wiki

DÂVÛD-İ ANTÂKİ

DÂVÛD-İ ANTÂKf; on altıncı yüzyılda yetişmiş
meşhur tıb âlimi. İsmi, Dâvûd bin Ömer
el-Antâkî’dir. Aslen Antakyalıdır. Doğum târihi
belli değildir. 1599 (H. 1008) senesinde Mekke-i
mükerremede vefât etti.
Dâvûd-i Antâkî, ilimdeki başarılarını gerçek
bir ilim atmosferinde yetişmesine borçludur. Özellikle
babası onun ilim adamı olması için çok gayret
sarf etti ve şefkatle üzerinde durdu. Önce
Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Mantık ve matematik ilmini
ve Yunancayı öğrendi. İslâm ve fen ilimlerinde de çalışarak, yetişti. Antakya’dan Kâhire’ye
gittiği zaman, birçok ilimde söz sâhibiydi. Burada
çalışmalara başlayarak, tabîb ve eczâcıların
üstâdı oldu. Şöhreti dört bir yana yayıldı. On altıncı
asırda İslâm âleminde onun derecesine ulaşan bir
tabîb ve eczâcı görülmedi. Kendinden önceki tıb
ve eczâcılık alanındaki âlimlerin çalışmalarına
esaslı katkılarda bulundu.
Dâvûd-i Antâkı, tıb ilmindeki başarıları sebebiyle
“Hakîm, mâhir, ferîd (biricik âlim)” gibi lakaplarla
anıldı. İlmî çalışmalarında tıbbî konulara
daha çok ağırlık verdi ve gerçek bir tıp otoritesi
oldu. İnsanlara, hastalıkların tedâvi usûllerini nezâketle
îzâh eder, sıhhati muhâfaza metodlarını
öğretir ve pratik esaslarını telkin ederdi.
El-Antâkî, sâdece tıp ve eczâcılık alanındaki
çalışmalarla yetinmeyerek, kimyâ, astronomi, fıkıh
ve diğer ilimlerde de ince bilgilerin sâhibi olmak
için çalıştı. O, ilimleri sınıflandırıyor, tasniflerini
yapıyor, konularını ve ana meselelerini belirtiyordu.
Ömrünün son zamanlarında gözleri kör oldu.
Tıb ilmi hakkında şöyle demektedir. “Bu ilme
son derece kıymet vermek ve saygı duymak, ehline
karşı mütevâzî olmak gerekir. Yayılması için de
çalışıp gayret göstermelidir. Fakat dikkat edilecek
mühim bir husus vardır; o da bu ilmi, alçak, ahlâksız,
sâdece kendi menfaatini düşünen rezil kimselere
kaptırmamaktır. Gayretsiz, himmet ve idealsiz
kimseleri bu ilimden uzak tutmalıdır. Eğer buna
dikkat edilmezse, hem ahlâksızlık ve yolsuzluklara
yol açılmış, hem de nice hastaların ölümüne
sebeb olunmuş olur.”
Dâvûd-i Antâkî, Tezkiresi’nde eczâcılık hakkında
şöyle demektedir: “Asrımızdan önce yaşamış
olan İslâm âlimleri, eczâcılık ilminde de çok
derinleşmişlerdi. İlâç yapılacak çok çeşitli madde
tesbit etmişler, bunların tıbbî faydalarını araştırıp
bularak ilâç yapılış usûllerini de belirlemişlerdi.
Öyle ki, onların eserlerinin gâyet muntazam, sistemli
olduğunu açıkça görüyoruz. Biz sonra gelenler,
işte o irfân yıldızlarından istifâdeye ve o uçsuz
ilim deryâlarından birkaç yudum almaya çalışıyoruz.”
Eczâcılık sâhasında otlardan, hayvanlardan
ve kimyevî maddelerin her çeşidinden istifâde
ederek, bu alanda önemli tesbitlerde bulundu.
Dâvûd-i Antâkî birçok eser yazdı. Eserlerinden
başlıcaları şunlardır:
1. Tezkiret-ül-Elbâb vel-Câmia lil-Ucûb-il-
Uccâb: Dâvûd-i Antâkî, bu eserini bir giriş bölümü
ile dört kısım ve netîce bölümü şeklinde hazırladı.
Giriş bölümünde ilimlerin ve mevzûlarınm
tasnifini yaptı. Birinci bölümde, tıbbın temel konularını;
ikinci bölümde, eczâcılık maddelerinin
tesbiti ve îzâhı ile terkibini; üçüncü bölümde, belli
başlı ilâçların hazırlanışım; dördüncü bölümde,
hastalıkların tesbit ve teşhisiyle bunlara tatbikedilecek ilâçları ele aldı. Netîce bölümünde de tıb
ilmiyle ilgili bâzı garip hâdiselerle latîfe ve nükteler
üzerinde durdu.
2. Risâle fil-Fasdi vel-Hacâmat: Kan aldırmak
ve hacamat yaptırma yoluyla yapılan tedâvi
usûllerine dâir bir eserdir.
3. Nüzhet-ül-Ezhân il Islâh-il-Ebdân: Bu
eser bir giriş bölümü ile yedi kısım ve bir sonuç bölümünden
meydana gelmektedir. Birinci bölümde,
tabiî hâdiseler; ikinci bölümde, insan anatomisi;
üçüncü bölümde, hastalıkların oluş sebepleri; dördüncü
bölümde, insanın dış yapısının özellikleri;
beşinci bölümde, sağlık konusunda tavsiyeler; altıncı
bölümde, hastalıkların ayrıntıları; yedinci
bölümde ise, bedenî hastalıkları anlatmaktadır.
4. En-Nüzhet-ül Mübehhece fî Teşhîs-il-Ezhân
ve Ta’dîl-il-Emzice: Eser, iç ve dış hastalıkların
teşhis ve tedâvi usûlleriyle ilgili olup, ayrıca
bütün bedeni ve bünyeyi saran hastalıklar ve tedâvileri
hakkında da bilgi vermektedir.
El-Antâkî, geniş ilmine ve ömrü boyunca yılmadan
yaptığı tetkiklere rağmen, Ehl-i sünnet olmayan
hurûfîlik fırkasındandı. Buna sebep, İbn-i
Sînâ’nın bozuk fikirlerinin etkisinde kalmasıydı.
Ehl-i sünnet âlimleri, kendisini îtikâd yönüyle
red, ilim yönüyle takdir etmişlerdir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir