Oniki imâmın onuncusu. îmâm-ı Muhammed Cevâd Takî’nin oğludur. Künyesi Ebü’l Hasen-i Askerî’dir. Hâdî lakâbı ile meşhûrdur. 204 (m. 829) yılı Recep ayının onüçünde Medine’de doğdu. 254 (m. 868) de Bağdadin Samarra nâ.hiyesinde vefât etti. Kabri buradadır. Ali Nakî (r.a.), Resûlullah efendimizin torunu olup, Hz. Ali ile Hz. Fâüma’nın evlâdlann- dandır. Hz. Hüseyin’in torunlarından olduğu için “Seyyid” dir. Asıl adı, Nakî bin Muhammed Cevad Takî bin Ali bin Mûsâ Kâzım bin Ca’fer-i Sâdık bin Muhammed Bâkır bin Zeynel Âbidîn bin Hüseyin bin Ali bin Ebî Tâlib’dir. Devamlı ibâdetle meşgûl olup, dünyâdan elini çekmişti, tmâmlığı otuzüç yıl, altı ay, yirmiyedi gündür. Hasen-i Askerî, Hüseyin ve Ca’fer adında üç oğlu ve bir de kızı vardı. îmâm-ı Ali Nakî’nin birçok menkıbeleri vardır. îmâm-ı Ali Nakî hazretleri birgün Samarrâ civarında bir köye gitmişti. Bir köylü kendisini aradı. Falan köye gitti dediler. Köylü de o köye gitti ve Nakî hazretlerinin huzûruna vardı. Nakî hazretleri köylüye sordu. “Bir isteğin mi var?” “Hazretti Ali bin Ebî Tâlib’in sevenlerinde- nim. Benim çok borcum vardır. Çok zamain geçmesine rağmen borçlarımı ödeyeme- dim. Bu borcun ağır yükünü kaldıracak sizden başka kimse bilmiyorum” deyip, köylü arama sebebini anlattı. îmâm-ı Nakî hazretleri üzülmemesini söyleyip köylüyü o gece misâfir etti Sabahleyin köylüye buyurdu ki: “Sana bir söz söyleyeceğim, o sözü aynen yerine getireceksin.” Köylü baş üstüne efendim, dedi. imâm-* Nakî hazretleri bir kâğıda “Bu köylünün borcu benim borcumdur” diye yazıp köylüye verdikten sonra buyurdu ki; “Ben yakında Samarrâ’ya döneceğim, bir cemâat içinde otururken bu kâğıdı getir. Borcunu benden yavaşça iste!” Bunun üzerine köylü oradan aynldı. Bir müddet sonra Imâm-ı Nakî Samarrâ’ya döndü. Bir gün halife ve yakınlan ile otururken köylü geldi. Kâğıdı çıkarıp borcunu istedi. Imâm-ı Nakî hazretleri çok yumuşak konuşup özürler beyân etti ve ileride birgün ödeyeceğini söyledi. Bunu Halife Mütevekkil duydu. Otuzbin akçeyi hemen imâm’a gönderdi. Va’d edilen gün köylü geldi. Otuz bin akçeyi köylüye verdi. Birgün Imâm-ı Nakî hazretleri bir düğün yemeğinde idiler. Samarrâ ehlinden birisi boş yere konuşuyordu, imâm hazretlerine gerekli olan saygıyı göstermiyordu. Imâm-ı Nakî bir ara “Bu şahsın evinden acı bir haber gelip bu yemekten yiyemiyecek” buyurdular. Yemekler hazırlanınca elini yıkadı, yemeği yiyeceği sırada hizmetçi ağlayarak içeri girdi ve annen damdan düştü, koma hâlinde, çabuk ol ki onu ölmeden göresin dedi. O şahıs yemeği yemeden kalkıp gitti. Halife Mütevekjril’de birgün büyük bir çıban çıktı. Çok aiğn ve şiddetli ateş yapıyordu. Tabîblerin hiç biri buna çâre bulamadılar. Hastalığı ağırlaşınca annesi, Mütevekkil iyi olursa kendi malımdan İmâm-ı Nakî hazretlerine çok mal göndereceğim diye nezr etti. Mütevekkilin yakmla- nndan Feth bin Hâkân, Imâm-ı Nakî’den de bir ilaç soralım dedi. Bir kimseyi gönderdiler. imâm hazretleri falan şeyi yaranın üzerine koyun. Allahü teâlâmn izniyle fâide verir buyurdu. Bu haber üzerine halifenin meclisinde bulunanlar gülüştüler ve alay ettiler. Feth bin Hâkân’m ısrârları üzerine, söylenilen şeyi yaranın üzerine koydular. Çıban yanlıp içinde olanlar çıktı. Hasta şifâ buldu. Mütevekkilin iyileştiğini duyan annesi on bin altım bir keseye koyup kendi mührüyle mtihtirieyip imâm hazretlerine gönderdi. Mütevekkil iyice iyileşince, birisi Imâm-ı Nakî hazretlerinin evinde çok mal ve silâh olduğuna dâir halifeye şikâyette bulundu. Mütevekkil, veziri Sa’îd’e gece yansı imâm hazretlerinin evine girmesini ve orada bulduğu mal ve silâhı kendisine getirmesini emr etti, fiunun üzerine Vezir Sa’îd şöyle anlatıyor: “Bir merdiven götürüp dama çıktım. Pencereden içeri girdim. Karanlık idi. Ne tarafa gideceğimi şaşırdım. O sırada Imâm-ı Nakî hazretlerinin sesini duydum. Ey Sa’îd biraz bekle, mum getirsinler buyurdu. Mum gelince aşağıya indim. Imâm-ı Nakî hazretleri yünden bir elbise giymiş, başında yünden bir takke, altında hasır bir seccâde, kıbleye karşı oturuyordu. Ey Sa’îd işte odalar ara buyurdu. Odalara girdim. Bana söylenilen mal ve silâhları bulamadım. Fakat, halifenin annesinin gönderdiği kese mührüyle duruyordu. Sonra Imâm-ı Nakî seccâdeye de bak buyurunca, seccâdeyi kaldırdım bir kılıç kınıyla duruyordu. Hepsini alıp halifeye getirdim. Halife annesinin mührüyle mühürlü keseyi görünce merak edip sordu. Durumu anlattılar. Bunun üzerine kendisi de bir kese koyup, keseleri ve kılıcı geri gönderdi. Iınâm hazretlerinin huzûruna varıp mahcup bir şekilde “Efendim, izinsiz evinize girmek bana çok zor geldi, ama emir almış idim” dedim. O zaman Şu’arâ sûresinin son âyeti olan: “Allahü teâlâya şirk koşanlar ve peygamberini hiciv edenler, öldükten sonra hangi yere gideceklerini bilirler” âyet-i kerîmesini okudular. Sâlih bin Sa’îd anlatır: Halife Mütevekkil, îmâm-ı Nakî hazretlerini Medine’den Irak’a çağırdı. Beraberce Samarrâ’ya gittik. Kötü bir yerde konakladık. îmâm-ı Nakî hazretlerini sevenlerden biri içeri girip “Efendim bunlar senin kıymetini gizlemek ve nûrunu söndürmek istiyorlar. Bunun için böyle kötü ve korkulu yerde konaklattılar” dedi. îmâm-ı Nakî hazretleri: ‘Ey Sa’îd’in oğlu şöyle bir bak” buyurup eliyle işâret etti, işâret ettiği tarafa baktığımda dünyâda bir benzeri olmayan, bahçeler, ırmaklar ve köşkler gördüm. Biraz sonra bu hâller kayboldu. Sonra bana buyurdu ki: “Ey Sâlih, biz nerede olursak, olalım. Allahü teâlânın nı metleri bizimle beraberdir.” Halife Mütevekkilin evinde çeşitli kuşlar bulunurdu. O kuşların sesinden içeri girenlerin sözlerini duyamaz, girenler de Mütevekkilin dediğini anlı yam azlardı, îmam-ı Nakî hazretleri içeri girdiği zaman kuşlar susar, çıkınca tekrar ötmeye başlarlardı. Birgün Imâm-ı Nakî hazretleri halifenin evlâdlanmn birinin düğün yemeğinde bulundu. Herkes edeble oturuyordu. Fakat gencin biri çok gülünç şeyler söyleyerek edepsizlik ediyordu. Bunun üzerine Imâ- m-ı Nakî hazretleri o gence “Ey genç çok gülüyorsun, kahkaha atıyorsun. Allahü teâlâyı hatırlamaktan gâfil oluyorsun. Halbuki üç gün sonra öleceksin. Kabre hâzırlıklı mısın?” buyurdu. O genç, bu sözü duyduğu hâlde, edepsizliğinden vazgeçmedi. Yemekler yendi, düğün bitti Ertesi gün genç hastalandı. Üç gün sonra da öldü. Birgün birisi gelip, hanımının hâmile olduğunu ve doğacak çocuğunun erkek olması için duâ etmesini istedi. Bunun üzerine buyurdu ki: “Çoğu kız vardır ki, erkek evlâdından daha hayırlıdır.” Daha sonra o şahsın bir kızı dünyâya geldi. Imâm-ı Nakî hazretleri zamanında Hindistan’dan bir sihirbaz gelmiş, gösteriler yapıyordu. Bir gün zengin biri onu çağırıp dedi ki: “Imâm-ı Nakî’yi mahcup edebilirsen sana bin altın vereceğim.” Sihirbaz da dedi ki: “Olur yaparım, yalnız bir yemek ve yanma birkaç yufka ekmek hazırlayıp beni yanına oturtunuz.” Sihirbazın dediği gibi yaptılar. Imâm-ı Nakî hazretleri gelip sofraya oturdu. Bir parça ekmek almak istedi. Sihirbaz birşey- ler yaptı. Ekmek önünden uçtu. Bu iş üçdefa tekrarlandı. Sofrada bulunanlar gülmeye başladılar. Oturdukları odada bir divan yastığı üzerinde arslan resmi vardı. İmâm-ı Nakî hazretleri o resime işâret ederek emir verdi: “Bu adamı yut”. O resim bir anda arslan oldu. Sıçradı sihirbazı yuttu. Tekrar o yastığa geldi. Imâm-ı Nakî hazretleri buyurdu ki: “Allahü teâlânın düşmanlarım dostlarının üzerine musallat etmek doğru değildir.”
ALİ NAKl
24
Nis