Tevekkül: Allah’a dayanıp güvenme, başkasına değil, sadece
Allah’a güvenme, elinden gelen her şeyi yaptıktan sonra sonucu
nu Allah’a bırakma, çalışıp çabalarken Allah’ı daima yanında bil
me, Allah’a güvenip sonuçtan endişe etmeme, sonucu Allah’tan
ve yalnız Allah’tan bekleme, Allah’ın takdir
edeceği sonuç ne olursa olsun buna razı olma
ahlâkıdır. Tembellik, umursamazlık, lâkayıtlık,
sorumsuzluk, boşvermişlik, adamsendecilik,
uyuşukluk anlamlarına gelmez. Tevekkül sahibi
bir kul, bir iş yapmaya karar verdiğinde hareke
te geçer, elinden geleni yapar, işi bitirir, sonucu
Allah’a bırakır ve huzurla bekler. Bundan sonra
sonuç ne olursa olsun bunun Allah’tan geldiğini bilir
ve başına gelene razı olur.
Rızık: Rabbimizin canlılara yiyip içmek ve yararlanmak için
verdiği her şeydir. Her türlü yiyecek, içecek, giyecek, kullanılan
eşya; mal, mülk, para, mücevher ve servet; çoluk çocuk ve eş; fay
dalanılan yetenekler, bilgi ve hikmet; gönüllerin ve vücudun her
türlü gıdası; en küçüğünden en büyüğüne kadar yararlandığımız
her şey rızık kapsamında değerlendirilebilir. Yegâne rızık verici
Allah’tır. O herkesin rızkını ayrı ayrı verir. Vereceği şeyleri bazen
göklerin ardından, bazen yerin altından, bazen denizin bağrın
dan, bazen de başka kullarının elinden ulaştırır. Kime ne kadar
ve nasıl dilerse o şekilde verir. Ancak kulların da çalışıp çabalayıp
kendi rızıklarını helâl yoldan kazanmak için gayret göstermeleri
gerekir. Allah, kullarının gayretini değerlendirir.
Başarı: Herhangi bir işte başardı olmak isteyen kul çalışır, gay
ret gösterir. Ama sonunda başarıya ulaşabilmesi ancak Allah’ın
Kaderle İlgili Bazı Kavramlar
Sevgili
Peygamberimiz
buyuruyor ki:
“Önce deveni bağla, Allah’a öyle tevekkül , » et
(Tirmizi, “Kıyâmet”, 60).
334 D i n i m İ s l â m
takdiriyle mümkün olur. Başarıya ulaşmak için mutlaka gayrete
ihtiyaç vardır; ancak bir konuda gayret göstermiş olmak istediği
miz sonuca ulaşabilmemizi garantilemez. Eskilerin dediği gibi:
Gayret bizden, tevfık (başarıyı nasip etme) Allah’tan…
Afet ve hastalık: Allah’ın kullarını imtihanının farklı şekilleri
vardır. Hastalıklar ve musibetler de eğer Allah’a güven ve tesli
miyet içinde karşılanır ve gereken davranışlar sergilenirse Allah’a
yaklaştıran, günahları azaltan ve arınmaya vesile olan imtihan
lardandır. Bütün âfet ve hastalıklar Allah’ın takdiriyle gerçekleşir.
Ancak âfet ve hastalıkları engellemek için ge
rekli tedbirleri almak da kulun görevleri arasın
dadır. Tedbirsizliklerden kaynaklanan sorunları
“Ne yapalım, kaderimizde varmış”, “Allah böyle
takdir etmiş” gibi cümlelerle geçiştirmek doğru
bir kader ve tevekkül anlayışı değildir. Bu cüm
leler, ancak gerekli bütün tedbirler alındıktan
sonra yine de başa gelen musibetler için yerinde
ve haklı olabilir. Böyle bir durumda mümine
düşen, teselli ve destek kaynağı olarak yine
Rabbimize sığınmak ve her şeyin O’nun takdi
rinde olduğuna iman etmektir.
Yüce Rabbimiz
buyuruyor ki: “Gökten de bereketli bir su indirip onunla kullar için rızık olarak bahçeler ve biçilecek taneler (ekinlerj, birbirine girmiş kat kat tomurcukları olan yüksek hurma ağaçları bitirdik ve böylece onunla ölü bir beldeye hayat verdik. İşte (dirilip kabirlerden) çıkış da böyledir”
(Kâf 50 /9-11).
Âyet meâli üzerinde düşününüz ve kaderle iliskisinin
K a d e r v e K a z â y a İ n m
Ecel: Bir kimsenin ölümü, o kimse için takdir edilen ömrün bit
mesiyle gerçekleşir. Bunun nerede, ne zaman, nasıl olacağını hiç
kimse bilemez. Ecel, ne bir an öne alınabilir ne de bir an geriye
bırakılabilir. İnsanın hastalanıp yatakta ölmesi de, depremde duvar
altında kalması da, denizde boğulması da, düşmanı tarafından
vurulması da eceliyle ölmesi demektir. Kulun ecelini belirle
yen ve takdir eden sadece yüce Rabbimizdir. Hz. Ali’ye
düşmanlarının kendisini öldürebileceği söylendi
ğinde o, ecelin insanı ölümden koruyan sağlam bir
kalkan olduğunu belirtmişti. Öyle ya, eceli gel
meden kimse kimseyi öldüremez, o zaman ölüm
korkusuyla yapacağından geri durmak niyeKader ve Kazâ
Yüce Rabbımız
buyuruyor ki: “O, her şeyi yaratmış ve yarattığı o şeyleri bir ölçüye göre takdir etmiştir”
(Furkân 25 / 2).
“…ve sen ‘Allah’ın sünnetinde asla değişiklik bulamazsın”
(Azhab 33 / 62).
Bu iki âyet meâtinden anladıklarınızı kader inancı açısından arkadaşlarınızla değerlendiriniz.
Kazâ ve Kadere İman Eden İnsan…
Hayır ve şer, iyi ve kötü, canlı ve cansız, faydalı ve faydasız ne
varsa hepsi Allah’ın bilgisi, dilemesi, kudreti ve yaratması ile
gerçekleşir. O’nun bilgisi olmaksızın bir yaprak bile kıpırdamaz.
Kazâ ve kadere iman eden kişi bunu bilir ve bu bilginin verdiği
güvenle huzur içinde yaşar.
Yine bilir ki evrende olan her şey bir ölçüye, bir hikmete göre
meydana gelir. Allah, yarattığı her şey için bir amaç belirlemiştir.
Mümin bu ölçüyü, bu hikmeti, bu amacı anlamaya çalışır. O’nun
koyduğu ölçüyü, kurduğu denge ve düzeni bozmadan yaşamak
için gayret gösterir. Bu düzen içinde kendi yerini anlamaya ça
lışır. Hayatta karşılaştığı güçlüklerde O’nun kurduğu düzene ve
takdir ettiği hikmete güvenir, daha bir metanetli olur.
Alimdir Allah. Her şeyi hakkıyla bilir. Gelmişi,
geçmişi, geleceği… Habîrdir O. Her şeyin en
ince ayrıntısından bile haberi vardır. Çünkü
O’dur evreni yaratan ve ondaki her şeye ince ve
şaşmaz bir ölçü koyan. İnsanı da yaratan, doğru
yu ve yanlışı seçme yeteğini veren yine O’dur. Bu
yüzden insanın nasıl hareket edip hangi sonuç
larla karşılaşacağını da yine en iyi O bilir.
Allah’ın her şeye bir ölçü ve düzen belirleme
sine, her şeyi bilip takdir etmesine kader adı
verilir. Vakti gelince bu bilginin gerçekleşmesine
ve olayların meydana gelmesine de kazâ denir.
Allah tarafından belirlenmiş bir ömrü olduğunu bilir. Bütün
dünya bir araya gelse dahi ömrü bitmeden canını alamayacak
larına inanır. Allah’a ve O’nun kaderine olan bu sarsılmaz iman
sayesinde kimse müminden daha cesur olamaz.
Sahip olduğu güç, zenginlik ve makamdan dolayı en ufak bir gu
rur duymaz. Çünkü bunların hepsi Allah’ın kendisine geçici bir
süreyle verdiği birer hediyedir ve Allah, verdiği gibi alabilir de…
Her ne olursa olsun ümidini kaybetmez.
Çünkü bilir ki yerin ve göğün hâzinele
rinin sahibi Allah’tır ve Allah’ın vere
bileceği nimetlerin bir sınırı yoktur.
Allah nimetlerini bol bol verdiğinde
de kıstığında da bunun bir sebebi
vardır. Bu iman mümin için olağa
nüstü bir teselli ve ümit kaynağıdır.Kader ve İnsan
insan akıl sahibidir, insanı meleklerden ve diğer varlıklardan ayı
ran yönü aklıdır. Bu özelliği dolayısıyla dinin emir ve yasaklarına
muhataptır. Bunları kabul ya da red konusunda bir tercihle yüz
yüzedir. Sonuç olarak insanlar arasında aklını kullanarak imanı
ve teslimiyeti seçenler olduğu gibi, inkâra sapanlar da bulunmak
tadır.
İnsan özgürdür, insan tercih yapabilen bir varlıktır. Kendisine
sunulan seçenekler içerisinden imanı da inkârı da tercih etmek
onun özgürlük alanı içindedir. Bunu yapabilecek bir irade kendi
sine yaratıcısı tarafından verilmiştir.
İnsan sorumludur. İnsan, inandıklarından ve inanmadıklarından,
tercih ettiklerinden ve etmediklerinden, yaptıklarından ve yap
madıklarından sorumludur. Kendisine verilen akıl ve özgürlük
onun bütün bunlardan sorumlu olması sonucunu doğurur. Şayet
akletme ve tercihte bulunabilme durumu olmasaydı o zaman
imtihana gerek kalmaz, “sorumluluk”tan da bahsedilemezdi.