son asırda yetişen, zâhir ve bâtın ilimlerinde kâmil ve dört mezhebin fıkıh bilgilerinde mâhir, büyük âlim ve rûh bilgilerinin mütehassısı büyük velî. Allahü teâlâ- nın emir ve yasaklarını insanlara anlatan ve kendilerine Silsile-i aliyye adı verilen büyük âlimlerin otuz dördüncüsüdür. Babası Seyyid Mustafa Efendidir. 1865 (H. 1281 )te Van’ın Başkale kazâ- sında doğdu. 1943 (H. 1362)te Ankara’da vefât etti. Kabirleri Ankara yakınındaki Bağlum kasa- basındadır. Babası Seyyid Mustafa Efendi ve bütün dedeleri, zamanlarının âlim ve fâdıllan idiler. İmâm-ı
Dört mezhebin fıkıh ilimlerinde büyük âlim Seyyid Abdülhakîm Arvâsî.
Ali Rızâ bin Mûsâ Kâzım soyundan olup, seyyid oldukları Irak’taki şer’i mahkeme defterlerinde yazılıdır. Arvâsî âilesi, altı yüz seneden beri ilim yaymakla ve en üstün insanlık meziyetlerinde nü- mûne olmakla tanınmış ve halk arasındaki ayrılıkları gidermekte, millî birliği sağlamakta büyük vazîfeler üstlenmiş ve bunları devâm ettiregel- mişlerdir. İlk tahsilini babasının huzûrunda gördü. Daha sonra Arvas’a giderek yüksek tahsîlini zamânın en büyük âlim ve evliyâsı Seyyid Fehîm Arvâsî hazretlerinin huzûrunda tamamladı. 1300 hicri sene başında ilm-i sarf, nahv, mantık, münâzara, vad’, beyân, meânî, bedî’, belâgât, kelâm, usûl-i fıkh, tefsîr, tasavvuf, ulûm-i hikemiyye yâni hik- met-i tabî’iyye (fizik, biyoloji), hikmet-i ilâhiyye, riyâziyye (yâni matematik, geometri), hey’et (astronomi) gibi zâhir ilimlerde icâzet (diploma); tasavvufun Nakşibendiyye, Kâdiriyye, Kübreviy- ye, Sühreverdiyye ve Çeştiyye yollarından hilâfet aldı. Başkale’de otuz yıl kadar tedris ve irşâd ile meşgûl oldu. Yâni ders okuttu ve insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlattı. 1914 (H. 1332)te Birinci Dünyâ Harbi çıkıp Ruslar Doğu Anadolu’yu işgâl edince, Başkale’den hicret edip, Irak’a, oradan Adana, Eskişehir ve 1919 (H. 1337)da İstanbul’a geldi. Eyyûb Sul- tan’da önce yazılı medreseye, sonra Gümüşsüyü Tepesindeki Mürtezâ Efendi Dergâhına yerleşti ve Kaşgârî Hânekâhı meşihatına tâyin olundu. İslâm halîfelerinin ve Osmanlı Sultanlarının sonuncusu olan Sultan Vahîdeddîn tarafından Med- rese-i mütehassısîn denilen İlâhiyat Fakültesine tasavvuf müderrisi yâni ordinaryüs profesörü olarak 8 Zilkâde 1919 (H. 1337) târihli ferman ile tâyin edildi.
Yeni Rehber Ansiklopedisi 69
Anadolu’da çarpışan Kuvay-ı Milliyenin gâlip gelmesi için para, mal ve duâ ile yardım edilmesi, eli silâh tutanların onlara katılmaları için milleti teşvik ederek çok kimseyi Anadolu’ya gönderdi. Çok yardım yapılmasına sebep oldu. Uzun zaman irşâd, vâz ve tedris ile meşgûl olup hayatının sonuna doğru İzmir’e gönderildi. Zor şartlar altında İzmir’de kaldığı sırada ihtiyârlığın da verdiği tâ- katsizlikle hastalandı. Ankara’ya getirildi. Ankara’ya geldikten birkaç gün sonra 27 Kasım 1943 (H. 1362) târihinde sıkıntılarla dolu dünyâdan âhire- te intikâl etti. Ankara’nın kuzeyinde bulunan Bağ- lum nâhiyesinde defnolundu. Kabri ziyâret edilmekte, huzûrunda yapılan duâlar kabûl olunmaktadır. Seyyid Abdülhakîm Arvâsî’nin üç oğlu ve iki kızı vardı. Kızlarından Şefîa Hanım, hicrette Musul’da vefât etti. Enver Medenî de hicret esnâsın- da 1918 (H. 1336)de Eskişehir’de vefât etti. İkinci oğlu Ahmet Neyyir Mekkî Üçışık Efendi uzun zaman Üsküdar ve Kadıköy müftîliği yaptı. Kadıköy müftîsiyken 1967 (H. 1387)de İstanbul’da vefât etti. Üçüncü oğlu Seyyid Münir Üçışık, İstanbul Belediyesinde satış memurluğunda çalışmış, doğruluğu, çalışkanlığı güzel ahlâkı ile etrâfının sevgisini kazanmıştı. 1979 (H. 1400)da İzmir’de vefât edip Ankara’nın Bağlum kasabasına defnedildi. İkinci kızı Mâide Hanım, eski Van mebusu Seyyid İbrâhim’in zevcesiydi. Seyyid İbrâhim vefât etmiştir. Duâsı makbul, kalbi temiz, rûhu asîl,
Abdülhakîm Arvâsî Efendinin el yazısı.
merhameti bol, cömert, bir ahlâk, ismet ve iffet nu- mûnesi olan Mâide Hanım, Ankara’da dâmâdı Seyyid M. Emin Garbî ve kızı Ümmü Gülsüm hanımefendi ile birliktedir. Seyyid Abdülhakîm Arvâsî vücûtça gâyet mû- tedil ve kusursuzdu. Buğday tenliydi. Alm geniş ve açıktı. Kaşları birer hilâl gibi olup, kabarık ince ve ölçülüydü. Nur bakışlı gözleri iriceydi. Burnu ahenkli ve normalden büyükçeydi. Yüzü zaifçe olup sakalı sıktı. Bedeni iri yapılı olup, insana
Abdülhakîm Arvâsî Efendinin Tasavvuf Profesörü olarak görev yaptığı Medrese-i Mütehassisin. Fatih Çarşamba’da Sultan Selîm Câmii yanında bulunan medrese bugün Pratik Kız Sanat Lisesi olarak kullanılmaktadır.
Yeni Rehber AnsikloDedisi 70
ABDÜLHAKÎM ARVÂSt
mutlak sûrette hürmet telkin edici bir vakâr ve heybeti vardı. Her hâli ve hareketi ile İslâmiyete uyardı. Çok mütevâzî olup; “Ben” dediği işitilmemişti. Çok heybetli ve temkin sâhibiydi. Çok misâfir severdi. Yardım yapmaktan hoşlanırdı. Ziyâretlere gider, dâvetlere icâbet ederdi. Seyyid Abdülhakîm Arvâsî din bilgilerinde ve tasavvufun ince marifetlerinde derin bir deryâ idi. Üniversite mensupları, fen ve devlet adamları, çözülemez sandıkları güç bilgileri sormaya gelir; sohbetinde, dersinde bir saat kadar oturunca, cevâbını alır; sormaya lüzum kalmadan o bilgi ile doymuş olarak geri dönerdi. Teveccühünü, sevgisini kazananlar, sayısız kerâmetlerini görürdü. Çok mütevâzî, pek alçak gönüllüydü. Eyyûb Sultan, Fâtih, Bâyezîd, Bakırköy, Kadıköy, Beyoğ- lu’nda Ağa Câmi-i şerifleri kürsîlerinde senelerce ilim neşretmiştir. Vefâ Lisesinde öğretmenlik yapmış, Sultan Selîm Câmi-i şerifi yanındaki Süley- mâniyye Medresesinde, tasavvuf müderrisi (profesörü) iken Er-Riyâd-üt-Tasavvufiyye kitabını yazmıştır. Tasavvuf hakkında risâle büyüklüğünde müteaddid mektupları vardır. Mevlid okunmasının ve teşbih kullanmanın başlangıç ve meşrûi- yeti hakkında bir risale, Râbıta-i Şerife Risâlesi, Sahâbe-i Kiram ve Ecdâd-ı Peygamberi risâle- leri, İslâm Hukûku, Keşkül ve Sefer-i Âhiret isimli eserleri, Arabî, Fârisî ve Türkçe şiirleri pek kıymetlidir.
Abdülhakîm Arvâsî Efendi Vahideddînin Han tarafından meşihatına tâyin edildiği Kaşgari Dergâhı.
Yetiştirdiği seçkin din adamlarının en selâ- hiyyetlisi; çeşitli din ve fen kitaplarının yazarı, eczâcı, kimyâger ve emekli öğretmen albay Hüseyin Hilmi Işık beyefendidir. 1929’dan 1943 senesine kadar o büyük zâttan ders almış, Arabî ve Fârisî tercümeler yaparak gençliğe hizmet için çalışmıştır. Türkçe, Arabî, Fârisî, Almanca, Fransızca ve İngilizcenin yanında, başka dillerde de çeşitli din kitapları neşretmiştir. Bütün ilim ve feyzini, Abdülhakîm Arvâsî’den aldığını eserlerinde belirtmektedir. Abdülhakîm Arvâsî’nin kıymetli sözlerinden bâzıları: “Her peygamber, kendi zamânında, kendi mekânında, kendi kavminin hepsinden, her bakımdan üstündür. Muhammed aleyhisselâm ise her zamanda her memleketde, yâni dünyâ yaratıldığı günden kıyâmet kopuncaya kadar, gelmiş ve gelecek, bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür. Hiç kimse, hiçbir bakımdan O’nun üstünde değildir. Bu olamayacak birşey değildir. Dilediğini yapan, her istediğini yaratan, O’nu böyle yaratmıştır. Hiçbir insanın O’nu methedecek gücü yoktur. Hiçbir insanın O’nu tenkid edecek iktidârı yoktur.” “Hak teâlânın hâkimliğini tanıdığınız, emâneti ve emniyyeti bozmayarak çalıştığınız zaman, birbirinizi ne kadar sevecek, birbirinize ne kadar bağlı kardeşler olacaksınız. Sizin o kardeşliğinizden Allah’ın merhameti neler yaratacaktır. Kavuştuğunuz her nîmet, hep Hakk’a îmânın hâsıl ettiği kardeşliğin neticesi ve Allahü teâlânın merhamet ve ihsânıdır. Gördüğünüz her musibet ve felâket de; hep kızgınlığın, nefretin ve düşmanlığın neticesidir. Bunlar ise hakkı tanımamanın, zulm ve haksızlık etmenin cezâsıdır.”
“Büyüklerin sözü, sözlerin büyüğüdür.” “Evliyânın sözünde rabbânî tesir vardır.” “İnsanı kaplayan sıkıntıların birinci sebebi, Hakk’a karşı şirk ve müşrikliktir. İlim ve fen ilerlediği hâlde, insanlığın ufuklarını sarmış olan fe- sâd karanlığı hep şirkin, îmânsızlığın, vahdetsiz- liğin ve sevişmezliğin neticesidir. Beşeriyet ne kadar uğraşırsa uğraşsın, sevip sevilmedikçe, ız- dırap ve felâketten kurtulamaz. Hakk’ı tanımadıkça, Hakk’ı sevmedikçe, Hak teâlâyı hâkim bilip, O’na kulluk etmedikçe, insanlar, birbiri ile sevişemez. Hak’dan ve Hak yolundan başka her ne düşünülse, hepsi ayrılık ve perişanlık yoludur.”
“Müslümanların öğrenmesi lâzım olan bilgilere Ulûm-i İslâmiyye (Müslümanlık Bilgileri) denir. İslâm dîninin emrettiği bu bilgileri Resûlullah aleyhisselâm ikiye ayırmıştır. Biri, “ulûm-i nakliyye”, yâni din bilgileri; diğeri “ulûm-i ak- liyye” yâni fen bilgileridir, buyurmuştur. Din bil
Yeni Rehber Ansiklopedisi 71
ABDÜLHAKÎM ARVASI
Son devrin büyük İslâm âlimlerinden Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri, sevdikleriyle bir sohbet esnasında.
gileri, dünyâda ve âhirette, huzûru, saâdeti kazandıran bilgilerdir. Bunlar da ikiye ayrılır: “Ulûm-i âliyye” yâni yüksek din bilgileri ve “ulûm-i ibtidâiyye” yâni âlet ilimleri. îslâm ilimlerinin ikinci kısmı olan akıl bilgilerinin yâni tecrübî ilimlerin iyi öğrenilmesi, ince ve derin din bilgilerinin kolay ve açık anla
şılmasına yardım eder. Riyâzi fizik öğrenmek, din bilgilerini kuvvetlendirir. Astronomi, aritmetik ve geometri, dîne yardımcı bilgilerdir. Tecrübî fizikteki (tecrübe ve isbât edilenlere esâsen uymayan) birkaç yanlış teori ve hipotezden başka hepsi dîne uymakta, îmânı kuvvetlendirmektedir. İlâhî fizik (metafizik) bilgilerinden, çürük, bozuk olanları dîne uymaz. Bu ilimler öğrenilince, din bilgilerinin aklî ilimlere uyan ve aklî bilgilerle çözülmeyen yerleri ve sebepleri meydana çıkar ve akla uygun sanılmayan, aklın erişemediği mes’elele- rin inkâr edilemiyeceği anlaşılır.” “Kur’ân-ı kerîmden ve Resûl aleyhisselâmın hadîs-i şeriflerinden sonra en kıymetli kitâb, İmâm- ı Rabbânî hazretlerinin (kuddise sirruh) Mektûbat kitabıdır. Hanefî mezhebinde en mükemmel ve en kıymetli fıkh kitabı, İbn-i Âbidîn’in Dürrül-Muh- târ hâşiyesidir. Şâfiîde Tuhfet-üI-Muhtâc kitâ- bıdır.” “İslâm dîni, Allahü teâlânın, Cebrâil ismindeki melek vâsıtası ile, sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselâma gönderdiği, insanların, dünyâda ve âhirette râhat ve mesûd olmalarını sağlayan, usûl ve kâidelerdir. Bütün üstünlükler, fâideli şeyler, İslâmiyetin içindedir. Eski dinlerin görünür görünmez bütün iyiliklerini, İslâmiyet, kendinde toplamıştır. Bütün saâdetler, muvaffakiyetler on- dadır. Yanılmayan, şaşırmayan, akılların kabûl edeceği esaslardan ve ahlâktan ibârettir. Yaradılışında kusursuz olanlar onu reddetmez ve nefret etmez, İslâmiyetin içinde hiçbir zarar yoktur. İslâmiyetin dışında hiçbir menfaat yoktur ve olamaz.”
ABDÜLHAKÎM HÜSEYNİ
“Son zamanlarda, tekkeler câhillerin eline düştü. Dinden, îmândan haberi olmayanlara şeyh denildi. Din düşmanları da, bu şeyhlerin sözlerini, oyunlarını ele alarak dîne hurâfeler karışmıştır, İslâm dîni bozulmuştur, dedi. Halbuki bozuk tarikatçıların sözlerini, işlerini din sanmak, bunları tasavvuf büyükleri ile karıştırmak, çok yanlıştır. Dîni bilmemek, anlamamaktır. Dinde söz sâhibi olmak için, Ehl-i sünnet âlimlerini tanımak, o büyüklerin kitâblarını okuyup, iyi anlayabilmek ve bildiğini yapmak lâzımdır. Böyle bir âlim bulunmazsa, din düşmanları, meydanı boş bulup, din adamı şekline girer. Vâzları ile, kitapları ile, gençlerin îmânını çalarak millet ve memleketi felâkete götürürler.” “Temiz ve yeni elbise giyiniz. Gittiğiniz yerlerde, ahlâkınızla, sözlerinizle, İslâmın vekârını, kıymetini gösterdiğiniz gibi, giyiminizle de saygı ve ilgi toplayınız.” “Çeşitli, lezzetli yemeklerle ve tatlı, soğuk şerbetlerle bedenlerinizi râhat ve hoş tutunuz.” “Allahü teâlâ, her şeyi bir sebep altında yaratmaktadır. Bu sebeplere, iş yapabilecek tesir, kuvvet vermiştir. Bu kuvvetlere, tabiat kuvvetleri, fizik, kimyâ ve biyoloji kânunları diyoruz. Bir iş yapmamız, bir şeyi elde etmemiz için, bu işin sebeplerine yapışmamız lâzımdır. Meselâ buğday hâsıl olması için, tarlayı sürmek, ekmek, ekini biçmek lâzımdır. İnsanların bütün hareketleri, işleri, Allahü teâlânın bu âdeti içinde meydana gelmektedir. Allahü teâlâ sevdiği insanlara iyilik, ik- râm olmak için ve azılı düşmanlarını aldatmak için bunlara, âdetini bozarak sebepsiz şeyler yaratıyor.” “Tek vakit namazımı kaçırmaktansa, bin ker- re ölmeyi tercih ederim.”
A B D Ü LH A K ÎM A R V Â S İ
02
Tem