wiki

MUHAMMED BİN SÜKÂ

Tâbiînden.
Çok ibâdet eden, dünyâya hiç düşkün olmı-
yan, cömertliği ile tanınan büyük bir İslâm
âlimi. Eshâb-ı kirâmdan Enes bin Mâlik
(r.a.) ve Ebû Tufeyl Amir bin Vâsıle’nin
i r.a) ve Tâbnnin büyüklerinin sohbetinde
bulundu. Hadîs âlimlerince sika (güvenilir;
kabûl edilmiştir. Çok az sayıda hadîs-i şerif
rivâyet etmiştir. Künyesi, Ebû Abdullah
ve Ebû Bekir’dir. Doğum ve vefât tarihleri
hakkında kaynaklarda bilgi yoktur. Hicri
birinci asrın ikinci yansında doğup,İmâm-ı
a’zamdan (r.a.; önce vefât etmiş olduğu
anlaşılmaktadır.
Kendileri birçok âlimden hadîs ilmini
tahsil ettiler. Bunlardan başlıcaları; Enes
bin Mâlik (r.a.), Ebû Tufeyl Âmir bin Vâsıl,
Saîd bin Cübeyr, Abdullah bin Dînâr, Ebû
Sâlih es-Semmân, Nâfi’ bin Cübeyr bin
Mut’am, İbrâhim en-Nehâî, İbni Ömer’in
(r.a.) azadlı kölesi Nâfi, Münzir-i Sevri,
Muhammed bin Münkedir, Ebû Ca’fer
Muhammed bin Ali bin Hüseyin, Ebû
Bekir bin Hafs bin Ömer bin Sa’d, Ebû Avn
bin Ubeydullah es-Sekafi’dir (r.anhüm).
Kendilerinden de hadîs tahsil eden ve
rivâyette bulunan âlimlerden ba’zılan: esSevri,
İbni Mübârek, Ebû Muâviye, Abdurrahmân
bih Muhammed el-Muharebî ve
Ismâil ibni Zekeriyya, Mervan bin Muâ­
viye, Ebû Mugire en-Nadr bin Ismâil Atâ
bin Müslim el-Haffâf, İbni Uyeyne, Ali bin
Âsim el-Vâsıtî’dir.
Muhammed bin Sükâ hazretleri, Allah
korkusundan çok ağlardı. Cuma günleri
arkadaşlannı arar bulur ve onlarla birlikte
ibâdet eder, aynı düşünceler içinde göz yaşı
dökerlerdi.
Kendisine babasından mirâs kalan yüzyirmibin
dirhem parayı, bir şüphe üzerine,
tamamen sadaka olarak dağıttı. Zekât alacak
duruma düştü. Muhammed bin Sükâ’
nın (r.a.) üstünlüklerine dâir, kendisine
yetişerek sohbetinde bulunmuş olan büyük
İslâm âlimlerinden çeşitli rivâyetler vardır.
O’nun cömertliği, ibâdete düşkünlüğü,
günâhlardan kaçınması, Allahü teâlâdan
korkması hakkında sözler kitaplara geç­
miş, nesilden nesile ibret olacak hayatı
anlatılmıştır.
Süfyân-ı Sevrî hazretleri anlatır:
“Birgün Rekbet hazretleri ile beraber
Muhammed bin Sükâ’nın ziyâretine gittik.
Bir ara Rekbet bana; “Yâ Süfyân! Kûfe’de
iki kişi var. Bunlar Allah yolunda çok çalı­
şıyorlar. Onlardan biri Muhammed bin
Sükâ, diğeri ise Abdülcebbâr bin Vâil bin
Hacer’dir” buyurdu.
Hüseyin bin . Hafs, Süfyân-ı Sevrî’ye
“Sana Kûfe’nin en hayırlısının yazılarını
göstereceğim” dedi ve Muhammed bin
Sükâ’nın yazılarını çıkandı. Süfyân bin
Uyeyne, “Kûfe’de üç kişi var ki, bunlara
yann öleceksin dense, ibâdetlerini arttırmalan
mümkün değildir. Bu üç kişi,
Muhammed bin Sükâ, Amr Bin Kays,
Melâî,,Ebû Hayyân Teymî’dir” buyurdu.
Muhammed bin Münkedir (r.a.), kendisine
sordu: “Yâ Ebâ Abdullah! Sana en hoş
gelen amel hangisidir?” Muhammed bin
Sükâ hazretleri de “Mü’mini sürûra
boğmaktır.” “Ondan sonra hangisidir?”
dedi. “ Kardeşlere ikrâm etm ektir”
buyurdu.
Süfyân-ı Sevri hazretleri bir diğer sohbetleri
esnasında, “Küfe ehlinden beş kişinin
hergün hayırlan fazlalaşır. Bunlar;
Muhammed bin Sükâ, Ebû Hayyam
Teymî, Ömer bin Kays, Ebû Sinan bin
Merre’dir. Bu beş kişinin hergün biraz
daha hayırlan fazlalaşır” buyurdu.
Birgün kardeşinin oğlu kendisine bir
suâl sordu. Muhammed bin Sükâ hazretleri
ağlamaya başladı. Yeğeni, “Ben suâlin
cevâbını vereceksiniz diye sordum, siz ise
ağladınız, cevap vermeyecek misiniz?”
deyince O da “Ey kardeşimin oğlu, suâlin
cevâbından âciz olduğum için değil, bu
mevzûu bugüne kadar sana öğretmediğim
için ağlıyorum” buyurdu.
İmâm-ı a’zam hazretleri, Muhammed
Sükâ hazretlerinin cenâzelerinde bulunduklannı
bildirerek “O, seksen defa Kâ’be’
yi ziyâret için Mekke’ye gitm iştir”
buyurmuşlardır.
Ya’lî bin Ubeyd, Muhammed bin Sükâ’
dan nasîhat istedi. O da; “Sizden önceki,
insanlar çok konuşmaktan pek sakınmış­
lar, çok konuşmak üç yerde iyidir demişlerdir.
Birincisi, Allahü teâlânın kelâmı olan
Kur’ân-ı kerimi çok okumak, İkincisi, çok
Emr-i ma’ruf yapmak sebebiyle fazla konuş­
mak. Üçüncüsü, fazla Nehy-i münkerden dolayı
çok konuşmak. Bu üç şeyden başka
ancak çok lüzûm olursa konuşun. Zîrâsizlerle
beraber Kirâmen kâtibîn melekleri vardır.
İsimleri Rakib ve Adid’dir. Onlar hayır ve şer
konuşulan herşeyi yazarlar. Akşam olduğu
vakit, meleklerin yazdıklannda âhıretle
ilgili yazılan çok olan r.e bahtiyar kimsedir.
Dünya He ilgili olan yazısı çok olan ne
bedbaht kimsedir.”
Buyurdular ki: “Allahü teâlâ, müstehak
olmayan hiçbir kimseye azap yapmaz.
Azap yapılan kimseler, muhakkak ona
lâyıktır. Şöyle ki, bir kimseye dünyâlık verilir.
O kimse, verilen dünyâlığa çok sevinir.
Fakat, dîninden birşey fazlalaştığı zaman
hiç farkına varmaz. Böyle kimse nasıl
azâba müstehak olmasın?”
“Bir kimsenin dünyâlığından birşey
• eksildiği zaman çok üzülür. Lâkin, o kimsenin
dîninden birşey eksildiği zaman o ka-,
dar üzüîmez. Hattâ umurunda bile olmazİşte o kimse de kendisini Allahü teâlânın
azâbına müstehak eder.”
“Bir kimsenin aksırdığını duysam, aramızda
deniz de olsa (YERHAM ÜKELLAH)
derim.”
“Allahü teâlâdan korkan mü’min hiç
neş’elenmez. Onun rengi hiçbir zaman açılmaz.
Yüzü devamlı mahzûn olur.”
“Bir insan, müslüman kardeşinin ihtiyâcını
görürse, Allahü teâlâ da ona çok
yüksek dereceler verir, o kimse çok yüksek
derecelere yükselir.”
Rivâyet ettiği hadıs-i şeriflerden ba’
zılan:
Hz. Osman buyurdu ki, Resûlullahdan
(s.a.v.) işittim; “B ir kim se em ir olunduğu
gibi abdest alır ve em ir olunduğu
gibi namaz kılarsa, günâhlarından
öyle temizlenir ki, anasından yeni
doğmuş gibi olur. Ya’nî bütün günâhları
dökülür ve günâhsız k a lır”
buyurdu.
Safvan bin Asal (r.a.) Resûlullahdan
(s.a.v.) işittim; “B ir m ü’min, bir din kardeşini
Allah rızâsı için ziyâret etse,
gidip gelinceye kadar içinde ağaçları
ve suyu bol olan Cennet bahçesinde
oturur gibidir” buyurdu.
Hz. Ali’den rivâyetle Resûlullah (s.a.v.)
buyurdular ki: “Kim ki Cenneti isterse,
15. veya 16. asırda Kuzey Afrika’da dokunmuş
ipekli bir kumaş
hayırlı işleri çok yapsın! Kim ki
Cehennem i isterse, nefsinin bütün
istediklerine uysun. Kim ki dünyâdan
zühd yapm ak isterse, m usibetlere
sabretsin!”
Abdullah bin Mes’ûd (r.a.) rivâyet eder.*
Resûlullahın (s.a.v.) yanında oturuyorduk.
Bir fakir geldi. Birşeyler istedi. Aramızdan
biri bir dirhem çıkanp uzattı. Bir başkası
da onun elinden alarak fakire verdi. Bunun
üzerine Resûlullah (s.a.v.; “Böyle yapan
kimse de, sadaka verenin kazandığı
sevap kadar sevap kazanır. Parayı
veren in sevâbından hiç eksilm ez”
buyurdu.
Cabir (r.a.) buyurdu ki, Abdülkays kabilesinden
bir heyet Resûlullahın (s.a.v.)
huzûrlanna geldiler. Resûlullah (s.a.v.) ile
ba’zı şeyler konuştular. Resûlullah da
(s.a.v.), onları Ebû Bekr-i Sıddik’ın (r.a.)
yanına gönderdiler ve buyurdular ki: “ Yâ
Ebâ Bekir, sen onların n e söylediğini
duydun m u?” “Evet, yâ Resûlallah, ne
söylediğini duydum” dedi. “Öyle ise,
onlara cevap v er” buyurdu. Hz. Ebû
Bekir de onlara çok güzel cevaplar verdi.
Resûlullah efendimiz de işitip çok beğendiler
ve “ Yâ Ebâ Bekir, A llahü teâlâ sana
büyük rıdvânını verdi” buyurdular.
Eshâb-ı kirâmdan ba’zılan “Büyük Rıdvânın
ne olduğunu sordular. Resûlullah
(s.a.v.) “Büyük Rıdvândan maksad
şudur ki, kıyâmet gününde Allahü
teâlâ bütün kullarına aynı anda bir
defa tecelli edecektir. Fakat Ebû
B ekr-i Sıddîk için ayrıca bir defa daha
tecelli edecektir” buyurdu.
Câbir (r.a.) buyurdu ki: Birgün Resûlullah
(s.a.v.) Mescid-i harâm’a girdiler. Bir
şahısın ellerini açmış “Yâ Rabbî falan ibni
falanı affet” diye duâ ettiğini gördüler.
Resûlullah (s.a.v.) “Bu nedir? Sen yalnız
ona duâ edersin” buyurdu. O da “Yâ
Resûlallah o benim arkadaşımdır ve benden
burada kendisine duâ etmemi istedi”
dedi. Resûlullah (s.a.v.): “S en memleketin
e dön. A lla h ü teâlâ s e n in o
arkadaşını affetti” buyurdu.
İbni Ömer (r.a.) buyurdular ki; birgün
Resûlullahın (s.a.v.) mescidinde oturuyorduk.
Resûlullah (s.a.v.) şu duâyı günde yüz
defa okumamızı buyurdular: “Rabbigfirlî
ve tüb aleyye. In neke en te’t-tevvâ-
bü’r-rahîm. ”
Câbir (r.a.), Resûlullah (s.a.v.) buyurdular
ki: “Hiçbiriniz durgun suya bevl
etmesin. ”
1) Hilyet-ül-evliya cild-5, sh-3
2) Tehzîb-üt-tehzîb cild-9, sh-209
3) el-Kâşif cild-3, sh-51

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir