Bilmiş ol ki: Duânın birtakım âdâb ve şeraiti vardır ki duâ ancak onlarla makbul olur. Tıpkı namaz gibi; o da ancak birtakım şartlarla gerçekleşip kabul olunur.Duânm şartları : 1) îç âlemimizi helâl lokma ile düzeltmek. Bunun için denilmiş ki: Duâ göklerin anahtarıdır. O anahtarın dişleri (şifreleri) helâl lokmadır. 2) Duânm en son şartı İhlâs’tır. Yâni duânın gösterişten uzak sırf İlâhi rızayı gözeterek tevazu içinde yapılmasıdır. Bu husus Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle beyân ediliyor: «Ey inananlar! Kâfirler istemese de, dini yalnız Allah’a has kılarak O’na yalvarın.»900 3) Kalb huzuru. (Gönül huzuru duâyı hedefine kavuşturur). İnsanın bu husustaki hareketi dil iledir. Kalb ile irtibat kurmamış bu tür hareket kapının önünde durup şamata yapanın gürültüsüne, bekçinin dam üstünde durup bağırmasına benzer. Ama kalb huzuru sağlanırsa, huzura erişen kalb şefaatçi olur dilin bu hareketine. Nitekim Tefsîr-i Rûhu’l-Beyân’da da bu husus a\* nen açıklanmıştır. Bak Fâtiha tefsirine!.. Hadîs-i şerifte buyuruluyor ki: «Allah şüphesiz yanılma ve gaflet içinde ve başka şeyle meşgul olup huzura erişmeyen bir kalb sahibinin duâsmı kabul buyurmaz.» Duâ için gönül ürpertisi ve alçalması, huzurda mekân tutması, yukarıdan aşağıya inmesi gerekir. Bununla ilgili olarak Allah’ın Resûlü (S.A.V.) Efendimiz: «Bilmiş ol ki, Allahü Teâlâ gafil bir kalbin duâsmı kabul buyurmaz.»901 demiştir. 4) Duâ, günahta ısrar edildiği halde yapılmamalı. • Cenâb-ı Peygamber (S.A.V.) Efendimiz bu hususu açıklarken buyuruyor ki: «İnsanların en ahmakı, günah üzerinde ısrar ettiği halde Allah’a tevbe eden kimsedir.» Büyük velî Yahyâ bin Muâz Hazretleri’ne soruldu : — Bizim için duâ etmez misiniz?
Cevap verdi: — Nasıl duâ edeyim? İsyan içinde bulunuyorum ve O’- nun rahmetini nasıl ummayayım ki O çok kerem sâhibidir. 5) Duâ eden kalbinde Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz’in şu sözlerinin doğruluğunu taşımalıdır: «Şüphesiz ki Rabbiniz hep diri ve çok kerem sâhibidir. Kulu elini O’na doğru kaldırdığında onu boş çevirmekten utanır.» Ancak duâ eden kimsenin burada şu hususu hatırdan çıkarmaması gerekir: Hadîs-i şerifte böyle yapılan bir duânın kesin olarak kabul olunacağı belirtilmemiş, duâ edenin ellerinin boş çevrilmeyeceğr, hacetinin bir kısmının yerine getirileceği ifâde edilmiştir. Diğer bir tefsirle, ellerin sevâpsız geri çevrilmeyeceğine işâret edilmiştir. 6) Duâya başlarken önce Allah’a Hamd ve Senâ etmek. 7) Hamd ve Senâ’dan sonra Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz’e salât u selâm getirmek. 8) Kendi nefsine haksızlık ettiğini itiraf etmek. Bu haksızlıktan dolayı tevbe ve istiğfarda bulunmak. 9) Duâyı bütün İslâm ehline umumileştirmek, isteklerinde bütün (meşrû) arzu ve emellerini dile getirmek, hacetinin yerine gelmesi konusunda rağbetinin büyük olduğunu ifâde etmek Çünkü Cenâb-ı Hak hacetin büyüklük ve küçüklüğüne bakmadan kendi lûtf u kereminden ona verir. 10) Allah’ın ona ilham ettiği hayır ne ise onunla duâ edip isteği dile getirmek. Duâyı cümle ve kelime şeklinde bırakmamak. İçinde ve dışında bir mahviyet hissederek yapmaya çalışmak 11) Duâda temennâ yapmamak (elleri kaldırıp baş üstüne koymamak) Bu tarz hareketlerden kaçınmak. Duânın âdâbı: Yukarıda şart olarak sıraladıklarımızın bir kısmı duânın âdâbma girmektedir. Bunlardan başka birtakım daha âdâb ve usûlü vardır :a) Duâyı iyi amelle birleştirmek. Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz: «Amelsiz duâ eden, oksuz yay kullanan kimse gibidir» buyurmuştur. b) Önemli gördüğü hususlarda duâ etmeden önce abdest almak ya da gusletmek. c) Kıbleye yönelmek. d) Önce kendi nefsine duâ etmek. (Sonra da ana babasına, sonra da bütün mü’minlere…) e) Ellerini omuz seviyesine kadar kaldırmak. Saîd bin Müseyyeb (R.A.) Hazretleri’nin rivâyetine göre, Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz Medine’ye şeref verdikleri zaman duâ ettiğinde ellerini koltuklarının beyazlığı görünecek kadar kaldırmıştı. Ebû Hüreyre (R.A.) diyor ki Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz Medine’nin bir nahiyesine doğru yola çıktı. Ben de beraberinde bulunuyordum. Bir ara kıbleye yönelip koltuklarının beyazı görülecek şekilde ellerini kaldırıp duâ etti. Duâsının bir bölümünde şöyle diyordu : «Allah’un! Şüphesiz ki İbrâhim senin peygamberin ve ha- lilindir. O, Mekke ehline duâ etti. Ben de, senin peygamberin ve Resûlünüm. Medine ehli için duâ ediyorum: Allah’ım! Me- dine’lileri mübarek kıl, onların avuçlarında ve ölçeklerinde bulunan nesneleri bereketlendir; az şeylerini de çok şeylerini de mübarek eyle!. Mekke’lilere verdiğin bereketin kat’ katını bunlara ver. Allah’ım! Şuradan şuraya kadar (derken Medine çevresine işaret etti) her tarafı mübârek eyle.. Allah’ım! Kim Medine ehline kötülük yapmak isterse, onu erit, te’sirsiz hale getirme, tuzun suda eridiği gibi onu yok eyle..»902 f) Ellerinin içini yüzüne doğru gelecek şekilde tutmak. g) Diz üzeri oturmak, (namazda olduğu gibi). h) Dilek ve arzusunu üç defa tekrarlamak. Yapılan sahîh rivâyetlere göre Resûlüllah (S.A.V.) Efen- diğimiz duâ ettiği zaman üç defa tekrarlardı. Bir dilekte bulunduğu zaman yine üç defa ve bazen yedi defa tekrarlardı ve bunu yedi vakit devam ettirirdi. i) Elleri göğüs (hizasına) doğru birleştirmek. Bu tıpkı bir miskinin kendini küçültüp dileğini büyütmesi gibi bir harekettir. j) Cenâb-ı Hakk’a peygamberlerle ve salih kullarla tevessül etmek. (Duâda bunların hürmetine dilekte bulunmak da keza duânm âdâbındandır.) k) Sesi alçaltmak, edep, terbiye, tevazu ve gönül ürpertisi, kalb huzuru ve temekkünü içinde dilekte bulunmak. 1) Gözleri göğe doğru kaldırmamak. m) Duâ bitince elleri yüze sürmek. Nitekim Cenâb-ı Peygamber (S.A.V.) Efendimiz: «Duayı bitirdiğinizde ellerinizi yüzünüze sürünüz» buyurmuştur. Çünkü böyle yapmakta uğur ve bereket vardır. Elleri yüzüne sürerken ellerinin gök bereketleriyle dolu bulunduğuna işâret eder gibi bir anlam gösterir ve organları içinde en hürmete şâyân olan yüzüne bu bereketi akıtıp serptiğini için için düşünür.003 n) Duâyı gizli, içten yapmak, münacaat ettiği Cenâb-ı Kibriyâ’dan başkasının duymasına lüzum görmemek. Çünkü Cenâb-ı Hak Kur’ân’da: «Rabbinize gönülden ve gizlice (duâ edip) yalvann. Doğrusu O, aşın gidenleri sevmez» buyurmuştur. Yine bu hususta Cenâb-ı Hak, Zekeriya Peygam- ber’den bahsederken buyuruyor ki: «Zekeriya, Rabbine içinden yalvarmıştı… »9<M Zekeriya Peygamber’in bu içten yapmış olduğu duâ kabul olunmuş, Cenâb-ı Hak ona Yahya Peygamber’i ihsan etmişti. «İçinden yalvarmıştı» şeklinde tercemesini yaptığımız «Ni- dâen Hafiyyâ» hakkmdaki görüşler farklıdır: Bazı ilim adamlarına göre, duâlann en gizlisi, gece ortası yapılandır. Hafiy tabiri buna işârettir. Bazısına göre ise içinden yalvarmaktır.Yapılan sahîh rivâyete göre Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz buyurdu ki: «Cenâb-ı Hak her gece, gecenin üçte biri kalınca dünya semâsına (rahmet ve ihsanıyla) iner ve şöyle buyurur: Ben yegâne hükümdarım, ben yegâne hükümdarım; kimdir, bana duâ etsin, kabul edeyim. Kimdir, benden bir dilekte bulunsun, vereyim.. Kimdir, benden bağışlanmasını istesin, onu bağışlayayım..»90, Hazret-i Câbir (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimfz’in şöyle buyurduğunu işittiğini naklederek diyor ki: «Şüphesiz gecede öyle bir saat var ki herhangi müslüman bir kimse o saate rastlar da dünya ya da âhiret işlerinden bir hayır isterse Cenâb-ı Allah mutlaka ona verir.»906 Bu saat (ki eşref-i saattir) hemen her gecede vardır. Bu saati bilmek istersen uyuyacağın zaman Kehf sûresinin 107- 108-109 ve 110. âyetlerini oku. Mutlaka geceleyin o saatte uyanırsın. Âyetin meâli şöyledir : «Ama inanıp yararlı iş işleyenlerin konaklan Firdevs cennetleridir. Orada temelli kalırlar, başka yere gitmek istemezler. De ki: Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa ve bir kadarmı da katsak, Rabbimin sözleri tükenmeden denizler tükenirdi. De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım; ancak bana ilâhınızın tek bir ilâh olduğu vahyohınuyor. Rabbine kavuşmayı uman kimse yararlı iş işlesin ve Rabbine kullukta hiç ortak koşmasın..» İbni Melek diyor ki: Rivâyete göre Cibril (A.S.) şöyle demiştir: «Doğrusu ben Arş’ın seher (vaktin)den titrediğini görüyorum.» (Cibril’in bu sözü, seher vaktinde içinden yalvanp Ce- nâb-ı Hakk’a arz-ı niyaz eden salih kullann o vakitteki amellerinin ne kadar çok makbul tutulduğunu gösterir.) (Mütercim)Sahih hadîste buyuruluyor ki: Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz müslümanlardan bir cemaatin yüksek sesle duâ yaptıklarını işittiğinde onlara dedi ki: «Kendinize karşı şefkatli ve anlayışlı olunuz. Çünkü siz ne sağıra, ne de gâibe münâcât ediyorsunuz! Çağırıp duâ ettiğiniz zat size binitinizin boynundan daha yakındır.» Bunun için selef-i sâlihînden bazısı demiştir ki: Gizli, içten duâ etmek, aşikâr, sesli duâdan yetmiş defa daha üstündür. Duânın şartlarından biri de: Cidden nâçar durumda olmaktır. Âlimler demişler ki: Kabul cihetiyle duâlann en yakın olanı, duâ yapanın başına gelen şeyden dolayı nâçar durumda bulunması anındaki duâdır. tbni Ata’ (rahmetullahi aleyh) diyor ki: Nâçar olmanın sıfatı, kulun o durumda suda boğulur gibi olmasıdır; ya da yolu-izi belli olmayan uçsuz bir çöle atılmasıdır ki helâk olmaya yüz tutmuştur. Allah’a olan ilticâ ve yardım dilemenin hemen kabul olunacağına kulun sadakatle gönül vermesi, ekseriya hemen duâsmm kabul olunmasını sağlar. Cenâb-ı Hak bu hususa işâretle Kur’ân-ı Kerîm’de buyuruyor ki: «Yoksa, darda kalana, kendisine yakardığı zaman karşılık veren, başındaki sıkıntıyı gideren ve sizi yeryüzünün sâhipleri yapan mı? Allah’ın yanmda başka bir ilâh mı? Pek kıt düşünüyorsunuz. w907 ed-Dürrü’n-Nazîm adlı kitapta da bu husus açıklanmış ve yukarıdaki âyete yer verilmiştir.