Ebû Hanife de aynı şekilde âbid, zâhid, Allahu Teâlâ’yı bilen ve
ondan korkan ve Allah rızâsını dileyen bir zât idi.
Âbid olduğu İ b n M ü b â r e k ’in şu rivâyetiyle bilinir : İ b n
Mübârek diyor ki: «Ebû Hanîfe’nin mürû’eti [her iyiliğe isti:-
dâdı] ve çok gece namâzı var idi. H a m m â d b. S ü l e y m a n : «Geceyi
tamâmen namâz ile geçirirdi.» diyor. (Bu, hayâtının sonlarında
idi.)» Diğer bir rivâyette, gecenin yarısını ibâdetle geçirirdi, deniliyor.
(Bu, ilk zamânlarmda idi). Bir gün sokakta giderken birisinin,
İmâm’ı göstererek: «Şu zât, geceyi baştan sona ibâdetle geçirir» dediğini
duyduktan sonra bütün geceyi ibâdetle geçirdi ve ben: «Yapmadığım
ibâdetle vasıflaııdırıldığımdan Allah’tan utanırım.» dedi.
Zühd’üne gelince : R e b î b. Â s i m ’ dan rivâyet edildi k i:
« (Küfe Vâlisi) Y e z i d b. Ö m e r b. H u b e y r e , beytü’l-mâli
kendisine teslim etmek üzere beni E b û H a n î f e ’ye gönderdi.
Ben de Ebû Hanîfe’yi getirdim, bu vazifeyi kabûl etmediğinden yirmi
kamçı kendisine vurdu.» Bakınız nasıl, kamçıları yemek pahasına da
olsa riyâseti kabûl etmedi. H a k e m b. H i ş â m es-Sakaf i
diyor k i: «Ebû Hanife ’nin çok î’timada şâyân bir zât olduğunu
duyan Vâli kendisine: “Hazîne vekîli olacaksın, kabûl etmezsen
sırtına kamçı vurulacak” dedi. Ebû Hanîfe ise • onların azâbını
Allahu Teâlâ’nın azâbı üzerine tercih ederek bu vazifeyi kabûl etmedi.»
Yine rivâyet olundu ki;İbn M ü b â r e k ’in yanında Ebû
Hanîfe’den (bir bakıma aleyhinde) söz açıldı; İbn Mübârek : «Bütün
varlığıyla dünyâ kendisine arzedildiği hâlde ondan kaçan bir zât’m
aleyhinde nasıl konuşuyorsunuz? dedi. Şücâ’m oğlu Muhammed’iıı
bâzı arkadaşlarından rivâyet ettiğine göre, Emîrü’l-mü’minîn E b û
Ca’fer Mansu r’un onbin dirhem hediye göndereceği Ebû Eanîfe’ye
haber verildi. Ebû Hanîfe buna râzı olmadı. Hediyenin gele-ceği gün, sabâh namâzını kıldıktan sonra başını örttü ve kimse ile
konuşmadı. K a h ta b e ’nin oğlu H a s a n ’m adamı hediye ile yanma
geldi; fakat Ebû Hanîfe onunla konuşmadı. Yanındakiler: «Bunun
hâli budur, arasıra konuşur» dediler. Bunun üzsrine gelen adam
«Ne yapalım?» diye sorunca, «Şu beze bağlayın da köşeye koyun.»
dediler. Sonra Ebû Hanîfe oğluna şöyle vasiyyet etti: «Oğlum, ben öldüğüm
vakit beni defnettikten sonra şu deriyi Kahtaba’nın oğlu Hasan’a
götür, ve: «Bu, Ebû Hanîfe’ye bıraktığın emânettir, d^!» (Oğlu
da vasiyyetini yerine getirdiği vakit) Haşan: «Allah babana rahmet
etsin, dîni üzerine çok titiz idi.» dedi.
Yine rivayet olundu ki: «Halîfe tarafından Bağdâd’ın baş kadı
lığına dâ’vet edildiğinde : «Ben kadılığa selâhiyetli değilim, senin de
bu vazifeyi bana vermen doğru olamaz.» dedi. «Niçin böyle dedin?»
diye kendisine sorulunca : «Eğer doğru bir adam isem bu vazife bana
yaramaz, eğer yalancı isem, yalancılar kadı olamaz.» diye cevâp
verdi.»
Âhir et yoluna, dîn ilmine ve Allahu Teâlâ’yı ma’rif etteki ilmine
gelince : «Dünyâlıktan yüz çevirmesi ve Allahu Teâlâ’dan son derece
korkusu bunun açık delilidir. İ b n C u r e y h : « E b û H a n î f e
Nu’mâp b. S â b i t’in Allahu Teâlâ’dan son derece korktuğunu
sizin Kûfe’lilerden öğrendim.» dedi. Ş u r e y k – i N a h a ‘ î de:
«Ebû Hanîfe, dâimî düşünce ve uzun sükût sâhibi, imânlarla
az konuşan bir zât idi.» dedi. Bu hasletler, bâtmî bilgisinin ve dînde
mühim mes’elelerle uğraşmasının en açık delilidir. Kim ki sükûtu iltizâm
eder, dünyâya meyletmezse ilmin bütününe sâhip demektir. İşte
bu saydıklarımız üç îmâm’m bir nebze terceme-i hâlidir.
İMÂM A ’ZAM EBÛ HANÎFE
05
Şub