Aim. Genetik, Vererburiglehre (f), Fr.Genetique (f), İng.Genetics. Fertlerin iç ve dış karekterlerini
nasıl kazandıklarını, ana-babasına veyahut da yakınlarına nasıl ve niçin benzediğini, tabiattaki canlıların
gösterdiği çeşitliliğin neden ileri geldiğini inceleyen bilim dalı.
Genetik, 20 asrın başlarında gelişmiş, yeni sayılabilecek bir bilim dalıdır. Bununla beraber, genetiğin konusunu
meydana getiren çoğu olaylar ve bunlar hakkındaki düşüncelerin tarihi birhayli eskidir. Geneti
ğin gelişmesi de çok eski tarihlerde başlamış, tarih boyunca çeşitli fikirlerle zaman zaman ilerleme ve
duraklamalar göstermiştir. Son asırda ise genetik daha evvelki zamanlarla kıyaslanamayacak bir ilerleme ve
gelişme göstermiştir.
Canlı organizmanın ne şekilde ortaya çıktığı uzun zaman tartışma konusu olmuştur. İlâhi bir inanış olan
“her canlı bir canlıdan doğar” (omme virum ex vivo)fikrine varılmadan önce, Avrupa’da algler, kurtlar, salyangozlar,
vs. gibi ilkel organizmaların, kokuşmakta olan organik maddelerden birdenbire ve kendi kendine
meydana geldiklerine, yanı kendiliğinden meydana gelen (generatio spontanea) fikrine inanılmaktaydı.
Grek bilgini Aristoteles’de bu fikrin savunuculanndandır.Ona göre yüksek organizmalarda ana ve babanın
döle verdiği pay eşit değildir. Ana, döle sadece madde verir, baba ise can verir, yani kalıtımda esas rol
babanındır.
Aristo gibi döl üzerinde babanın rolünün büyük olduğuna inananlara (spermist” , ananın rolünün
büyüklüğüne inananlara ise “ovist” denmekteydi. Bu iki akım arasındaki mücadele, mikroskopun gelişmesi,
sperm ve yumurtaların hücre yapısının incelenmesi ile son bulmuştur. Bitki ve hayvanların aytıı tamel yapıya
sahip olan ve hücre adı verilen adacıklardın meydana geldiği mikroskop ile anlaşılmıştır. 1840’da Schleiden
bitkilerin, Schwann da hayvanların hücrelerden müteşekkil olduğunu belirtmişlerdir.
1827 de bitki hücresinin bölünerek iki hücre meydana getirdiği mikroskopta görülünce, hiçbir hücrenin,
hiçbir cansızdan meydana gelmeyeceği ortaya çıktı. O halde hücre çoğalma özelliğine ve bir döle sahiptir. Yani
hücre bir üreme ünitesidir ve aynı zamanda canlı organizmanın temelidir.
1831 de Robert Brown tarafından bitki hücrelerinde çekirdeğin görülmesi, 1854 de kurbağalarda, 1855 de
muhtelif su yosunlarında spermanın yumurtayı döllemesi izlenmiştir. Böylece döllemede vücut hücrelerinin değil, gametlerinin (cinsiyet hücrelerinin) birleştikleri kesin olarak anlaşıldı.
1840 da Hofmeister tarafından kromozomların ilk defa görülmesi, hücre bölünmesi (mitoz) sırasında kromozomların birbirine eşit iki yarımdan hangisine gittiğinin
anlaşılm asına yardımcı olmuştur. 1887 de Weismann, gametler meydana gelirken kromozom
sayısının yarıya indiğini, sonra döllenme ile kromozom sayısına erişildiğini, eşeyli üremenin sonraki döllerde
farklı şekilde bireyler meydana getirdiğini açıkladı. Aynı yazar, kalıtsal maddeye “idioplazm” , kromozomlara
“idant”, kromozomları meydana getiren parçalara da “id” (gen) adını verdi. Weismann’in kalıtım maddesinin
kromozomlarla dölden döle geçtiğini kabul eden bu teorisine “ kromozom teorisi” denir.
İnsanlar çok eski devirlerden beri kendilerine yararlı hayvan ve bitkileri yetiştirmiş ve çoğaltmışlardır. Fakat
onların eşeyi ve dölde eşey belirmesi hakkında (cinsiyet ortaya çıkması hakkında) çoğu batıl olan yanlış ve eksik
düşünceler asırlarca devam etmiştir. Hayvanlarda iki eşey, yani iki ayn cinsin mevcudiyeti biliniyordu. Bitkilerde
ise bu durumun farkına varılması, Avrupa’da onyedinci asrın sonunda oldu.
Asur, Babilliler ve Araplar zamanında hurma ağaçlarının ayrı eşeylerinin olduğu bilindiğinden, bol ürün
almak için dişi ağaçların çiçekleri erkek ağaçlardan alınan çiçek tozlarıyla muamele ediliyordu. O zaman
bilindiği anlaşılan bu usul, hurmalardan başka bitkilere tatbik edilmedi ve Asya’dan Avrupa’ya geçemedi.
Avrupa’da bitkilerde ayrı eşeyliliğin ve eşeyli üremenin yeniden keşfi onyedinci yüzyıl sonunda olmuştur. Bitki
türleri arasında tozlaşma ile tür melezleri elde edilebilmiştir.
1866 da Çekoslovakya’da Gregor Mendel’in bezelye cinsleri arasında yaptığı çaprazlamalar ve elde
ettiği sonuçlar, genetiğin temelini meydana getirmektedir.1900 de De Vries, Correns ve Tschermak’m kendi
çalışmaları Mendel’in buluşlarını doğruladığından, elde edilen sonuçları Mendel Kanunları adı altında toplamış
lardır. Mendel Kanunlarının yeniden keşfi sebebiyle, 1900 yılı kalıtım ilminin doğum yılı, Mendel de geneti
ğin babası olarak kabul edilmiştir. Bateson 1906 da bu genç ilim dalma “genetik” adını vermiştir.
Genetik, Ana-babalarla oğul döller arasındaki benzerlikleri ve farkları bir veya daha fazla döller boyunca inceler. Döller arasındaki benzerlik ve farklılıkların meydana gelmesinde kalıtım ve çevrenin karşılıklı olan
tesirlerini aydınlatmaya çalışır. Genetik ilminin çeşitli kollan vardır. Herbiri günümüzde ayrı bir ihtisas dalı
haline gelmiş olan bu dallar arasında “Mendel Genetiği’ “ Populasyon Genetiği)” , “sitogenetik” başta gelenlerdir.