ölümsüzlük, felsefede ve dinde, bedenin
ölümünden sonra ruhun varlığını sürdürmesi
durumu. Bu kavram ölümden sonra
bedensel dirilişe ilişkin anlayıştan farklıdır.
Ölümden sonra yaşam inancının çeşitli
ilkel topluluklarda yaygın olduğunu gösteren
kanıtlar Sir E. B. Tylor ve Sir James
Frazer gibi ilk antropologlarca ortaya kondu.
Bu inanç toplumların çoğunda yüzyıllar
boyunca yaygınlığını korumuştur. Ama
ölümden sonra var olma düşüncesi farklı
biçimlerde algılanmıştır. Tylor bilinen en
eski dönemlerde yeryüzündeki yaşamla
ölümden sonraki yaşam arasında ahlaki bir
ilişkinin genellikle kurulmadığını gösterdi.
M. Jastrow eski Babil ve Asur’da ölülere
ilişkin etik bir değerlendirmeye hemen hiç
rastlanmadığını belirtti.
Bazı topluluklarda savaşta ölenlerin bir
mutluluk beldesine gittiklerine inanılırdı.
Sonraları, ölümden sonraki yaşamın yeryüzündeki
davranışların karşılığı niteliğindeki
ödül ve cezalardan oluşacağı inancı yaygınlaştı.
Eski Mısır’a ait birçok tasvirde insanlar
öldüklerinde davranışlarından dolayı
yargılanırken görülür. Zerdüşt’ün Pers izleyicilerince
benimsenen Cinvat inancına göre,
öldükten sonra iyiler geniş bir köprüden,
kötüler ise Cehennem’e yuvarlandıkları
dar bir köprüden geçerlerdi. Hindistan’
daki inanca göre, yaşam sırasındaki davranışların
sonucu olarak ölümden sonra yukarı
çıkan ve aşağı inen merdivenlerle karşılaşılacaktır.
Hıristiyanlar arasında ortaçağ
boyunca yaygın olan ölümden sonraki ödül
ve ceza düşüncesi günümüzde de çeşitli
mezheplere mensup birçok Hıristiyan tarafından
paylaşılır. Buna karşılık birçok laik
düşünür ahlaki bakımdan iyi ve kötünün
ölümden sonra yaşam düşüncesinden bağımsız
olarak kendi içinde ele alınması
gerektiğini öne sürer.
Hindistan’daki birçok felsefi görüşün temelini
oluşturan Upanishad(*) metinlerinde özellikle insanın doğası ve sonul yazgısı
konulan ele alınır. Ölümsüzlük düşüncesi
Platon’un görüşlerinde de önemli bir yer
tutar. Gerçekliğin temelde tinsel olduğu
görüşünden hareket eden Platon ruhun yok
edilemeyeceğine dayanarak ölümsüzlüğü ispatlamaya
çalıştı. Aristoteles ise ruhun
bedenden ayrı olarak var olamayacağını
öne sürerek kişinin ölümsüzlüğü yerine
usun ölümsüzlüğünü savundu. Maddeci bir
görüşten yola çıkan Epikurosçular, sonrasında
bilinçliliğin olmaması nedeniyle ölümden
korkulmaması gerektiğini öne sürdüler.
Stoacılar ise bir bütün olarak ussal evrenin
sürekliliğini savundu. Marcus Aurelius varoluş
süreci içinde, her bireyin kendine
ayrılmış belirli dönemleri olduğunu öne
sürdü. Cicero ise kişinin ölümsüzlüğü düşüncesini
benimsedi. Yeni Platonculuktan
yola çıkan Augustinus insan ruhunu özünde
ölümsüz olarak değerlendirdi.
İslam düşünürlerinden İbn Sina ruhun
ölümsüz olduğunu savunurken, Aristoteles’
in görüşlerine daha yakın olan İbn Rüşd
yalnızca usun ölümsüzlüğünü benimsedi.
Albertus Magnus ölümsüzlüğü, kendi içinde
bir neden olarak gördüğü ruhun bağımsız
bir gerçeklik olduğunu öne sürerek savundu.
Johannes Scotus Erigena kişinin ölümsüzlüğü
kavramının ussal olarak yadsınması
ya da kanıtlanmasının olanaksızlığını öne
sürdü. Spinoza sonul gerçeklik olarak kabul
ettiği Tanrı’nın bir bütün olarak ölümsüzlüğünü
öne sürmekle birlikte, onun içindeki
tek tek bireylerin ölümsüzlüğü görüşünü
benimsedi. Leibniz gerçekliğin tinsel monadlardan
oluştuğunu öne sürerek yaratma
gücünden yoksun, sonlu monadlar olan
insanları Tann’mn yarattığını ve onun yok
edebileceğini savundu. Ama insanlan tinsel
kusursuzluğu elde etmek isteğiyle donatan
Tanrı, böylece onlara ölümsüzlüğe ulaşmanın
olanağını da sağlıyordu.
Kant, parçalanma yoluyla ortadan kalkmayacağını
belirttiği ruhun kendi gücünü yitirmesiyle
yok olabileceğini öne sürdü. Ona
göre, saf usun ilkeleri ile kanıtlanamayan
ölümsüzlüğe bir ahlak önermesi olarak
inanılabilirdi. Kant’ta “istencin ahlak yasası
ile mükemmel uyumu” olarak görülen kutsallık,
“ancak ussal varlığın varoluşunun ve
kişiliğinin sonsuz sürekliliği (ya da ruhun
ölümsüzlüğü) varsayımı temelinde” sürekli
bir ilerlemeyi öngörür. Olasılığın yaşamı
belirlediğini öne süren Joseph Butler,
Kant’ınkine benzeyen etik nedenlerle,
ölümsüzlüğün olası görülmesi gerektiğini
belirtti. Hegel’in felsefesi, bazı düşünürlere
göre sonlu bireylerin mutlak olan içinde yok
olmasını, bazılanna göre de mutlağın parçaları
olarak sürmesini öngörür. Schopenhauer
ise yaşamın acılarından nihai kurtuluşu
bilinçli kişilikten bilinçsiz evrensel iradeye
geçiş olarak tanımlar.
Ölümsüzlük kavramı 20. yüzyılda bir felsefe
sorunu olarak giderek daha az ele
alınmaya başlamıştır
ölümsüzlük,
24
Şub