Ertesi gün, yüce Os- manlı Devleti’nin padişahı olduğum resmen açıklandı. Besmelelerle tahta oturtuldum. Padişahlık kaftanını giyip kavuğu da başıma taktıktan sonra şöyle dua ettim: “Allah’ım, bana bugünleri gösterdiğin için sana binlerce şükürler olsun. Ya Rab, ümmet-i Muhammed’in benim zamanımdan hoşnut olmaları için gayret ver. Birbirimizden memnun kalalımOrada ne kimse ile görüşebiliyor ne de devlet yönetimi konusunda tek kelime konuşabiliyordum. Yanımda sadece eşim ve iki cariyem vardı. Önceleri bu hayat bana sıkıntı veriyordu ama sonra yavaş yavaş alıştım. Artık dünya ile ilişkim iyice kesilmişti. Günlerim Kur’an-ı Kerim ve dini kitaplar okuyarak ibadet ederek geçiyordu. Arada bir sinir krizleri geçirdiğim de oluyor, elime geçeni vurup kırıyor, avaz avaz bağırıyordum ama hekimbaşı, “Şehzadem, sizin yerinizde kim olsa böyle yapar. İlaçlarınızı alın ve sabırlı olun.” diyordu. Günlerden bir gün, ağabeyim Murad Han’ın ölüm haberini aldım ama inanmadım. Bu bir tuzak olmalı, diye düşünüyordum. Beni ortadan kaldırmak için bir oyun oynuyor olabilirlerdi. Haberi getirenlere, “Allah sultanımızın ömrünü uzun etsin. Bize padişahlık gerekli değil. Hâlimizden memnunuz ve hanımıza duacıyız.” dedim. Annem ve bazı paşalar, cenazeyi görmem için beni zorla dairemden çıkardılar. Korkular içindeydim. Dışarıda neler olup bitiyordu? Öylesine yabancıydım ki! Ayakta zor durduğumu gören yardımcılarım kollarıma girdiler. Yürümekte bile zorlanıyordum çünkü. Bana anlatılanların doğru olduğuna ancak cenazeyi görünce inandım. Peki, şimdi ne olacaktı?
© 2007 Eserin her hakkı anlaşmalı olarak Timaş Basım Tîcaret ve Sanayi Anonim Şrrketi’ne aittir. Kaynak gösterilerek almtı yapılabilir