wiki

A L İ S Ü Â V İ

Osmanlı Devletinin son zamanlarında yetişen yazar ve ihtilâlci. 1839 senesinde
İstanbul’un Cerrahpaşa semtinde doğdu. Babası Çankırı’nın Çay köyünden olup, İstanbul’da yerleşmiş kâğıt mühreciliği (parlatmacılığı) yapan Hüseyin Ağadır. Davutpaşa İskele Rüşdiyesinde bir kaç sene okuyan Süâvî, medrese tahsîli görmemiş olup, câmi dersleriyle kalmıştı. Bu sebeple daha sonraları câmi vâizliği yaptığı dönemlerde halkın diliyle ve çok kere de mantıkiyle konuşurdu. Süâvî, Sâmi Paşanın maârif nâzırlığı sırasında girdiği imtihanda başarı göstererek, Bursa Rüşdi- yesine muallim-i evvel tâyin edildi. Ancak ahlâkî düşüklüğü dolayısıyla hakkında yapılan şikâyetler artınca, bir sene sonra Bursa’dan ayrılmak mec- bûriyetinde kaldı. Bir müddet Rüşdiyede baş muallimlik vazifesinde bulundu. Bu sırada hacca giden Ali Süâvî, dönüşte Sâmi Paşanın himâyesiy- le Filibe Rüşdiyesine hoca olarak tâyin edildi. Daha sonra Sofya’da ticâret mahkemesi reisliği, Filibe’de tahrîrat müdürlüğü yaptı. 1867 senesinde İstanbul’a dönen Süâvî, bir taraftan Şehzâde Câmiinde vâzlar veriyor, diğer taraftan Filip Efendinin Muhbir adlı gazetesinde yazarlık yapıyordu. Bir süre sonra devlet aleyhinde şiirler yazmaya başladı. Bu durum, gazetenin kapatılmasına ve Ali Süâvî’nin Kastamonu’da ikâmete mecbûr edilmesine yol açtı. Kastamonu’dayken Mustafa Fâzıl Paşanın dâveti üzerine kaçıp Paris’e gitti. Pâris’te Mustafa Fâzıl Paşa ve arkadaşlarıyla yapılan toplantıdan sonra, burada alman karar üzerine Muhbir Gazetesini çıkarmak için Londra’ya gitti. Gazetenin daha ilk nüshalarından îtibâren kararlaştırılmış hedeflerin dışına çıktığı görüldü. Bu yüzden Yeni Osmanlılar ve diğer erkân ile arası bozuldu. Nâmık Kemâl ve Ziyâ Beyin desteklerini çekmeleri üzerine gazete kapanmak zorunda kaldı. Londra’da bir İngiliz kızı ile evlenen Ali Süâvî, sultan Abdülazîz’in tahttan indirilmesinden sonra İstanbul’a geri döndü. Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın mâbeyn feriki olan İngiliz Sâid Paşanın yardımı ile Galatasaray Sultânisine müdür tâyin edildi. Kötü idâresi ile mektebi karıştırması, perişan tavırları ve Türk halkının örf ve âdetlerine uymayan davranışları yüzünden kısa zaman sonra bu görevden azl edildi. Bu olaydan sonra Abdülhamîd Hana ve idâresine düşman kesilen Ali Süâvî, Sultân’ı tahttan indirmeye ve yerine beşinci Murâd’ı pâdişâh yapmaya karar verdi. Bu konuda İngilizlerin de desteğini sağladı. Bunun için gizli olarak çalışmaya başladı. Etrâfına topladığı beş yüz kadar göçmen ile 20 M ayıs’ta Beşinci Murâd’ın bulunduğu Çırağan Sarayı’m basarak, beşinci Mu- râd’ı dışarı çıkardı. Bu sırada yetişen Beşiktaş muhâfızı Haşan Paşanın vurduğu bir sopa darbesiyle Ali Süâvî olay yerinde öldü (1878). Yıldız Sarayı civârında bir yere gömüldü. Bugün yeri kay
bölmüştür. İngiliz olan karısı Mary, olay gecesi yalıda bulunan belgeleri yaktıktan sonra derhâl kendisini bekleyen gemi ile Londra’ya kaçtı (Bkz. Çırağan Vak’ası). Ali Süâvî dâimâ ön safta bulunmak isteyen, övülmeyi seven, yalan söylemekten çekinmeyen ve dostluğuna güvenilmeyen bir kişiliğe sâhipti. Onun bu şahsiyetini iyi değerlendiren İngilizler, kendisini istedikleri biçimde yetiştirmişler ve kullanmışlardır. Nitekim o, rejim meselesinde İngiliz parlementarizmine benzeyen bir meşrûtiyet arzusunu dâimî olarak dile getiriyordu. Diğer taraftan klâsik medrese tahsîli bile görmeyen Süâvî, belli çevrelerce muhaddis ve hattâ müctehîd gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Süâvî, dinde reform yapmak gerektiğini, hutbenin her milletin kendi dilinde okunmasını ısrarla savunmuştur. Süâvî’nin bu fikirleri daha sonra Cemâ- leddîn Efgânî adlı yine bir İngiliz ajanı tarafından geliştirilecektir. Nâmık Kemâl’in Abdülhâk Hamid’e gönderdiği bir mektubunda, Ali Süâvî hakkında söylediği şu sözler bir hayli düşündürücüdür: “Ali Süâvî hiç de senin tahminin gibi bir adam değildi. Bir çehre nümâyişine aldanmışsın. Onunlu iki sene arkadaşlık ettim. O öyle bir adamdı ki, garazkâr ve dünyâda misli görülmedik bir şarlatandı. Ben her şeye öyle kolay inanmadığım hâlde, bana kendini yedi-sekiz dil biliyormuş gibi gösterdi. O kadar câhil, cehâletiyle berâber o kadar mağrûrdu. Türkçe üç satır bir şey yazsa, âleme maskara olurdu.” Ali Süâvî’nin bilinen eserleri; Kâmûs-ül- Ulûm vel-Maârif, Alî Paşa’nın Siyâseti, Hu- kuk-üş-Şevârî ve Hive Hanlığı’dır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir