wiki

MUHAMMED BİN MÜNKEDİR

Tâbiîn
devrinde, Medine’de yetişen hadîs âlimlerinden
ve evliyânın büyüklerinden. Adı,
Muhammed bin Münkedir bin Hüdeyr bin
Abdül-Uzzâ bin Âmir bin Hâris bin Hârise
bin Sa’d bin Teym bin Mürre et-Teymî’dir.
Künyesi, Ebû Abdullah’dır. Ebû Bekir de
denilir. Eshâb-ı kirâmdan ba’zılan ile
görüşmüş, onlardan ilim öğrenmiş, hadîs
ve fıkıh ilminde yüksek derecelere ulaşmış­
tır. Kendisi zühd ve takvâ ehli olup, kırâat
ilminde de otorite kabûl edilen bir âlimdi.
Kendisine “Reîsü’l-kurrâ” da denmiştir. 54
(m. 684) senesinde Medine’de doğdu ve 130
(m. 748) de orada vefâtetti. Tâbiînin büyüklerinden
Rabîa bin Abdullah O’nun
amcasıydı.
Muhammed bin Münkedir hazretleri,
Resûlullahm Eshâbı ile görüşmüş, onlardan
ilim öğrenmiş ve birçok hadîs i şerif
rivâyet etmiştir. Babası Münkedir ve
amcası Rabîa, Ebû Hüreyre, Ebû Katâde,
Ibni Abbâs ve Ibni Ömer, Saîd bin Müseyyeb
ve daha pek çok Eshâb-ı kirâmdan ve
Tâbünden hadîs-i şerif rivâyetinde bulunmuştur.
Kendisinden de iki oğlu Yûsuf ve
Münkedir, kardeşinin oğlu İbrâhim bin Ebî
Bekir bin Münkedir, Amr bin Dinâr, Imâm-ı
Zührî ve akranlarından Yûnus bin Âbîd,Ebû Hâzim, Seleme bin Dinar, Ca’fer-i
Sâdık ve daha birçok âlim hadîs-i şerif rivâ­
yet etmişlerdir.
Hadîs ilminde üstün bir yeri vardı. Bu
ilimde söz sâhibi olup, hadîs-i şerif rivâyetinde
sika (güvenilir, sağlam) bir râvidir.
îshâk bin Rahâveyh O’nun hakkında: “O,
doğruluk menbaı (kaynağı) idi. Bütün
sâlihler O’nun yanında toplandı ve Resû-
lullahın buyurduklarını söylediği zaman,
insanlardan O’nu kabûl etmeyen bir kimse
çıkmadı” dedi. O, senetleri ile birlikte yüzbin
hadîs-i şerifi ezbere biliyordu. Bu ilimde
her sözü senetti. Kendisinden bir hadîs-i
şerifi sordukları zaman, hep ağlayarak
cevap verirdi.
Muhammed bin Münkedir, Medine’nin
meşhûr fakihlerindendi. O, “Dîni iyi bilen
bir fakih (âlim), Allah ile kulu arasında bir
elçi gibidir” diyordu. Aynca, Kur’ân-ı
kerim okumaya ve dinlemeye çok düş­
kündü. Kur’ân-ı kerimi güzel okuyan hâfızlan
toplar, onlara ikrâm ve ihsânlarda
bulunduğu için kendisine “Reîsü’l-kurrâ”
denilirdi. Ihsânı ve ikrâmı çok olan cömert
bir kimseydir
Muhammed bin Münkedir, bütün
geceyi ibâdetle geçirir, Allaha yalvarmaktan
zevk alırdı. İbâdet etmeyi, kendisi için
gıdâ ve kalbi için de hayat bilen büyük ve
mübârek kimselerden biriydi. Geceleri
uzun zaman ayakta durmaktan yorulmazdı.
Yatsı namazının abdesti ile sabah
namazı kılardı. Bir gece namaz kılarken
ağlamaya başladı. Ağlamasının çokluğundan
ve uzayıp gitmesinden ev halkı korkup
yatağından fırladılar. Kendisini ağlatan
şeyin ne olduğunu sordular. Yalvarıp, O’nu
teskine çalıştılar. Fayda vermeyip ağlamaya
devam etti. Bunun üzerine arkadaşı
Ebû Hâzim’e gidip durumu haber verdiler.
Ebû Hâzim gelince, o da ağladığını gördü.
Ona: “Ey kardeşim! Seni ağlatan şey
nedir? Niçin ağlıyorsun? Bak, seni çoluk
çocuğun görüp çok üzülüyor. Bu ağlaman,
bir hastalıktan mıdır? Yoksa başka bir
durum mu vardır?” diye sordu. Ağlayarak
cevap verdi: “Allahü teâlânın kitabı Kur’
ân-ı kerimde: O günoıılar için, Allahtan,
hiç de ümit etm iyecekleri nice
azaplar belirecektir” âyet-i kerimesine
gelmiştim. O beni ağlattı.” Sonra Ebû
Hâzim de ağlamaya başladı. Yine bir defasında
ölünün yanında iken ondan korkmuş
ve ağlam aya b a şla m ıştı. “ Niçin
ağlıyorsun?” dediklerinde, bu âyet-i kerimeyi
okuyup, “O gün benim için de, Allahtan
hiç zannetmeyeceğim azapların
karşıma çıkacağından korkuyorum” diye
cevap verdi.
Muhammed bin Münkedir, dînine bağlı,
takvâ ehli olup, haramlardan çok sakınan
bir din büyüğü idi. Kendisinin mağazası
vardı. Çeşitli kumaş satıyordu. Bunlardan
kimisinin zırâ’ı (bir zırâ’ yarım metredir)
beş altın, kimisinin, on altın idi. Birgün,
kendisi yok iken, çırağı bir köylüye beş
altınlık kumaşı, on altına sattı. Kendi
gelip, haber alınca, akşama kadar köylüyü
arattı. Köylüyü görünce, bu kumaş beş
altından ziyâde etmez dedi. Köylü, ben
bunu, seve seve aldım deyince, ben kendime
uygun görmediğimi din kardeşime de
uygun görmem. Yâ satışdan vaz geç, yâhut
beş altını geri al, yâhut da gel, on altınlık
kumaştan vereyim buyurdu. Köylü beş
altını geri aldı. Sonra, birisine, bu mert kimdir?
diye sordu. Muhammed bin Münkedir,
dediler. Bu ismi duyunca “Sübhanallah!
Bu, öyle kimsedir ki, çölde susuz kalınca
yağmur duâsına çıkıp, onun adını söylediğimiz
zaman rahmet yağıyor” dedi.
Naklettiği hadîs-i şeriflerden ba’zıları
şunlardır:
“Öğrendiği bir hadîa-i şerifi din
kardeşine, duyurandan daha faydalı
kim se olamaz. ”
“Takvaya (Allahtan korkmaya) yardımcı
olan mal, ne güzeldir!”
“Bana bir günde yüz salevât okuyanın,
Allahü teâlâ yüz ihtiyâcını görür.
Bunların yetmişi âhırete kalır. Otuzu
dünyâda görülür. ”
“Mü’min kardeşi ile bir yıl konuş-
mayıp dargın kalmak, onu öldürmek
gibidir. ”
Resûlullah efendimiz, Sakîf kabilesinden
birisine: “Sizin aranızda mürüvvet
nedir?” diye sorunca, o da: “İnsaflı olmak
ve herkesin iyiliğine çalışmaktır” diye
cevap verdi. Peygamberimiz de: “Bizde de
böyledir!” buyurdu.
Resûlullah efendimiz, “A m ellerin,
işlerin hayırlısı; Allaha îmân etmek,
Allah yolunda cihad etm ek ve hacc-ı
m ebrûr’dur” diye buyurunca, Eshâb-ı
kirâm: “Hacc-ı mebrûr nedir?” dediler.
Cevâbında: “O, açları doyurmak ve
güzel konuşm aktır” buyurdu.
“(Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh)
diyerek Allahtan yardım isteyiniz.
Çünkü O, sizi yetmiş sıkıntıdan korur.
Onların en aşağısı üzüntüdür. ”
“Bir kimse, (Lâ ilâhe illallahü vahdehû
lâ şerike lehû ehaden sameden
lem yelid ve lem yûled velem yekûn
lehû kûfûven ehad) derse, Ona iki bin
ve daha çok sevap, iyilik yazılır. ”
“Rızkınızdan en dişe etm eyiniz!
Çünkü kul, kendisi için yaratılan h er
bir rızka kavuşmadıkça, ölmez. Allahtan
korkunuz ve rızkı helâli alarak ve
haramı terk ederek, en güzel şekilde
talep ediniz!”
“Cuma günü veya Cuma gecesinde
ölen kimse, kabir azâbından kurtulur
ve kıyâmet gününde şehidlere tâbi
olarak%gelir. ”Resûlullah (s.a.v.ı, Eshâbının toplandığı
bir meclise gelmişti. Onlara şöyle
buyurdular:
“Az önce, dostum Cebrâil yanımdan
ayrıldı. Bana şöyle dedi: “ Yâ
Muhammed (a.a.v.)! Seni peygam ber
olarak gönderenin hakkı için söylüyorum.
Allahın kullarından biri, beş yüz
yıldan beri bir dağ başındadır. O dağ,
enine boyuna, otuz zırâ’dır (bir zırâ
yarım metredir).Çevresini h er yandan
dört bin fersahlık deniz kuşatmıştır.
Allahü teâlâ, o kula parm ak genişliğinde,
tatlı bir su akıtmaktadır ki, bu
su, dağın alt kısmındadır. Orada bir de
nar ağacı vardır. H er gün bir nar olur.
H er akşam o kul, abdest almaya iner.
Narı alır, yer. Sonra namaza durur.
Rabbinden secdede ruhunu teslim
etmek, cesedine hiç bir şey yol bulup
gelm em ek, dirilinceye kadar böyle
kalm ak için, tem ennide bulunur.
Allahü teâlâ, onun h er dileğini yerine
getirdi. Cebrâil (a.s.) devam etti: “Biz
y ere inip onun yanına gittik ve gö rdük.
Çıktığımızda hâlâ secdede idi.
Allahü teâlâ onu böyle yapmıştı.
Allahü teâlâ onu, kıyâmet günü diriltir,
huzûruna alır ve şöyle em reder:
“Bu kulum u rahm etim le C ennete
koyunuz.” O kul der ki: “Bu Cennet,
âmelimin karşılığıdır.” Allahü teâlâ
m eleklerine şu em ri verir: “Kulumun
hesâbına bakın; ni’metimle amelini
karşılaştırın” buyurur.
Bu hesap sonunda şu netice alınır:
“Onun beş yüz senelik ibâdeti, görm e
ni’metinin (gözün) karşılığıdır. K en ­
dindeki diğer ni’m etler karşılıksız
kalır. Bunun üzerine Allahü teâlâ şu
em ri verir: “Bu kulumu C ehennem e
atın!” C ehennem e yürütülürken o kul
şöyle der: “ Yâ Rabbî! Beni rahm etinle
Cennetine gönder. Allahü teâlâ em reder:
“Onu geri getirin!” Kul geri getirilir.
Ona şöyle sorulur: “Kulum, sen
hiç bir şey değilken, seni kim yarattı?
O kul: “ Yâ Rabbî, sen yarattın!” Yine
Allahü teâlâ sorar: “Bu senin amelinle
mi oldu, yoksa rahm etim le m i?” O kul:
“Rahmetinle yâ Rabbî!” der. Cenâb-ı
Allah: “Beş yüz sene sana ibâdet kuvvetini
kim verdi?” O kul: “Sen verdin,
yâ Rabbî!” der. Cenâb-ı Hak: “Seni o
dağın ortasında kim yerleştirdi?
Tuzlu denizden sana kim tatlı suyu
çıkardı f H er gece sana bir tane nar
veren kim? Ve sen, bu sırada, ruhunu
secde hâlinde almamı istedin. Ben
bunu senin için yaptım. Sana gö re kim
yaptı?” O kul: “Sen, yâ Rabbî” der.
Cenab-ı Hak: “Evet, bütün bunlar
benim rahm etimle oldu. Şimdi seni,
rahmetimle Cennetim e koyuyorum”
buyurdu. Cebrâil aleyhisselâm şöyle
dedi: “H er şey Allahın rahm eti ile
olmaktadır.”
Onun hikmetli, ibretlerle dolu sözleri
çoktur. Bunlardan ba’zıları şöyledir:
Muhammed bin Münkedir’e soruldu ki:
“Dünyâda hangi şey sana daha çok
sevgilidir?” Cevâbında: “Dünyâda zevk
duyduğum tek şey, din kardeşlerime iyilik
etmek sûretiyle gönüllerini sevindirmektir”
buyurdu. Diğer bir rivâyette de: “Dünyâda
en çok sevdiğim şey, din kardeşlerimle
buluşup sohbet etmek ve onların gönüllerinde
sevgi, neş’e yerleşmektir” buyurdu.
Ve yine: “Dünyâda, lezzet duyduğum üç
şey kalmıştır. Bunlar: Birincisi; gece
namaz kılmak, İkincisi; Allah için dostluk
kuranlarla buluşup sohbet etmek, üçüncüsü;
cemâatle namaz kılmaktır.”
Çocukları toplar hacca giderdi. Sebebini
soranlara: “Bunlan Cenâb-ı Hakka
arz ediyorum. Umarım ki, bunlara rahmet
nazarı ile bakar ve o rahmetten biz de bu
sâyede faydalanmış oluruz. Yoksa hâlimiz
perişan.”
“Allahü teâlâ Cehennemi yarattığı
vakit melekler çok korktular. İnsanları
yaratınca melekler rahatladılar.”
“Kâfire mezarında, kör, sağır bir hayvan
musallat olur. Elinde demirden bir
kamçı ve kamçının ucunda devenin hörgücü
gibi bir düğüm vardır. Kıyâmete
kadar ona vurur, durur. Onu görmez ki,
biraz korusun; sesini duymaz ki, acısın.”
“Bir müslüman ne yaparsa yapsın;
tövbe edip, bir daha o hatâlara bakmazsa,
İlâhi rahmetten nasibsiz kalmaz. Aksini
düşünürsem utanırım. Böyle aksi bir
düşünce Allahü teâlânın rahmetini küçümsemek
olur.”
“Zenginlik, takvâ ve iyilik üzerinde yar
dımlaşmaya ne güzel bir vesiledir!”
“Âdem aleyhisselâmın oğlu vefât ettiğ
zaman hanımına: “Ey Havva! Çocuğun
öldü” dedi. O da, “ölüm nedir?” diye sordu
Cevâbında: “O, artık dünyâda yemez
içmez, ayakta durmaz, yürümez v<
konuşmaz” dedi. Hz. Havva, yüksek sesi«ğlamaya başladı. Hz. Âdem, Ona: “Sana
ve kızlarına hep böyle hüzünlenmek, ağlamak
vardır. Ben ve oğullarım, bundan
uzağız!” dedi.
Ağladığı vakit, göz yaşlarını sakalına,
yüzüne sürer ve sonra: “Göz yaşının değ­
diği yeri Cehennem ateşinin yakmayacağını
duyduğum için, huııu böyle yapıyorum”
derdi.
“Annem, bana dedi ki: Ey oğlum!
Çocuklarla şakalaşma! Yoksa seni alaya
alırlar ve hakkına riâyet etmezler!”
Muhammed bin Münkedir, insanların
yanında pek makbûl olmayan bir adamın
cenâze namazını kıldırmıştı. Bunun üzerine
“Nasıl olur da, onun namazım
kıldırır?” diye dedi-kodusunu yapmaya
başladılar. Cevâbında: “Muhakkak ki, ben
Allahü teâlânın rahmetinin, yarattıklarından
birisinin önünde acze düştüğüne inanmaktan
hayâ ederim” dedi.
“Nefsimi, kırk yıl zorluklara, meşakkatlere
göğüs gererek ibâdetlere alıştırdım ve
nihâyet istikâmet bulup Hakkın rızâsına
kavuştum.”
Safvân bin Selim, Muhammed bin
Münkedir’in ölümüne yakın bir sırada
ziyâretine gitmişti. Ona dedi ki: “Ey Ebû
Abdullah! Sanki ben, sana ölümün çok güç­
lük verdiğini görüyorum!” Cevâbında Ona:
“Ölümün, benim için bir zorluğu yoktur.
Muhammed’in her şeyi meydandadır”
dedi. Bir de gördük ki, o anda O’nun yüzü,
sanki lâmbalar gibi parlıyordu. Sonra
Ona: “Benim, içimde olduğum hâli bir görseydin,
sevinçten uçardın!” dedi. Az sonra
vefât etti.“insanı, Allahü teâlânın af ve mağfiretine
kavuşturacak şeylerden biri de, açları
ve yoksullan doyurmaktır.”
“Açlan doyurmak ve güzel konuşmak,
sizin Cennete girmenizi kolaylaştınr.”
O, bir gün yüzünü toprağa koydu. Sonra
annesine yalvararak: “Anneciğim ne olur,
gel de ayağını yüzüme sür!” dedi.
Tevrat’ta şöyle yazılıdır: “Allahtan korkarsan,
anne ve babana iyilik edersen ve
yakın akrabânı ziyâret edersen, bunlar
senin ömrünü uzatır, işlerini kolaylaştınr
ve zorluklan senden uzaklaştım.”
Muhammed bin Münkedir şöyle anlatı­
yor: “Bir ara, Resûlullahın mescidinde,
babamla beraber oturuyorduk. O sırada
bize birisi uğradı. İnsanlara hadîs-i şerif
rivâyet ediyor, onlann suâllerine fetvâ veriyor
ve onlara va’z ediyordu. Babam onu
çağırıp dedi ki: “Konuşan kimse, Allahın
gazabından korkmalıdır. Dinleyen de,
Onun rahmetini ümit etmelidir.”
“öyle bir zaman gelecek ki, boğulmakta
olan bir insanın duâsı gibi duâ etmeyenler,
ihlâs sâhibi olamıyacaktır.”
1) Hılyet’ül-evliyâ cild-3, sh-146
2) el-A’lâm cild-7′, sh-112
3) Tehzîb-üt-tehzîb cild-9, sh-473
4) Risâle-i Kuşeyri sh-349, 421
5) Tezkiretul-huffâz cild-1, sh-127
6) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye sh-765, 1042

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir