İkinci târif, fakîhlerin, mutasavvıfenin bâzı âlimlerin târifidir.
Bunlara göre yakîn’de, yukarıda anlatılan, cevâz ve şüpheye aslâ iltifât
edilemez. Belki aklında ancak o cihet bulunacak, diğerleri aslâ
hâtırına gelmiyecektir. Hattâ bunlara göre, vukû’u muhakkak olan
ölümde bile: «Falanca’nm ölüme yakîni zayıftır, hadd-i zâtinde verilmemesi
de mümkün görülen rızkın verileceğine, falanca’mn yakîni
kuvvetlidir.» denebilir. (Yâni «Yakîn», kuvvet ve za‘f ile vasıflanır.)
Ne zaman ki, gönlü bir şey’i tasdîk’e meyleder ve bu meyi, diğer cepheleri
atarak kalbinde kuvvetlenir ve kalbi tamâmen kuşatırsa, işte
o zamân «Yakîn» adını alır. Şüphe yok ki, ölüm’ün mutlaka geleceğine,
ve bunda aslâ şek olmadığına insânlar hemfikirdir. Fakat kimi
ona iltifât etmez, onun için hazırlanmaz, sanki buna inanmamış gibi
olur. Kiminin de bu inancı kalbini sarar, bütün gayretini ölüm için
hazırlanmağa bağlar ve başka işlere zamân ayırmaz. İşte buna da
«Kuvvetli Yakîn» adı verilir. Bu sebebten bâzı ârifler: «Kendisinde
yakîn bulunmıyan şüpheye, kendisinde şüphe olmayan yakînlerden
en çok benzeyen ölümdür.» dediler. (Yâni vukû’u muhakkak ve mutlak
olan ölüm için insânlann hazırlanmaması, onu şüpheli gibi gösteriyor.
Ve şüpheli olan şeylere benzetiyor.)İşte bu târife göre «Yakîn», za’f ve kuvvet ile vasıflanabiliyor.
B iz: «Âhiret âlimlerinin nişânı, yakînlerini kuvvetlendirmeğe
gayret etmeleridir.» dediğimizde, evvelâ şekki atıp sonra kalbi kaplayıp
kalbi iyice hâkimiyyetine alan bir yakîn elde etmek mânâsını
kasd ediyoruz.
Bu îzâhı anladıkdan sonra, bizim «Yakin»; kuvveti, za’fı, çokluğu
-azlığı, gizliliği- âşikârlığı bakımından üç’e ayrılır, dediğimiz
zamân kuvvet ve zaTın ayrılması ikinci (Mutasavvıfe’nin) tarifine
göre olduğunu bilirsin. Bu da, cevâz şekk’e î’tibâr etmeden yalnız o
cebhe’nin, kalbi, tamâmen kaplaması bakımındandır. Bu mânâda
yakîn’in kuvvet ve za’fı sonsuzdur. Ve insânların ölüm için hazırlanmaktaki
ayrılıkları, yakîn’in bu mânâdaki farklı oluşundan meydâna
gelir. Ama birinci târife göre, yakîn’in, gizlilik ve aşikâreiik bakımından
farkı inkâr edilemez. İmdi (birinci târif’in ikinci makaamı olan)
cevâz’ın kendisine ârız olması bakımından ortaya çıkan gizlilik ve
aşikâreliği, yine tasavvuf târifine göre inkâr edilemez. (Birinci tâ
rif’in üçüncü makamına göre) şekk’in (şübhe) izâlesi bakımından
da gizlilik ve açıklığın inkârına yol yoktur. Çünkü iki tarafı da tevâtür’e
dayandığı ve hiç birinde şüphe etmediğin hâlde «Mekke» ile
«Fedik» in, «M û s a» aleyhi’s-selâm ile «Y û ş a‘» nın varlığı arasındaki
ilminde fark bulur ve birincileri daha vâzıh bilirsin. Yine bunun
gibi, deliller ile uğraşan nazariyecilerde de bu fark vardır. Şüpheyi
kaldırmakta ikisi de bir olmakla berâber bir delîl ile isbât ettiği, bir
kaç delîl ile isbât ettiği kadar aşikâre değildir. Bu böyle olmakla berâber,
ilmi, kitâb ve işitmekle elde eden bâzı kelâmcılar, aradaki farkı
düşünmek için nefsine baş vurmadan bunu inkâra kalkışırlar.
Azlık ve çoklukla ayrılığa gelince: Bu da yakîn ile alâkalı şeylerin
çokluğu ve azlığı iledir. Meselâ: Falan adam, falancadan daha
âlimdir, yâni ilmi daha çoktur, denildiği gibi, bunun için yâni ilmi
çok olduğu için bâzı âlimlerin şer’î hükümlerin hepsinde yakîni daha
kuvvetli, bir kısmının da bâzı hükümlerde yakîni daha kuvvetli olur.
FAKÎH VE SÛFİLERE GÖRE, YAKİN
05
Şub