wiki

AHİDNÂME

kuvvet, kudret sâhibi bir hüküm- dâr tarafından diğer kabîle, devlet veya devletlere bâzı haklar tanımak ve karşılıklı hakları garanti altına almak için tek taraflı hazırlanan belge. İslâmiyetin ilk zamanlarında Müslümanlar Medîne-i münevvereye hâkim olunca, Resûlullah sallalahü aleyhi ve sellem kabilelere ahidnâmeler verdiler. Resûlullah efendimizin Hıristiyan ve Ya- hûdîlere verdikleri ahidnâmeler meşhurdur. Haz- ret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer de ahidnâmeler vermişlerdir. Hazret-i Ebû Bekr kumandanlarından Hâlid bin Velid’e gönderdiği ahidnâmesinde; “Ey Hâlid! Gizli ve açık her işinde Allahü teâlâdan kork. O’nun emirlerini yerine getirmekte büyük gayret göster. Allahü teâlâdan vazgeçip, O’ndan başkasına yönelenlerle ve İslâmdan dalâlete, ce- hâlete ve şeytanın isteklerine dönenlerle cihât et.
Hangi ırktan olursa olsun, İslâmiyeti kabul edenin bu icâbetini kabûl et. Gerek iyilikle gerekse kılıçla, İslâma dâvet olunan kimseye adâletle muâmelede bulun. Allahü teâlâya îmâna dâvet olunan kimse bu dâveti kabul ederse ona asla zarar verme.” buyurmuştur. Yine hazret-i Ömer, Kudüs ahalisine yazdığı ahidânesinde; varlıkları, hayatları, kilise, havra ve manastırları hakkında onlara teminât vermiştir. Daha sonra kurulan İslâm devletlerinde de ahidnâmeler verildiği ve ahdedilen şeye, her türlü kötü şartlara rağmen, riâyet edildiği görülmektedir. Osmanlı sultanları da devletin kuruluşunun hemen başlarından îtibâren çeşitli devlet ve topluluklara ahidnâmeler vermişlerdir. Osmanlı sultanları, ahidnâmelerini iki nüsha olarak yazdırırlardı. Nüshaların biri Türkçe diğeri de taraf devletin dili ile olurdu. Osmanlı ahidnâmeleri umumiyetle fermân ve nâme-i hümâyûnlarda olduğu gibi, dokuz bölümden meydana gelirdi: l)Tuğra. 2) Unvân, pâdişâhın unvânını bildiren cümleler. Umumiyetle bu cümleler “nişân-ı
Yavuz Sultân Selim Hânın Venedik Dojuna gönderdiği ahidnâmenin baş tarafı.
„ – ‘ S L .
……
1 %
nımı Fatma Bacı da kadınları yetiştirip “Bâci- yân” grubunu teşkîl etti. Ahilik teşkilâtı sâyesinde Anadolu’da Rumlar ile Ermenilerin elinde olan sanat ve ticâret hayâtına zamanla Türkler de katılıp, söz sâhibi olmaya başladılar. Ayrıca ahîler, yaptıkları zâviyelerde Müslüman tüccâr ve esnafın ahlâkî terbiyesi ile de uğraştılar. Ahî zâviyeleri zamanla memleketin her tarafına yayıldı. Ahîler, içtimâî hayattaki bu hizmetleri yanında ihtiyaç hâlinde gazâlara ve memleket müdâfâ- sına da katıldılar. On üçüncü asrın ilk yıllarında Çin’in kuzey-batısında katliâmlara başlayan, kısa bir müddet içerisinde dünyânın siyâsî haritasını alt üst eden ve Anadolu’ya doğru yaklaşan Moğol tehlikesine karşı tedbir aldılar. Moğolların önlerinden kaçıp gelenlere kucak açarak Anadolu insanını, Moğollara karşı gazâ aşkı ile doldurarak; ci- hâd yolunda Allahü teâlâmn rızâsından başka bir şey düşünmeyen kimseler olarak yetiştirmeye çalıştılar ve bu insafsız düşman karşısında kahramanca mücâdele ettiler. Nihâyet Moğollar, 1243 yılında Kayseri’yi muhâsara edip, çetin bir muhârebe sonunda şehri ele geçirince, binlerce ahîyi şehîd ettiler. Anadolu’nun karışıklıklar içerisinde olduğu bu sırada, Ahî Evren’i de Kırşehir’de öldürdüler. Kısaca sulhte muallim, muhârebede asker olan ve Anadolu’nun her tarafına yayılmış bulunan ahîler, gerek Moğol zulmü ve gerekse başka karışıklıklarla sıkılan ve bunalan insanlara maddî ve mânevi güç ve moral vererek Osmanlı Devletinin kuruluşuna kadar Anadolu’yu dînî ve millî birlik içinde tutmaya muvaffak oldular. Bu sırada Söğüt civârında gelişmekte olan Osmanlı Beyliğinin emrine koşan ahîlerin bir kıs
mı, uçlara yerleşip zaviyeler kurdular. Doğudan bu mıntıkaya gelen Türkmenlerin erkeklerini ahî erkekleri, kadınlarını da Fâtıma Bacının yetiştirdiği bâcıyân grubu terbiye etti. Böylece üç kıtada altı asır at koşturacak olan istikbâldeki Osmanlı neslinin temelini attılar. Bu esnâda itibârlı bir ahî olan Şeyh Edebâlî, Osman Gâzî ile yakın münâsebetler kurup kızını ona verdi. Orhan Gâzi ve Murâd-ı Hüdâvendigâr ahilerden olup, vezirleri Alâeddin ve Çandarlı Kara Halîl de ahî idiler. Böylece ahilerden bir kısmı âlim, kâdı olarak ilim sâhasında, bir kısmı vâli ve komutan olarak idâri ve askerî alanda, bir kısmı da ticâret ve sanat alanında hizmet vermeye başladılar. Ahîlerin İslâmın emri olan, zamânın kıymetini bilmek, disiplinli bir hayâta sâhib olmak, istişâre etmek, âdil olmak ve adâlet esâslarını aşıladıkları küçücük bir âşiret, kısa zamanda büyük bir devlet olmaya başladı. Zaman zaman devletin yükünü hafifletici hizmetlerde de bulunan ahîler, Bursa’yı Düzmece Mustafa’nın hücûmundan korudukları gibi, 1360 yılında idâreleri altındaki Ankara’yı Sultan Birinci Murâd’a teslim ettiler. Bu hizmetlerine karşılık Osmanlılar, ahîlere yardımcı olup hürmet göstererek halkı yetiştirmeleri için teşvikde bulundular. Bu yüzden daha sonra Birinci Murâd’ın ahîlerin başı olduğu ve kendisinden Ahî Murâd diye bahsedildiği de bilinmektedir. Osmanlı Devleti kuvvetlenip Anadolu’ya hâkim olduktan sonra, ahîler daha ziyâde hayırsever bir cemiyet, bir esnâf teşkilâtı şeklinde faâliyetlerini devâm ettirdiler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir