Osmanlı Devletinde askeri ve idari sahalarda geniş selâ- hiyetlere sahip, en üst derecedeki memurlara verilen ünvan. Vezir kelimesi lügâtlarda yardımcı mânâsına da gelmektedir. Vezir ünvanı ilk defa Abbasî Devletinde kullanılmağa başlanmıştır. Kendisine vezir ünvanı verilen bir devlet adamı Ebû Selemetü’l-halâl’dır. İslâm devletlerinde vezir mânâsına gelen başka ünvanlar da kullanılmıştır. Endülüs devletinde “hâcib”, bazı Türk devletlerinde “atabek” ve Osmanlılann ilk zamanlarda ise “lala” vezire muadildir. Vezir ünvanı Büyük Selçuklu, İlhanlı, Anadolu Selçuklu ve Memlûklarda da kullanılmıştır. Osmanlı Devleti’nin kuruluş devrinde tek vezir vardı ve hükümdardan sonra devletin idarecisiydi. Sultan Birinci Murad Hân (1359-1389) devrinde vezir sayısı ikiye çıkınca, padişah adına devleti idare eden vezire ‘vezir-i âzam’ denilmeğe başlandı. Sultan Birinci Süleyman Hân (1520-1566) itibaren vezir-i âzam yerine ‘sadr-ı âzam’ kullanılmağa başlandı (Bkz. Sadr-ı âzam). Vezirlik rütbesine yükselebilmek için liyâkatini ispatlamanın yanı sıra, mükemmel hizmet etme, iktidar ve ehliyet sahibi olma özellikleri aranırdı. Vezirlik erken devirlerde beylerbeyilik mevkiinde yükselmiş, kadem almış devlet adamlanna verilirdi. Önceleri vezirlik kubbe vezirlerine mahsus bir paye olduğu hâlde sonradan memleket dahilindeki mühim merkezlere kubbe vezirlerden tayinlerin yapılmasıyla vezir sayısı artmıştır. Bu sebeple vezirler “Dahil vezirleri” (Kubbe vezirleri) ve “Hariç vezirleri” (Eyalet vezirleri) olarak tasnif edilmiştir. Onyedinci asırdan itibaren Kaptan Paşa, Defterdar ve Nişancılara da vezir payesi verilmeğe başlanmıştır. Klâsik devirde vezarete yükselmek şu yol takip edilerek gerçekleşirdi: Vezir olabilmek için sancakbeyliği, beylerbeyilik, Rumeli beylerbeyiliği yaptıktan sonra Küçük Vezirliğe tayin yapılırdı. Kubbe vezirleri divan toplantılarında vezir-i âzamin sağında otururlardı. Ve en sonda oturana küçük vezir denilirdi. Kubbe vezirliğine kadar devletin her kademesinde vazife yaptıklarından tecrübeli, kıymetli devlet işlerine vakıf zatlar olurlardı. Kubbe vezirleri Divan-ı hümayun’da görüşülecek konulann çok olduğu toplantılarda, vezir-i âzamin izniyle tuğra çekerek Nişancıya yardım ederlerdi. Vezir tayin edilen şahıs İstanbul’da ise konağına reisü’l-küttab vezaret beratı, nişancı, nişan-ı hümayun takımı, emir-i âlem vezirlik alâmeti, üç tuğu bizzat
götürürlerdi. Beratı alan önce padişahın, sonra vezir-i âzamin huzurunda hil’ât giyerdi. Daha sonra çavuşbaşı tarafından merasimle konağına kadar götürülürdü. Vezirlere maaş olarak has tahsis edilirdi. Hasların gelirlerinin miktarı Fatih Kanunnamesinde 1-1,2 milyon akçe olarak tesbit edilmişti. Ancak bu miktar zamanla artmıştır. Sefer sırasında has gelirinin her 5000 akçesi karşılığında tam teçhizatlı bir askeri harbe göndermek mecburiyetindeydi. Yaşı ilerleyen veya devlet işlerinde aczi görülen vezirler tekaüd (emekli) edilirler ve emekli maaşı olarak 600.000 akçelik bir has verilirdi. Vezirler hakkında şikâyet olur ve hakkındaki şüpheler sabit olursa kendisinden vezirlik alâmetleri ve rütbeleri alınarak belli bir mahâlde ikâmete mecbur tutulurlardı. Eğer halka zulüm ettikleri duyulursa muhakeme edilerek cezâlandırılırlardı. Vezirler bu vazifeyle taşraya çıktıklarında eyaletine gidinceye kadar yol üzerinde dâvâlara bakmak ve karar almak selâhiyetine sahiptiler. Aynı durum İstanbul’a dönen vezirler için de geçerliydi. Ancak, vezir olan beylerbeyinin hudutla n dahilinde dâvâyı havalinin (yerin) beylerbeyine havale etmeleri gerekirdi. Kalabalık maiyetlere sahip olan vezirlerin emirleri altında en az üçvüz kişi bulunurdu. Kapı halkı olarak isimlendirilen bu maiyetin kalabalıklığı vezirin derecesini gösteren bir ölçüydü. Emrinde kapı halkı kalabalık olan vezirler “mükemmel vezir” olarak anılırlardı.
Vezir
05
Haz