wiki

REBlA BİN EBİ ABDURRAHMÂN,

Tâbiîn devrinin büyük hadîs ve fıkıh âlimlerinden.
Künyesi, Ebû Osmân’dır. Doğum
târihi bilinmektedir. 137 im. 754) senesinde
Enbar’da vefât etti. Babasımn ismi
Ferrûh’tur. Irâk âlimlerinin yolunu tutmuş­
tur. Bu yolun özelliği bir işin nasıl yapılacağı,
Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şeriflerde
açıkça bildirilmemiş ise, buna benziyen
başka bir işin nasıl yapıldığı aramr bulunur.
Bu iş de onun gibi yapılır. Eshâb-ı
kirâmdan sonra, bu yolda olan müctehidlerin
reîsi, Imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe’dir (r.a.).
Rebîa hazretleri re’y yolunu tâkip ettiği için
ona “Rebîat-ür Rey’’ lakâbı verilmiştir.
Rebîa bin Abdurrahmân Medîne-i münevverede
fetvâ işlerine bakardı. Medîne-i
münevverenin ileri gelenleri onun meclisine
devâm ederlerdi. İmâmı Mâlik’in
hocalanndandır. Sahâbe-i kirâmdan (r.anhüm)
ba’zısına yetişti. Enes bin Mâlik, Sa’
îd bin Yezîd, Muhammed bin Yahyâ bin
Habbân, Sa’îd bin Müseyyib, Kâsım bin
Muhammed, İbn-i Ebî Leylâ, A’rec, Mekhûl
eş-Şâmî ve başka birçok büyük zâtlardan
hadîs-i şerif rivâyet etmiştir. Ondan
da, Yahyâ bin Sa’îd el-Ensâri, Süleymân
et-Teymi, îmâm-ı Mâlik, Şû’be, Hammâd
bin Seleme gibi zâtlar, hadîs-i şerif rivâyet
etti.
Hakkında âlimlerin buyurdukları:
İbn-i Zeyd, “O, uzun müddet gece gündüz
ibâdetle meşgul oldu. Bu durum,
yanına gelenlerle oturup, onlarla sohbete
başlayıncaya kadar devam etti.”
Yâhya bin Sa’îd, “O, zekâ ve kavrayışı
yüksek bir âlimdi.”
“Ubeydullah bin Ömer: “Biz müşkillerimizi,
halledemediğimiz mes’elelerimizi,
ona arzederdik. O, bizim en üstünümüz ve
âlimimiz idi.”
“Abdurrahmân bin Zeyd bin Eşlem:
“Rebîa’nın meclislerinde Yahyâ bin Sa’îd
de bulunurdu. Rebîa olmadığı zamanlarda
Yahyâ bin Sa’îd anlatırdı. Yahyâ bin Sa’îd
çok hadîs-i şerif rivâyet etmiş bir âlimdir.
Fakat Rebîa bulunduğu zaman, onun
ilmine hürmeten sessiz kalır, konuşmazdı.
Halbuki Rebîa yaşça ondan küçüktü.”
Abdülazîz bin Ebî Seleme: “Vallahi,
Rebîa, Resûlullah efendimizin sünnet-i
seniyyesi husûsunda çok titizdi.”
İbn-i Zeyd: “Medîne-i münevverede,
dostlarına ve muhtaçlara karşı Rebîa’dan
daha cömert birisini görmedim.”
Mâlik bin Enes (r.a.): “Rebîa bin Ebî
Abdurrahman’ın vefâtmdan sonra ilmin
tadı kalmadı” buyurdu.Enes bin Mâlik’ten (r.a.) rivâyet etti. Resûlullah (s.a.v.) “Allahü teûlâ kerîmdir.
Kulu duâ ettiği zaman, onun elini
boş çevirmekten hayû eder” buyurdu. Rebîa hazretleri buyurdular ki; “İnsanlar âlimlerin yanında, anneleri­ nin kucağındaki çocuk gibidirler. Ne emre­ derlerse, ona uyarlar. Yasakladıkları şeyden de sakınırlar.” Birisi, Rebîa hazretlerine “Ey Ebû Osman! Zühdün başı nedir?” diye sorunca, “Helalinden kazanmak, herşeyi lâyık olduğu yerde kullanmak” buyurdular.
Birisi gelip, Rebîa’ya (r.a.) “Bana Hz.
Ebû Bekir ile Hz. Ömer’i anlat” dedi. O da,
“Bilmiyorum, sana onlan nasıl anlatayım?
Onlar, Resûlullah (s.a.v.) hâriç (müstesna),
kendi zamanlarında bulunanların
hepsinden ileride idiler. Kendilerinden sonrakilere
göre ise, İslâmiyet için en büyük ve
unutulmaz hizmetler yapmışlar, bu uğurda
çok zahmet çekmişlerdir.” Bir gün bir topluluğun yanından geçi­ yordu. Onlar, kader mes’elesi üzerinde konuşuyorlardı. Onlan böyle konuşmak­ tan men etti.
Yûnus bin Yezîd, Rebîa bin Ebî
Abdurrahmân’a “Ey Rebîa! Sabnn son
derecesi nedir?” diye sordu. Rebîa (r.a.)
cevâbında “Başına bir musibet geldiği
gün, o belâ gelmeden önceki gün gibi
olmandır” cevâbını verdi.
Bir menkıbesi: Abdülvehhâb bin Atâ elHaffâf,
Medîne-i münevvere âlimlerinden,
şöyle bildirir Rebîa’mn (r.a.) babası Ferrûh
Ebû Abdurrahmân, Emevîler zamanında,
Horasan tarafına, İslâm ordusu ile gazâya
gitmişti. Giderken hanımının yamna, üç
bin dinâr bıraktı. Hanımı ise bu sırada
hâmile idi. Aradan yirmiyedi sene geç­
mişti. Nihâyet Ferrûh (r.a.) elinde mızrak
ve at üzerinde olduğu halde dönmüştü.
Atından inip, mızrağı ile kapıya vurdu.
Mızrak kapıya sert bir şekilde inmişti. Ferrûh
girmek üzereydi ki, dışan Rebîa (r.a.)
çıktı. Ferrûh’un, kendi babası olduğunu bilmiyordu.
Ona “Sen benim evime nasıl
hücûm edersin?” dedi. Ferrûh da (r.a.) Rebî’
a’yı tanımıyordu. Bu sefer, Ferrûh, Rebîa’
ya “Burası benim evim. Sen benim evime,
âilemin yanına nasıl girersin?” diye çıkıştı.
İki taraf iyice birbirlerine hiddetlenmiş-
lerdi. İş öyle bir safhaya varmıştı ki,
sonunda birbirlerinin üzerine atıldılar.
Çünkü ortada hâneye tecavüz söz konusu
idi. Fakat, bu manzarayı gören komşular,
hemen oraya koşuştular. İkisini ayırdılar.
Hâdisenin halli için Medîne-i münevverenin
meşhûr âlimi Mâlik bin Enes ve diğer
ulemâya (âlimler; başvurdular. Ulemâ
bâdı d- mahalline geldiler. Ancak, zâhire
vgöı .nene) göre burada Rebîa haklı idi.
Çünkü ;vine tecavüz edilme durumu vardıBu sırada Rebîa (r.a.) “Vâlinin yanına
kadar gideceğiz, yoksa bunu salıvermem”
diyordu. Ferrûh da aynı şeyi söylüyor. “Bu
benim âilemin yamna nasıl girebilir diye”
şikâyetçi oluyordu. Gürültü bir hayli çoğalmıştı.
Mâlik bin Enes (r.a.) konuşmaya
başlayınca herkes sustu. Mâlik bin Enes
“ey pir-i fânî (yaşlı zât) senin bu evde ne
işin var. Git başka yer bul kendine”
deyince, Ferrûh “Efendi, bu ev benim. Ben
Ferrûh’um” dedi. Bu sırada hanımı,
Ferrûh’un bu sözlerini duymuştu. Derhal,
üzerine elbisesini alıp, münâsip bir şekilde
dışan çıkarak “Bu benim zevcim Ferrûh’
tur. Rebîa’da, o gazâya gittikten sonra
doğan oğlumdur” deyince, baba oğul,
hemen birbirlerine sanlıp, ağlaştılar. Ferrûh
eve girip, zevcesine: “Bu benim oğlum
mu?” diye sorunca, o da “Evet” dedi. Ferrûh
hanımına giderken bıraktığı dinârlan
sorunca o da sakladığı yerden alıp geldi.
“İşte dinârlar” dedi. Bu sırada, Rebîa dışan
çıkıp, doğruca, Mescid i Nebevî’ye (Peygamber
efendimizin mescidine) gidip, her
gün vermekte olduğu dersine başladı. Ders
halkasında Mâlik bin Enes, Haşan bin
Zeyd, el-Lehbî ve Medîne-i münevverenin
ileri gelenleri de bulunuyordu. Herkes pür
dikkat onu dinliyordu. Ferrûh ise, daha
evde idi. Hammı ona, “Dışan çık, mescide
doğru git” dedi. Ferrûh evden çıktı. Mescid-i
Nebevî’ye vanp, namaz kıldıktan sonra,
orada ders yapmakta olan topluluğu gördü.
Oraya gidip, sessizce, kimseyi rahatsız
etmeden, dikkat çekmeden bir yere oturuverdi.
Dersi veren Rebîa idi. Fakat güzel bir
elbise giymişti. Ferrûh onu bir anda tanıyamadı.
Yaşı bir hayli ilerlemişti. “Bu
kimdir?” diye sordu. Rebîa bin Ebî
Abdurrahmân’dır dediler. Buna sevinen
Ferrûh, kendi kendine, “Allahü teâlâya
hamdolsun, oğlumun derecesini yüksek
eylemiş” dedi. Bir müddet sonra, oradan
kalkıp, eve gitti. Zevcesine “Oğlunu hiçbir
âlimde görmediğim, çok iyi bir hâlde
gördüm” deyince, zevcesi “İşte Allahü
teâlâ bize böyle sâlih bir oğul nasîb eyledi”
dedi.
1) Hılyet-ül-evliyâ cild-3, sh-259
2) Tehzib-üt-tehzîb cild-3, sh-258
3) Vefeyât-iil-a’yân cild-2, sh-288
4) Târih i Bağdât cild-8, sh-420
5) Tezkiret-ül-huffâz cild-1, sh-157
6) Mtzân-ül-i’tidâl cild-2, sh-44
7) el-A’lâm cild-3, sh-17

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir