kâdı (hâkim) olarak göndermek istedi. “Yâ Resûlallah! Ben kâdılık yapmasını, mahkemede hüküm vermesini bilmiyorum.” dedim. Mübârek elini göğsüme koyup; “Yâ Rabbî! Bunun kalbine doğru şeyleri bildir. Hep doğru söylemek nasip eyle!” buyurdu. Allah’a yemin ederim ki, bana gelen şikâyetçilerden doğru olanı hemen anlar, hak üzere hüküm ederdim.” 24. Amcasının oğlu Abdullah bin Abbâs’m. alnına mübârek elini koyup; ” Yâ Rabbî! Bunu dinde derin âlim yap, hikmet şâhibi eyle!
Kur’ân-ı kerîm’in bilgilerini kendisine ihsân eyle!” dedi. Bundan sonra bütün ilimlerde ve bilhassa tefsir, Jıadîs ve fıkıh bilgilerinde zamânın bir tânesi oldu. Sahâbe ve Tâbiîn her şeyi bundan öğrenirdi. Tercümân-ül-Kur’ân, Bahrüİ-ilim ve Reîr sül-Müfessirîn isimleriyle meşhur oldu. İslâm memleketleri bunun talebeleriyle doldu. 25. Hizmetçilerinden Enes bin Mâlik’e; “Yâ Rabbî! Bunun malını ve çocuklarını çok eyle. Ömrünü uzun eyle. Günâhlarını affeyle!” duâ- sını yaptı. Zaman geçtikçe malları, mülkleri çoğaldı. Ağaçlan, bağları her sene meyve verdi. Yüzden ziyâde çocuğu oldu. Yüz on sene yaşadı. Ömrünün sonunda; “Yâ Rabbî! Habîbinin benim için yaptığı duâlardan üçünü kabûl ettin, ihsân ettin! Dördüncüsü olan günahlarımın affedilmesi âcabâ nasıl olacak.” deyince; “Dördüncüsünü de kabul ettim. Hâtıran hoş tut!” sesini işitti. 26. Nâbiga ismindeki meşhur şâir, şiirlerinden birkaçını okuyunca Peygamberimiz, Araplar, arasında meşhur olan; “Allahü teâlâ dişlerini dökmesin!” duâsını söyledi. Nâbiga yüz yaşma gelmişti. Dişleri ak, berrak, inci gibi dizilmiş dururdu. 27. Kendi kızı Fâtımâ, bir gün yanma geldi. Açlıktan benzi sararmıştı. Elini onun göğsüne koyup; “Ey açları doyuran Rabbim! Muhammed’in kızı Fâtımâ’yı aç bırakma!” dedi. Fâtı- mâ’nın hemen yüzü kanlandı, canlandı. Ölünceye kadar hiç açlık duymadı. 28. Bir kimse, sol eliyle yemek yiyordu. “Sağ el ile ye!” buyurdu. “Sağ kolum hareket etmiyor.” diye yalan söyledi. “Sağ elin artık hareket etmesin!” buyurdu. Ölünceye kadar, sağ elini ağzına götüremez oldu. 29. Acem Pâdişâhı Hüsrev Pervîz’e, îmân etmesi için mektup gönderdi. Hüsrev mektubu parçaladı ye getiren elçiyi şehit eyledi. Resûl aleyhisselâm bunu işitince çok üzüldü ve; “Yâ Rabbî! Benim mektû- bumu parçaladığı gibi, onun mülkünü parçala!” dedi. Resûlullah hayattayken Hüsrev’i oğlu Şiruye hançerle parçaladı. Hazret-i Ömer halîfeyken, Acem memleketinin hepsini Müslümanlar fethedip, Hüs- rev’in nesli ye mülkü kalmadı. 30. Resûl aleyhisselâm, çarşıda emr-i mârûf ve nehy-i münker ederken, nasihat verirken, Mer- vaıi’m babası olan Hakem bin Âs, Resûlullah’m arkasından gelerek, gözlerini açıp kapar ve yüzünü buruşturur, böylece alay ederdi. Resul aleytiisse- lâm^ arkaya dönüp, onun bu çirkin hâlini görünce; “Kendini gösterdiğin şekilde kal” buyurdu. Ölünceye kadar, yüzü gözü oynak kaldı. 31. Allahü teâlâ habîbini belâlardan korurdu. Ebû Cehil, Resûl-i ekrem efendimizin en büyük düşmanı idi. Büyük bir taşı’mübârek başma vurmak için kaldırdığında, Resûlullah’m iki omuzunda birer yılan görerek taş elinden düştü ve kaçtı.
32. Yine bir gün Kâbe yanında namaz kılarken, Ebû Cehil, tam, zamânıdır diyerek bıçakla üzerine yürümek istedi, fakat hemen geri dönüp kaçtı. Arkadaşları, niçin korktun dediklerinde; “Muhammed ile aramızda ateş dolu bir hendek gördüm. Birçok kimse beni bekliyorlardı. Bir adım atsay- dım, yakalayıp ateşe atacaklardı. Çok korktum” dedi. Bunu Müslümanlar işitip, Peygamber efendimize sordüklannda; ” Allah’ın melekleri, onu yakalayıp parçalayacaklardı.” buyurdu. 33. Hicretin üçüncü senesinde, Resûl âley- hisselâm Katfân Gazvesinde bir ağaç dibinde yalnız yatarken, Dâsür isminde kâfir bir pehlivan elinde kılıçla gelip; “Seni benden kim kurtarır?” dedi. Peygamber efendimiz “Allah kurtarır.” deyince, Cebrâil ismindeki melek, insan şeklinde görünüp, kâfirin göğsüne vurdu. Yıkılıp kılıç elinden düştü. Resûl aleyhisselâm, kılıcı eline alıp; “Seni benden kim kurtarır?” dedi. “Beni kurtaracak, senden daha hayırlı kimse yoktur.” diye yalvardı. Af buyurup serbest bıraktı. îmâna gelip, çok kimsenin îmâna gelmesine sebep oldu. 34. Resûl aleyhisselâm, bir gün abdest alıp, mestlerinden birini giyip, İkincisine elini uzatırken, bir kuş geldi. Bu mesti kapıp havada silkti. İçinden bir yılan düştü. Sonra kuş, mesti yere bıraktı. Bugünden sonra, ayakkabı giyerken, önce silkelemek sünnet oldu. 35. Sahâbeden Enes bin Mâlik’te, Resûlullah efendimizin bir mendili vardı. Bununla mübârek yüzünü silerdi. Enes, bununla yüzünü siler, kirlendiği zaman, ateşe bırakırdı. Kirler yanıp mendil yanmaz, tertemiz olurdu. 36. Resûl aleyhisselâm, bir gün namaz kılar• ken şeytan gelip namazını bozmak istedikte mübârek elleriyle yakaladı. Bir daha gelip namazı bozdurmayacağına dâir söz alınca serbest bıraktı. 37. Dost kabilesinin reisi Tufeyl, hicretten önce,-Mekke’de îmâna gelmişti. Kavmini îmâna dâ- vet için Resûlullah efendimizden bir alâmet istedik “Yâ Rabbî! Buna bir âyet (delil) ihsân eyle!” buyurdu. Tufeyl kabilesine gidince, iki kaşı arasında bir nûr parladı. Tufeyl; “Yâ Rabbî! Bu alâmeti yüzümden giderip başka yerime koy. Bunu yüzümde görenlerden bâzısı, kendi dinlerinden çıktığım için cezâlandınldığımı zannederler.” dedi. Duâsı kabul olup, nûr yüzünden gitti. Elindeki kamçının ucunda kandil gibi parladı. Kabîle- sindekiler zamanla îmâna geldiler. 38. Bi’r-i Maûne Fâciasında kâfirler verdikleri sözü bozarak yetmiş Sahâbeyi şehit ettiler. Bunlar arasında hazret-i Ebû Bekr’in kölesiyken âzâd ettiği ve ilk îmân edenlerden Âmir bin Füheyre’yi süngülediklerinde, kâfirlerin gözü önünde, melekler göke kaldırdılar. Bunü Resûlullah efendimize haber verdiklerinde; “Onu Cennet melekleri
defn ettiler ve. ruhunu Cennetfe götürdüler.” buyurdu. • . . . . ; 39. Hicretin yedinci senesinde Resulullâh, ha- beş Pâdişâhı Necâşi’ye vè Rum İmparatorû’He- raklius’a ve Şam’daki vâlisi Hâris’e ve Ummân Sultânı Semâme’ye mektuplar göndererek, hepsini îmâna dâvet etti. Mektupları götüren elçiler; gittikleri yerin dillerini bilmiyorlardi; Ertesi sabah, Allahü teâlânm kudretiyle, o dilleri bilip, anlayıp, söylemeye başladılar.’ \. ‘ 1 • > • 40. Uhud Gazâsmda Ebû Katâde’nin bir gözü çıkıp yanağı üzerine düştü, fesûlullah efendimize getirdiler: Mübârek eli ile gözünü yerine koyup; “Yâ Rabbî! Gözünü güzel eyle!” dedi. Bu gözü, diğerinden güzel oldu. Ondan daha kuvvetli görürdü. Ebû Katâde’nin törunlarıiidan biri; Halîfe Ömer biri Abdülazîz’in yanına gelmişti. “Sèn kim- , sin?” dedi. Bir beyt okuyarak Resûlüllah efendimizin mübârek eliyle gözünü yerine koymuş olduğu zâtın torunu olduğunu bildirdi. Halîfe bu beytleri işitince, kendisine ziyâde, ikrâm ve* ih- sânda bulundu. – ^ 41. îyâs bin Seleme diyor ki: “Hayber Gazâ- smda Resûlüllah efendimiz béni gönderip hazreti Ali’yi istedi. Ali’nin gözleri ağrıyordu. Elinden tu-‘ tup, güçlükle getirdim. Mübârek parmaklarına tükürüp, hazret-i Ali’nin gözlerine sürdü! Sancağı eline verip, Hayber kâpısmda cenge gönderdi. Çok zamandır açılamayan kapıyı hazret-i Ali yerinden sökerek, Eshâb-ı kirâmla kaleye girdiler. Muhammed aleyhisselâma tâbi olmak: O’na tâbi olmak, yâni O’na uymak, O’nun gittiği yolda yürümektir. O’nurı yolu, Kur*ân-ı kerîmin gösterdiği yoldur. Bu yola İslâm Dîni denir. O’na uymak için, önce îmân etmek, sonra Müslümanlığı iyice öğrenmek, sonra farzları eda edip, haramlardan kaçınmak, daha sonra, sünnetleri yapıp mekrûhlardan kaçınmak lâzımdır. Bunlardan sonra, mübâhlarda da O’na uymağa çalışmalıdır. Resûlüllah efendimize tâbi olmak, önce îmân etmek, sonra İslâmm emir ve yasaklarını öğrenmek ve yapmak lâzımdır. îmân etmek, O’na tâbi olmaya başlamak ve saâdet kapısından içeri girmek demektir. Allahü te- âlâ O’nu, dünyâdaki bütün insanları ebedî saâde- te dâvet için gönderdi ve meâlen; “Ey sevgili Peygamberim! Seni, dünyâdaki bütün insanlara ebedî saâdeti müjdelemek ve bu\saâdet yolunu göstermek için, beşeriyete gönderiyorum.” (Se- be’sûresi: 28) buyurdu. Meselâ, O’na uyan bir kiriısenin, gün ortasında bir parça uyuması, O’na uymaksızın, birçok geceyi ibâdetle geçirmekten, kat kat daha kıymetlidir. Çünkü, kaylûle etmek, yâni Öğleden önce biraz uyumak âdet-i şerîfesi idî. Mèselâ O’nun dîni emr ettiği’için, bayram günü’oruç tutmamak
ve yiyip içmek, O’nun dîninde bulunmayıp senelerce tutulan oruçlardan daha kıymetlidir. O’nuri üt – riiriin emri ile fakire verilen az bir şey ki; buna zekât denir, kendi arzusu ile, dağ kadar altın sadaka vermekten daha efdaldir. Emir-ül-müminîn Ömer radiyallahü aııh bir sabah namazını cemâatle kıldıktan sonra, cemâate bakıp, bir kimseyi göreme- yinc’e’sordü: Eshâbı; “Geceleri sabaha kadar ibâr det ediyor! Belki şimdi uyku bastirmıştır” deyiiı- ce, Emir-ül-müminîn; “Keşke bütün gece uyuyup dâ, sabah namazını cemâatle kılsaydı, daha iyi dlürdu” buyurdu. îslâmiyetten sapıtmış olanlar; sıkıntı çekip ve mücâhede edip’ nefslerinr körle- tiyör ise de, İslâmiyete uygun yapmadıklarından kıymetsizdir ve hakirdir. Eğer bu çalişmâlafıha ücret hâsıl olursa, dünyâda birkaç menfaatten ibâ- ret kalır. Halbuki, dünyânın hepsinin kıymeti ve ehemmiyeti nedir ki, bunun birkaçının itibârı olsun. Bunlar, meselâ çöpçüye benzer ki, çöpçüler herkesten daha çok çalışır ve yÖrülür. ‘ Ücretleri de herkesten aşağıdır. İslâmiyete tâbi olanlar ise; latîf cevâhir ve kıymetli elmaslar ile meşgul olan mücevherciler gibidir. Bunların işi az, kazançları pekçoktur. Bâzan bir saatlik çalışmaları, yüz binlerce senenin kazancını hâsıl eder. Bunun sebebi şudur ki, İslâmiyete uygun olan amel, Hak teâlânm makbûlüdür, çok beğenir. Böyle olduğunu kendi kitâbmın çok yerinde bildirmiştir. Meselâ, Âl-i İmrân sûresi, otuz birinci âyetinde meâlen; “Ey sevgili Peygamberim! Onlara de ki, eğer Allahü teâlâyı seviyorsanız ve Allahü teâlânm da, sizi sevmesini istiyorsanız, bana tâbi olunuz! Allahü teâlâ baha tâbi olanları sever.” buyuruyor. İslâmiyete uymayan şeylerin hiçbirisini Hak teâlâ sevmez, beğenmez. Sevilmeyen, beğenilmeyen şeye sevâb verilir mi? Belki cezâya sebep olur. Cenâb-ı Hak, Kurfân-ı kerîm’de, Nisâ suresi; yetmiş ikinci âyetinde, Muhammed aleyhisselâma itâat etmenin, kendisine itâat etmek olduğunu bildiriyor. O hâlde, O’nun Resûlüne aleyhisselâm itâat edilmedikçe, O’na itâat edilmiş olmaz. Bunun pek kat’î ve kuvvetli olduğunu bildirmek için, âyeti kerîmede; “Elbette muhakkak böyledir.” buyurdu ve bâzı doğru düşünmeyenlerin, bu iki itâa- ti birbirinden ayrı görmelerine meydan bırakmadı. Allahü teâlâ, yine Nisâ sûresinde, yüz kırk dokuzuncu âyet-i kerîmede, bu iki itâati ayrı görenlerden şikâyet buyurarak meâlen; “Kâfirler, Allahü teâ- lânın emirleri ile peygamberlerinin emirlerini birbirinden ayırmak istiyor. Yahûdîler diyor ki, biz Mûsâ’ya (aleyhisselâm) inanırız. Isâ ile Mu- hammed’e (aleyhimesselâm) inanmayız. Hıristi- yanlar ise, yalnız îsâ’ya (aleyhisselâm) inanıp, ona hâşâ, Allahü teâlânm oğlu diyor. Bu inariış
lari ve dinleri kıymetsizdir. Hepsi kâfirdir. Bunların hepsine Cehennem azâbmı, çok acı azâpları hazırladık.” diye bildirildi. Bütün insanlara önce lâzım olan şey, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında bildirdikleri gibi bir îmân ve îtikâd edinmektir. Peygamberimiz Mu- hammed aleyhisselâmın yolunu bildiren, Kur’ân- ı kerîm’den murâd-L İlâhîyi anlayan* hadîs-i şeriflerden ,murâd-ı pey gamberîy i çıkaran bu büyük âlimlerdir. Kıyâmette kurtuluş yolu, bunların gösterdiği yoldur. Allah’ın Peygamberinin ve O’nun Eshâbının yolunu kitaplara geçiren,.değiştirilmekten ye bozulmaktan koruyan, Ehl-i sünnet âlimleridir. . Ehl-i sünnetin reisi ve kurucusu, îmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe Nu’mân bin Sâbit’tir (rahmetullahi aleyh). 1 Evliyânm büyüklerinden Sehl bin Abdullah, Tüsterî rahmetullahi aleyh diyor ki: “Eğer Mûsâ ve îsâ aleyhimesselâmm ümmetlerinde, İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe gibi bir zât bulunsaydı, bunlar Yahû- diliğe ve Hıristiyanlığa dönmezdi.” Muhammed aleyhisselâma tâbi olmak ahkâm- ı îşlâmiyyeyi yâni İslâm dîninin emirlerini beğenip, seve seve yapmak ve O’nun emirlerini, İslâ- miyetin kıymet verdiği üstün tuttuğu şeyleri ve âlimlerini, sâlihlerini büyük bilip, hürmet etmektir ve O’nun dînini yaymağa uğraşmak demektir ve dînine uymak istemeyenleri, beğenmeyenleri, aldırış etmeyenleri zelîl, hakîr ve aşağı tutmaktır. İki cihân saâdetine kavuşmak, ancak ve yalniz, dünyâ ve âhiretin efendisi olan, Muhammed aleyhisselâma tâbi olmağa bağlıdır. O’ha tâbi olmak için îmân etmek ve ahkâm-ı İslâmiyyeyi öğrenmek ve yapmak İâzımdır. Âhirette Cehennem’den kurtulmak, yalnız Mu7 hammed aleyhisselâma tâbi olanlara mahsustur. Dünyâda yapılan bütün iyilikler, bütün keşfler, bütün hâller ve bütün ilimler Resûlullah’m yolunda bulunmak şartı ile, âhirette işe yarar. Yoksa, Al- lahü teâlânın Peygamberine tâbi olmayanların yaptığı her iyilik, dünyâda kalır ve âhiretin harâb olmasına sebep olur. Yâni, iyilik şeklinde görünen, birer istidrâctan başka bir şey olamaz. Muhammed aleyhisselâma tam ve kusursuz tâbi olabilmek için, O’nu tam ve kusursuz sevmek lâzımdır. Tam ve olgun sevginin alâmeti de, O’nun düşmanlarından uzak durmaktır. O’nu beğenmeyenleri sevmemektir. Muhabbete müdâha- rie, yâni gevşeklik sığmaz. Âşıklar, sevgililerinin dîvânesi olup, onlara aykırı bir şey yapamaz. Aykırı gidenlerle uyuşamaz, İki zıt şeyin muhabbeti bir kalpte, bir arada yerleşemez. Bu dünyâ nimetleri geçicidir ve aldatıcıdır. Bugün senin ise, yann başkasmmdır. Âhirette ele girecekler ise sonsuzdur ve dünyâda iken kazanılır. Bu
birkaç günlük hayat, eğer dünyâ ve âhiretin en kıymetli insanı, olan, Muhammed aleyhisselâma tâbi olarak geçirilirse, sâadet-i ebediyye, sonsuz necât, kurtuluş umulur. Yoksa O’na tâbi olmadıkça, her şey hiçtir. O’na .uymadıkça, her yapılan hayır, iyilik, burada kalır, âhirette ele bir şey geçmez. ; •f Resûlullah efendimize tâbi almak yedi derecedir: Birincisi Ahkâm-ı İslâmiyyeye inanarak, bunları öğrenmek ve yapmaktır, Bütün Müslümanların ve.âlimlerin vezâhidlerin ve âbidİerin tâbi olması, bu derecededir., Bunların nefsleri îmân etmemiştir. Allahü teâlâ, merhamet ederek, yalnız kalbin. îmânını kabul etmektedir. İkincisi, emirjeri yapmakla berâber, Resûlul- lab efendimizin bütün sözlerini ye âdetlerini yapmak ve kalbi kötü huylardan temizlemektir. Tasavvuf yolunda yürüyenler bu derecededir. . , Üçüncüsü, Resûlullah efendimizde bulunan hâllere zevklere ve kalbe doğan şeylere de tâbi olmaktır. Bu derece, tasavvufun “vilâyet-i hâssa” dediği makamda ele geçer. Burada, nefs de îmân ve itaat eder ve bütün ibâdetler, hakîkî ve kusursuz olur. Dördüncüsü, ibâdetler gibi bütün hayırlı işler hakîkî ve kusursuz olmaktır. Bu derece, ulemâ-i râ- sihîn denilen büyüklere mahsustur. Bu rasîh ilimli âlimler, Kurfân-ı kerîm’in ve hadîs-i şeriflerin derin mânâlarını ve işâretlerini anlar. Bütün peygamberlerin eshâbı böyle idi. Hepsinin nefsleri îmân etmiş, mutmainne olmuştur. Böyle tâbi olmak, ya tasavvuf ve vilâyet yolundan ilerleyenlere; vçya bütün> sünnetlere yapışarak bütün bid’at- lerden kaçanlara nasip olur. Bugün, dünyâyı bid’at kaplamış, sünnetler gayb olmuştur. Bugün, .sünnetleri bulup yapışmak ve bid’at deryâsından kurtulmak çok zordur. Bid’atler, âdet hâlini almıştır. Halbuki âdetler ne kadar yerleşmiş ve yayılmış olsalar ve ne kadar güzel görünseler de, din ve sünnet olamaz. Beşincisi, Resûlullah efendimize mahsus ke- mâlâta, yüksekliklere tâbi olmaktır. Bu kemâlât, ilim ve ibâdetle ele geçemez. Ancak, Allahü teâ- lâdan, lütuf ye ihsân ile gelir. Bu derecede olanlar, büyük peygamberler ve bu ümmetin pek az büyükleridir. Altmcısı, Resûlullah efendimizin mahbûbiy- yet ve ma’şûkıyyet denilen kemâlâtına, olgunluklarına tâbi olmaktır ki, Allahü teâlânın çok sevdiklerine mahsustur ve lütuf ile ele geçmez, muhabbet lâzımdır. Yedinci derece^ insan vücûdunun her zerresinin tâbi olmasıdır. Tâbi metbûa o kadar benzer ki, tâbi olmaklık aradan kalkar. Bunlar da, sanki Resûlullah efendimiz gibi, aynı kaynaktan, her şeyi alır. O’na uymanın ufak bir zerresi bütün dünyâ nimetlerinden ve âhiret saâdetlerinden kat kat üstündür.
İnsanlık meziyeti ve şerefi O’na tâbi olmaktır. Resûlullah efendimize uymak için Müslümanların Ehl-i sünnetin dört hak mezhebinden birinde olmaları temel şarttır. (Bkz. Mezhep) Sevgili Peygamberimizin hadîs-i şeriflerinden bâzıları: îmân, Allah’a* ve meleklere ve kitaplara ve peygamberlere ve kıyâmet gününe ve hayrın ve şerrin Allaih’m takdiriyle, dilemesiyle olduklarına’inanmaktır. * Müslümanlık beş şey üzerine kurulmuştur. Birincisi; Allâhü teâlâya ve Muhammed’in (aleyhisselâm)’ O’nun peygamberi olduğuna inanmak; İkincisi, her gün beş vakit namaz kılmak; üçühcüsü, senede bir kerre malinin kırkta birini Müslüman olan fakirlere zekât vermek; dördüncüsü Ramazân-ı şerif ayında her gün oruç tutmak; beşincisi, Mekke-i mükerre- meye giderek ömründe bir kerre haccetmek. Allah’ın kitâbmda ve benim sünnetimde bulamadıklarınızı Eshâbımın sözlerinden alınız. Eshâbım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız, hidâyete kavuşursunuz. Eshâbımın birbirinden ayrılıkları rahmettir. Eshâbımı incitmekte Allahü teâlâdan korkunuz. Benden sonra, onları kötü bilmeyiniz. Onları seven beni sevdiği için sever. Onlara düşmanlık eden, bana düşmanlık etmiş olur. Onları inciten beni incitendir. Beni inciten de Allahü teâlâya eziyyet etmiş olur ki, buna azâb eder. Benî İsrâil, yetmiş bir fırkaya ayrılmıştı. Bunlardan yetmişi Cehennem’e gidip, ancak bir fırkası kurtulmuştur. Nâsâra da yetmiş iki fırkaya ayrılmıştı. Yetmiş biri Cehennem’e gitmiştir. Bir zaman sonra benim ümmetim de yetmiş üç kısma ayrılır. Bunlardan yetmiş ikisi Cehennem’e gidip, yalnız bir fırkası kurtulur, buyurdular. Eshâb-ı kirâm bu fırkanın kimler olduğunu sorunca da; “Cehennem’den kurtulan fırka, benim ve Eshâbımın gittiği yolda gidenlerdir.” buyurdu. Allâhü teâlâ size namazı, orucu, zekâtı farz ettiği gibi, Ebû Bekr’i, Ömer’i, Osman’ı ve Ali’yi sevmeyi de farz eyledi. Ali radıyallahü anh dedi ki; ’’Resûlullah bana buyurdu ki: . Benden sonra halîfe Ebû Bekr olacaktır. Ondan sonra Ömer, ondan sonra Osman, ondan sonra da sen olacaksın. * Önce inen kitaplar, bir harf, yâni kelime idi ve bir şeyi bildirirlerdi. Kur’ân-ı kerîm yedi harf üzerine riâzil oldu. Yedi şey bildirilmektedir: Zecr, emir, helâl, haram, muhkem, müteşabih ve misâller. Bunlardan helâli helâl biliniz! Haramı haram biliıiiz! Emir edilenleri
yapınız! Yasak edilenlerden sakınınız! Misâl ve kıssa olanlardan ibret alınız. Muhkem olanlara uyunuz! Müteşâbih olanlara inanınız. Bunlara inandık. Hepsini Rabbimiz bildirmiştir, deyiniz. 1 Sözlerin en iyisi Allahü teâlânm kitabıdır. Yolların en iyisi, Muhammed’in (aleyhisselâm) gösterdiği yoldur. İşlerin en kötüsü bu yolda yapılan değişikliklerdir. Bid’atlerin hepsi dalâlettir, sapıklıktır. Ümmetimin müctehidleri arasındaki ayrılık, rahmet-i İlâhîdir. Bir müctehid âyet-i kerîmeden ve hadîs-i şeriften bir hüküm çıkarırken, isâbet ederse buna on sevap verilir. Hatâ ederse, bir sevap verilir. Âdem ve bütün peygamberler benimle pğündüğü gibi ben de ümmetim içinde, soy adı Ebû Hanîfe, ismi Nûmân olan bir kimse ile öğü- nürüm ki, ümmetimin ışığı olacaktır, onları yoldan çıkmaktan, cehâlet karanlığına düşmekten koruyacaktır. Kıyâmete yakın ilim azalır, cehâlet artar ve ilmin azalması, âlimlerin azalması ile olur. Câhil din adamları, kendi görüşleriyle fetvâ vererek fitne çıkarırlar. İnsanları doğru yoldan saptırırlar. İlim Çin’de de olsa alınız. Namaz dînin direğidir. Namaz kılan kimse dînini kuvvetlendirir. Namaz kılmayan elbette dînini yıkar. Namaz, müminin mîrâcıdır. Mümin tüccara benzer. Tüccar sermâyesini kurtaramadıkça kâr edemez. Bunun gibi farzı kılmayıp kazâsı olan kimse, kazâsını kılmadan nafile kılarsa, boş yere zahmet çekmiş olur. Bu kimse kazâsını ödemedikçe, Allahü teâlâ onun namazlarını kabul etmez. / Amelsiz söz kabul olmaz. Niyetsiz amel kabul olmaz. Sünnete uygun olmazsa hiçbiri kabul olmaz. Birbirinize Müslümanlığı öğretiniz.*Emr-i mârûfu bırakır iseniz, Allahü teâlâ en kötünüzü başınıza musallat eder ve duâlarınızı kabul etmez. Günâh işleyeni elinizle men ediniz. Buna kuvvetiniz yetmezse sözle mâni olunuz. Bunu da yapamaz iseniz, kalbinizle beğenmeyiniz. Bu ise îmânın en aşağı derecesidir. Fitne veya bid’at yayıldığı ve Eshâbım kötülendiği zamanda hakkı bilen, bilgisini Müs- lümanlara duyursun. Hakkı, yâni doğru yolu bildiği hâlde, Müslümanlara duyurmayanlara Allahü teâlâ ve melekler ve bütün insanlar lâ- net eylesin. Allahü teâlâ bu kimsenin farzlarını ve nâfile ibâdetlerini kabul etmez.
Beş şey gelmeden evvel beş şeyin kıymetini biliniz: Ölmeden önce hayâtın kıymetini, hastalıktan önce sıhhatin kıymetini, dünyâda iken âhireti kazanmanın kıymetini, ihtiyârlamadan önce gençliğin kıymetini, fakirlikten evvel zenginliğin kıymetini. Acele etmek şeytandandır. Beş şey bundan müstesnâdır. Kızını evlendirmek, borcunu ödemek, cenâze hizmetlerini çabuk yapmak, mi- sâfıri doyurmak, günâh işleyince hemen tövbe etmek. Müslümanın Müslüman üzerinde beş hakkı vardır: Selâmına cevap vermek, hastasını yoklamak, cenâzesinde bulunmak, dâvetine gitmek ve aksırıp elhamdülillah diyene, yerha- mükellâh diyerek cevap vermek. Müflis kimdir, biliyor musunuz? buyurdu. “Bizim bildiğimiz müflis, parası, malı olmayan kimsedir” dediler. “Ümmetimden müflis şu kimsedir ki, kıyâmet günü namazları ile, oruçları ile ve zekâtları ile gelir. Fakat kimisine sövmüştür, kiminin malını almıştır, kiminin kanını akıtmıştır, kimini dövmüştür. Hepsine bunun sevaplarından verilir. Haklarını ödemeden önce sevapları biterse, hak sâhiplerinin günâhları alınarak buna yüklenir. Sonra Cehennem!e atılır.” buyurdu. Yâ Ebâ Hüreyre! Allah’tan başka hiçbir şeye ümit bağlama! Allah’a tevekkül eyle. Bir arzun varsa Allahü teâlâ hazretlerinden iste! Allahü teâlânm âdet-i ilâhiyyesi şöyle cârî olmuştur ki, her şeyi bir sebep altında yaratır. Bir iş için sebebine yapışmak ve sonra Allahü teâ- lânın yaratmasını beklemek lâzımdır. Tevekkül de bundan ibârettir. Akıllı şu kimsedir ki, günü dörde ayırıp, birincisinde yaptıklarını ve yapacaklarını hesap eder. İkincisinde, Allahü teâlâya münâcât eder, yalvarır. Üçüncüsünde bir sanatta veya ticârette çalışıp helâl para kazanır. Dördüncüsünde istirahat eder ve mübah olan şeylerle kendisini eğlendirip haram şeyleri yapmaz ve onlara gitmez. Ticâret yapınız! Rızkın onda dokuzu ticârettedir. Yarın ölecekmiş gibi âhirete ve hiç ölmeyecekmiş gibi dünyâ işlerine çalışınız. Dünyâ sizin için yaratıldı. Siz de âhiret için yaratıldınız. Âhirette ise Cennet’ten ve Cehennem ateşinden başka yer yoktur. İki gün aynı hâlde bulunan, yâni her gün ilerlemeyen, bir şey öğrenmeyen, aldandı ziyan etti.” Hurma ağaçlarım nasıl aşılamalarının uygun olacağını soran Eshâb-ı kirâma; “Tecrübe edin: Bir kısım ağaçları, babalarınızın usûlü ile, başka ağaçları da Yemen’de öğrendiğiniz usûl ile aşılayın. Hangisi daha iyi hurma verirse, her zaman o usûl ile yapın.” buyurmuştur.
Yabancı dil öğrenin, düşman şerrinden böyle kurtulursunuz. Beş şeyi yapan kadın Cehennem’den kurtulur: Beş vakit namazını kılar, Ramazan ayında oruç tutar, zevcini, anasını, babasını üzmez. Yüzünü ve saçlarını yabancı erkeklere göstermez. Dünyâ sıkıntılarına sabreder. Müslümanların en iyisi, en faydalısı, zevcesine karşı iyi ve faydalı olandır. Hepiniz bir sürünün çobanı gibisiniz. Çoban’ sürüsünü koruduğu gibi, siz de evlerinizde ve emirleriniz altında olanları Cehennem’deri korumalısınız. Onlara Müslümanlığı öğretmelisiniz. Öğretmez iseniz mes’ûl olacaksınız. Sonra yaparım diyenler helâk oldu. Günâhına tövbe eden hiç günâh yapmamış gibidir. Şüphe edilen altını, ateşle muâyene ettikleri gibi, Allahü teâlâ, insanları dertle, belâ ile imtihan eder. Bâzısı belâ ateşinden hâlis olarak çıkar. Bâzısı da bozuk olarak çıkar. Allahü teâlâ, insanları yaratırken, ecellerini, ömürlerini ve rızıklarını takdir etmiştir. Eshâbım hasta olmaz. İslâm dîni hasta olmamak yolunu göstermiştir. Eshâbım temizliğe çok dikkat eder, acıkmadıkça bir şey yemez ve sofradan doymadan önce kalkar. Allahü teâlâ haram şeylerde size şifâ yaratmamıştır. Vatan sevgisi îmândandır. Cennet anaların ayağı altındadır. Baba hakkı için diyerek yemin etmeyiniz. Yemin, Allah ismi ile olur. Kolaylaştırınız, zorluk çıkarmayınız. Kader, tedbir ile, sakınmakla değişmez. Fakat kabul olan duâ, o belâ gelirken korur. Akim alâmeti nefse gâlip ve hâkim olmak ve öldükten sonra lâzım olanları hazırlamaktır. Ahmaklık alâmeti, nefse uyup Allah’tan af ve merhamet beklemektir. Ben, lânet etmek için, insanların azâb çekmesi için gönderilmedim. Ben herkese iyilik etmek için, insanların huzûra kavuşması için gönderildim. İyi huyları tamamlamak, iyi ahlâkı dünyâya yaymak için gönderildim. Allah’ı en iyi tanıyanınız ve O’ndan en çok korkanınız benim. Beni ziyâret için gelip, başka bir iş yapmayarak yalnız ziyâret edene kıyâmette şefâat etmek bende hakkı olur. Bana selâm verene ben de selâm veririm. Şefâatime inanmayan O’na kavuşamaz. İnsanın dîni arkadaşının dîni gibidir. Din bilgisi iki kısımdır: Biri kalpte olan faydalı bilgilerdir. İkincisi dil ile anlatılan zahir bilgilerdir.
Her yüz senede bir müceddid gelir. Bu dîni kuvvetlendirir. İnsanın bedeninde bir et parçası vardır. Bu iyi olursa, bütün uzuvlar iyi, kötü olursa, bütün organlar kötü olur. Bu kalptir. Şirkten sakınınız. Şirk karıncanın ayak sesinden daha gizlidir. , ‘i Zikrin en kıymetlisi (Lâ.ilahe illallah) :Sıcak su buzu erittiği gibi, iyi huy da hatà- ları eritir. Sirke balı1 bozduğu gibi, kötü hüy hayrâtı ve hasenâtıyoK-eder. ^ İbâdetlerini ihlâş ile yap; İhlâs ile yapılan az âmel kıyâmet günü sanş’ 4 Mü’min vekâr sâh^jToluıyyunjuşak oîtijğ* . Kişi sevdiği ile berafeerdir, Bir kimse Allahü teâlâya kavuşmayı severse, Allahü teâlâ da ona kavuşmayı sever. Evliyâ ol kimsedir ki, onlar görülünce Allah hatırlanır. Fitne uykudadır. Buiıu uyandırana Allah lânet eylesin Ï Üç kimse imânın tadını.bulur: Allah’ı ve Resûlünü her şeyden daha çok sever. Yalnız Allah’ın sevdiği kimseleri sever. îmâna kavuştuktan sonra kâfir olmaktan korkması, ateşte yanmak korkusundan daha çok olur. Ey eshâbım! Siz öyle bir zamanda geldiniz ki, Allahü teâlânm emirlerinden onda dokuzunu yapıp, birini yapmazsanız, helâk olursunuz. Cehennem’e gidersiniz. Bir zaman gelecek ki, o zamanın müminleri emirlerin birini yapabilip, dokuzunu bıraksalar, Cehennem’den kurtulurlar. O zamanda îmânı olanlara müjdeler olsun. İslâmiyet garip, kimsesiz olarak başladı. Son zamanlarda başladığı gibi garip olarak geri döner. Garip olan Müslümanlara müjdeler olsun. Müslümanlık, Allahü teâlânm emirlerini büyük bilmek ve Allahü teâlânm mahlûklarına acımaktır. Müslüman olmayan bâzı meşhurların Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz ve İslâm dîni hakkmdaki sözleri şöyledir: Napoléon: Târihe dünyânın en büyük askerî dehâlarından biri, aynı zamanda kıymetli bir devlet adamı olarak geçen Fransız İmparatoru Napoléon şöyle diyor: “Allah’ın varlığmi vé birliğini, Mûsâ kendi milletine, îsâ Romalılara, fakat.Muhammed (aleyhisselâm) bütün eski dünyâya bildirdi. Arabistan tamâmiyle putperest olmuştu. îsâ’dan altı asır sonra Muhammed (aleyhisselâm) kendisinden evvel gelmiş olan İbrâhim, îsmâil, Mûsâ ve îsâ’nın (aley- himüsselâm) Allah’ını Araplara tanıttı. Arapların yanma sokulan Aryenler, hakîkî îsâ dînini bozarak onlara Allah, Allah’ın oğlu, Rûhulkudüs gibi, kimsenin anlayamayacağı akideleri yaymaya çalışıyor, şarkın ,sulh ve huzurunu tamâmen bozuyorlardı. Muhammed onlara doğru yolu gösterdi Araplara yalnız bir tek Allah olduğunu, O’nun ne babası ne de oğlu bulunmadığını, böyle birkaç Allah’a tapmanın puta tapmaktan kalan saçma bir âdet olduğunu anlattı,” Prof. Cariyle: Dünyânın tanıdığı en büyük ilim adamlarından biri olan îskoçyalı Thomas Cariyle diyor ki: “Hazret-i Muhammed gelmeden evvel Arapların bulundukları yerlere kocaman bir ateş parçası sıçramış olsaydı kuru kum üzerinde kaybolup gidecek ve hiç iz bırakmayacaktı. Fakat Muhammed aleyhisselâm gelince bu kuru kum dolu çöl, sanki bir barut fıçısına döndü. Delhi’den Granada’ya kadar her taraf birdenbire semâya yükselen alevler hâline geldi. Bu büyük zât sanki bir şimşekti. O’nun etrafındaki bütün insanlar, O’ndan ateş alan parlayıcı maddeler hâline dönüştüler.” Mahatma Gandhi: Hindistan’ı İngiliz sömürgesi olmaktan kurtaran Hintli lider, İslâm dînini ve Kur’ân-ı kerîmi inceledikten sonra şunları söylemiştir: ! “İslâm dîni yalancı bir din değildir. Hintlilerin bu dîni saygı ile incelemelerini isterim. Onlar da İslâmiyeti benim gibi seveceklerdir. Ben, İslâm dîninin Peygamberinin ve . O’nun yakınında bulunanların nasıl hayat sürdüklerini bildiren kitapları okudum. Bunlar beni o kadar ilgilendirdi ki, kitaplar bittiği zaman bunlardan daha fazla olmamasına üzüldüm: Ben şu kanâate vardım ki, İslâ- miyetin süratle yayılması, kılıç yüzünden olmamıştır.. Aksine her şeyden evvel sâdeliği, mantıkî olması ve Peygamberinin büyük tevazuu (alçak gönüllülüğü), sözünü dâimâ tutması, yakınlarına ve Müslüman olan herkese karşı sonşuz bağlılığı yüzünden İslâm dîni birçok insanlar tarafından seve seve kabul edilmiştir.” Lamartine: Dünyâca tanınmış büyük Fransız edibi ve devlet adamı. Türkiye Târihi adlı eserinde Muhammed aleyhisselâm için şöyle diyor: “Hazret-i Muhammed bir yalancı peygamber miydi? O’nun eserlerini ve târihini inceledikten sonra bunu düşünemeyiz. Çünkü yalancı peygamberlik iki yüzlülüktür. İki yüzlülükte inandırma küveti yoktur; nasıl ki, yalanda da doğruluğun kudreti bulunmaz. Mekanikte bir cisim atıldığı zaman onun varabileceği yer, fırlatma gücü ile orantılıdır. Bir mânevî ilhâmm gücü de onun meydana getirdiği eser ile orantılıdır. Bu kadar çok şey taşıyan, bu kadar uzaklara kadar yayılan ve bu kadar uzun zaman aynı kudrette devâm eden bir “fikir” yâni İslâmi yet yalan olamaz. Bunun çok samimî ve çok inandırıcı olması gerekir. O’nun hayâtı, uğraşmaları, memleketinin hurâfelerine ve putlarına kahramanca saldırıp onları parçalaması, puta tapan çoğunluğun hiddetlerine karşı koymak ataklığı, kendine saldırdıkları hâlde, 13 sene Mekke’de buna dayanması, hemşehrileri arasında türlü hâdiseler çıkartmak ve kendini âdetâ kürbâiı yerine koymak gibi hâllere tahammül etmesi, Medine’ye hicreti, durmadan yaptığı teşvikler ve verdiği vaazlar, çok üstün düşman kuvvetleriyle yaptıği savaşlar, kazanacağına olan îtimâdı, en büyük felâket zamanında bile duyduğu insan üstü güvence; zaferde bile gösterdiği sabır ve tevekkül* sözlerini kabul ettirme hırsı, sonsuz ibâdeti; Allah’la mukaddes konuşmaları, ölümü, ölümünden sonra da devâm eden şan ve şerefi, zaferleri O’nun hiçbir zaman bir yalancı peygamber olmadığını, tam aksine büyük bir îmâna sâhip bulunduğunu gösterir; 1 ‘ Filozof, hatip, peygamber, kânun koyucu, cenkçi, insan düşüncelerini etkileyici, yeni îmân esasları koyan ve yirmi büyük dünyâ imparatorluğu ile bir büyük İslâm devleti kuran-kişi: İşte Mu- hammed (sallallahü aleyhi ve sellem) budur! İnsanların büyüklüğü ölçmek için kullandıkları bütün mikyaslarla ölçülsün; acaba O’ndari daha büyük bir şahıs var mıdır? Olamaz!” Bu arada sön yıllarda Avrupa ve Amerikalı çeşitli araştırmacılar tarafından yapılan; jtârih boyunca en büyük insan kimdir* en mükemmel insan kimdir, gibi araştırmaların da, gerek insan zihni vâsıtasıyla ve gerekse kompüterlerle yapılsın dâi- , mâ “Hazret-i Muhammed’dir” hükmü ile neticelendiğini unutmamak gerekir. ,
Canım, kurban olsun senin yoluna, Adı güzel, kendi güzel Muhammed!
Gel şefâat eyle kemter kuluna, Adı güzel, kendi güzel Muhammed!
Mümin olanların çoktur cefâsı, Ahirette olur zevku safâsı. ’
On sekiz bin âlemin Mustafâ’sı, Adı güzel, kendi güzel Muhammed!
Yedi kat gökleri seyrân eyleyen, Kürsînin üstünde cevlân eyleyen,
Mîrâcda, ümmetin Hak’tan dileyen, Adı güzel, kendi güzel Muhammed!
YÛNUS n’eyler iki cihânı sensiz, Sen hâk peygambersin şeksiz şüphesiz!
Sana uymıyanlar, gider îmânsız, Adı güzel, kendi güzel Muhammed!
Mûcizeleri
22
Eki