Ehl-i beytten olan
oniki imâmın beşincisi. Hz. Hüseyin’intorunu ve Imâm-ı Zeynel’âbidîn’in oğludur.
57 (m. 676) senesinde Medine’de doğdu. 113
(m. 731) de orada vefât etti. Medine’deki
Bakî’ kabristanında babasının yanına defnedildi.
Ca’fer-i Sâdık’m babasıdır. Künyesi
Ebû Ca’fer’dir.
Muhammed Bâkır (r.a.) Medine’nin
büyük fıkıh âlimlerindendir. Eshâb-ı
kirâmdan Hz. Câbir ve Hz. Enes ile görü
şüp onlardan ve ayrıca Tâbiînden olan
büyük zâtlardan hadîs-i şerifler rivâyet
etti. Ebû tshâk es-Sebîî, Atâ bin Ebî Rebâh,
Âmir bin Dinâr, îbn-i Şihâb ez-Zührî, Rebi
bin Heysem, Haccâc bin Ertad, Mefchûl eş-
Şâmî, İmâm-ı Evzâî, îmâm-ı A’meş, Kâsım
bin el-Fadl ve îbn-i Cüreyc, İmâm-ı Buhârî
ile îmâm-ı Müslim ve başka âlimler de kendisinden
hadîs-i şerif rivâyet ettiler.
Zamanında, bütün dünyâdaki evliyâ-
nın feyz kaynağı olup, evliyâlık yolunda
olanlara feyz, bunun vasıtası ile verildi.
İmâmlığı ondokuz sene sürdü. Bütün ilimlere
vâkıf olduğu için kendisine, ilimde ve
fazilette üstün m a’n âsına “ B â k ır”
denilmiştir.
Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’i çok severdi.
Zamanında ba’zı kimselerin bunlara düş
manlıkta bulunduklarını ve bunu da Ehl-i
beyte olan sevgilerinden yaptıklarını iddia
ettiklerini duyunca çok üzüldü. Buyurdu ki,
“Ben Hz. Ebû Bekir’le, Hz. Ömer’e düşmanlık
eden kimselerden uzağım. Onlar da benden
uzaktır.”
Muhammed Bâkır’ın (r.a.) ilim ve hikmet
dolu sözleri çoktur.
Bir gün, sohbet esnasında, Hz. Ebû
Bekir’den rivâyetle bir hadîs-i şerif okudular.
Orada bulunanlardan birisi dedi ki,
“Hayır, bu hadîs-i şerifin râvisi, Hz. Ebû
Bekir değil, başka bir zâttır.” Bunun üzerine
Hz. İmâm, “Bu hadîs-i şerifin râvisi
Hz. Ebû Bekir’dir.” buyurdu. O kimse iknâ
olmayıp, i’tiraza devam edince, Imâm-ı
Muhammed Bâkır (r.a.) toparlandı, ellerini
dizlerine koydu ve “Ey Hz. Ebû Bekir! Bu
hadîs-i şerifin râvisi siz değil misiniz?”
dedi. Bunun üzerine “Evet, yâ Muhammed
bin Ali, doğru söylüyorsun. O hadîs-i şerifin
râvisi benim” sesi duyuldu ki, herkes bu
sesi işitti.
Medîne’de bir grup insanlarla oturmuştu.
Mübârek başını önüne eğdi. Bir
müddet sonra kaldırdı ve “Bir kişi, bir sene
sonra Medîne’ye gelecek. Uçgün boyunca,
dörtbin asker bulunan ordusu ile çok kimseleri
öldürecek. Bundan büyük zarar göreceksiniz.
Bundan sakınınız!” buyurdu.
Buna Medînelilerden küçük bir grup ile
Hâşimoğullan inandı. Çoğunluk inanmadılar.
Bir sene sonra kendisine inananları
alarak Medine’nin dışına çıktılar. Nâfi bin
Ezrak ordusu ile geldi. Muhammed B^kır’
m buyurduğu zararları yaptı. Artık Medî-,
neliler, “Bundan sonra îmâm-ı Bâkır
hazretlerinin “her sözüne inanırız. Her sözü
doğrudur. Çünkü O, Resûlullah efendimizin
evlâdmdandır” dediler.
Hz. îmâm-ı Bâkır, îmâm-ı a’zam Ebû
Hanîfe’ye (r.a.) bakıp, “Islâmiyeti bozanlar
çoğaldığı zaman, sen onu canlandıracaksın.
Sen korkanların kurtarıcısı,
şaşıranların sığınağı olacaksın! Sapıklan
doğru yola çevireceksin. Allahü teâlâ yardımcın
olacak!” buyurdu.
Bir gün Eshâb-ı kirâmdan Hz. Câbir bin
Abdullah’ın yanma gitti. Hz. Câbir’in gözleri
kapalı bir halde idi. Selâmını aldıktan
sonra, “Sen kimsin?” diye sordu. O da,
“Muhammed bin Ali bin Hüseyin’im” dedi.
Hz. Câbir, “Ey Resûlullahm (s.a.v.) torunu
yanıma gel.” diyerek yanına çağırdı. Müsâ-
feha yaptıktan sonra dedi ki, “Resûlullah
(s.a.v.) bana “E y Câbir! Sen benim
oğullarımdan birini görüp konuluncaya
kadar yaşarsın. Oğlumun adı,
Muhammed bin Ali bin H üseyin’dir.
Allahü teâlâ O’na nûr ve hikmet verecektir.
Ona benden selâm söyle
buyurdu.” Hz. Câbir, emânet olan Resû-
lullahın (s.a.v.) selâmını sâhibine ulaştırdıktan
bir müddet sonra vefât etti.
Talebelerinden biri anlatıyor: “Mekke’
de idim. Muhammed Bâkır’ı (r.a.) görmeyi
çok arzu ettim. Medîne’ye vardığım gece,
şiddetli yağmur ve soğuk vardı. Gece yansı
evinin kapısına geldim. Kapıyı vurayım
mı, yoksa sabahı bekliyeyim mi diye düşü
nürken, içerden mübârek sesini işittim.
Hizmetçisine “Kalk! Dışanda biri var,
kapıyı aç. O bu gece yağmura tutuldu, hava
da soğuk” buyurdu. Kapı açıldı, içeri
girdim.
Hz. Muhammed Bâkır’ın (r.a.; sohbetinde
bulunan bir kimse anlattı. İmâm-ı Bâkır’m
(r.a.) bir sohbetinde elli kişi kadar vardık.
Kûfe’den bir şahıs Muhammed Bâkır’ın
huzûruna gelip, “Kûfe’de falan şahıs, senin
yanında bir melek olduğunu, o meleğin
sana mü’mini, kâfiri, dostunu ve düşmanını
haber verdiğini söylüyor” dedi. îmâm-ı
Bâkır, “Sen ne iş yaparsın?” diye sordu. O
şahıs, “Buğday satanm” deyince, Hz.
imâm, “Yalan söylüyorsun” buyurdu. O
da, “Ara sıra arpa da satanm” dedi. Hz.
İmâm, “Yine yalan söylüyorsun. Senin
işin hurma satmaktır” buyurunca, o
şahıs hurma satmakla uğraştığını itiraf
edip, “Bunu sana kim haber verdi?” diye
sordu. Hz. îmâm’da “Dostumu, düşmanımı
haber veren melek bildirdi” buyurdu.
Aynca O’na, sen falan hastalıktan öleceksin
dedi. Bu hâdiseyi nakleden kimse şöyle
anlattı: Bir ara Kûfe’ye gitmiştim. O şahsı
sordum. Üçgün önce Muhammed Bâkır
hazretlerinin söylediği hastalıktan öldü
dediler.
Henüz hiçbir şey yok iken kendisinin
Devrekiye’ye vâli olacağını ve çok geniş
MUHAMMKD BÂKIR
ktopraklara sâhib olacağını kerâmet olarak
bildirdi ve gerçekten de bir müddet sonra
aynı yere vâli oldu.
Zamanında bulunanlardan biri şöyle
anlatıyor: “Muhammed Bâkır ile beraber
Halife Hişâm bin Abdül-Melik’in evine
uğradık. “Bu ev harap olacaktır. Hattâ toprağı
başka yere nakledilip taşlan açıkta
kalacaktır.” buyurdu. Bu söze çok hayret
ettim. Halife Hişâm’ın evini kim yıkabilir
ki, diye düşündüm. Nihâyet Hişâm vefât
edip, yerine oğlu Velid geçti ve bu evin yıkılmasını
emretti. Hakîkaten ev yıkıldı, toprağını
başka yere naklettiler ve taşlan açıkta
kaldı.” Yine bu kimse şöyle anlatıyor: “Bir
gün kendisi ile beraber idik. Zeyd bin
Zeynel’âbidîn (r.a.) bize uğradı ve gitti. O
gidince Imam-ı Muhammed Bâkır şöyle
buyurdu: “Bunu şehid edip, başını gezdirirler.
Buraya da getirip, başını bir kamışın
üzerine dikerler.” Ben yine çok hayret
ettim. Çünkü o zât şehid edilse bile, Medîne’
de kamış yoktu. Aradan zaman geçti. Hz.
Zeyd’i şehid ettiler. Sonra mübârek başını
Medine’ye getirdiler. Yanında bir kamış
vardı.”
Imâm-ı Muhammed Bâkır (r.a.) atlı olarak
Medîne’ye gidiyorlardı. Biraz yol almış
lardı ki, karşılanna iki kişi çıktı. Hz. İmâm:
“Bunları yakalayın, bunlar hırsızdır”
buyurdu. Hizmetçiler o kişileri tutup bağladılar.
Hz. îmânı, yanında bulunanlardan
birine: “Şu dağa çık. Orada bir mağara
görürsün, içine gir ve ne bulursan al getir”
buyurdu. O kimse denileni yaptı. İçi elbise
dolu iki tane bavul getirdi. Başka yerde
başka bir bavul daha buldular. Nihâyet
Medîne’ye geldiklerinde anladılar ki, iki
bavulun sâhibi şüphelendiği bir kaç kişiyi
hâkime bildirmiş, hâkim de onlan çağırmış
azarlamaktadır. Hz. İmâm gelip,
“Onlan azarlamayınız, hırsızlar bunlardır”
deyip elleri bağlı iki kişiyi hâkime teslim
etti. Asıl hırsızlar anlaşılınca cezâlan
verildi. Getirilen iki bavul da sâhibine iade
edildi. Hırsızlardan biri tövbe, istigfâr etti
ve şöyle dedi: “Elhamdülillah ki benim
tövbe etmem, Peygamber efendimizin
torunlanndan olan bu zâtın sâyesinde, O’
nun bereketi ile olmuştur.” Bundan sonra,
Hz. İmâm o kimseye: “Senin, cezâ ile vücû
dundan aynlan parçan, senden yirmi sene
önce Cennete gitti” buyurdu. O şahıs bu
hâdiseden tam yirmi sene sonra vefât etti.
Aradan üçgün geçince yolda bulduklan
üçüncü bavulun sâhibi de geldi. Hz. İmâm,
bavulu hiç açmadığı halde buyurdu ki, “Bu
bavulun içinde ikibin altın var. Bin tanesi
sana, bin tanesi başkasına aittir. Aynca
bavulda, şöyle şöyle elbiseler var.” Bavulun
sâhibi hıristiyan idi. Dedi ki, “Eğer
bavulun içindeki emânet olan altınlann
sâhibinin ismini de söylersen^ doğru söyle-.
diğine inanacağım.” Hz. İmâm, “O kimse,
Muhammed bin Abdurrahmân’dır. Sâlih
bir zât olup, çok namaz kılar, çok sadaka
verir. Şu anda dışanda seni bekliyor” buyurunca,
bavulun sâhibi olan hıristiyan müslüman
oldu.
Muhammed bin Bâkır (r.a.; Mekke ile
Medîne arasında, bir katıra binmiş gidiyordu.
Yanında birisi daha vardı ve o da
merkeb üzerinde idi. O kişi şöyle anlattı:
“Bir ara dağdan aşağı bir kurt inip geldi.
İmâm’ın bindiği katınn eyerine ayaklannı
koydu. Kendi hâlince ba’zı sesler çıkardı.
Hz. İmâm’a bir şeyler söylediği belli idi.
İmâm ı Muhammed Bâkır (r.a.; onu dinledikten
sonra: “Peki, sen şimdi git, ben arzu
ettiğin gibi duâ ederim” buyurdu. Kurt gittikten
sonra bana dönüp: “Kurdun ne söylediğini
biliyor musun?” diye sordu. Ben,
“Allahü teâlâ, Resûlü ve Resûlün torunu
bilir” dedim. Buyurdu ki, “Kurt, eşim şiddetli
bir ağnya tutuldu. Duâ buyurun da
ondan kurtulsun ve senin dostlanndan hiç
kimse benim neslime musallat olmasın”
dedi ve ben de duâ ettiğimi söyledim.”
Gözleri kör olan Ebû Bâsir anlattı: Bir
gün, İmâm-ı Bâkır ile şöyle konuştuk: “Siz
Resûlullahın (s.a.v.) torunlanndansınız”
dedim. “Evet” buyurdu. “Siz Resûlullahın
(s.a.v.) vârisisiniz” dedim. “Evet” buyurdu.
“Peki sizde ölüleri dirilten, körlerin gözle
rini açan, baras hastalığını gideren, evlerdeki
yiyeceklerden, eşyâlardan haber
veren kuvvet var mıdır?” dedim. “Evet
Allahü teâlâmn izniyle vardır” buyurdu
Yanma yaklaşmamı buyurdu. Ben de yak
laştım. Mübârek elini yüzüme sürdü ve kör
olan gözlerim birden açıldı. Görmeye başla
dım. Tekrar elini yüzüme sürdü. Gözlerim
yine görmez oldu. Bunun üzerine buyurdı
ki, “Dünyâda gözlerin görüp, âhırett«
hesâba çekilmek mi istersin, yoksa hesapsız
Cennete girmek mi istersin?” diye sordu
Ben de dünyâda görmeyip, âhırette Cen
nete hesapsız girmeyi tercih ettim. Gözle
rim öyle kaldı.
Uygunsuz bir iş yaparak Hz. Muham
med Bâkır’ın huzûruna giren birine
“Sakın bir daha o kötü işi yapma! Bı
duvarlann size perde olduğu gibi, bize d<
perde olduğunu mu zannediyorsun?’
buyurdu.
Büyük zâtlardan birisi şöyle anlatıyor
Bir gün Muhammed Bâkır’ın (r.a.; yanım
girmek için izin istedim. Yanında kardeşle
irinden bir kaç kişi var, biraz bekle, dediler
Biraz bekledim. İçeriden oniki kişi çıktı
Dar elbiseler giymişlerdi. Tanımadığın
kimselerdi. Selâm verip gittiler. Sonra ber
içeri girdim. “Efendim, bu çıkan kimseler
hiç tanımıyöruz, acaba onlar kimlerdi?’
diye sordum. “Onlar cinni olan müslümar
kardeşlerinizdir. Siz nasıl gelip, haramdar
helâlden suâl soruyorsanız, onlar da gelij
soruyorlar” buyurdu.Îmâm-ı Bâkır’ın evinden güzel sesli
birinin, Süryanice birşeyler okuduğu ve
ağladığı duyuldu. Bu sesi işitenler içeri
girince İmâm’dan başka kimseyi göremediler.
Kendisine duydukları sesleri sordular.
“Filan peygamberin, Allahü teâlâya
münâcaatını okuyordum, beni ağlattı”
buyurdu.
îbn-i Ukâşe-i Esedi (r.a.), tmâm-ı Bâkır’
ın yanına geldi. Îmâm-ı Ca’fer-i Sâdık da
oradaydı. îbn-i Ukâşe, “Ca’fer’in evlenme
vakti geldi” dedi. Hz. imâm bunun üzerine,
“Yakında bir yerden esir satıcısı gelecek ve
falan yerde konaklayacaklardır” buyurdu,
îbn-i Ukâşe’ye, ağzı mühürlü bir kese altın
verdi ve, “O esir satıcısı gelmiştir, bununla
ondan bir câriye satın alın” buyurdu. îbn-i
Ukâşe esir satıcısının yanına gitti. Esir
satıcısı, bütün câriyeleri sattığını, sadece
iki tane kaldığını söyledi. îbn-i Ukâşe, “Bir
tanesini alalım” dedi. Câriyeyi çıkardılar.
Esir satıcısına, “Kaça satacaksın?” diye
sordular. O da “Yetmiş altın karşılığı” dedi.
“Biraz ikrâm et” dediler. Esir satıcısı: “Bir
kuruş ikrâm etmem” deyince îbn-i Ukâşe,
“Bu kesede kaç altın varsa kabûl et” dedi.
Satıcı “Noksan olursa kabûl etmem”
diye cevap verdi. O sırada orada bulunan
ak sakallı, yaşlı bir zât, “Altınları sayın”
dedi. Altınları saydılar. Tam yetmiş altın
idi. Câriyeyi alıp, îmâm-ı Bâkır’ın (r.a.)
huzûruna getirdiler. Ca’fer-i Sâdık da
orada idi. îmâm-ı Bâkır, o hanıma “Bekâr
mısın, dul musun?” buyurdu. O, “Bekânm”
dedi. Hz. îmâm “Bir câriye esir satıcısının
elinden, nasıl olur da bekâr olarak
kurtulur?” diye sordu. O hanım “Esir satı
cısı ne zaman yanıma gelse, ak sakallı,
yaşlı bir zât gelip ona kuvvetli bir tokat
vurur, yanımdan uzaklaştınrdı.” Bundan
sonra bu hanımla, Ca’fer-i Sâdık nikâhlandı.
Bu temiz hanımdan, oniki imâmın
yedincisi îmâm-ı Mûsâ Kâzım doğdu.
Ca’fer-i Sâdık (r.a.) şöyle anlatıyor: “Bir
gün babam Muhammed Bâkır (r.a.)
“Ömrümün bitmesine beş seneden fazla
kalmadı” buyurdu. Vefât ettiği zaman
hesapladım. Bu sözü söyledikten sonra
tam beş sene geçmişti.”
Gece geç vakte kadar ibâdet eder, sonra
Allahü teâlâya şöyle yalvararak ağlardı:
“Yâ İlâhî! Yâ Rabbî, gece oldu. Gökte yıldızlar
var. Herkes uyuyor. Kimsenin sesi çıkmıyor.
Yâ Rabbî! Sen dirisin. îıer şeyi
biliyor, yapılan her şeyi görüyorsun. Uyuman,
uyuklaman olamaz. Seni böyle biimiyen
ihsânına kavuşamaz. Sen öyle kuvvet
ve kudret sâhibisin ki, hiç bir şey, senin,
olmasını dilediğin bir şeyin olmasına mâni
olamaz. Senin bâkî ve ebedî oluşunda, gündüzün
bitip gecenin başlaması ve gecenin
bitip gündüzün başlaması gibi sebeplterle
kesiklik, aksaklık olmaz. Rahmetin o*
kadar çoktur ki, rahmet kapılarını herkese
açmışsın. Sana duâ edenlerin, yalvaranların
duâlannı kabûl edersin. Ihsân ettiğin
ni’metlere hamdedenleri çok sever, onlara
daha çok ni’metler verirsin, inanarak ve
güvenerek sana duâ edenler, eli boş dönmezler.
Sana güvenen, kapına gelen kimseyi
döndürmeğe kimsenin gücü yetmez.
Ey Rabbim! ölümü, kabri ve sana hesab
vereceğimi düşündükçe, önümde bunlar
olduğunu bildikçe nasıl olur da senden
sevinç ve neş’e isteyebilirim. Amel defterimin,
sağımdan mı, solumdan mı verileceğini
bilemediğim aklıma geldikçe, nasıl
olur da senden dünyâlık bir şey istiyebilirim?
Can alıcı meleğin geleceğini ve canımı
alacağını bildiğim halde dünyâ lezzetlerinden
nasıl tat alabilirim? Yâ Rabbî! Sana
yalvarıyor, senden istiyor, rahmetinden
ümid ediyor ve istiyorum ki, ölümümü,
hesâbımı kolay ve rahat eyle ve sonra
azâbı olmayan rahat bir hayat ihsân eyle.
Âmin Yârabbel Âlemin.”
Oğlu tmâm-ı Ca’fer-i Sâdık (r.a.) şöyle
anlatıyor: Babam bana vasiyyet edip dedi
ki: “Vefât ettiğim zaman, beni sen yıka.
Çünkü imâmı, imâmdan başkası yıkayamaz.
Kardeşin Abdullah da imâmlık da’
vâsında bulunacaktır, ona kanşma, çünkü
ömrü çok kısa olacaktır. Namaz kılarken
üzerimde bulunan gömleği bana kefen yap
ve beni babamın yanma defn et. Kabrime
de senden başkası girmesin” buyurdu. Ca’
fer-i Sâdık (r.a.) “Aman efendim bizi korkutmayınız.
Allahü teâlâ geçinden versin,
sıhhatiniz de yerindedir” dedi. Hz. İmâm
buyurdu ki, “Bir saat evvel, babam Zeynel’
âbidîn’in sesini işittim. Bana “Ey evlâdım
Muhammed Bâkır! Vasiyy eti erini çabuk
yap. Çünkü senin de bize kavuşmana çok
az zaman kaldı” buyurdu. Bundan bir saat
kadar sonra babam vefât etti. Babam vefât
edince ben yıkadım. Nihâyet kardeşim
Abdullah da imâmlık da’vâsmda bulundu.
Fakat babamın bildirdiği gibi ömrü kısa
sürdü.
Rivâyet ettiği hadîs-i şeriflerden ba’
zılan:
“İlim hazinedir. Anahtarı, sorup
ö ğrenm ektir. Sorup öğreniniz ki
Allahü teâlâ size m erham et etsin. Zîrâ
bunda dört kişiye sevâp vardır.
Sorana, öğretene, dinleyene ve onlara
uyana.”
“A llaha im ândan sonra aklın
icâbı, insanlarla muhabbetli bulunmaktır.
”
“ Ümmetimden büyük günahı olanlara
şefâat edeceğim . ”
“Allahü teâlâ, borcunu ödeyinceye
kadar borçlu ile beraberdir. Bu borç
Allahü teâlânın kerih gördüğü bir
borç olmadıkça.”
îmâm-ı Muhammed Bâkır (r.a.) buyurdular
ki: “Yıldırım mü’min olana da isâbşteder, mü’min olmayana da. Ama her an
Allahü teâlâyı hatırlayana isâbet etmez.”
“Bir kimsenin seni ne kadar çok sevdiğini
anlamak istersen, senin o kimseyi ne
kadar sevdiğine dikkat et. Ya’nî sen onu ne
kadar seviyorsan o da seni o kadar seviyor
demektir.”
“Allahü teâlânın korkusundan dolayı
yaşaran göz, Cehennem ateşinden yanmaz.
Ya’nî Cehenneme girmez. Allahü teâlânın
rızâsı için bir kimsenin gözünden bir damlacık
yaş dökülse, Allahü teâlâ o kimsenin
çok günahını affeder.”
“Bir kimsenin kalbinde ne kadar kibir
varsa, aklında o kadar noksanlık var
demektir.”
“Kul ne kadar duâ ederse, Allahü teâlâ
ondan o kadar belâyı giderir.”
“Kendisinde mevcud olan bir kusuru
başkasında arayan ve kendi işlemekte
olduğu bir aybı başkasına yapmamasını
emreden kimse ne kadar kusurludur.”
“Dünya, uykuda gördüğün rü’yâya benzer.
U yandığın zaman hiçbir şey
kalmamıştır.”
“Mide ve nâmusunun iffetini korumak
kadar faziletli ibâdet yoktur.”
“Dünyâda insana en iyi yardıma, din
kardeşlerine iyiliktir.”
“Varlıklı zamanında etrafında dolaşıp,yokluğa düşünce terk eden kimse, ne kötü
kişidir.”
Güldüğü zaman “Allahım bana
danlma” derdi.
Imâm-ı Muhammed Bâkır (r.a.) oğlu Ca’
fer-i Sâdık’a (r.a.) şöyle nasihat etti: “Ey
evlâdım! Fasıklarla arkadaşlıktan çok
sakın. Böyle iiıoanlar seni bir lokmaya
değişebilir. Cimri olanlarla dost olmaktan da
sakın. Zîrâ çok ihtiyâcın olduğu bir
zamanda az bir şey vermekten çekinirler.
Yalancılarla dost olma, sana dost görünüp
konuşur, ayrılınca hâli değişir. Ahmak
olanlarla dostluk arkadaşlık kurma, onlar,
sana iyilik yapıyorum zannederek kötülük
yaparlar. Akrabâyı ziyâreti terk edenle de
dost olma. Çünkü, Kur’ân-ı kerîmin üç
yerinde böyle kimseyi lâ’netlenmiş olarak
gördüm.”
“ilmi ile insanlara fâideli olan bir âlim,
bin âbidden daha efdaldir. Böyle bir âlimin
vefâtına, şeytan, yetmiş âbidin vefâtına
sevindiğinden daha fazla sevinir.”
1) el-A’lâm cild-6, sh-42
2) Vefeyât ül a ’yân cild-4, sh-174
3) Tezkiret-ül-huffâz cild-1, sh-124
4) Keşf-ul mahcûb sh-188 (Urdu tercemesi)
5) Hilyet-ül-evliyâ cild-3, sh-170
6) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye sh-1048
7) Fâideli Bilgiler sh-45
8) Tezkiret-ül-evliyâ sh-433
9) Rehber Ansiklopedisi cild-12, sh-286, 287
MUHAMMED 8Â K IR
09
Mar